Emrah Cilasun'un "Bediüzzaman Efsanesi Ve Said Nursî Gerçeği" adlı eseri..

Ahter

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2009
Mesajlar
5,252
Tepkime puanı
186
Puanları
0
Konum
antalya
Emrah Cilasun'un "Bediüzzaman Efsanesi Ve Said Nursî Gerçeği" adlı eseri..

11753281_1141698895857313_3124923769199746408_n.jpg





مفيد Müfid Yüksel @mufidyuksel
Emrah Cilasun'un Bediüzzaman Said-i Kürdî Nursî aleyhindeki tezvirât dolu bu eseri PKK'lılar tarafından destekleniyor


Emrah Cilasun'un Bediüzzaman ile ilgili bu çalışması; ilmilikten ve akademik formattan tümü ile uzak ve ısmarlama..










Emrah Cilasun'un "Bediüzzaman Efsanesi Ve Said Nursî Gerçeği" adlı eserindeki bazı hususlara yönelik cevaplarımız:




Emrah Cilasun, Sosyal medyadaki bazı spot eleştirilerime cevap vermiş. Emrah Cilasun'un "Bediüzzaman Efsanesi ve Said Nursi Gerçeği" başlıklı kitabına yönelik bir kısım cevaplarımız aşağıda yer almaktadır:

1. Emrah Cilasun’un Bediüzzaman'la ilgili bulduğu bir kısım Ecnebi Belgeleri (Foreign Documents), Bediüzzaman'ı küçültmüyor, yalancı çıkarmıyor aksine doğruluyor ve yüceltiyor.

2. Esir olarak halde Rus askerlerinin gözetiminde olan Bediüzzaman'ın Moskova'nın kuzeyinde bulunan Kosturama'yı Sibirya'da zannetmesi gayet doğal . Dün yakın arkadaşımız Akif Köseoğlu’nun gayet yerinde ifadesiyle " Bediüzzaman esir iken elinde coğrafya atlası ile dolaşacak değildi”.

3. Birinci Dünya Harbi esnasında Bediüzzaman Milis rüesasından ve alay müftüsü olarak harbe iştirak etmiştir. Kürdistan'da gönüllü/milis kuvvetlerinin çoğu zaten bu şekilde örgütlenmişti. Hatta, Kürdistan’da Anne tarafından akrabalarımız da savaş esnasında bu şekilde milis kuvvetler teşkil etmişti. Bu düzenleme ve rütbe verilme sadece Bediüzzaman'a mahsus bir düzenleme değildi. Buna dair bazı belgeler bizzat tarafımdan yayınlamıştır. Birinci Dünya Harbi esnasında Teşkilât-ı Mahsusa tüm Gönüllü/Milis kuvvetler ve reisleri ile irtibat kurmuştur. Bu durum, Bediüzzaman’ın Teşkilât-ı Mahsusa mensubu olduğunu göstermez.

4. Bitlis ve Muş’ta, Bediüzzaman’ın başında bulunduğu Keçe Külahlıların karşı karşıya geldiği Ermeniler, köylerinde veya kasabalarında oturan/mukim siviller değildi. Rus ordusu saflarında gönüllü milis olarak bizzat savaşan Van ve Bitlis’i harabeye çevirip mezâlim sergileyen Ermeni Taşnak ve Hınçak mensuplarıydı. Nitekim Bediüzzaman’ın gerek Tarihçe-i Hayatı’nda gerekse diğer eserlerde bu husus sık sık vurgulanmıştır. Bediüzzaman’ın veya Norşinli Şeyh Muhammed Ziyâeddin’in başında bulunduğu Milis/Gönüllü kuvvetlerin Sivil Ermenilerin katledilmesine yönelik bir hareket veya teşebbüsleri söz konusu olmamıştır.

5. Bediüzzaman'ın İttihat ve Terakki idaresi ile arası ilkin Bediüzzaman'ın "İki Mekteb-i Musibetin Şehâdetnâmesi ve Divân-ı Harb-i Örfi" adlı eserinin İttihatçılar tarafından toplattırılması ile açılmış, 1913'te Van'da bir medrese binasının İttihatçılar tarafından boşaltılıp İttihat Terakki Kulübü haline getirilmesi ile doruğa çıkmıştır.

6. Bediüzzaman’ın "Ben bu orduya kılıç çekmem" sözü Şeyh Said Hadisesi sırasında değil, 1914'teki; Şeyh Molla Selim'in öncülüğündeki Bitlis Hadisesi sırasında söylenmiştir. (Şuâlar, Sözler Yayınevi, Shf.324) Bediüzzaman'ın Şeyh Said Hadisesi esnasında Şeyh Said veya başkası ile bu hususta bir mektuplaşması/yazışması da söz konusu olmamıştır. Zira, Şeyh Said Hadisesi, askerlerin provokasyonu neticesinde aniden patlak veren bir ayaklanmadır.

Önceden planlanıp, programlanmış bir ayaklanma şeklinde olmadığından ayaklanmaya ilişkin önceden yazışma bulunmamaktadır. Sadece ayaklanma esnasında Hamidiye Kürt Süvâri Alayları reislerinden Haydaranlı Merhum Kör Hüseyin Paşa bu ayaklanmaya aşireti ile birlikte iştirake karar verir ve Bediüzzaman'dan destek almak üzere Van'a gider, Bediüzzaman'dan bu konuda yardım talep eder.

Bediüzzaman, bu ayaklanmanın muvaffak olamayacağını, sonuçta bölgeye/Kürdistan'a çok zararların erişeceğini, Kör Hüseyin Paşa'ya, kendisinin de buna iştirak etmemesini salık veren bir konuşma yapar. Kör Hüseyin Paşa ile Bediüzzaman arasında Van'da geçen bu görüşmeyi 80'li yıllarda, konuşmalara şahit olan Bediüzzaman’ın o dönemdeki talebesi Merhum Molla Hamid'ten bizzat dinlemiştik.

7. Bediüzzaman'ın Kürdistan'da yeni tarz bir medrese, “Medresetu'z-Zehrâ” açma projesi, sadece İttihat-Terakki dönemine ait bir proje olmayıp, 1907'de ilk İstanbul'a gelişinde Yıldız Sarayı'nda Mabeyne verdiği layihada dile getirilmiş bir husustur. Nitekim bu layihanın metni tarafımdan da neşredilmiştir. Bu layihanın metni ilkin bizzat Bediüzzaman tarafından 1908'de "Şark Ve Kürdistan" gazetesinde aynen neşrolunmuştur.

Daha sonra, aynı yıl adı geçen layiha bazı ilavelerle iki kez "Kürd Teâvün ve Terakki" Gazetesinde de neşrolunmuştur. Medresetu'z-Zehrâ'nın Van- Edremit'te inşâsı için, 25.000 Liranın tahsisi hususu Van Valisi Tahsin (Uzer)'in talebiyle olmuş, paranın te'diyesi taksite bağlanmış, ilk temel atma için sadece 2000 lira gönderilmiştir.

Buna dair belgeler elimizde mevcuttur. Ayrıca bu konuda, tüm belgeleri de içeren "Medresetu'z-Zehrâ Projesini Bugünden Okumak: Bölge/Kürt Medreselerini Din Eğitimi Merkezli Olarak Islah Ve Geliştirme İmkânları Ve Bunun Toplumsal Barışa Katkısı" başlıklı bir kitap çalışmamız da yayınlanacaktır.

8. Bediüzzaman'ın Kosturama'da bir Tatar mahallesinde Camiye gitmesine izin verilmesi hususu, Tarihçe-i Hayat dahil tüm kaynaklarda yer alır. Zaten bir süre sonra esirlere nisbi bir serbestiyet de sağlanmıştır. Kimse zaten zincirlere bağlı bir esaretten söz etmemiştir. Bediüzzaman'ın Petersbourg, Varşova üzerinden Almanya, Avusturya ve İstanbul'a esaretten avdetine ait detaylar, bir kaçış öyküsü anlatılmamıştır. Bediüzzaman muhtemelen Rusya'daki Menşevik, Bolşevik Devrimlerinin verdiği kargaşalık ortamından istifade ile esaretten kurtularak İstanbul'a avdet edebilmiştir.

Bu konuda detaylı bir bilgi zaten bulunmadığından bir kaçış öyküsü de anlatılamaz.Nitekim bu olaya ilişkin, Almanlar tarafından Almanya'da alınan bir fotoğraf ve Sofya'da Osmanlı Ataşemiliterliği (Askeri Ataşelik) tarafından verilen belgeden/Pasaport öncesine ait bir belge de bulunmamaktadır. Bu belgenin hem Arap, hem de Latin harfli olması son derece doğaldır. Pasaport veya eski tabirle Mürur Tezkiresi gibi olan tüm belgelerde aynı durum söz konusudur.

19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Resmi belgelerinin, Mürur tezkiresi, Telgraf gibi resmi belgeler, çoğu genellikle iki dilli (Osmanlıca ve Fransızca ) olagelmiştir. Osmanlı'nın Bulgaristan'daki bir dış temsilciliğinin verdiği bu belgenin bir kaç dilde olması gayet tabiidir. Belgede Osmanlı Türkçesinin yanı sıra Bulgarca ve Almanca birlikte yer almıştır. Bugün bile pasaportlar bir kaç lisanda basılmaktadır. Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti Pasaportları hâlihazırda Türkçe ve İngilizcedir.

9. Bediüzzaman''ın Dersim Faciası ile ilgili sözleri şu şekildedir:
“Bin dokuzyüz otuzsekiz (1938) senesinde “Dersim Fâciası” ki Doğu Mecmuası''nın 17. sayısında “Doğu Fâciası” serlevhasıyle , bu vak''anın tam tamına aynını yazdı ki, hiç dünyada emsâli vukû bulmamış öyle bir zındıklık, münafıklık ve vatan ve millete haddsiz bir düşmanlık olduğunu kat''i isbât ediyor. Elbette, öyle fevkalâde cânî, canavar memurlara bin def''a zındık dense, değil suç olmak bilakis tasdik ile mukâbele lâzım.”

“İşte o dâvanın doğruluğuna delâlet eden yüz emâreden tek bir emâresi; Bindokuzyüzotuzsekiz (1938) ''deki “Dersim Faciası” nda binler mâsumları, ihtiyar kadınları hem öldürüp, hem ateşlere atmak ve bir isyan tevehhümü ve ihtimâli yüzünden yaktırması, “Beşinci Şuâ”nın o hükmünü kat''i ve hakikat olarak gözlerine sokuyor. “

10. Bediüzzaman'a 1957'de Adnan Menderes tarafından Chevrolet marka bir araba hediye edilmesi iddiasına gelince; Bediüzzaman hayatı boyunca hediye kabul etmemiş ve hediye kabul etmemesiyle tanınmıştır. Kaldı ki, devletten gelecek olan bir hediye.. Bediüzzaman için kullanılan araba/taksi anılan tarihte bizzat talebeleri tarafından aralarında para toplanarak satın alınmıştır. Bunu arabayı satın alanlardan bizzat dinlemişimdir. Arabanın, Bediüzzaman'ın son dönemlerde şöförlüğünü yapan Said Özdemir halen hayattadır. Hatta, Said Özdemir sonradan bu arabayı yıllarca hizmete yönelik olarak kullanmaya devam etmiştir. Rahmetli babamı ziyarete geldiği zamanlarda dahi evimize bu arabayla gelirdi. Bu araba halen Isparta’da muhafaza edilmektedir.

Not: Emrah Cilasun'un "Bediüzzaman Efsanesi ve Said Nursi Gerçeği" adlı eserine daha detaylı cevaplarımız "Derin Tarih" dergisinde yayınlanacaktır.

Ayrıca " Yetiştiği Muhit Çerçevesinde Belgeler Işığında Bediüzzaman'ın Birinci Said Devresi Hayatı" başlıklı kapsamlı bir kitap çalışmamız da yayınlanacaktır.

Müfid Yüksel









 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
2. Esir olarak halde Rus askerlerinin gözetiminde olan Bediüzzaman'ın Moskova'nın kuzeyinde bulunan Kosturama'yı Sibirya'da zannetmesi gayet doğal . Dün yakın arkadaşımız Akif Köseoğlu’nun gayet yerinde ifadesiyle " Bediüzzaman esir iken elinde coğrafya atlası ile dolaşacak değildi”.

Siz merhuma Mehdi derseniz, sonra yine coğrafya atlasına mecbur bırakmak zorunda kalırsınız.
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Anlatılanlara bakılacak olunursa Said Nursi ve adamlarının faaliyetleri, 3 Mart 1916’da Rus ordusunun Bitlis’i işgal etmesiyle son buluyor, kumanda ettiği milis gücünden 4 adamıyla birlikte Said Nursi Ruslara teslim oluyor. Her zaman arkasında olan İttihat ve Terakki lideri Talat Paşa, Nursi'y esir düştüğü yıllarda 60 lira gönderecekti.

Said’in 1958’de kendisinin denetiminde yayınlanan Tarihçe-i Hayatı’nda “Bediüzzaman, iki buçuk sene kadar Sibirya tarafında esarette kalır” denmekte ancak bu bilginin yanlış olduğu ortaya çıkıyor. Zira Sibirya, Rusya’nın Ural Dağları ile Pasifik Okyanusu arasındaki bölgenin adıdır.

Rusya’da camisi de olan Tatar köyünde

Rus belgelerine göre Said Nursi, Moskova’nın kuzey doğusunda bulunan iki esir kampı olan Kologriw ve Poshekhonje’de kalıyor.

fft31_mf7026396.Jpeg


Kologriw’in bağlı bulunduğu Kostroma eyaleti onun Rusya’da iki buçuk sene kalacağı bölge olacaktı. Ortaya çıkan Rus belgelerine göre Nursi, daha sonra Yaroslavl eyaletindeki Poshekhonje kampına gönderiliyor.

fft31_mf7026397.Jpeg


Belgelerde Said Nursi, Albay unvanıyla kaydedildiği için tel örgülerle çevrili, kapısında nöbetçilerin beklediği bir esir kampında değil, daha rahat bir ortamda kaldığı ortaya çıkıyor. Kamp dışındaki Osmanlı subaylarının tercihi, eyalet başşehrinin hemen yanı başındaki Tatar köyüdür ve burada bir de cami bulunmaktadır.

Rusya’da komünistler iktidara geliyor

1917’de Rusya’daki Ekim Devrimi’nin meydana gelmesiyle birlikte Said Nuri’nin de hayatı değişir. Nurcu yazarların iddia etiği gibi Nursi, “Esaretten firar ile kurtulup, Petersbur ve Varşova’ya gelmeye muvaffak olur. Bilhare Viyana tarikiyle 1918 senesinde İstanbul’a teşrif eder” tespiti de yazara göre muallaktır. Zira Nursi’nin keramet göstererek kaçtığı yönündeki anlatımlardaki “surlarla çevrili esir kampı”ndan bahsetmekte, ancak Nursi, camisi olan Tatar Köyü’nde kalıyordu. Anlatılan hikayeye göre Nursi’nin kaçış haritası da hatalı.

Nursi kaçtı mı, serbest mi bırakıldı?

Said Nursi’nin kaçış hikayesinde var olan ve Nurcu yazarların sahip çıktığı bir Alman belgesi ise oldukça sorunlu. Zira Almanya tarafından Nursi’ye verildiği söylenen Sofya’dan İstanbul’a Balkan Treni ile belgesi üzerinde tahrifatlar yapıldığı iddia edilmektedir. Belgede Molla Said’in vesikalık fotoğrafın yanında belgenin sahibi diye yazılan kısımda bir imza bulunmakta ve Latin harfleriyle atılan bu imzada “Abdurrahman” yazmaktadır.

Yazar, Abdurrahman’ın kim olduğunu, imza sahibinin Nursi değilse bir Osmanlı memuru mu olduğunu, Almanya’nın verdiği belgede Osmanlı memurunun imzasının ne aradığını sorgular.

Latin harfleriyle yazılı

Belgenin arka yüzündeki bilgiler de sorunludur. Arka kısımdaki bilgiler Türkiye’nin 1928’de kabul ettiği Latin harfleriyle yazılmıştır!
 
Üst