Enbİy SÛresİ'nİn Mealİ

Zeynep Özmen

Kevok_84
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
3,306
Tepkime puanı
11
Puanları
0
ENBİYÂ SÛRESİ
112 âyet olup, Mekke döneminin sonlarında inmiştir. Bir önceki Tâ hâ sûresinin sonlarında geçen dümdüz yolu, geniş tarzda anlatır. Mekke müşriklerinin akaid esaslarına yaptıkları itirazlara cevaplar verir. İnsanlara tarihin çeşitli dönemlerinde doğru yolu gösterip fazilet mücadelesi yapan nebîlerin (Mûsâ, Harun, İbrâhim, Lût, İshak, Yâkub, Nûh, Davud, Süleyman, İsmâil, İdris, Zülkifl, Yunus, Zekeriyya, Yahya ve Îsâ nebîlerin (aleyhimü’s-selam), bilhassa Hz. İbrâhim (a.s.)’ın islam dînini tebliğlerini ve faziletlerini ayrıntılı olarak nakleder.
Sonunda bu kıssaların gayesi olarak, İslâm’ın tek din olduğu bildirilip Hz.Peygamber (aleyhi’s-selam) teselli edilerek sûre sona erdirilir.
1 – İnsanların hesap verme vakti yaklaştı. Ama onlar hâla koyu bir gaflet içinde haktan yüz çevirmekteler. [16,1; 54,1]
2-3 – Rab’leri tarafından kendilerine gelen her yeni uyarıyı,
alaya alıp kalpleri eğlenceye dalarak dinlerler.
Hem o zalimler aralarında kulis yapıp, şu fısıltıyı, gizlice yayarlar: “O da sizin gibi bir insandan başka birşey değil.
Şimdi siz göz göre göre sihire mi kapılacaksınız yani?” [17,48; 25,9]
4 – Resul dedi ki:“Rabbim gökte olsun, yerde olsun, söylenen her sözü bilir.
O öyle mükemmel işitir, öyle mükemmel bilir ki!” [17,48; 25,9]
5 – (Kur’ân’ı kime mal edecekleri konusunda şaşırıp kaldılar,
cevapları kendilerini bile tatmin etmeyip durmadan fikir değiştirdiler.) “Hayır!” dediler, “bu adğâsu ahlam: karışık karışık rüyalar.”
“Yok yok, böyle değil, anlaşılan onu kendisi uydurmuş!”
“Hayır! bu da değil, galiba o bir şair!”,
“Öyleyse önceki peygamberlere verilen mûcizeler kabilinden istediğimiz mûcizeyi bize göstersin!” [17,59; 10,96-97]
6 – Kendilerinden önce imha ettiğimiz hiç bir şehir halkı iman etmedi, şimdi bunlar mı iman edecekler?
7 – Biz senden önce de, ancak kendilerine vahiy gönderdiğimiz birtakım erkekleri peygamber gönderdik. Şayet bilmiyorsanız, bunu bilenlere sorunuz.
“Bilenler” diye tercüme edilen kelimenin aslı “Ehlu’z-zikr” yani “kitap, tebliğ veya uyarının muhatapları” demektir. Tevrat, İncîl, Kur’ân esas itibariyle bir kitap ve uyarıdır.
8 – Biz onları yeyip içmeyen bedenden ibaret kılmadık; hem dünyada onlar ebedî olarak da kalmadılar.
İnsan olarak onlar yemeye içmeye muhtaç idiler. Onlar ölümsüz de değildiler, ömür sürelerini tamamlayıp vefat ettiler.
9 – Sonra onlara verdiğimiz sözü yerine getirdik.
Onları ve beraberlerinde bulunan dilediğimiz kullarımızı kurtardık, haddi aşanları ise helâk ettik.
10 – Muhakkak ki, hayatınız için gerekli notları içeren,
size şan ve şeref sağlayan bir kitap indirdik. Neden düşünmüyorsunuz? [43,44]
 

Zeynep Özmen

Kevok_84
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
3,306
Tepkime puanı
11
Puanları
0
11 – Zulme batmış nice beldelerin bellerini kırdık, onlardan sonra da başka toplumlar yarattık. [17,17; 22,45]
12 – Onlar bizim baskınımızı hisseder etmez, derhal bineklerine yönelip kaçmaya yeltendiler.
13 – “Yok,” dedik, “tepinmeyin, dönün o içinde şımardığınız refah ve konfora! Dönün o konaklarınıza ki sorguya çekileceksiniz.”
14 – “Eyvah! dediler, gerçekten biz zalim kimselermişiz! Eyvah! Eyvah!”
15 – Bu feryatları sürüp gitti. Nihayet onları öyle yaptık ki biçildiler, sönüp kül oldular...
16 – Elbette Biz göğü, yeri ve aralarında olan varlıkları oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık. [38,27; 53,31]
Yüce Allah kâinatı dolduran kudret, hikmet ve sanat mûcizelerini insanlar inceleyip onların Yaratıcısını tanısınlar, onlardaki menfaatlerini elde etsinler, onların ebedî cennetteki asıllarına delâletlerini anlasınlar ve bir de burada yaptıkları işlerin, iyilikler için mükâfat, kötülükler için ceza olarak karşılığını alsınlar, böylece hak yerini bulsun diye yarattığını burada beyan buyuruyor.
17 – Eğlenmek isteseydik nezdimizde eğlenecek çok şey bulurduk! Faraza yapacak olsak, öyle yapardık!
Bu âyetten maksat: Allah’a eş, evlat, kız, oğul, nesil isnad eden şirk inançlarını, açıkça reddetmektir. Zira yüce âlemde melâike, hûriler gibi mahlûklar zaten vardı. Onlar dururken yeryüzünden eş, evlat edinmeye gerek olmazdı.
18 – Hayır! Biz gerçeği söyler, gerçeği yaparız!
Hakkı batılın tepesine indiririz de beynini parçalar, bir anda canı çıkar o batılın!
Allah hakkındaki böyle boş düşüncelerinizden ötürü yuh aklınıza, yazıklar olsun size!
19 – Halbuki göklerde olsun, yerde olsun kim varsa O’nun mülküdür. O’nun nezdindeki melekler O’na ibadeti, ne gurur meselesi yapar, ne de ibadetten yorulurlar. [4,172]
20 – Gece gündüz, usanmadan, ara vermeden tesbih ve ibadet ederler. [66,6]
21 – Buna rağmen, yine de onlar, yerde birtakım varlıkları, insanları öldükten sonra diriltecekleri zannı ile tanrı edindiler.
22 – Halbuki gökte ve yerde, Allah’tan başka tanrılar bulunsaydı oraların nizamı bozulurdu.
Demek ki o yüce arş ve hükümranlığın sahibi Allah, onların zanlarından, onların Allah’a reva gördükleri vasıflardan münezzehtir, yücedir! [23,91]
Kâinatta kemal sıfatları ile muttasıf, yani ilmi, kudreti, iradesi mutlak ve sınırsız olan birden fazla ilah bulunsaydı, farazî olarak şu ihtimaller olabilirdi: 1. Onlardan yalnız birinin hükmü yürüseydi diğerleri âciz ve noksan olurlardı ki bu ilah olmakla bağdaştırılamaz. 2. Her biri eşit kudret ve hakimiyete sahip olsalardı, ayrı ayrı nizamların bulunması gerekirdi. O takdirde de, mevcut olan bu nizam bulunmazdı. 3. İlahların fazla değil, sadece iki tane olup bunların bir tek nizam kurup birleştikleri varsayılırsa iki etkenin (illetin) bir nesne (malül) üzerinde çekişmesi sonucu ortaya çıkar, nizamın devamı imkânsız olurdu. 4. Birbirleriyle anlaşmazlık halinde olsalardı zaten baştan beri nizam kurulamazdı.
Bu âyet-i kerime Kelam ilminde, tevhidin ispatında en önemli kaynak teşkil eden esaslardan biridir. Kelamda buna bürhan-ı temânu’ adı verilir.
 

Zeynep Özmen

Kevok_84
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
3,306
Tepkime puanı
11
Puanları
0
23 – O yaptıklarından sorumlu değildir. O’nu sorguya çekecek kimse yoktur, ama insanlar mutlaka sorgulanacaklardır. [15,92-93; 23,88]
24 – Yine de tuttular, O’nun yanısıra başka birtakım tanrılar edindiler. Ey Resûlüm! De ki: “İddianızı ispatlayın, delilinizi getirin görelim!”
Böyle bir delil de getiremediklerine göre de ki: “İşte bu tevhid, benimle beraber olanların ve benden önceki peygamberlerin öğretisidir.” Hayır, onların çoğu gerçeği bilmiyor ve bu sebeple de ondan yüz çeviriyorlar.
25 – Nitekim senden önce hiç bir peygamber göndermedik ki ona:
“Benden başka İlah yok, öyleyse yalnız Bana ibadet edin!” diye vahyetmiş olmayalım. [43,45; 16,36; 21,92]
26 – Gerçek bu iken, bazıları kalkıp: “Rahman evlat edindi” iddiasında bulundular.
O, bundan münezzehtir.
Bilakis onların evlat dedikleri melekler O’nun ikram ve takdirine mazhar olmuş kullarıdır. [16,57; 43,19]
27 – O, kendilerine sormadıkça hiç bir söz söylemezler, sadece O’nun emirlerini yerine getirirler.
28 – O onların yaptıklarını da yapacaklarını da,
açıkladıklarını da gizlediklerini de bilir.
Onlar, sadece O’nun razı olduğu kimse hakkında şefaat ederler.
O’na duydukları tazimden ötürü çekinir, titrerler. [2,255; 34,23]
29 – Onlardan kim çıkıp da “O’nun yanısıra ben de İlahım!” diyecek olursa, buna karşılık cehennemi veririz. İşte Biz zalimleri böyle cezalandırırız.
30 – Hakkı, inkâr edenler görüp bilmediler mi ki
göklerle yer bitişik (bir bütün) idi onları Biz ayırdık,
hayatı olan her şeyi sudan yaptık. Hâla inanmayacaklar mı?
Kâinatın yaratılışı konusunda bilime yol gösteren teorilerin en çok kabul görenleri, Kur’ân’ın bildirdiği hususlara yaklaşmaktadır. Güneş sisteminin oluşumu, şöyle izah edilmektedir: “Güneş ve gezegenler, önce bir bulutu andıran gaz ve toz (nebula) halinde idi. Bu kütle, çekim kuvvetinin etkisiyle dönmeye ve soğumaya başladı. Bu dönüşün süratli olması sebebiyle yoğunlaşan ana kütlelerden bazı parçalar kopup, ana kütlelerin etrafında dönmeye devam ettiler (...) Gezegenler nihâyet iyice soğuyarak bugünkü şekillerini aldılar.” (Prof. Dr. A. Kızılırmak, Astronomi Dersleri, II,198-201, İzmir, Ege Üniv. Mat. 1966)
 

Zeynep Özmen

Kevok_84
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
3,306
Tepkime puanı
11
Puanları
0
41 – Senden önce de nice peygamberlerle böyle alay edilmişti.
Ama alay konusu yaptıkları o azap, alay edenleri her taraftan sarıvermişti. [6,34; 3,195]
42 – De ki: “Geceleyin veya gündüzün gelecek tehlikelere karşı o Rahman’dan başka sizi kim koruyabilir?”
Ama bunu bilip Kendisine yönelecekleri yerde, onlar Rab’lerini anmaktan yüzçevirmekteler. [19,45]
Bu mâna üzerinde duran İbn Kesir, bu âyette min edatının gayr anlamına geldiğini delil zikrederek ispatlar.
43 – Ne o, yoksa, akılları sıra, onların Bizden başka kendilerini savunacak tanrıları mı var? (Nerede!)
O tanrılaştırdıkları nesneler kendi kendilerini bile koruyamazlar.
Öyleyse, o müşrikleri Bize karşı hiç mi hiç koruyamazlar. Onlar Bizim tarafımızdan zaten bir destek görmezler.
44 – Kaldı ki Biz onlara da, babalarına da nimet verdik. Öyle ki uzayan ömürlerinin tadını çıkarıp avundular.
Ama hükmümüzün yere yönelerek onu yavaş yavaş eksilttiğini görmüyorlar mı? Durum böyle iken onlar nasıl galip gelebilirler? [46,27; 13,41]
Bu âyetin mânası, etraf kelimesine verilecek mânaya göre değişir. Bu kelime ise birçok anlamda kullanılır. Coğrafî veya küresel anlam gibi, mecazî anlam da mümkündür. Şu halde: 1. Müslümanların kuvvet kazanıp kâfirlerin topraklarını elde edip fetihler yapmaları. 2. Yerin ileri gelen insanları, alimleri veya en iyi insanları gittikçe azalmaktadır. 3. Fennî yönden tefsir eden bazı zatlar; yağmurların, sellerin, rüzgarların etkisiyle dağların aşınmasını veya kutup bölgelerinin basıklığını düşünmektedirler.
45 – De ki: “Ben Sizi sadece vahiyle uyarıyorum. Fakat belli ki sağırlar ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duyamazlar.”
46 – Eğer onlara Rabbinin azabından bir esinti bile dokunsa: “Eyvah, yazıklar olsun bize, biz gerçekten kendimizi bu azaba müstahak etmekle kendimize zulmetmişiz!” derler.
Bu âyet Kur’ân’ın icazına, pek veciz ve özlü beyanına açık örneklerden birini teşkil eder:Bu cümleden esas maksat, pek az bir azap ile fazlaca korkutmaktır. Onun için cümlenin her kelimesi o maksadı pekiştirir. Şöyle ki 1. in: Şart edatı, azabın azlığına ve önemsizliğine işarettir. 2. Nefha hem bir defaya ait sigası, hem de tenvîni ile azabın önemsizliğini ima eder. 3. Mess hafif dokunma demektir. 4. kısmilik bildiren min edatı. 5. Nekâl ve ikab gibi kelimeler yerine azab kelimesi. 6. Allah’ın Rab isminin ifade ettiği şefkat, hudutsuz şefkatin izin verdiği bir azap, nisbeten hafif bir azap sayılır.
 

Zeynep Özmen

Kevok_84
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
3,306
Tepkime puanı
11
Puanları
0
47 – Biz kıyamet gününe mahsus, öyle doğru ve hassas teraziler koyacağız ki hiçbir kimseye zerre kadar haksızlık edilmez. Hardal tanesi ağırlığınca da olsa, yapılan iyi veya kötü işi oraya getirip tartarız. Hesap görücü olarak Biz fazlasıyla yeteriz. [18,49; 4,40; 31,16]
48 – Biz, Mûsâ ile Harun’a, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için bir ışık ve öğüt olan Furkan’ı (hakkı batıldan ayıran kitabı) verdik.
Furkan: hakkı batıldan, doğruyu eğriden, hayrı şerden ayıran, buna dair ölçüler getiren şey demektir. Kur’ân’ın bu sıfatı, ikinci bir özel ismi olarak kullanılmıştır. [2,53; 3,4; 25,1]
Bu âyetten 91. âyete kadar, bazen kısa, nadiren uzunca, peygamber kıssaları yer alır. Bunlarda şunların vurgulandığı intibaını ediniriz: 1. Peygamberlik insanlığın başından beri vardır, Hz. Muhammed (a.s.) ilk defa bu iddiada olan biri değildir. 2. Önceki nebîlerin risaleti Hz. Muhammed’inkinden farklı olmayıp, bilakis aynı inançları öğretmişlerdi. 3. Peygamberler çeşitli tepkiler ve işkencelerle karşılaşmışlar, ama sonunda Allah’ın özel inayetine nail olmuşlar, dâvaları galip gelmiştir. 4. Peygamberler Allah’ın seçkin kulları olmakla beraber beşerdirler. Beşerin çektiği sıkıntı ve âcizliklere mâruzdurlar. Bu hususlarda insanüstü değillerdir.
49 – O müttakiler, görmedikleri halde Rab’lerini gıyabında tazim eder ve hem de kıyametten, o duruşma saatinden korkup titrerler. [50,33; 67,12]
50 – İşte bu da sana indirdiğimiz kutlu bir mesajdır. Hal böyle iken siz onu inkâr mı edeceksiniz?
51 – Biz Mûsâ’dan önce de İbrâhim’e hidâyet ve akl-ı selim verdik. Biz onun halini pek iyi biliyorduk. [6,83; 2,124-141; 11,51-60; 16,120-123]
Hz. İbrahim’e verilen rüşd, ya nübüvvetten önceki hidâyet ve güzel hal yahut nübüvvet olabilir.
52 – O vakit babasına ve halkına: “Nedir bu karşısında durup taptığınız heykeller?” dedi.
Bu sûrede en ayrıntılı kıssa Hz. İbrâhim (a.s.)’ın kıssasıdır. Zira İbrâhim’in şirki perişan etmesinin, Mekke müşrikleri üzerinde tasavvur edebileceğimizin çok ötesinde bir etkisi vardı. Zira, onu öğündükleri cedleri biliyor, onun kurduğu Kâbeyi en kıymetli varlıkları sayıyor, ona bağlı olmanın maddî manevî nimetlerinden yararlanıyorlardı. Kur’ân’ın Hz. İbrâhim’in putları kırdığını anlatması, onları canevlerinden vuruyordu.
53 – “Biz,” dediler, “atalarımızı bunlara tapar bulduk, biz de onların yaptıklarını yapıyoruz.”
54 – “Yemin ederim ki,” dedi, “siz de atalarınız da besbelli bir sapıklık içindesiniz.”
 

Zeynep Özmen

Kevok_84
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
3,306
Tepkime puanı
11
Puanları
0
70 – Hülasa onu tuzağa düşürmek istediler ama, Biz asıl onları hüsrana uğrattık. Asıl tuzağa düşenler kendileri oldular.
71 – Onu Lût ile beraber kurtarıp, bütün insanlar için kutlu ve feyizli kıldığımız diyara ulaştırdık.
Bu bereketli ülke Şam (Filistin) diyarıdır. Birçok peygamber orada yetişmiş ve dini oradan yaymışlardır. Şam’ın manevî bereketinin yanında, oradaki nimetlerin ve ürünlerin bolluğu da kasdedilmiş alabilir.
Hz. İbrâhimin kıssası Tevrat, Tekvin, 11. ve 12. bölümlerinde anlatılır. Fakat oradaki ayrıntılara rağmen Kur’ân, bazı önemli hususlarda çok farklıdır. Mesela; 1. Tekvin’de hicretten önceki tebliği, ateşe atılması vs. yer almaz. 2. Hicreti, geçim derdi gibi bir sebeple yurdundan çıkması tarzında anlatılır. 3. Babasının kendisine baskısı bildirilmez, hatta hicrette yanında onu götürdüğü bildirilir. Bunlar, birçok oryantalistin peşin hükümle yaptıkları iftiraları çürütüyor, Kur’ân’ın o kitaplardan nakletmeyip, bilakis onların üzerinde, hakem olduğunu ispatlıyor.
72 – Ona ayrıca İshak’ı, üstelik bir de Yâkub’u ihsan ettik. Hepsini de erdemli insanlar kıldık.
73 – Onları buyruklarımızla insanlara doğru yolu gösteren önderler yaptık.
Kendilerine hayırlı işler işlemeyi, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar yalnız Bize ibadet ederlerdi.
74-75 – Lût’a da hüküm ve ilim verdik ve onu iğrenç işler yapan şehir halkından kurtardık ki gerçekten onlar kötü ve itaat dışına çıkmış fâsık bir güruh idiler. Kendisini de şefkat ve himayemize aldık. O gerçekten erdemli kimselerdendi. [29,26; 11,69; 15,57-76]
Hüküm:peygamberlik veya dâvalı tarafları arasında hâkimlik anlamınadır. Lut (a.s.), Hz. İbrâhim (a.s.)’a iman ve onunla beraber hicret etmişti [29,26]. Sonra Allah Teâla ona da nübüvvet verdi. Onu da Sedum şehrine gönderdi.
76 – Nuh’u da önderlerden kıldık. O İbrâhim ve Lut’dan çok önce, Bize yakarmıştı.
Biz de duasını kabul buyurup onu, yakınlarını, evlatlarını ve halkından iman edenleri büyük bir beladan kurtardık. [54,10; 71,26-27]
77 – Âyetlerimizi yalan sayan halka karşı da ona destek olup onlardaki haklarını aldık. Gerçekten onlar kötü bir toplum idi. Bu yüzden Biz de onların hepsini suda boğduk. [11,40]
78 – Davud ile Süleymanı da... Hani bir defasında onlar bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı. Şöyle ki: Geceleyin bir grup insanın koyun sürüsü ekin tarlasına yayılmış, zarar vermişti. Biz de onların bu hükümlerine tanık oluyorduk.
Davud (a.s.) davarın kıymeti, zararın miktarına eşit olduğu için, onun tazminat olarak tarla sahibine verilmesine hükmetmiş, oğlu Süleyman (a.s.) ise, tarlanın davar sahibine verilip eski haline gelinceye kadar ona bakmasını, davarın da tarla sahibine teslim edilip tarla önceki haline gelinceye kadar sütünden, yavrularından, tüylerinden faydalanmasını taraflar için daha uygun bulmuştu. Babası da onun bu içtihadını beğenmişti.

***İNŞAALLAH DEVAM EDECEK***
 
Üst