Emin Saraç Hoca İle Yakın Dönem Alimleri (Mülakat)

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
http://www.rihledergisi.com.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=185&Itemid=144

Yukarıdaki linkte Zahid El Kevseri Hz.lerinin icazetli talebesi Emin Saraç Hoca ile yapılmış bir mülakat vardır. Mülakatı çok uzun bulup okuyası gelmeyenler için; o uzun mülakattan önemli bulduğum, öne çıkarmak istediğim şu satırlardır:

1- Emin Saraç Hoca, bu zamanın ilim ehlinin asılsız, nesilsiz bir hava içerisinde yetiştiğini; o sebeple, İslam'ın izzetini duyamadığını söylüyor. Ona göre, o zamanda yetişen alimlerin, hocaların hissiyatı, efkar ve adabı bambaşkaydı, ilimleri hakkıyla beyan etme kudretleri vardı.

2- Her şeye rağmen memleketimizde, avam derecesinde de olsa müminlik vasfı Allah'ın lutf u ihsanı ile varlığını devam ettirmektedir. Camilerimiz cemaatle dolmakta...

3- Bu memlekette İslam'ı her şeyiyle silmeyi, Allah'ın ismini anacak kimsenin kalmamasını hedeflemişlerdi. Biz, insanların Kur'an okuttuğu için yargılandığı devirleri yaşadık. O devirler geride kaldı. Allah'ın inayetiyle, batıl bu memlekette karar kılmayacaktır. Buna güç yetiremediler, yetiremeyecekler de…

4- Süleyman Hilmi Tunahan Efendi, kafirlere olan nefreti yönünden itikadı kamil bir zat idi. Süleyman efendi, İmam Hatiplere, o okullara müsaade edenlere güvenemediğinden hoş gözle bakmamıştır.

5- Mısır'da bizi, Osmanlı'yı kastederek "efendimizin çocukları" diye karşılayan, Abdulhamid Han Hz.lerine sevgi ve hürmet duyan hocalar olmuştur.

6- Şimdi kendilerine "çağdaş müfessir" (!) denilen kimi zevatın imanını tehlikeye sokan öyle sözleri var ki o tefsircinin imanından şüphe edilir… Onlara "müfessir" denilmez. Kur’an’a kendince mana veren, Hadis-i Şerifi reddeden, kendisine İslam’ım demesin! Hadisleri inkar, önde gelen (önceki) alimleri kötülemek ve kötü göstermek delalettir ve halkı delalete düşürmektir. Bugün, Halk Partisi zamanında olmayan bir itikadi tahribat yaşıyoruz.

7- Şimdi yeni baştan inşallah bir inayet-i sübhaniye geleceğine itikad ediyoruz. Çünkü Kıyamete kadar Hakk üzerinde olacak bir taife müjdelenmiştir. Fakat ahir zaman fitneleri de bitmek bilmiyor. Fitnelerden muhafaza için Kitap ve Sünnete sıkıca sarılmalıyız.

8- Rıza Tevfik, Abdulhamid Han Hz.lerine karşı yaptığı taarruzlardan dolayı pişmanlık duyarak bir özür name yazmıştır. (Mehmed Akif Ersoy, zahirde bir pişmanlık göstermemiş) Said Nursi merhum da Damat Osman Turan’ın yanında Abdulhamid Han Hz.lerinin torunu Nemika Sultan’a karşı pişmanlığını ve helallik istediğini şu sözlerle belirtmiştir: “Biz o zaman, gençlik zamanımızda, o günkü havaya kapılarak cedd-i alanız hakkında bir şeyler söyledik. Bizi Allah affetsin. Siz de ceddiniz namına bizi affedin". Ben bunu duydum.

Zahid El Kevseri Efendi de Sultan Abdulhamid’e ihtiram (hürmet) ederdi, onu hayırla ve rahmetle yad ederdi. Mustafa Sabri Efendi de öyleydi. (Mustafa Sabri Efendi de ilk zamanlar hürriyet hevesine kapılanlardan. Sonra hata ettiğini anlamıştır)

9- Ali Ulvi Hoca, hatıralarında Mustafa Sabri Efendi ve Zahid Efendi arasında bir meseleden dolayı soğukluk olduğunu söylüyor. Mustafa Sabri Efendi ve Zahid Efendi arasındaki dostluk ve muhabbetlerine ben şahidim. Ali Ulvi hoca’nın dediği gibi öyle bir şey yok.

10- Ali Ulvi Hoca, Zahid el-Kevseri'nin Çerkezlik davası güttüğünü de söylüyor. Zahid Efendi böyle bir dava gütmemiştir.

11- Halk partililer insanları aldatmak için Ankara'da ilahiyat fakültesi açmışlardır.

12- Zahid Efendi, Emin Saraç hocaya icazet vermiştir. İcazet verdiği son kişidir.

13- Mısır ulemasının ve meşayıhının Mustafa Sabri Efendi ve Zahid El Kevseri Efendi hakkında sitayişkar övgüleri vardır.

14- Mustafa Sabri Efendi merhum, Muhammed Abduh’u tasvip etmezdi. Ona rahmet okumazdı. Zahid Efendi de Muhammed Abduh’usevmezdi. Onu Hoca bile saymazdı. Osmanlı dönemi Mısır kadılarından Fatih dersiamı Yahya Efendi, kendi anlattığına göre Muhammed Abduh'la sık sık görüşürmüş. Bir gün Vahiy meselesini müzakere etmişler ve Abduh, vahiy meselesinde bir takım felsefi izahlar yapmaya çalışmış. Vahiy tariflerini tamamıyla reddetmiş. Görüşlerinde de ısrar etmiş. Yahya Efendi Abduh’u gönlünden çıkartmıştı.

Abduh için "Mısır'daki melahide (mülhitler, dinsizler, imansızlar) hep onun cübbesinin altında toplanmıştır" derlerdi.

Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh mason cemiyetine katılmışlardır. Bizim memlekette masonlara, "en büyük kafirler" denir.

Mustafa Sabri Efendi hocamız bir münasebetle bana demişti ki: "Ben Türkiye'deyken bu fitneleri, Muhammed Abduh ve benzeri kişilerin düşüncelerini fazla tanımazdım. Ama bu hicret bana bir şerh-i sadr ihsan etti. Allah Teala bana birçok hakikati hicrette gösterdi ve anlamak ferasetini ihsan etti."

15- Zahid Efendi hocamızın Abdulfettah Ebu Gudde Efendi'yi çok sevdiğine bu kulaklar ve gözler şahit olmuştur. Zahid Efendi sık sık ondan bahsederdi. Ebu Gudde hoca da Zahid Efendi'ye karşı çok vefakar ve hürmetkar idi.

16- Zamanın "baş profesörlerine" bakın. Bir tanesinin dinlerarası diyalogla ilgili kitabını okumuşsunuzdur. Oradaki sözleri bir Müslüman nasıl söyleyebilir?! Bunlar Ayetleri göremiyorlar. Bir takım bozukluk ve münafıklık yuvalarında toplanarak konuşmalar yapıyorlar. Bu dinlerarası diyalog ne kadar ayıp bir şeydir. Allah’a sığınırız.

17- Bizim Sultan Abdulhamid'in hal'i zamanında duyulan sözlerin benzerleri Kral Faruk hakkında da söylenmiştir. Hadiseler onların söylediği gibi değildir. Yahudi devleti kurulduğunda İsrail'i tanıması için Kral Faruk'u ikna etmek gayesiyle adam göndermişler. Üç ay kalmış ama Faruk'u bir türlü ikna edememiş. Bunun üzerine çeşitli entrikalarla Abdunnasır'ı getirmişler.

18- Abdulmecid Efendi demiştir ki: "Metin (sağlam) akide ve güzel ahlak… Bu iki esas ile mücehhez olmadıkça (sahip olmadıkça) milletimiz için intibah (uyanıklık) mümkün değildir."

19- Ahmed Davudoğlu hoca, "haza hoca efendi" denilecek bir zat idi. Memleketimizin son olarak tanıdığı fakih, haluk, halis ve feraset sahibi bir hoca efendidir. Çok halis bir insandı… Allah rahmet etsin. O da Zahid Efendi ve Mustafa Sabri Efendi hocalarımıza meftun idi.

20- Abdurrahman Gürses hocadan dinledim: Menemen hadisesi bir tertip, büyük bir komploydu. O gün cemiyet üzerinde müessir olan ulema ve meşayihi tesirsiz hale getirmek için tertib edilmişti. Abdurrahman Efendi, Menemen hadisesi dolayısıyla o zamanki ulemaya bu zulmü reva görenler için: "Bunlar Al-i Firavn'dan eşedir (beterdir)" derdi.

21- Ömer Nasuhi Efendi (Bilmen), çok mütevazı ve sükut ehli bir zattı. Bir mecliste kendisine bir şey sorulmadıkça konuşmazdı. Şöhreti ve övülmeyi sevmezdi. Hayatı boyunca hep izzet içinde yaşamış, makam-mevkiye tenezzül etmemiş bir hoca efendidir.

Eski hocalardan vazifeli olanların Diyanet teşkilatından uzaklaştırılması için Ömer Nasuhi Efendi'ye bir emir göndermişler. "Bu insanların yerine koyacak insanımız yok. Yetiştiremedik. Ben bunlardan müstağni olamam" diyerek bu emri tasdik etmemiş.
Meğer o günlerde askeri yönetim, Diyanet reisinden (Ömer Nasuhi efendiden) Kur'an'ın Türkçe okunması üzerine bir yazı istemiş. Ömer Nasuhi Efendi bu hadiseden bahsetti. "Bunlar her şeye el uzatmaya başladılar. Bildiklerini de bilmediklerini de söylüyorlar. Benden böyle bir yazı istediler. Ben de onlara, lazım olan cevabı muhtevi bir yazı yazdım. Söylediklerim hoşlarına gitmedi. Böylece Diyanet riyasetinden ayrılma zamanımızın geldiğini anladım ve ayrıldım" dedi.

O zaman İstanbul'da bir patrik vardı. Amerika'dan buraya reis-i cumhurun uçağıyla gelmişti. İstanbul'da Fatih'in türbesi açıldığı zaman o da buradaydı. Türbenin kapısı açılırken Rumca bir konuşma yaptı. Nureddin Topçu da Türkçe bir konuşma yaptı. Fazla kalabalık bir merasim değildi. 40 ya da 50 kişi ancak vardı. Bu Patrik geldiğinde İstanbul müftülüğünü ziyaret etmiş. Aradan bir müddet geçtikten sonra o zamanki İstanbul valisi Fahrettin Kerim Gökay: "Efendi hazretleri, bir nezaket ziyareti arz etmez misiniz? " diyor. Ömer Nasuhi Efendi, "O bizim kapımıza gelmekle mükelleftir. Ben onun kapısına gidemem. O bizim kapımızın zimmisidir" diyor. Aradan bir süre geçtikten sonra vali Gökay tekrar arıyor. Bu arada, Fahreddin Kerim Gökay namazını kılardı. Vali Gökay telefonda diyor ki: "Patrik bizi ziyarete gelecek. Siz de teşrif etseniz de bir mülakat hasıl olsa." Ömer Nasuhi Efendi, "İstanbul valisi olarak zat-ı alinizi ziyarete gelirim. Lakin resmi müftü kıyafetimle gelmemde bir mahzur var mıdır?" diyor. Bakınız o mütevazı hoca efendi neyi düşünüyor… Vali, "Hayhay efendim, tabii ki gelebilirsiniz" diyor.

Nihayet görüşme zamanı geldiğinde Fikri Efendi'yi (Aksoy) de yanına alarak valiliğe gidiyor. Valilikteki görevlilere "Patrik geldi mi?" diyor. "Hayır, gelmedi" diyorlar. "Öyleyse beni şu kenardaki odalardan birine alın. Patrik geldikten sonra bana haber edersiniz" diyor. Patrik gelince kendisine haber veriliyor. Patrik içeri girip oturduktan sonra Ömer Nasuhi Efendi kemal-i azamet ve heybetiyle içeri giriyor. Patrik ayağa kalkmak mecburiyetinde kalıyor. Patrikten önce girmesi durumunda bir Müslüman müftü olarak patriğin önünde ayağa kalkma durumuna düşmemek için böyle yapıyor.

İşte bizim hocalarımız böyle insanlardı. Bir de şimdiye bakın. Bizim ağalar onların kapısına kadar gidiyorlar ve Ramazan iftarı veriyorlar. Allah aşkına bu nereden çıktı?! Kime ne iftarı veriyorsunuz? İftarla istihza mı ediyoruz? İftar sofrası Allah'ın has kullarının ziyafet-i ilahiye sofrasıdır.

Ömer Nasuhi Efendi'nin Menderes'in idamına dair fetva verdiği küliyyen yalandır! Deli saçması! Eğer öyle bir şey olsaydı herkesten evvel biz bilirdik.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Uzun mülakatın özetinden de 3 paragraf ve 3 yorum:

8- Rıza Tevfik, Abdulhamid Han Hz.lerine karşı yaptığı taarruzlardan dolayı pişmanlık duyarak bir özür name yazmıştır. (Mehmed Akif Ersoy, zahirde bir pişmanlık göstermemiş) Said Nursi merhum da Damat Osman Turan’ın yanında Abdulhamid Han Hz.lerinin torunu Nemika Sultan’a karşı pişmanlığını ve helallik istediğini şu sözlerle belirtmiştir: “Biz o zaman, gençlik zamanımızda, o günkü havaya kapılarak cedd-i alanız hakkında bir şeyler söyledik. Bizi Allah affetsin. Siz de ceddiniz namına bizi affedin". Ben bunu duydum.

Zahid El Kevseri Efendi de Sultan Abdulhamid’e ihtiram (hürmet) ederdi, onu hayırla ve rahmetle yad ederdi. Mustafa Sabri Efendi de öyleydi. (Mustafa Sabri Efendi de ilk zamanlar hürriyet hevesine kapılanlardan. Sonra hata ettiğini anlamıştır)

Kadir Mısıroğlu, bir makalesinin dipnotunda bu hadiseden bahsetmişti. Biz de onu Abdulhamid Han Hz.lerine karşı pervasızca yazmayı adet edinmiş nurcu bir forumda nakletmiştik. O forumda yazanlar ayaklandılar ve Kadir Mısıroğlu'nu yalancılıkla ve iftira atmakla suçladılardı.

Aynı hususları Emin Saraç hoca da nakletmiştir: Said Nursi merhum, Abdulhamid Han'a olan taarruzlarından pişman olarak, dedesi namına torunundan helallik isteyerek vicdanını rahatlatmaya çalışmıştır.

16- Zamanın "baş profesörlerine" bakın. Bir tanesinin dinlerarası diyalogla ilgili kitabını okumuşsunuzdur. Oradaki sözleri bir Müslüman nasıl söyleyebilir?! Bunlar Ayetleri göremiyorlar. Bir takım bozukluk ve münafıklık yuvalarında toplanarak konuşmalar yapıyorlar. Bu dinlerarası diyalog ne kadar ayıp bir şeydir. Allah’a sığınırız.

Diyalogcuların bid'at işlediklerine dair onları tenkid etmeyen Hoca kalmadı.

O zaman İstanbul'da bir patrik vardı. Amerika'dan buraya reis-i cumhurun uçağıyla gelmişti. İstanbul'da Fatih'in türbesi açıldığı zaman o da buradaydı. Türbenin kapısı açılırken Rumca bir konuşma yaptı. Nureddin Topçu da Türkçe bir konuşma yaptı. Fazla kalabalık bir merasim değildi. 40 ya da 50 kişi ancak vardı. Bu Patrik geldiğinde İstanbul müftülüğünü ziyaret etmiş. Aradan bir müddet geçtikten sonra o zamanki İstanbul valisi Fahrettin Kerim Gökay: "Efendi hazretleri, bir nezaket ziyareti arz etmez misiniz?" diyor. Ömer Nasuhi Bilmen Efendi, "O bizim kapımıza gelmekle mükelleftir. Ben onun kapısına gidemem. O bizim kapımızın zimmisidir" diyor. Aradan bir süre geçtikten sonra vali Gökay tekrar arıyor. Bu arada, Fahreddin Kerim Gökay namazını kılardı. Vali Gökay telefonda diyor ki: "Patrik bizi ziyarete gelecek. Siz de teşrif etseniz de bir mülakat hasıl olsa." Ömer Nasuhi Efendi, "İstanbul valisi olarak zat-ı alinizi ziyarete gelirim. Lakin resmi müftü kıyafetimle gelmemde bir mahzur var mıdır?" diyor. Bakınız o mütevazı hoca efendi neyi düşünüyor… Vali, "Hayhay efendim, tabii ki gelebilirsiniz" diyor.

Nihayet görüşme zamanı geldiğinde Fikri Efendi'yi (Aksoy) de yanına alarak valiliğe gidiyor. Valilikteki görevlilere "Patrik geldi mi?" diyor. "Hayır, gelmedi" diyorlar. "Öyleyse beni şu kenardaki odalardan birine alın. Patrik geldikten sonra bana haber edersiniz" diyor. Patrik gelince kendisine haber veriliyor. Patrik içeri girip oturduktan sonra Ömer Nasuhi Efendi kemal-i azamet ve heybetiyle içeri giriyor. Patrik ayağa kalkmak mecburiyetinde kalıyor. Patrikten önce girmesi durumunda bir Müslüman müftü olarak patriğin önünde ayağa kalkma durumuna düşmemek için böyle yapıyor.

Merhum Ömer Nasuhi efendinin bu hatırasını okuyunca, ne hikmetse aklımıza, Papanın yoluna durup ayağına kalkarak muhabbetle ve 'maşallah' diyerek boynuna sarılanlar ve Papanın ayağına kadar gidip misyonuna talip olanlar geldi ve onlar adına bir kez daha yüzümüz kızardı. Allah hidayet etsin. Bu hatırayı herkes, kardeşlerimiz dikkatlice ve iyi okusunlar. Hayır ve salah ise Allah Tealadandır.
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Çok istifadeli çok feyizli bir yazı. Gerçek ulemanın fikirleri bu kadar açık ve net..
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Emin Saraç Hoca, Fethullah Hoca, Yaşar Nuri Hoca... Hepsi hoca oldu, aralarında bir fark kalmadı gibi. Tabi bilmeyenler için..

Emin Saraç Hocaefendi, dışarıdakilerin Şeyh Emin Saraç Hocaefendi hz.leri diye takdim ettikleri bir mübarek zattır. Sami Ramazanoğlu Hz.lerinin evlatlarından, Musa Topbaş Efendi Hz.lerinin gözdelerindendir. Ali Haydar Efendi hz.lerinin de talebelerindendir.

Bu mübarek zat, diyalogcular yaptıkları ile bizi üzüyorlar demişlerdir. Onların üzülmesi ancak İslam'ın şeref ve izzetinin yerlere düşürülmesiyledir.
 

arifan yolcusu

Profesör
Katılım
9 Ağu 2010
Mesajlar
1,303
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Dergah-ı Mualla
röportajı tam alsaydık daha hoş olurdu deriz...
tam anlaşılmamakta...
bu isimlerin olduğu yerden bereket eksik olmaz biiznillah...
saraç,davutoğlu,kevseri,nasuhi bilmen ve son şeyhülislam...
Mevla böyle ehli sünnet kalemlerin kıymetini bilmeyi nasib eyleye
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Mülakatın tam metni ilk mesajdaki linktedir, aziz kardeşim.
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Hakiki ulemanın , diyalogcu çevrelere karşı olması çok tabiidir.Tabii olmayan bunların görüşlerinin bid'a değilde ehli sünnet telakki edilmesidir.Eğer bugün 20.asrın büyük allamesi Şeyh Zahid El- Kevseri, Şeyhulİslam Mustafa Sabri gibi zatlar hayatta olsaydı, hiç şübheniz olmasın, bu çevreleri ilmi olarak yerin dibine geçirirlerdi.Bu iki Allame , zamanlarındaki reformist hocaları(şimdikilerin fikir zaviyesinden selefleri) Mısırda , cevab veremeyecek duruma getirmişler, halk ve ilim nezdinde itibarlarını kökünden kazımışlardı.

Emin Saraç hocamızda, büyük allame Şeyh Zahid El-Kevserinin son icazeli talebesidir.Yani o zattan en son icaze alma şerefini kazanmış bir hocadır.
 
Üst