Risale-i Nur Talebesi
Diyar-ı Bekirli
- Katılım
- 30 Haz 2006
- Mesajlar
- 1,460
- Tepkime puanı
- 11
- Puanları
- 0
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Doğrusu o Peygamber, hakkı getirmiş ve kendisinden önceki peygamberleri tasdik etmişti.
Sâffât Sûresi: 37
24.11.2006
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
İki nimet vardır ki, insanların çoğu onlar hakkında aldanıyorlar: Sıhhat ve boş vakit.
Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3807
24.11.2006
En büyük muallim: Hz. Muhammed (asm)
Hem mâdem Halıkımız, bize en büyük muallim ve en mükemmel üstad ve şaşırmaz ve şaşırtmaz en doğru rehber olarak Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmı tâyin etmiş ve en son elçi olarak göndermiş; biz dahi, ilmelyakîn mertebesinden, aynelyakîn ve hakkalyakîn mertebelerine terakkî ve tekemmül etmek üzere herşeyden evvel bu üstâdımızdan, Halıkımızdan sorduğumuz suâli sormaklığımız lâzım geliyor. Çünkü, o Zât (a.s.m.), Halıkımız tarafından herbiri birer nişâne-i tasdik olan bin mu’cizâtıyla, Kur’ân’ın bir mu’cizesi olarak, Kur’ân’ın hak ve kelâmullah olduğunu ispat ettiği gibi; Kur’ân dahi, kırk nevî i’câz ile, o Zâtın (a.s.m.) bir mu’cizesi olup, o Zâtın (a.s.m.) doğru ve Resûlullah olduğunu ispat ederek, ikisi beraber, biri âlem-i şehâdet lisânı--bütün hayatında bütün enbiyâ ve evliyânın tasdikleri altında--diğeri âlem-i gayb lisânı--bütün semâvî fermanların ve kâinat hakîkatlerinin tasdikleri içinde--binler âyâtıyla iddiâ ve ispat ettikleri hakîkat-i haşriye, elbette güneş ve gündüz gibi bir katiyettedir.
Tarihçe-i Hayat, s. 393
***
Yedinci Reşha: İşte, bak: Şu cezîre-i vâsiada vahşî ve âdetlerine mutaassıb ve inadcı muhtelif akvâmı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyânelerini def’aten kal’ ve ref’ ederek bütün ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi. Bak, değil zâhirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri feth ve teshîr ediyor. Mahbub-u kulûb, muallim-i ukùl, mürebbî-i nüfûs, sultan-ı ervâh oldu.
Mektubat, s. 196
***
Alimlerden sonra muallimler risâleye ihtiyaçlarını hissetmeye başladıklarını çok emareler var.
Emirdağ Lahikası, s. 115
Lügatçe:
Halık: Yaratıcı
ilmelyakîn: Bir şeyi ilim ve delil ile kesin olarak bilme.
aynelyakîn: Gözle görür derecede bilme.
hakkalyakîn: Marifet mertebesinin en yükseği; bir şeyi yaşayarak, içine girerek, doğruluğundan şüpheye asla yer bırakmayacak biçimde kesin olarak bilme.
cezîre-i vâsia: Geniş yarımada.
akvâm: Kavimler.
âdât: Âdetler.
ahlâk-ı seyyie-i vahşiyâne: Vahşî kötü ahlâk.
kal’: Koparma, temelinden yıkıp atma.
ümem: Ümmetler, toplumlar.
mahbub-u kulûb: Kalblerin sevgilisi.
muallim-i ukùl: Akılların öğretmeni.
mürebbî-i nüfûs: Nefislerin terbiye edicisi.
sultan-ı ervâh: Ruhların sultanı.
24.11.2006
kaynak:yeniasya gazetesi
Doğrusu o Peygamber, hakkı getirmiş ve kendisinden önceki peygamberleri tasdik etmişti.
Sâffât Sûresi: 37
24.11.2006
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
İki nimet vardır ki, insanların çoğu onlar hakkında aldanıyorlar: Sıhhat ve boş vakit.
Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3807
24.11.2006
En büyük muallim: Hz. Muhammed (asm)
Hem mâdem Halıkımız, bize en büyük muallim ve en mükemmel üstad ve şaşırmaz ve şaşırtmaz en doğru rehber olarak Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmı tâyin etmiş ve en son elçi olarak göndermiş; biz dahi, ilmelyakîn mertebesinden, aynelyakîn ve hakkalyakîn mertebelerine terakkî ve tekemmül etmek üzere herşeyden evvel bu üstâdımızdan, Halıkımızdan sorduğumuz suâli sormaklığımız lâzım geliyor. Çünkü, o Zât (a.s.m.), Halıkımız tarafından herbiri birer nişâne-i tasdik olan bin mu’cizâtıyla, Kur’ân’ın bir mu’cizesi olarak, Kur’ân’ın hak ve kelâmullah olduğunu ispat ettiği gibi; Kur’ân dahi, kırk nevî i’câz ile, o Zâtın (a.s.m.) bir mu’cizesi olup, o Zâtın (a.s.m.) doğru ve Resûlullah olduğunu ispat ederek, ikisi beraber, biri âlem-i şehâdet lisânı--bütün hayatında bütün enbiyâ ve evliyânın tasdikleri altında--diğeri âlem-i gayb lisânı--bütün semâvî fermanların ve kâinat hakîkatlerinin tasdikleri içinde--binler âyâtıyla iddiâ ve ispat ettikleri hakîkat-i haşriye, elbette güneş ve gündüz gibi bir katiyettedir.
Tarihçe-i Hayat, s. 393
***
Yedinci Reşha: İşte, bak: Şu cezîre-i vâsiada vahşî ve âdetlerine mutaassıb ve inadcı muhtelif akvâmı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyânelerini def’aten kal’ ve ref’ ederek bütün ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi. Bak, değil zâhirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri feth ve teshîr ediyor. Mahbub-u kulûb, muallim-i ukùl, mürebbî-i nüfûs, sultan-ı ervâh oldu.
Mektubat, s. 196
***
Alimlerden sonra muallimler risâleye ihtiyaçlarını hissetmeye başladıklarını çok emareler var.
Emirdağ Lahikası, s. 115
Lügatçe:
Halık: Yaratıcı
ilmelyakîn: Bir şeyi ilim ve delil ile kesin olarak bilme.
aynelyakîn: Gözle görür derecede bilme.
hakkalyakîn: Marifet mertebesinin en yükseği; bir şeyi yaşayarak, içine girerek, doğruluğundan şüpheye asla yer bırakmayacak biçimde kesin olarak bilme.
cezîre-i vâsia: Geniş yarımada.
akvâm: Kavimler.
âdât: Âdetler.
ahlâk-ı seyyie-i vahşiyâne: Vahşî kötü ahlâk.
kal’: Koparma, temelinden yıkıp atma.
ümem: Ümmetler, toplumlar.
mahbub-u kulûb: Kalblerin sevgilisi.
muallim-i ukùl: Akılların öğretmeni.
mürebbî-i nüfûs: Nefislerin terbiye edicisi.
sultan-ı ervâh: Ruhların sultanı.
24.11.2006
kaynak:yeniasya gazetesi