dedekorkut1
Doçent
ENERJİ MUCİZESİ
SELİM GÜRBÜZER
Enerji oluşumu tarihten bugüne insanlığın zihnini sürekli meşgul etmeye yetmiştir. İnsanoğlu dünden bugüne enerji oluşumunu düşüne dursun, oysaki düşündüğü enerji oluşumunu bizatihi kendi vücut ikliminde yaşıyor zaten. Her ne kadar insanoğlu şimdiye kadar enerji deyince ya sırf adale kuvvetine bağlı enerji olarak algılamış ya da barajlardan, petrolden, rüzgârdan, güneşten vs. üretilen enerjiler olarak algılamıştır. İşte bu noktada enerji nasıl algılanırsa algılansın sonuçta algıladığı tüm enerji oluşumları insanın kendisiyle anlam kazanıyor olduğu gerçeğini değiştiremeyecektir. Mesela insan vücut hücrelerindeki mitokondri gibi enerji ocakları sayesinde akıl denen melekenin anlam kazandığını pekâlâ söyleyebiliriz de. Ki, aklın anlam kazanması demek insanın hem kendi iç enerjisini keşfetmesi demek hem de kendi dışındaki dış dünyaya ait enerjileri keşfetmesi demektir. Nitekim insanoğlu aklıyla keşfettiği teknolojik araçların butonlarına parmağıyla dokunduğunda nice beygir gücüne sahip araçları insanlığın faydasına olacak bir şekilde harekete geçirebilecek donanıma sahip olduğunu gösterebiliyor. İcabında yine aklıyla keşfettiği atom bombasıyla da tüm canlı cansız varlıkların zararına ve nice devletleri haritadan silme donanıma sahip olduğunu da gösterebilmekte. Tabii ki bizim tercihimiz birincisinden yanadır, zaten eşref-i mahlûkat olarak ilan edilen insana da enerjisini tüm canlı cansız varlıkların yararına harcamak yaraşır. Zira Yüce Allah Âdemi yarattığında akıl melekesiyle donatmasındaki hikmetlerden biride hiç kuşkusuz iyiyi kötüden, kötüyü iyiden ayırması içindir. Madem öyle, insanoğlunun bu hususta yapacağı tek şey içinde yüklü olan akıl melekesini iyi yönde başta kendisinden başlayarak etrafına enerjik olarak yansıtmak olmalıdır. Biyoteknolojide ki hızlı gelişmeler bakımdan ise hem madem yaratılan hemen her şeyin özünde potansiyel enerji mevcut, o halde insanoğlu aklıyla canlı cansız varlıklarda var olan potansiyel enerjiyi eşrefi mahlûkat olmanın bir gereği olarak iyi yönde kinetik enerjiye çevirecek hamlelerde bulunmak konumda olmalıdır. Bu konumda olmaya mecbur da. Hele ki insanoğlunun aklı melekeleri enerjiyle yüklü olmasaydı tarihi süreç içerisinde keşfettiği onca teknolojik gelişmelere ne mümkündü ki damgasını vurabiliyor olsundu. Hem hele ki insanoğlunun vücut ikliminde aklı melekelerine enerji sağlayacak mitokondri gibi enerji ocaklarından yoksun olsaydı ne zihin eksersizi yapmaya takati ve dermanı olurdu ne de keşfe zaman ayıracak vakit bulabilirdi.
Evet, hiç şüphe yoktur ki; tüm kâinat potansiyel enerjiyle yüklüdür. Nitekim yüklenmiş bu potansiyel enerjiler sayesinde mesela bir bakıyorsun dünyamız hem kendi ekseni etrafında hem yörüngesinde dönmekte hem de vega burcuna doğru yol almakla üç deveranı birden gerçekleştirebiliyor. Derken dünyamız hem maddeye bağlı enerji olarak hem de ışık enerjisi olarak iki ana kanaldan bitip tükenmeksizin deveranını sürdürmekte. Nitekim maddeye bağlı enerji taşınması genel itibariyle potansiyel ve kinetik enerji olmak üzere iki ana eksen üzerinde cereyan etmektedir. Mesela bir madde düşününki durağan halde bir konumdaysa bu demek değildir ki enerjiden mahrum durumda, bilakis kendi çekim gücü alanı içerisinde potansiyel enerji konumunda durağanlıktır bu. Mesela herhangi bir taşı elimizden bırakıverdiğimizde, o durağan sandığımız taş bir bakıyorsun yer çekim kuvveti etkisi alanına girerekten bir anda kinetik enerjiye dönüşebiliyor. Hakeza termik veya hararete dayalı enerjilerde potansiyel enerjiden kinetik enerjiye dönüşecekleri zaman ısı moleküllerinin hareketlerine endeksli olarak enerji transferini gerçekleştirdiğin müşahede etmekteyiz.
Bu arada hazır enerji santrallerinden söz etmişken bikere bu işin mucidi olarak insanoğlundan önce kunduzlar başarmıştır. Yani insanoğlu daha barajları inşa etmeden önce bu işi bizatihi yapan kunduzlar vardı zaten. Ve bu sözünü ettiğimiz hayvan usta bir oduncu olmakla meşhurdur. Öyle ki, keskin sarı dişleriyle koca ağaçları devirebildiği gibi devirirken de üstüne yıkılmasın diye ani dalışlarla iyi bir yüzücü olduklarını dosta düşmana gösterebilmişlerdir. Hele bir de kunduzların insanı hayretler içerisinde bırakacak tek bir kuyrukta on marifet diyebileceğimiz türden hünerleri vardır ki, kuyruk demeye bin şahit ister dersek yeridir. Baksanıza nasıl bir kuyruksa çok işlevli özelliği sayesinde bir anda kucak dolusu odunları taşıyıp yapacağı inşa faaliyetleri için gerekli işlemleri halledebiliyor. Nasıl mı? Girişimde bulunacağı işler için ilk evvela odunların kabuklarını bir testere misali soyup soğana çeviriyor, sonra arta kalan parçaların bir kısmıyla da kendine in (yuva) yapmakta, bir kısmıyla da inşa edeceği bendin temellerini atmış oluyor. Zaten hayatlarını korunaklı bir evde geçirmek adına su veya suya yakın yerlerde mesken tutmak için bunu yapmaya mecburlarda. Hatta bununla da kalmayıp güven içerisinde yaşamaları için sığ dereleri ve ırmakları inşa ettikleri bentleri göl haline getirmekteler. Böylece muhtemel kuraklığa karşı hem kendilerini susuzluktan koruyorlar, hem göllerde yaşayan birçok hayvanları susuzluğa bırakmamış oluyorlar, hem de su kenarlarında bitkiler için lüzumlu olan nemi temin etmiş oluyorlar. Dahası balıkların üremesine en ideal ortamı sunmuş olmaktalar. Sadece hayvanlara mı hizmet etmiş oluyorlar, elbette ki bunun yanı sıra insanlara hizmet etmeyi de da ihmal etmemiş gözüküyorlar. Şöyle ki; Amerika’nın batı bölgelerinde geçimlerini ziraattan sağlayan insanların ektikleri ekinleri kunduzların inşa ettikleri barajlarla suladıkları artık bir sır değil. Belki de kunduzların inşa ettikleri bu barajlar olmasaydı çiftçilerin yüzü hiç gülmeyecekti. Hele bu durum daha çok yönlü iyi araştırıldığında görülecektir ki 100 ton malzemeden oluşturulmuş ve 90 metre uzunluğunda kunduzların yaptıkları bentler bugünkü modern barajcılığa ışık kaynağı olduğu anlaşılacaktır. Bu hayvanlar baraj mühendisliğinde o kadar ileri seviyeleri yakalamış durumdalar ki kendince su kanalları bile açacak hünere sahiplerdir. Kaldı ki kocaman ağaç kütüklerini insanın bile elle taşıması mümkün gözükmezken bir bakıyorsun kunduzlar açtıkları kanallara bu kütükleri salıvererekten yüzdürüp gemi nakliyatı görevi bile yapabiliyorlar. Hele bir de bu hayvanların su altında inşa ettikleri kulübeleri bir görün, hiç kuşkusuz bizatihi kendilerinin ağaç dallarıyla istifleyip araları çamurla karılarak ördükleri mekânlar karşısında hayratı şayan içerisinde kalacağımız muhakkak. Bu yüzden haklarında tam inşaat ustasıdırlar dersek yeridir. Yuvanın giriş kapısının su içerisinde yapılması hem meziyet gerektirir hem de marangozluk isteyen şahika ustalık gerektirir. Nitekim kendi ustalıklarını kullanarak inşa ettikleri giriş kapısından yüzerek girdikleri kulübenin mimarine baktığımızda ise tek odalı barınma mekânı olduğu anlaşılmaktadır. Hatta odalarının bir köşesinde dinlenme maksatlı ağaç kabuklarından yaptıkları yatakları da var. Belli ki, Yüce Allah (c.c) bu hayvanları ağız veya kulak yoluyla su dolup boğulmasınlar diye onlar için ayrıca kulak ve burunları üzerinde kapakçıklar yaratmış ve bu sayede su altında beş dakika nefes almadan kalabilmekteler. Dahası Yüce Allah (c.c) dudaklarını bilhassa esnek yaratmış ki ön dişlerini sıkı sıkıya kapatıp su altında dişlerini odun taşıma da rahatlıkla kullanabilsinler. Yetmedi yaratılışta kendilerine kalın ve cazibeli kürkte giydirilmiş ki iç ve dış faktörlere karşı her daim bedenleri dayanıklı ve korunaklı kılınmış olsun. Dayanıklı ve korunaklı olduğunu kunduzların koyu renkli derileri kürk sanayisinde değerinin çok kıymetli olmasından anlayabiliyoruz da. Hatta eti de enerji verici besleyici kıymet değerdir. Ancak ne var ki, tüm bu kıymet değerliliği başına dert açıp insafsız avcılar yüzünden neslinin tükenme eşiğine gelen bir riski beraberinde getirmiştir. Neyse ki okyanus ötesinde geçte olsa kunduzlar hakkında çıkarılan koruma kanunla bir nebze olsun bu riskin önüne geçilebilmiştir. Kaldı ki hakkında kanun filan çıkmasa da her bir kunduzun değim yerindeyse baraj mühendisleri olmaları hasebiyle insafsız avcıların insafına terk etmek ahmaklık olurdu. Kelimenin tam anlamıyla kunduzlar tam manasıyla donatılmış çevre dostudurlar.
SELİM GÜRBÜZER
Enerji oluşumu tarihten bugüne insanlığın zihnini sürekli meşgul etmeye yetmiştir. İnsanoğlu dünden bugüne enerji oluşumunu düşüne dursun, oysaki düşündüğü enerji oluşumunu bizatihi kendi vücut ikliminde yaşıyor zaten. Her ne kadar insanoğlu şimdiye kadar enerji deyince ya sırf adale kuvvetine bağlı enerji olarak algılamış ya da barajlardan, petrolden, rüzgârdan, güneşten vs. üretilen enerjiler olarak algılamıştır. İşte bu noktada enerji nasıl algılanırsa algılansın sonuçta algıladığı tüm enerji oluşumları insanın kendisiyle anlam kazanıyor olduğu gerçeğini değiştiremeyecektir. Mesela insan vücut hücrelerindeki mitokondri gibi enerji ocakları sayesinde akıl denen melekenin anlam kazandığını pekâlâ söyleyebiliriz de. Ki, aklın anlam kazanması demek insanın hem kendi iç enerjisini keşfetmesi demek hem de kendi dışındaki dış dünyaya ait enerjileri keşfetmesi demektir. Nitekim insanoğlu aklıyla keşfettiği teknolojik araçların butonlarına parmağıyla dokunduğunda nice beygir gücüne sahip araçları insanlığın faydasına olacak bir şekilde harekete geçirebilecek donanıma sahip olduğunu gösterebiliyor. İcabında yine aklıyla keşfettiği atom bombasıyla da tüm canlı cansız varlıkların zararına ve nice devletleri haritadan silme donanıma sahip olduğunu da gösterebilmekte. Tabii ki bizim tercihimiz birincisinden yanadır, zaten eşref-i mahlûkat olarak ilan edilen insana da enerjisini tüm canlı cansız varlıkların yararına harcamak yaraşır. Zira Yüce Allah Âdemi yarattığında akıl melekesiyle donatmasındaki hikmetlerden biride hiç kuşkusuz iyiyi kötüden, kötüyü iyiden ayırması içindir. Madem öyle, insanoğlunun bu hususta yapacağı tek şey içinde yüklü olan akıl melekesini iyi yönde başta kendisinden başlayarak etrafına enerjik olarak yansıtmak olmalıdır. Biyoteknolojide ki hızlı gelişmeler bakımdan ise hem madem yaratılan hemen her şeyin özünde potansiyel enerji mevcut, o halde insanoğlu aklıyla canlı cansız varlıklarda var olan potansiyel enerjiyi eşrefi mahlûkat olmanın bir gereği olarak iyi yönde kinetik enerjiye çevirecek hamlelerde bulunmak konumda olmalıdır. Bu konumda olmaya mecbur da. Hele ki insanoğlunun aklı melekeleri enerjiyle yüklü olmasaydı tarihi süreç içerisinde keşfettiği onca teknolojik gelişmelere ne mümkündü ki damgasını vurabiliyor olsundu. Hem hele ki insanoğlunun vücut ikliminde aklı melekelerine enerji sağlayacak mitokondri gibi enerji ocaklarından yoksun olsaydı ne zihin eksersizi yapmaya takati ve dermanı olurdu ne de keşfe zaman ayıracak vakit bulabilirdi.
Evet, hiç şüphe yoktur ki; tüm kâinat potansiyel enerjiyle yüklüdür. Nitekim yüklenmiş bu potansiyel enerjiler sayesinde mesela bir bakıyorsun dünyamız hem kendi ekseni etrafında hem yörüngesinde dönmekte hem de vega burcuna doğru yol almakla üç deveranı birden gerçekleştirebiliyor. Derken dünyamız hem maddeye bağlı enerji olarak hem de ışık enerjisi olarak iki ana kanaldan bitip tükenmeksizin deveranını sürdürmekte. Nitekim maddeye bağlı enerji taşınması genel itibariyle potansiyel ve kinetik enerji olmak üzere iki ana eksen üzerinde cereyan etmektedir. Mesela bir madde düşününki durağan halde bir konumdaysa bu demek değildir ki enerjiden mahrum durumda, bilakis kendi çekim gücü alanı içerisinde potansiyel enerji konumunda durağanlıktır bu. Mesela herhangi bir taşı elimizden bırakıverdiğimizde, o durağan sandığımız taş bir bakıyorsun yer çekim kuvveti etkisi alanına girerekten bir anda kinetik enerjiye dönüşebiliyor. Hakeza termik veya hararete dayalı enerjilerde potansiyel enerjiden kinetik enerjiye dönüşecekleri zaman ısı moleküllerinin hareketlerine endeksli olarak enerji transferini gerçekleştirdiğin müşahede etmekteyiz.
Bu arada hazır enerji santrallerinden söz etmişken bikere bu işin mucidi olarak insanoğlundan önce kunduzlar başarmıştır. Yani insanoğlu daha barajları inşa etmeden önce bu işi bizatihi yapan kunduzlar vardı zaten. Ve bu sözünü ettiğimiz hayvan usta bir oduncu olmakla meşhurdur. Öyle ki, keskin sarı dişleriyle koca ağaçları devirebildiği gibi devirirken de üstüne yıkılmasın diye ani dalışlarla iyi bir yüzücü olduklarını dosta düşmana gösterebilmişlerdir. Hele bir de kunduzların insanı hayretler içerisinde bırakacak tek bir kuyrukta on marifet diyebileceğimiz türden hünerleri vardır ki, kuyruk demeye bin şahit ister dersek yeridir. Baksanıza nasıl bir kuyruksa çok işlevli özelliği sayesinde bir anda kucak dolusu odunları taşıyıp yapacağı inşa faaliyetleri için gerekli işlemleri halledebiliyor. Nasıl mı? Girişimde bulunacağı işler için ilk evvela odunların kabuklarını bir testere misali soyup soğana çeviriyor, sonra arta kalan parçaların bir kısmıyla da kendine in (yuva) yapmakta, bir kısmıyla da inşa edeceği bendin temellerini atmış oluyor. Zaten hayatlarını korunaklı bir evde geçirmek adına su veya suya yakın yerlerde mesken tutmak için bunu yapmaya mecburlarda. Hatta bununla da kalmayıp güven içerisinde yaşamaları için sığ dereleri ve ırmakları inşa ettikleri bentleri göl haline getirmekteler. Böylece muhtemel kuraklığa karşı hem kendilerini susuzluktan koruyorlar, hem göllerde yaşayan birçok hayvanları susuzluğa bırakmamış oluyorlar, hem de su kenarlarında bitkiler için lüzumlu olan nemi temin etmiş oluyorlar. Dahası balıkların üremesine en ideal ortamı sunmuş olmaktalar. Sadece hayvanlara mı hizmet etmiş oluyorlar, elbette ki bunun yanı sıra insanlara hizmet etmeyi de da ihmal etmemiş gözüküyorlar. Şöyle ki; Amerika’nın batı bölgelerinde geçimlerini ziraattan sağlayan insanların ektikleri ekinleri kunduzların inşa ettikleri barajlarla suladıkları artık bir sır değil. Belki de kunduzların inşa ettikleri bu barajlar olmasaydı çiftçilerin yüzü hiç gülmeyecekti. Hele bu durum daha çok yönlü iyi araştırıldığında görülecektir ki 100 ton malzemeden oluşturulmuş ve 90 metre uzunluğunda kunduzların yaptıkları bentler bugünkü modern barajcılığa ışık kaynağı olduğu anlaşılacaktır. Bu hayvanlar baraj mühendisliğinde o kadar ileri seviyeleri yakalamış durumdalar ki kendince su kanalları bile açacak hünere sahiplerdir. Kaldı ki kocaman ağaç kütüklerini insanın bile elle taşıması mümkün gözükmezken bir bakıyorsun kunduzlar açtıkları kanallara bu kütükleri salıvererekten yüzdürüp gemi nakliyatı görevi bile yapabiliyorlar. Hele bir de bu hayvanların su altında inşa ettikleri kulübeleri bir görün, hiç kuşkusuz bizatihi kendilerinin ağaç dallarıyla istifleyip araları çamurla karılarak ördükleri mekânlar karşısında hayratı şayan içerisinde kalacağımız muhakkak. Bu yüzden haklarında tam inşaat ustasıdırlar dersek yeridir. Yuvanın giriş kapısının su içerisinde yapılması hem meziyet gerektirir hem de marangozluk isteyen şahika ustalık gerektirir. Nitekim kendi ustalıklarını kullanarak inşa ettikleri giriş kapısından yüzerek girdikleri kulübenin mimarine baktığımızda ise tek odalı barınma mekânı olduğu anlaşılmaktadır. Hatta odalarının bir köşesinde dinlenme maksatlı ağaç kabuklarından yaptıkları yatakları da var. Belli ki, Yüce Allah (c.c) bu hayvanları ağız veya kulak yoluyla su dolup boğulmasınlar diye onlar için ayrıca kulak ve burunları üzerinde kapakçıklar yaratmış ve bu sayede su altında beş dakika nefes almadan kalabilmekteler. Dahası Yüce Allah (c.c) dudaklarını bilhassa esnek yaratmış ki ön dişlerini sıkı sıkıya kapatıp su altında dişlerini odun taşıma da rahatlıkla kullanabilsinler. Yetmedi yaratılışta kendilerine kalın ve cazibeli kürkte giydirilmiş ki iç ve dış faktörlere karşı her daim bedenleri dayanıklı ve korunaklı kılınmış olsun. Dayanıklı ve korunaklı olduğunu kunduzların koyu renkli derileri kürk sanayisinde değerinin çok kıymetli olmasından anlayabiliyoruz da. Hatta eti de enerji verici besleyici kıymet değerdir. Ancak ne var ki, tüm bu kıymet değerliliği başına dert açıp insafsız avcılar yüzünden neslinin tükenme eşiğine gelen bir riski beraberinde getirmiştir. Neyse ki okyanus ötesinde geçte olsa kunduzlar hakkında çıkarılan koruma kanunla bir nebze olsun bu riskin önüne geçilebilmiştir. Kaldı ki hakkında kanun filan çıkmasa da her bir kunduzun değim yerindeyse baraj mühendisleri olmaları hasebiyle insafsız avcıların insafına terk etmek ahmaklık olurdu. Kelimenin tam anlamıyla kunduzlar tam manasıyla donatılmış çevre dostudurlar.