Emin Saraç Hocaefendi İle

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Anasayfa
arrow.png
Tasavvuf
arrow.png
Emin Saraç Hocaefendi İle Mülakat'tan -4-

Emin Saraç Hocaefendi İle Mülakat'tan -4-




eminsarac.jpg

Zamane uleması(!)nın ahval-i perişanlığı mâlum… Hallerine şuuru olmayan bu ulema efendiler, yeter ki bir yerlerde kendilerini pazarlasınlar; bu onlara yeter.

Televizyon ekranları, gazete sayfaları egolarını şişirirken, kefere taifesine temenna çakmaları da efendilerinin huzurunda puan kazanmalarına sebeb oluyor…
“İlim insanın cehaletini giderir, ahmaklığını gidermez” hükmünce, kitab yüklü merkep taifesinden farksız bu densizlere, Saraç Hocaefendinin anlattıklarını salık veririz:

«Ömer Nasuhi Efendi aynı zamanda çok mahviyatkâr isnadı. Şöhreti ve övülmeyi sevmezdi. Istılâhat-ı Fıkhıyye Kâmûsu çıktığında Amerika’dan bir üniversite adamlarını göndermiş.
Bu adamlar Ömer Nasuhi Efendi’ye: “Bizim üniversitemiz bu eseriniz dolayısıyla size doktora payesi verme kararı aldı” demişler. Ömer Nasıhi Efendi gayet ciddi ve ustaca bir ifadeyle kabul etmeyeceğini söylemiş. “Lazım değil” demiş. O esnada kayınpederim yanındaymış. “Yekta Efendi” demiş, “bu hadise aramızda sır olarak kalacak. Bunu kimseye söyleme. Bunu çeker uzatırlar… Boşu boşuna bizi rahatsız ederler” Bu hadiseyi yalnızca kayınpederim biliyordu. O da bize söylemişti.

Bir diğer hadise daha var. O zaman İstanbul’da bir patrik vardı. Amerika’dan buraya reis-i cumhurun uçağıyla gelmişti. İstanbul’da Fatih’in türbesi açıldığı zaman buradaydı. Türbenin kapısı açılırken Rumca bir konuşma yaptı. Nureddin Topçu da Türkçe bir konuşma yaptı. Fazla kalabalık bir merasim değildi. 40 ya da 50 kişi ancak vardı. Bu Patrik geldiğinde İstanbul müftülüğünü ziyaret etmiş. Aradan bir müddet geçtikten sonra o zamanki İstanbul valisi Fahrettin Kerim Gökay: “Efendi Hazretleri, bir nezaket ziyareti arzetmez misiniz?” diyor. Ömer Nasuhi Efendi, “O bizim kapımıza gelmekle mükelleftir. Ben onun kapısına gidemem. O bizim kapımızın zımmîsidir” diyor.

Aradan bir süre geçtikten sonra vali Gökay tekrar arıyor. Bu arada, Fahreddin Kerim Gökay namazını kılardı. Ben bunu biliyorum. Abisi sabah namazı için Fatih Camii’ne cemaate gelirdi. Mütedeyyin bir kimseydi. Bunlar Tatardı.

Vali Gökay telefonda diyor ki: “Patrik bizi ziyarete gelecek. Siz de teşrif etseniz de bir mulakat hâsıl olsa.” Ömer Nasuhi Efendi, “İstanbul valisi olarak zat-ı âlînizi ziyarete gelirim. Lakin resmî müftü kıyafetimle gelmemde bir mahzur var mıdır?” diyor. Bakınız o mütevazı hocaefendi neyi düşünüyor…
Vali, “Hay hay efendimi tabi ki gelebilirsiniz” diyor. Ömer Nasuhi Efendi, kayınpederime, “Senin cübben güzel, iyi bir cübbe. Sen onu bana ver, sarığımı sararım. O şekilde giderim” diyor. Nihayet görüşme zamanı geldiğinde Fikri Efendi’yi (Aksoy) de yanına alarak valiliğe gidiyor.

Valilikteki görevlilere “Patrik geldi mi?” diyor. “Hayır gelmedi” diyorlar. “Öyleyse beni şu kenardaki odalardan birine alın. Patrik geldikten sonra bana haber edersiniz” diyor. Patrik gelince kendisine haber veriliyor. Patrik içeri girip oturduktan sonra Ömer Nasuhi Efendi kemal-i azamet ve heybetiyle içeri giriyor. Patrik ayağa kalkmak mecburiyetinde kalıyor. Patrikten önce girmesi durumunda bir Müslüman müftü olarak patriğin önünde ayağa kalkma durumuna düşmemek için böyle yapıyor.

İşte bizim hocalarımız böyle insanlardı. Bir de şimdiye bakın.
Bizim ağalar onların kapısına kadar gidiyorlar ve Ramazan iftarı veriyorlar. Allah aşkına bu nereden çıktı?! Kime ne iftarı veriyorsunuz? İftarla istihza mı ediyoruz? İftar sofrası Allah’ın has kullarının ziyafet-i ilahiye softasıdır.»


Yuh olsun kendini ulema zanneden şarlatanlara… Yuh olsun Papa’ların, Patriklerin, Kardinallerin önünde eğilenlere; el öpenlere.
Müslüman (CIK) lıklarındaki CIK’lıkları kadar bile değerli olmayan bu gurûh’un, AHİR ZAMAN nisbeti içinde ve pek yakında papuşları dama atılacak inşallah. Allah’ın dinini kefere taifesinin önünde zelil etme teşebbüsünde bulunan şâkiler, kendilerine mukayyet olsalar iyi ederler… Allah GALİB’dir.

 
Üst