hirahos
Kıdemli Üye
- Katılım
- 9 Kas 2006
- Mesajlar
- 35,948
- Tepkime puanı
- 483
- Puanları
- 0
- Yaş
- 54
TAHAVİ AKAİDİ TERCÜMESİ'NDEN
1- Bütün hamdler (övmeler, medhetmeler, şükürler) alemlerin rabbi olan Allah içindir. Ziyade (büyük) alim huccet'ul İslam Ebu Caferini'l Verrakut Tahavi El Mısrî (Rahmetullahi aleyh)
2- Şu (kitap) İslam milletinin kılavuzları olan Ebu Hanife Numan ibni Sabit El Kufi, Ebu Yusuf Yakub ibni İbrahim El Ensari ve Ebu Abdullah Muhammed ibni El Hasen eş Şeybani Hazretlerinin mezhebi üzeredir. Ehli sünnet vel cemaat akaidinin zikrini beyan eden ve dinin asıllarından inanılması lazım olan ve onunla alemlerin rabbisine kulluk yapılan şeyin açıklaması hakkındadır.
3- Allah’ın başarıya ulaştırmasını itikad ettiğimiz halde Allah'ın bir olması hususunda deriz ki: Allah ortağı olmayan tektir. O'nun misli (benzeri) hiç bir şey yoktur. O'nu aciz bırakacak hiçbir şey yoktur. O'ndan başka ilah yoktur. Evveli olmayan kadîmdir. Sonu olmayan daimdir. Fani ve yok olmaz. Ancak O'nun dilediği olur. Vehimler (düşünceler) O'na ulaşamaz. Anlayışlar O'nu idrak edemez. O mahlukata benzemez. Ölmeyen diridir. Uyumayan kayyumdur. (Her şeyi ayakta tutar) (KAYYÛM: Varlığı ve diriliği her an için olup, gökleri, yerleri her an için tutan, daimi her şeye her hususta iktidarı olan Allah.)
Muhtaç olmayan yaratıcıdır. (Mahlukatını yaratmada bir şeye muhtaç olmadı. Onları yaratmaya da muhtaç değildir.) Sıkıntı çekmeden rızık vericidir. Korkusuzca öldürür. Meşakkatsiz (güçlük çekmeden) yeniden diriltir. Mahlukatı yaratmadan evvel kadîm olduğu halde sıfatları ile daimdir (devam eder).
4- Mahlukatın olmasıyla, daha evvel olmayan bir sıfatla sıfatlanarak ziyadeleşmedi (sıfatlarında artma olmadı). Nasıl ki sıfatlarıyla ezeli idi; aynı şekilde o sıfatlarla ebediyyen zail olmaz (tükenmez). Mahlukatı yaratmasından beri (sonra) "Halik" ismini almış değildir. Ezelden beri haliktır. Mahlukatı ihdas etmesiyle (meydana getirmesiyle) "Bari" ismini almış değildir. (Ezelden beri bu vasıfları mevcuttur.) Onda rablik (besleyen, yetiştiren, terbiye eden) vasfı vardır. Merbub vasfı yoktur. (Terbiye edendir, başkasının terbiyesi altında olan değildir) Halik vasfı vardır, mahluk vasfı yoktur. (Yaratıcıdır, yaratılmış değildir) Bütün mahlukatı yarattıktan sonra ölüleri dirilttiği gibi "Muhyi" ismini, onları daha diriltmeden evvel hak etti. Şöyle ki Allah, her şeye gücü yeter. Her şey O'na muhtaçtır. Her iş O'nun üzerine çok kolaydır. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. "Onun misli gibi bir şey yoktur, o işitendir görendir." (Şura Suresi Ayet 11)
* "Mahlukatı ilmi ile yarattı", onlara kaderler takdir etli. Onlara eceller tayin etti. Onları yaratmadan evvel ona hiç bir şey gizli değildi. onları yaratmadan ne yapacaklarını bildi, kendisine itaatle emretti, kendisine isyandan nehyetti (yasakladı). Her şey O'nun takdiri ve dilemesiyle deveran eder (döner dolaşır, devreder). O'nun dilemesi geçerlidir. Kullar için ancak O'nun dilediğini dilemek vardır. Kullar için neyi dilerse o olur, dilemediği olmaz. (Kul istediği şeyin meydana gelmesine kadir değildir, ancak Allah, o şeyi dilerse meydana gelir. Kulun isteği Allah’ın rızasına uygun ise o şeyden sevap kazanır. Eğer Allah’ın rızasına uygun değilse kul sorumlu olur.)
5- Dilediğini hidayete ulaştırır, fazl u keremiyle (iyilik ve cömertliğiyle) korur ve afiyet (sağlık ve sıhhat) verir, dilediğini saptırır. Adaletiyle hızlanda (yardımsız) bırakır ve imtihan eder. Herkes, Allah’ın fazl u keremi ile adaleti arasında Allah’ın dilemesinde gidip gelir. (Onun dilemesiyle birinden, diğerine intikal edebilir.)
* Zıddı olmaktan ve dengi olmaktan yücedir. Hükmünü geri çevirecek yoktur. Hükmünü takib edip (arkaya bırakacak) kimse yoktur. Emrine üstün gelecek yoktur, bunların tamamına iman ettik ve hepsinin Allah’ın tarafından olduğunu kesinen kabullendik.
* Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem), onun seçilmiş kulu, peygamberi ve razı olunmuş resulüdür. Ve Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) peygamberlerin sonuncusudur, takva sahiplerinin imamıdır, gönderilen resullerin efendisidir. Alemlerin rabbisinin sevgilisidir. Ondan sonra yapılacak her nübüvvet iddiası batıl ve nefsanidir. (Hak ve hidayetle, nur ve aydınlıkla bütün cinlere ve mahlukatın tamamına gönderilmiştir.)
* Muhakkak Kuran, Allah’ı kelamıdır. Söz olarak keyfiyeti bilinmez bir şekilde ortaya çıktı, onu Resulüne (aleyhissellama) vahy olarak indirdi, müminler bu şekilde hak olarak onu tasdik ettiler. Yakinen (şüphesi olmayan kesin bir bilgiyle) inandılar ki Kur'an, hakikatten Allah’ın kelamıdır. Mahlukatın kelamı gibi mahluk (yaratılmış) değildir. Kim Kur'an'ı işitir de "O insan kelamıdır" derse, muhakkak kafir olur. Muhakkak Allah Teala o kişiyi zemmetti, ayıpladı ve onu sekar isimli ateşe atmayı vaad etti. "Onu yakında Sekar'a girdireceğim" (Müddessir 26)
Ne zaman ki "O Kuran ancak beşer sözüdür" (Müddessir, 25) diyeni, Allah Teala Sekar'Ia tehdit edince, bildik ve kesin anladık ki o Kuran, beşeri yaratanın sözüdür, beşer sözüne benzemez.
6- Kim Allah’ı beşer sıfatlarından bir sıfatla vasıflandırırsa, muhakkak kafir olur. Her kim buna bakar da ibret alırsa, böyle kafirce sözünden geri durur ve bilir ki Allah, sıfatıyla beşer gibi değildir.
• Keyfiyeti bilinmeksizin, kuşatma olmaksızın, cennet ehli için Allah’ı görmek haktır. Rabbimizin kitabı bunu beyan etliği gibi "O gün bir takım yüzler parıldar, rablerine doğru bakıcıdırlar" (Kıyamet suresi, 22-23.)
Bu ayetin tefsiri Allah’ın irade ettiği ve ilmi üzeredir. Bu hususta Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellemden) gelen sahih hadislerin tamamı, Efendimizin buyurduğu (Kasd ettiği) gibidir. Manası, irade ettiği gibidir. Bu hususta kendi görüşümüzle yorum yapıcı olarak meseleye dahil olmayız ve kendi nefsimizle kuruntulanmayız. Çünkü kişi dininde ancak, aziz ve celil olan Allah’a ve Resulüne işi havale ederse ve kendisine karışık gelen işi bilenine havale ederse emin olur. (Manasını bilemediği ayet ve hadislerde, "Allah ve Resulünün indinde nasıl ise öyle inandım" demelidir.)
* İslam adımı (ayakları) ancak teslim ve kabullenmek sırrına basmakla sabit olur. (tam teslim olmakla) Kim ki bilinmesi kendisinden men olunan (yasaklanan) müteşabihatı (Allah'ın eli gibi benzetme ve misal verme yoluyla söylenen kelamları) bilmeyi taleb ederse, teslimiyetle anlayışı kani olmasa (tatmin olmasa), bu gayesi onu halis (katışıksız, tertemiz) tevhidden, sırf marifetullahtan ve sahih imandan engeller (ona mani olur), küfür ile iman arasında, tasdik ve yalanlamak arasında, ikrar ve inkar arasında vesveselenmiş, şaşkın, ayakları kaydığı halde; ne iman edici ve ne tasdik edici, ne de inkarcı ve yalanlayıcı olduğu halde bocalar, gidip gelir.
7- Ehli İslam'ın, Cennette Allah’ı görmeleri meselesine iman: Vehmi (aslı olmayan düşünceler) ile meseleye bakıp, onu kendi anlayışı ile yorumlayan kişi için sahih (doğru ve isabetli) olmaz. Çünkü Allah’ı görmeyi ve Rabbu'l Alemine nisbet edilen her bir manayı te'vil etmek, te'vili terk etmektir (tevil yapılmamalıdır), meseleyi (olduğu gibi) kabullenmektir. (tevil: kaynaklara bakarak manasını bulmaya çalışmak, aslına uygun yorumlamak) Mü'minlerin dini, bunun üzerine sabittir (üzerindedir, doğruluğu öylece ortadadır). Nefy etmekten (vasfı yok saymaktan) ve teşbih etmekten (bir şeve benzetmekten) sakınmayan kayar, tenzih hususunda (Allah Teala"yı noksan sıfatlardan pak etmekte) isabet edemez. (tenzih: Allah`ı her çeşit kusur, noksan ve ortaktan uzak bilip söylemek.) Çünkü aziz ve yüce olan rabbimiz, vahdaniyet (tek ve benzersizlik) sıfatlarıyla ve teklik sıfatlarıyla vasıflanmıştır. Bu manada olan (yani tek ve benzersiz olan) mahlukattan hiç bir şey yoktur.
* Allah, sınır, son, azalar ve alet ve edevattan yücedir, münezzehtir. (Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.) Diğer yaratılan her şeyi kuşattığı gibi altı yön (ön-arka-alt-üst-sağ-sol), Allah’ı kuşatamaz.
* Mir'ac (Peygamberimizin cismen yükselip Rabbısıyla mülaki olması) haktır. Muhakkak Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz gece yürütüldü. (Gece Mekke'den Kudüs'e kadar vasıta ile götürüldü) Uyanık iken şahsı ile göklere yükseltildi. Allah dilediği şeyleri ona ikram etti ve ona dilediğini vahy etti. “Kalb, gördüğü şeyleri yalanlamadı” (Necm Suresi II. Ayet)
Dünya ve ahrette Allah’ın rahmeti ve selamı O'nun üzerine olsun.
8- Allah Teala’nın Peygamberimizin ümmetine rahmet olarak ikram ettiği havz-ı kevser (Mahşer yerinde bulunan Kevser Havuzu) haktır.
* Hadis-i şeriflerde rivayet edildiği gibi peygamberimizin ümmeti için sakladığı şefaat haktır.
• Adem (Aleyhisselam) ve zürriyetinden, Allah’ın aldığı sağlam söz haktır.
* Muhakkak Allah Teala, ezelde, Cennette gireceklerin ve Cehenneme gireceklerin adedini bir anda, toptan (Hepsini) bildi. Sonradan bu sayıda, artma ve eksilme olmaz. Kulların yapacağı işlerde de durum böyledir. (Ezelde o fiillerin hepsini bildi) herkes kendisi için yaratılana imkan bulur. (Ancak onu yapabilir)
• Amellerde itibar neticelerinedir. (Son nefesi iman ile tamamlarsa, iyiliklerinin sevabına kavuşur)
• Cennetlik olan, Allah’ın hükmü ile cennetliktir. Cehennemlik olan da Allah’ın hükmü iledir.
Kaderin aslı Allah’ın mahlukatında gizlediği sırrıdır. Bu sırra ne en yakın bir melek, ne de gönderilen bir peygamber haberdar olamaz. Bu meselede derine daldırmak, akıl ve fikir yürütmek, mahrumiyete (yoksun kalmaya) vesiledir, mahrumiyet merdivenidir, azgınlık derecesidir. Bu kader meselesinden, akıl ve fikir yürütmek, vesveseye düşmek bakımından şiddetle sakın. Çünkü Allah Teala, mahlukatından kaderi bilmeyi gizledi ve kullarını, kendi maksadını anlamaktan nehyetti. (Tasdik etmemizi istedi) Kur’an-ı Kerim, Enbiya Suresinde 23. ayette buyurduğu gibi "Allah, yaptığından sorumlu tutulamaz; kullar ise (yaptıklarından) sorguya çekileceklerdir" Kim "niçin böyle yaptı" diye sorarsa, muhakkak o kitabın hükmünü reddetmiştir. Kim kitabın hükmünü reddederse, kafirlerden olur.
9- Şu açıklamalar, Allah dostlarından kalbi nurlu olan kişinin ihtiyaç duyduğu şeyin özüdür. Bu, ilimde derinleşmiş alimlerin derecesidir. Çünkü ilim ikidir. Mahlukatta bulunan ilim, mahlukatta bulunmayan ilim (kaderle alakalı ilim). Mahlukatta bulunan ilmi inkar küfürdür. Mahlukatta bulunmayan ilmi bildiğini iddia etmek de küfürdür. İman ancak, mevcud (din) ilimlerini kabul; mahlukatta olmayan (kader gibi) ilimleri talep etmeyi terk ile sabit olur. (Kader konusunu fazla kurcalamak doğru değildir.)
♦ Levh-i mahfuz'a (olmuş ve olacak her şeyin, bütün yaratılmışların yazılı bulunduğu levhaya), kalem'e ve levh-i mahfuz'da yazılanların tamamına iman ederiz. Bütün mahlukat, Allah’ın levh-i mahfuzda "olacağını" yazdığı şeyi değiştirmek için, olmaması için toplaşsalar, buna güç yetiremezler; şayet Allah’ın levhada "olmayacaktır" diye yazdığı şeyi yapmak için bütün mahlukat toplaşsa, buna da kadir olamazlar.
* Kalem kıyamete kadar olacakları yazdı. Kuldan sapan (ona değmeyen) şey kula isabet etmez, kula isabet eden şey kuldan sapmaz (ona mutlaka dokunur.)
* Kul üzerine; Allah’ın ilminin, mahlukundan her olacak şeyleri bilmekle ezelde geçtiği (sabit olduğunu) bilmesi vacibtir ve her şeyi sağlam, muhkem bir ölçü ile taktir ettiğini (bilmek de vacibtir). Bu hususta mahlukatından hiçbir bozup atan, geri bırakan, yok eden, değiştirici, tahvil eden, noksanlaştıran ve ziyadeleştiren, yerlerde ve göklerde (hiç kimse) yoktur.
10- İşte bu durum, iman bağında, marifet asıllarında, Allah’ın vahdaniyetini ve rububiyyetini (her şeyi kaplaması ve idaresi altına almasını/aldığını) itiraftan (kabullenmekten) dolayıdır. Allah’ın şu ayetinde olduğu gibi "Allah her şeyi yarattı ve bir ölçü üzere onu takdir etti” (Furkan, 2) "Allah’ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir" (Ahzab, 38)
• Yazıklar olsun o kimseye ki kader meselesinde Allah’a düşman oldu, görüşünü hazır ederek kader meselesinde hasta bir kalp hazırladı. Muhakkak gaybı araştırmada vehmiyle çok gizli, tamamen örtülü sırları araştırmaya girişti ve bu hususta iftiracı günahkara döndü.
* Arş ve kürsi haktır. Allah Arştan ve daha düşüklerinden ihtiyaçsızdır. Her şeyi ve Arşın üstünü de kuşatıcıdır. İhatadan, halkını aciz bıraktı, (mahlukat bunları ihata edemez, anlayamaz)
*İman edici, tasdik edici ve kabullenici olduğumuz halde biz deriz ki "Allah Teala İbrahim (Aleyhisselamı) halil (dost) edindi, Musa (Aleyhisselam) ile bir çeşit konuşmakla konuştu."
♦ Melekler (in varlığına), peygamberlere ve peygamberlere indirilen kitaplara iman ederiz. Şahidlik ederiz ki o peygamberler aşikare hak üzeredirler.
11- Kıble ehlini, peygamberimizin (Sallallahu aleyhi ve sellemin) getirdiği hükümleri itiraf ettiği müddetçe, söylediklerini, haber verdiklerini tasdik ettikleri (onlara inandıkları) müddetçe (kıble ehlini) "Müslüman", "Mü'min" diye isimlendiririz.
Allah’ın Zatı hakkında derine dalıp konuşmayız. Allah'ın dininde çekişme yapmayız. Kuran hakkında birbirimizle mücadele etmeyiz. Şahidlik ederiz ki Kur'an, alemlerin sahibi olan Allah’ın kelamıdır. Onu, Cebrail as. vasıtasıyla indirdi. Onu peygamberlerin Efendisine (Muhammed aleyhisselama) öğretti. Allah’ın rahmeti onun ve ehlinin tamamının üzerine olsun.
Kur'an Allah’ın kelamıdır. Mahlukatın kelamından hiçbir şey ona eşit değildir. Kur'an'ın, mahluk olduğuna hükmetmeyiz.
Müslümanların cemaatine muhalefet etmeyiz. Günahı helal kabul etmediği müddetçe ehli kıbleden hiçbir kimseyi, günah işlemesi sebebiyle küfre nisbet etmeyiz. 'Bilerek günah işleyene, günah zarar vermez' demeyiz. (mesuliyeti olur ve cezasını görebilir) Müslümanlardan iyilik yapanlar için günahlarının affedilmesini. Allah’ın rahmetiyle onları cennete girdirmesini umarız.
Müminler için Allah’ın azabından emin olmayız. Onların doğrudan Cennette olduklarına şehadet etmeyiz, günahları için mağfiret isteriz, onların akıbeti hakkında korkarız, onlara ümit kestirmeyiz.
Emin olmak ve ümit kesmek halleri, kişiyi İslam dininden çıkarır. Ehli kıble için hak yol ikisinin arasıdır. (Korku ile ümit arasında)
Kul imandan ancak, kendisini imana dahil eden şeyi inkar etmekle çıkar. (İman maddelerinden sayılan hükümleri inkar, küfürdür)
12- İman dil ile ikrar (söylemek) kalb ile (bunları) tasdiktir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellemden) sahih rivayetlerle şeriattan ve açıklanarak gelenlerin tamamı haktır. İman tektir. İman ehli imanın aslında eşittirler. Aralarındaki üstünlük korku, takva, nefse muhalefet ve evla olana (daha faziletlisine) yapışmakladır.
* Bütün müminler Rahman Teala'nın dostlarıdır. Allah indinde en değerlisi Kur'an'a en çok boyun eğeni ve tabi olanıdır.
* İman: Allah’a, meleklerine, kitaplarına. Peygamberlerine, ahiret gününe, kaderin hayırlısının şerlisinin, tatlısının ve acısının Allah tarafından olduğuna inanmaktır. Biz bu sayılanların tamamına inanırız. Peygamberlerinin hiçbirisinin arasını ayırmayız. (Hepsine inanırız) Tamamını getirdikleri haberlerde tasdik ederiz. (Hepsi Allah tarafından vazifeli idiler)
13- Ümmet-i Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellemden) büyük günah işleyenler; tevhid ehli oldukları halde ölünce, tevbe etmeseler bile, iman edici ve Allah'ı bildikleri halde Allah’a kavuştuktan sonra; Cehennemde ebedi kalmazlar.
* Büyük günah işleyenler. Allah’ın dilemesinde ve hükmündedir. Dilerse onları mağfiret eder (bağışlar) ve onları fazl u keremiyle affeder. Kur'an-ı Kerim'de Allah azze ve celle bu hususta şöyle buyurduğu gibi 'Şirkten başka günahları dilediğinden affeder' Dilerse onları adaletiyle cezalandırır. Sonra onları (ya) rahmetiyle, (veya) taat ehlinden olan şefaat edenlerin şefaatıyla Cehennemden çıkarır, sonra onları Cennetine gönderir. Bu durum şundan ki Allah Teala, kendisini bilenlerin velisidir. (Onları kayırır) Onları iki cihanda hidayetinden sapan, dostluğuna kavuşamayan inkarcılar gibi yapmadı.
Ey İslam'ın ve ehlinin velisi Allah’ım! Sana kavuşana kadar bizi, İslam üzere sabit eyle!
Ehli kıbleden günahkar ve iyi kişilerin peşinde namaz kılmayı ve bu kişilerin üzerine cenaze namazı kılmayı caiz görürüz. Ehli kıbleden hiçbir kimseyi Cennete ve Cehenneme indirmeyiz. (Girdirmekte kesin konuşmayız) Küfür, şirk ve nifaktan bir şey onlarda zahir olmadıkça bunların aleyhine küfürle, şirkle, nifakla şahidlik etmeyiz. Onların gizli hallerini Allah’a havale ederiz.
Ümmeti Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellemden) hiçbir kimseye silah çekmeyi caiz görmeyiz, ancak kılıç çekilmesi vacib olanlar müstesnadır. (İslam’a karşı savaşanlar, dinden çıkanlar, v.s.)
14- İdareciler ve işlerimizi yürüten (Din ehli) valilere karşı isyan edip çıkmayı, onlar zulmedici olsalar bile caiz görmeyiz. Onların aleyhine beddua etmeyiz. (Ehli İslam olan idarecilerin ıslahına çalışılır, kargaşalık çıkarılmaz.)
♦ O idarecilerin taatından elimizi çekip almayız (onlara itaat etmeye devam ederiz.) Allah’a itaatten ötürü onlara itaati; bize günahı emretmedikleri müddetçe, farz görürüz. Onlara salah (iyilik) ve afiyet içinde bulunmalarıyla dua ederiz.
* Sünnet ve cemaate tabi oluruz. Dağılmak, ihtilaf ve parçalanmaktan çekiniriz. Adalet ve emanet ehlini severiz. Zulüm ve hıyanet ehline buğz ederiz (onları sevmeyiz).
“Allah, bize bilinmesi şüpheli olan şeyleri en iyi bilendir” deriz.
Hadis-i şeriflerde geldiği gibi yolculukta ve ikamet halinde mestler üzerine mesh etmeyi caiz görürüz. (Şiiler çıplak ayak derisine mesh ederek sapmışlardır)
Kıyamet vaktine kadar, Mü'minlerin iyi kötü sultanlarıyla birlikte hac ve cihad devam eder. Bu ikisini hiçbir şey iptal edemez ve kaldıramaz.
Kiramen katibin (sevap ve günahları yazıcı) meleklerine inanırız. Muhakkak Allah onları bizim üzerimizde (amellerimizi) koruyucu yaptı. Alemdeki canlıların ruhlarını almakla görevli ölüm meleğine (Azrail aleyhisselama) inanırız.
* Hak edene kabirde azab olacağına inanırız. Kabirde münker ve nekir diye isimlendirilen iki meleğin, kişiye Rabbisinden, dininden, Peygamberinden sorgusunun hak olduğuna inanırız. Bu hallerin hepsi Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellemden) gelen hadisi şerifler ve Ashabtan (Allah hepsinden olsun) gelen haberlere göre (sabit) olduğuna inanırız.
15- Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur. (Hadisi şerif bunu böyle beyan etmiştir.)
• Öldükten sonra dirilmeye, kıyamet gününde amellerin karşılığının verileceğine, amellerin (huzuru ilahiye) arz edilmesine, hesaba çekilmeye, amel defterlerinin okunması, sevap verilmesi, azap edilmesi, sırat ve teraziye inanırız.
* Cennet ve cehennem yaratılmışlardır; ebediyyen yok olmazlar, zail olmazlar. Allah Teala mahlukatı (canlıları) yaratmadan evvel Cennet ve Cehennemi yarattı. Cennet ve Cehennem ehlini yarattı. Kimin Cennete girmesini dilerse bu, Allanın fazlındandır. Kimin Cehenneme girmesini dilerse bu, Allah’ın adaletindendir. Herkes kendisine tayin edileni yapar ve kendisi için yaratılana gider. Hayır ve şer kullar üzerine (Allah tarafından) takdir edilmiştir. (Kesb eden -sevabı günahı kazanan- kuldur, -fiili- yaratan Allah’tır)
* Mahlukun kendisiyle vasıflanmasının caiz olmadığı Tevfik (Allah'ın yardım ve başarı vermesi) gibi işi meydana getiren güç, iş ile beraberdir. (Fiili yapacağı anda ona bu kuvvet verilir.)
* Sıhhat, takat, imkan bulmak, aletlerin salim olması kabilinden olan istitaata (kuvvet ve güce) gelince bu fiilden evvel bulunur. Bu istitaat sebebiyle ilahi teklifler kul ile alakalanır. (kul mükellef tutulur) Allah Teala'nın şu ayetinde buyrulduğu gibi "Allah, hiç kimseye gücü yetineceğinden başkasını yüklemez (teklif etmez, vermez)" (Bakara, 286)
16- Kulların fiilleri. Allah’ın mahlukudur, kul tarafından kesbtir. (Kulun iradesi ancak fiili kesb iledir. Yaratılması Allah tarafındandır.) Allah kullara ancak takatları yeteni teklif etti. Kullar ancak Allah’ın teklif ettiği (vazifelere) güç getirirler. Bu açıklama "Günahtan dönüş, ibadete takat ettirmek, ancak Allah’ın yardımıyladır" sözünün izahıdır.
Biz deriz ki: Hiç kimse İçin çare, hareket ve günahtan dönüş yok. (Bunlar) Ancak Allah’ın yardımıyla vardır. Hiç kimse için Allah’a kulluğu ikame etmek (yerine getirmek) ve taat üzere sabit kalmak yok, ancak Allah Teala’nın muvaffak (başarılı) kılmasıyla (bunlar) vardır. (Kulunu razı olduğu şeye ulaştırır.)
Her şey Allah'ın iradesiyle, ilmi ile, hükmü ve kudretiyle cereyan eder. Allah’ın dilemesi diğer bütün meşiyyetlere (istemelere) galib geldi. Allah'ın hükmü diğer bütün çarelere üstün geldi. Dilediğini yapar, asla zalim değildir. Her türlü çirkinlik ve zararlardan paktır (temizdir). Her türlü ayıp ve noksanlıklardan temizdir. "Allah yaptığından sorulmaz. Halbuki kullar mes'uldür."
♦ Dirilerin duası ve sadakalarında, ölüler için faideler vardır. Allah dualara icabet eder. İhtiyaçları giderir. Her şeye sahiptir, O'na hiç bir kimse sahip olamaz. Allah'tan, göz kırpması kadar azıcık bir an bile ihtiyaçsız kalınmaz. Kim Allah'tan göz kırpması kadar ihtiyaçsız kaldığına inanırsa, muhakkak kafir olur ve helak ehlinden olur.
Allah buğz eder, razı olur. Fakat mahlukattan her hangi birinin buğz ve rızası gibi değildir. (Bunlardan gaye muraddır. Yani bunların gereğini yapar.)
17- Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellemin) Ashabını severiz. Onlardan hiç birinin sevgisi hususunda aşırı gitmeyiz, onlardan hiç birinden uzak olmayız. (Hepsini Allah'ın razı oldukları Ashab olarak kabul ederiz. Hz. Ali ile Hz Muaviye'yi ayırmayız.) Onlara buğz edene buğz ederiz, onları hayırsız şekilde söyleyene de buğz ederiz. Onları ancak hayırla anarız. Onları sevmek dindir, imandır. İyiliktir. Onlara buğz küfür, nifak ve tuğyandır. (Onları seven, Resulullah Sallallahu aleyhi ve sellemi sevdiği için sever. Onlara buğz eden. Resulullah Sallallahu aleyhi ve selleme buğz ettiği için buğz eder.)
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellemden) sonra halifeliği evvela Ebu Bekri-s Sıddık (Radıyellahu anhu) için, onu diğer bütün ümmet üzerine faziletli kılmak için, sonra Ömer (Radıyellahu anhu) için, Sonra Osman (Radıyellahu anhu) için, Sonra Ali (Radıyellahu anhu) için sabit kılarız. Onlar Hulefa-i Raşidin ve hidayette olan İmamlardır. (Kendilerine tabi olanları da hidayete ulaştırmışlardır.)
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellemin) isimlerini söyleyip kendilerini müjdelediği on kişi için, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellemin) onlar üzerine olan şahidliğine dayanarak bizde onların Cennetlik olduğuna şahidlik ederiz. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellemin) sözü haktır. Onlar: Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Sa'd, Said. Abdurrahman ibni Avf, Ebu Ubeyde bin Cerrah - ki bu zat ümmetin eminidir- Allah hepsinden razı olsun.
Kim sözünü, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) Ashabı ve her türlü kirden tertemiz olan Zevceleri ve her türlü pislikten pak olan Sülalesi hakkında güzel söylerse, o kişi nifaktan beri olur.
18- Sabıkinden (evvel olan) olan ilk alimler, tabiinden olan ve onlardan sonra gelen hayır ve eser (hadis, haber) ehli olan, fıkıh ve rivayet ehli olan alimler, ancak güzellikle anılırlar. Onları kötülükle zikreden kişi, hak yolun dışındadır.
Velilerden hiç birini, Peygamberlerden hiçbiri üzerine "üstün" saymayız. "Bir peygamber bütün velilerden üstündür" deriz.
Velilerin kerametlerinden gelen, itimadlı alimler tarafından yapılan rivayetlere inanırız.
* Kıyamet alametlerine inanırız. Onlar: Deccalın çıkması, Meryemoğlu İsa'nın Aleyhisselamın gökten inmesi, güneşin battığı yerden doğması, Dabbetül arzın yerden çıkmasıdır. (Üç tane de yer batması haber verilmiştir.)
Kahin, müneccim ve Kitap, Sünnet ve İcma-ı Ümmete zıt bir şey iddia eden şahısları tasdik etmeyiz.
Cemaatı hak ve doğru buluruz. Parçalanmayı eğrilik ve azab görürüz. (Allah’ın rahmeti cemaat üzerindedir.)
* Allah’ın dini göklerde ve yerde tektir. O İslam dinidir. "Allah indinde din İslam'dır" "Sizin için din olarak İslam’dan razı oldum" İslam dini, azgınlık ve noksan kalmanın arasında, benzetme ve bir şey yapamama, zorlayıcı ve kaderin esiri, emin olmak ve ümitsiz olmak arasında hak yoldur. (Bunlarda hak olan orta yoldur.)
Şu anlatılanlar, bizim açık ve batın dinimiz ve itikadımızdadır. Bizler Allah'a her türlü açıkladığımız muhalefetlerden sığınırız. Allah'tan bizi İman üzere sabit kılmasını dileriz. Bizi çeşitli hevalardan, muhtelif görüşlerden, düşük mezheblerden korumasını dileriz. Bu mezhebler: Müşebbihe, mu'tezile, cehmiyye, cebriye, kaderiyye ve (şia, hariciye vs.) başkaları gibi: Bunlar, Sünnet ve Cemaate muhalefet eden, delalette toplaşan mezheblerdir.
Biz ehli sünnet ve'l cemaat, onlardan uzağız. Onlar bize göre dalalette ve düşüklüktedirler, değersizdirler.
Muhafaza olunmak ve başarıya ulaşmak, ancak Allah’ın yardımıyladır.
1- Bütün hamdler (övmeler, medhetmeler, şükürler) alemlerin rabbi olan Allah içindir. Ziyade (büyük) alim huccet'ul İslam Ebu Caferini'l Verrakut Tahavi El Mısrî (Rahmetullahi aleyh)
2- Şu (kitap) İslam milletinin kılavuzları olan Ebu Hanife Numan ibni Sabit El Kufi, Ebu Yusuf Yakub ibni İbrahim El Ensari ve Ebu Abdullah Muhammed ibni El Hasen eş Şeybani Hazretlerinin mezhebi üzeredir. Ehli sünnet vel cemaat akaidinin zikrini beyan eden ve dinin asıllarından inanılması lazım olan ve onunla alemlerin rabbisine kulluk yapılan şeyin açıklaması hakkındadır.
3- Allah’ın başarıya ulaştırmasını itikad ettiğimiz halde Allah'ın bir olması hususunda deriz ki: Allah ortağı olmayan tektir. O'nun misli (benzeri) hiç bir şey yoktur. O'nu aciz bırakacak hiçbir şey yoktur. O'ndan başka ilah yoktur. Evveli olmayan kadîmdir. Sonu olmayan daimdir. Fani ve yok olmaz. Ancak O'nun dilediği olur. Vehimler (düşünceler) O'na ulaşamaz. Anlayışlar O'nu idrak edemez. O mahlukata benzemez. Ölmeyen diridir. Uyumayan kayyumdur. (Her şeyi ayakta tutar) (KAYYÛM: Varlığı ve diriliği her an için olup, gökleri, yerleri her an için tutan, daimi her şeye her hususta iktidarı olan Allah.)
Muhtaç olmayan yaratıcıdır. (Mahlukatını yaratmada bir şeye muhtaç olmadı. Onları yaratmaya da muhtaç değildir.) Sıkıntı çekmeden rızık vericidir. Korkusuzca öldürür. Meşakkatsiz (güçlük çekmeden) yeniden diriltir. Mahlukatı yaratmadan evvel kadîm olduğu halde sıfatları ile daimdir (devam eder).
4- Mahlukatın olmasıyla, daha evvel olmayan bir sıfatla sıfatlanarak ziyadeleşmedi (sıfatlarında artma olmadı). Nasıl ki sıfatlarıyla ezeli idi; aynı şekilde o sıfatlarla ebediyyen zail olmaz (tükenmez). Mahlukatı yaratmasından beri (sonra) "Halik" ismini almış değildir. Ezelden beri haliktır. Mahlukatı ihdas etmesiyle (meydana getirmesiyle) "Bari" ismini almış değildir. (Ezelden beri bu vasıfları mevcuttur.) Onda rablik (besleyen, yetiştiren, terbiye eden) vasfı vardır. Merbub vasfı yoktur. (Terbiye edendir, başkasının terbiyesi altında olan değildir) Halik vasfı vardır, mahluk vasfı yoktur. (Yaratıcıdır, yaratılmış değildir) Bütün mahlukatı yarattıktan sonra ölüleri dirilttiği gibi "Muhyi" ismini, onları daha diriltmeden evvel hak etti. Şöyle ki Allah, her şeye gücü yeter. Her şey O'na muhtaçtır. Her iş O'nun üzerine çok kolaydır. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. "Onun misli gibi bir şey yoktur, o işitendir görendir." (Şura Suresi Ayet 11)
* "Mahlukatı ilmi ile yarattı", onlara kaderler takdir etli. Onlara eceller tayin etti. Onları yaratmadan evvel ona hiç bir şey gizli değildi. onları yaratmadan ne yapacaklarını bildi, kendisine itaatle emretti, kendisine isyandan nehyetti (yasakladı). Her şey O'nun takdiri ve dilemesiyle deveran eder (döner dolaşır, devreder). O'nun dilemesi geçerlidir. Kullar için ancak O'nun dilediğini dilemek vardır. Kullar için neyi dilerse o olur, dilemediği olmaz. (Kul istediği şeyin meydana gelmesine kadir değildir, ancak Allah, o şeyi dilerse meydana gelir. Kulun isteği Allah’ın rızasına uygun ise o şeyden sevap kazanır. Eğer Allah’ın rızasına uygun değilse kul sorumlu olur.)
5- Dilediğini hidayete ulaştırır, fazl u keremiyle (iyilik ve cömertliğiyle) korur ve afiyet (sağlık ve sıhhat) verir, dilediğini saptırır. Adaletiyle hızlanda (yardımsız) bırakır ve imtihan eder. Herkes, Allah’ın fazl u keremi ile adaleti arasında Allah’ın dilemesinde gidip gelir. (Onun dilemesiyle birinden, diğerine intikal edebilir.)
* Zıddı olmaktan ve dengi olmaktan yücedir. Hükmünü geri çevirecek yoktur. Hükmünü takib edip (arkaya bırakacak) kimse yoktur. Emrine üstün gelecek yoktur, bunların tamamına iman ettik ve hepsinin Allah’ın tarafından olduğunu kesinen kabullendik.
* Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem), onun seçilmiş kulu, peygamberi ve razı olunmuş resulüdür. Ve Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) peygamberlerin sonuncusudur, takva sahiplerinin imamıdır, gönderilen resullerin efendisidir. Alemlerin rabbisinin sevgilisidir. Ondan sonra yapılacak her nübüvvet iddiası batıl ve nefsanidir. (Hak ve hidayetle, nur ve aydınlıkla bütün cinlere ve mahlukatın tamamına gönderilmiştir.)
* Muhakkak Kuran, Allah’ı kelamıdır. Söz olarak keyfiyeti bilinmez bir şekilde ortaya çıktı, onu Resulüne (aleyhissellama) vahy olarak indirdi, müminler bu şekilde hak olarak onu tasdik ettiler. Yakinen (şüphesi olmayan kesin bir bilgiyle) inandılar ki Kur'an, hakikatten Allah’ın kelamıdır. Mahlukatın kelamı gibi mahluk (yaratılmış) değildir. Kim Kur'an'ı işitir de "O insan kelamıdır" derse, muhakkak kafir olur. Muhakkak Allah Teala o kişiyi zemmetti, ayıpladı ve onu sekar isimli ateşe atmayı vaad etti. "Onu yakında Sekar'a girdireceğim" (Müddessir 26)
Ne zaman ki "O Kuran ancak beşer sözüdür" (Müddessir, 25) diyeni, Allah Teala Sekar'Ia tehdit edince, bildik ve kesin anladık ki o Kuran, beşeri yaratanın sözüdür, beşer sözüne benzemez.
6- Kim Allah’ı beşer sıfatlarından bir sıfatla vasıflandırırsa, muhakkak kafir olur. Her kim buna bakar da ibret alırsa, böyle kafirce sözünden geri durur ve bilir ki Allah, sıfatıyla beşer gibi değildir.
• Keyfiyeti bilinmeksizin, kuşatma olmaksızın, cennet ehli için Allah’ı görmek haktır. Rabbimizin kitabı bunu beyan etliği gibi "O gün bir takım yüzler parıldar, rablerine doğru bakıcıdırlar" (Kıyamet suresi, 22-23.)
Bu ayetin tefsiri Allah’ın irade ettiği ve ilmi üzeredir. Bu hususta Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellemden) gelen sahih hadislerin tamamı, Efendimizin buyurduğu (Kasd ettiği) gibidir. Manası, irade ettiği gibidir. Bu hususta kendi görüşümüzle yorum yapıcı olarak meseleye dahil olmayız ve kendi nefsimizle kuruntulanmayız. Çünkü kişi dininde ancak, aziz ve celil olan Allah’a ve Resulüne işi havale ederse ve kendisine karışık gelen işi bilenine havale ederse emin olur. (Manasını bilemediği ayet ve hadislerde, "Allah ve Resulünün indinde nasıl ise öyle inandım" demelidir.)
* İslam adımı (ayakları) ancak teslim ve kabullenmek sırrına basmakla sabit olur. (tam teslim olmakla) Kim ki bilinmesi kendisinden men olunan (yasaklanan) müteşabihatı (Allah'ın eli gibi benzetme ve misal verme yoluyla söylenen kelamları) bilmeyi taleb ederse, teslimiyetle anlayışı kani olmasa (tatmin olmasa), bu gayesi onu halis (katışıksız, tertemiz) tevhidden, sırf marifetullahtan ve sahih imandan engeller (ona mani olur), küfür ile iman arasında, tasdik ve yalanlamak arasında, ikrar ve inkar arasında vesveselenmiş, şaşkın, ayakları kaydığı halde; ne iman edici ve ne tasdik edici, ne de inkarcı ve yalanlayıcı olduğu halde bocalar, gidip gelir.
7- Ehli İslam'ın, Cennette Allah’ı görmeleri meselesine iman: Vehmi (aslı olmayan düşünceler) ile meseleye bakıp, onu kendi anlayışı ile yorumlayan kişi için sahih (doğru ve isabetli) olmaz. Çünkü Allah’ı görmeyi ve Rabbu'l Alemine nisbet edilen her bir manayı te'vil etmek, te'vili terk etmektir (tevil yapılmamalıdır), meseleyi (olduğu gibi) kabullenmektir. (tevil: kaynaklara bakarak manasını bulmaya çalışmak, aslına uygun yorumlamak) Mü'minlerin dini, bunun üzerine sabittir (üzerindedir, doğruluğu öylece ortadadır). Nefy etmekten (vasfı yok saymaktan) ve teşbih etmekten (bir şeve benzetmekten) sakınmayan kayar, tenzih hususunda (Allah Teala"yı noksan sıfatlardan pak etmekte) isabet edemez. (tenzih: Allah`ı her çeşit kusur, noksan ve ortaktan uzak bilip söylemek.) Çünkü aziz ve yüce olan rabbimiz, vahdaniyet (tek ve benzersizlik) sıfatlarıyla ve teklik sıfatlarıyla vasıflanmıştır. Bu manada olan (yani tek ve benzersiz olan) mahlukattan hiç bir şey yoktur.
* Allah, sınır, son, azalar ve alet ve edevattan yücedir, münezzehtir. (Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.) Diğer yaratılan her şeyi kuşattığı gibi altı yön (ön-arka-alt-üst-sağ-sol), Allah’ı kuşatamaz.
* Mir'ac (Peygamberimizin cismen yükselip Rabbısıyla mülaki olması) haktır. Muhakkak Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz gece yürütüldü. (Gece Mekke'den Kudüs'e kadar vasıta ile götürüldü) Uyanık iken şahsı ile göklere yükseltildi. Allah dilediği şeyleri ona ikram etti ve ona dilediğini vahy etti. “Kalb, gördüğü şeyleri yalanlamadı” (Necm Suresi II. Ayet)
Dünya ve ahrette Allah’ın rahmeti ve selamı O'nun üzerine olsun.
8- Allah Teala’nın Peygamberimizin ümmetine rahmet olarak ikram ettiği havz-ı kevser (Mahşer yerinde bulunan Kevser Havuzu) haktır.
* Hadis-i şeriflerde rivayet edildiği gibi peygamberimizin ümmeti için sakladığı şefaat haktır.
• Adem (Aleyhisselam) ve zürriyetinden, Allah’ın aldığı sağlam söz haktır.
* Muhakkak Allah Teala, ezelde, Cennette gireceklerin ve Cehenneme gireceklerin adedini bir anda, toptan (Hepsini) bildi. Sonradan bu sayıda, artma ve eksilme olmaz. Kulların yapacağı işlerde de durum böyledir. (Ezelde o fiillerin hepsini bildi) herkes kendisi için yaratılana imkan bulur. (Ancak onu yapabilir)
• Amellerde itibar neticelerinedir. (Son nefesi iman ile tamamlarsa, iyiliklerinin sevabına kavuşur)
• Cennetlik olan, Allah’ın hükmü ile cennetliktir. Cehennemlik olan da Allah’ın hükmü iledir.
Kaderin aslı Allah’ın mahlukatında gizlediği sırrıdır. Bu sırra ne en yakın bir melek, ne de gönderilen bir peygamber haberdar olamaz. Bu meselede derine daldırmak, akıl ve fikir yürütmek, mahrumiyete (yoksun kalmaya) vesiledir, mahrumiyet merdivenidir, azgınlık derecesidir. Bu kader meselesinden, akıl ve fikir yürütmek, vesveseye düşmek bakımından şiddetle sakın. Çünkü Allah Teala, mahlukatından kaderi bilmeyi gizledi ve kullarını, kendi maksadını anlamaktan nehyetti. (Tasdik etmemizi istedi) Kur’an-ı Kerim, Enbiya Suresinde 23. ayette buyurduğu gibi "Allah, yaptığından sorumlu tutulamaz; kullar ise (yaptıklarından) sorguya çekileceklerdir" Kim "niçin böyle yaptı" diye sorarsa, muhakkak o kitabın hükmünü reddetmiştir. Kim kitabın hükmünü reddederse, kafirlerden olur.
9- Şu açıklamalar, Allah dostlarından kalbi nurlu olan kişinin ihtiyaç duyduğu şeyin özüdür. Bu, ilimde derinleşmiş alimlerin derecesidir. Çünkü ilim ikidir. Mahlukatta bulunan ilim, mahlukatta bulunmayan ilim (kaderle alakalı ilim). Mahlukatta bulunan ilmi inkar küfürdür. Mahlukatta bulunmayan ilmi bildiğini iddia etmek de küfürdür. İman ancak, mevcud (din) ilimlerini kabul; mahlukatta olmayan (kader gibi) ilimleri talep etmeyi terk ile sabit olur. (Kader konusunu fazla kurcalamak doğru değildir.)
♦ Levh-i mahfuz'a (olmuş ve olacak her şeyin, bütün yaratılmışların yazılı bulunduğu levhaya), kalem'e ve levh-i mahfuz'da yazılanların tamamına iman ederiz. Bütün mahlukat, Allah’ın levh-i mahfuzda "olacağını" yazdığı şeyi değiştirmek için, olmaması için toplaşsalar, buna güç yetiremezler; şayet Allah’ın levhada "olmayacaktır" diye yazdığı şeyi yapmak için bütün mahlukat toplaşsa, buna da kadir olamazlar.
* Kalem kıyamete kadar olacakları yazdı. Kuldan sapan (ona değmeyen) şey kula isabet etmez, kula isabet eden şey kuldan sapmaz (ona mutlaka dokunur.)
* Kul üzerine; Allah’ın ilminin, mahlukundan her olacak şeyleri bilmekle ezelde geçtiği (sabit olduğunu) bilmesi vacibtir ve her şeyi sağlam, muhkem bir ölçü ile taktir ettiğini (bilmek de vacibtir). Bu hususta mahlukatından hiçbir bozup atan, geri bırakan, yok eden, değiştirici, tahvil eden, noksanlaştıran ve ziyadeleştiren, yerlerde ve göklerde (hiç kimse) yoktur.
10- İşte bu durum, iman bağında, marifet asıllarında, Allah’ın vahdaniyetini ve rububiyyetini (her şeyi kaplaması ve idaresi altına almasını/aldığını) itiraftan (kabullenmekten) dolayıdır. Allah’ın şu ayetinde olduğu gibi "Allah her şeyi yarattı ve bir ölçü üzere onu takdir etti” (Furkan, 2) "Allah’ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir" (Ahzab, 38)
• Yazıklar olsun o kimseye ki kader meselesinde Allah’a düşman oldu, görüşünü hazır ederek kader meselesinde hasta bir kalp hazırladı. Muhakkak gaybı araştırmada vehmiyle çok gizli, tamamen örtülü sırları araştırmaya girişti ve bu hususta iftiracı günahkara döndü.
* Arş ve kürsi haktır. Allah Arştan ve daha düşüklerinden ihtiyaçsızdır. Her şeyi ve Arşın üstünü de kuşatıcıdır. İhatadan, halkını aciz bıraktı, (mahlukat bunları ihata edemez, anlayamaz)
*İman edici, tasdik edici ve kabullenici olduğumuz halde biz deriz ki "Allah Teala İbrahim (Aleyhisselamı) halil (dost) edindi, Musa (Aleyhisselam) ile bir çeşit konuşmakla konuştu."
♦ Melekler (in varlığına), peygamberlere ve peygamberlere indirilen kitaplara iman ederiz. Şahidlik ederiz ki o peygamberler aşikare hak üzeredirler.
11- Kıble ehlini, peygamberimizin (Sallallahu aleyhi ve sellemin) getirdiği hükümleri itiraf ettiği müddetçe, söylediklerini, haber verdiklerini tasdik ettikleri (onlara inandıkları) müddetçe (kıble ehlini) "Müslüman", "Mü'min" diye isimlendiririz.
Allah’ın Zatı hakkında derine dalıp konuşmayız. Allah'ın dininde çekişme yapmayız. Kuran hakkında birbirimizle mücadele etmeyiz. Şahidlik ederiz ki Kur'an, alemlerin sahibi olan Allah’ın kelamıdır. Onu, Cebrail as. vasıtasıyla indirdi. Onu peygamberlerin Efendisine (Muhammed aleyhisselama) öğretti. Allah’ın rahmeti onun ve ehlinin tamamının üzerine olsun.
Kur'an Allah’ın kelamıdır. Mahlukatın kelamından hiçbir şey ona eşit değildir. Kur'an'ın, mahluk olduğuna hükmetmeyiz.
Müslümanların cemaatine muhalefet etmeyiz. Günahı helal kabul etmediği müddetçe ehli kıbleden hiçbir kimseyi, günah işlemesi sebebiyle küfre nisbet etmeyiz. 'Bilerek günah işleyene, günah zarar vermez' demeyiz. (mesuliyeti olur ve cezasını görebilir) Müslümanlardan iyilik yapanlar için günahlarının affedilmesini. Allah’ın rahmetiyle onları cennete girdirmesini umarız.
Müminler için Allah’ın azabından emin olmayız. Onların doğrudan Cennette olduklarına şehadet etmeyiz, günahları için mağfiret isteriz, onların akıbeti hakkında korkarız, onlara ümit kestirmeyiz.
Emin olmak ve ümit kesmek halleri, kişiyi İslam dininden çıkarır. Ehli kıble için hak yol ikisinin arasıdır. (Korku ile ümit arasında)
Kul imandan ancak, kendisini imana dahil eden şeyi inkar etmekle çıkar. (İman maddelerinden sayılan hükümleri inkar, küfürdür)
12- İman dil ile ikrar (söylemek) kalb ile (bunları) tasdiktir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellemden) sahih rivayetlerle şeriattan ve açıklanarak gelenlerin tamamı haktır. İman tektir. İman ehli imanın aslında eşittirler. Aralarındaki üstünlük korku, takva, nefse muhalefet ve evla olana (daha faziletlisine) yapışmakladır.
* Bütün müminler Rahman Teala'nın dostlarıdır. Allah indinde en değerlisi Kur'an'a en çok boyun eğeni ve tabi olanıdır.
* İman: Allah’a, meleklerine, kitaplarına. Peygamberlerine, ahiret gününe, kaderin hayırlısının şerlisinin, tatlısının ve acısının Allah tarafından olduğuna inanmaktır. Biz bu sayılanların tamamına inanırız. Peygamberlerinin hiçbirisinin arasını ayırmayız. (Hepsine inanırız) Tamamını getirdikleri haberlerde tasdik ederiz. (Hepsi Allah tarafından vazifeli idiler)
13- Ümmet-i Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellemden) büyük günah işleyenler; tevhid ehli oldukları halde ölünce, tevbe etmeseler bile, iman edici ve Allah'ı bildikleri halde Allah’a kavuştuktan sonra; Cehennemde ebedi kalmazlar.
* Büyük günah işleyenler. Allah’ın dilemesinde ve hükmündedir. Dilerse onları mağfiret eder (bağışlar) ve onları fazl u keremiyle affeder. Kur'an-ı Kerim'de Allah azze ve celle bu hususta şöyle buyurduğu gibi 'Şirkten başka günahları dilediğinden affeder' Dilerse onları adaletiyle cezalandırır. Sonra onları (ya) rahmetiyle, (veya) taat ehlinden olan şefaat edenlerin şefaatıyla Cehennemden çıkarır, sonra onları Cennetine gönderir. Bu durum şundan ki Allah Teala, kendisini bilenlerin velisidir. (Onları kayırır) Onları iki cihanda hidayetinden sapan, dostluğuna kavuşamayan inkarcılar gibi yapmadı.
Ey İslam'ın ve ehlinin velisi Allah’ım! Sana kavuşana kadar bizi, İslam üzere sabit eyle!
Ehli kıbleden günahkar ve iyi kişilerin peşinde namaz kılmayı ve bu kişilerin üzerine cenaze namazı kılmayı caiz görürüz. Ehli kıbleden hiçbir kimseyi Cennete ve Cehenneme indirmeyiz. (Girdirmekte kesin konuşmayız) Küfür, şirk ve nifaktan bir şey onlarda zahir olmadıkça bunların aleyhine küfürle, şirkle, nifakla şahidlik etmeyiz. Onların gizli hallerini Allah’a havale ederiz.
Ümmeti Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellemden) hiçbir kimseye silah çekmeyi caiz görmeyiz, ancak kılıç çekilmesi vacib olanlar müstesnadır. (İslam’a karşı savaşanlar, dinden çıkanlar, v.s.)
14- İdareciler ve işlerimizi yürüten (Din ehli) valilere karşı isyan edip çıkmayı, onlar zulmedici olsalar bile caiz görmeyiz. Onların aleyhine beddua etmeyiz. (Ehli İslam olan idarecilerin ıslahına çalışılır, kargaşalık çıkarılmaz.)
♦ O idarecilerin taatından elimizi çekip almayız (onlara itaat etmeye devam ederiz.) Allah’a itaatten ötürü onlara itaati; bize günahı emretmedikleri müddetçe, farz görürüz. Onlara salah (iyilik) ve afiyet içinde bulunmalarıyla dua ederiz.
* Sünnet ve cemaate tabi oluruz. Dağılmak, ihtilaf ve parçalanmaktan çekiniriz. Adalet ve emanet ehlini severiz. Zulüm ve hıyanet ehline buğz ederiz (onları sevmeyiz).
“Allah, bize bilinmesi şüpheli olan şeyleri en iyi bilendir” deriz.
Hadis-i şeriflerde geldiği gibi yolculukta ve ikamet halinde mestler üzerine mesh etmeyi caiz görürüz. (Şiiler çıplak ayak derisine mesh ederek sapmışlardır)
Kıyamet vaktine kadar, Mü'minlerin iyi kötü sultanlarıyla birlikte hac ve cihad devam eder. Bu ikisini hiçbir şey iptal edemez ve kaldıramaz.
Kiramen katibin (sevap ve günahları yazıcı) meleklerine inanırız. Muhakkak Allah onları bizim üzerimizde (amellerimizi) koruyucu yaptı. Alemdeki canlıların ruhlarını almakla görevli ölüm meleğine (Azrail aleyhisselama) inanırız.
* Hak edene kabirde azab olacağına inanırız. Kabirde münker ve nekir diye isimlendirilen iki meleğin, kişiye Rabbisinden, dininden, Peygamberinden sorgusunun hak olduğuna inanırız. Bu hallerin hepsi Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellemden) gelen hadisi şerifler ve Ashabtan (Allah hepsinden olsun) gelen haberlere göre (sabit) olduğuna inanırız.
15- Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur. (Hadisi şerif bunu böyle beyan etmiştir.)
• Öldükten sonra dirilmeye, kıyamet gününde amellerin karşılığının verileceğine, amellerin (huzuru ilahiye) arz edilmesine, hesaba çekilmeye, amel defterlerinin okunması, sevap verilmesi, azap edilmesi, sırat ve teraziye inanırız.
* Cennet ve cehennem yaratılmışlardır; ebediyyen yok olmazlar, zail olmazlar. Allah Teala mahlukatı (canlıları) yaratmadan evvel Cennet ve Cehennemi yarattı. Cennet ve Cehennem ehlini yarattı. Kimin Cennete girmesini dilerse bu, Allanın fazlındandır. Kimin Cehenneme girmesini dilerse bu, Allah’ın adaletindendir. Herkes kendisine tayin edileni yapar ve kendisi için yaratılana gider. Hayır ve şer kullar üzerine (Allah tarafından) takdir edilmiştir. (Kesb eden -sevabı günahı kazanan- kuldur, -fiili- yaratan Allah’tır)
* Mahlukun kendisiyle vasıflanmasının caiz olmadığı Tevfik (Allah'ın yardım ve başarı vermesi) gibi işi meydana getiren güç, iş ile beraberdir. (Fiili yapacağı anda ona bu kuvvet verilir.)
* Sıhhat, takat, imkan bulmak, aletlerin salim olması kabilinden olan istitaata (kuvvet ve güce) gelince bu fiilden evvel bulunur. Bu istitaat sebebiyle ilahi teklifler kul ile alakalanır. (kul mükellef tutulur) Allah Teala'nın şu ayetinde buyrulduğu gibi "Allah, hiç kimseye gücü yetineceğinden başkasını yüklemez (teklif etmez, vermez)" (Bakara, 286)
16- Kulların fiilleri. Allah’ın mahlukudur, kul tarafından kesbtir. (Kulun iradesi ancak fiili kesb iledir. Yaratılması Allah tarafındandır.) Allah kullara ancak takatları yeteni teklif etti. Kullar ancak Allah’ın teklif ettiği (vazifelere) güç getirirler. Bu açıklama "Günahtan dönüş, ibadete takat ettirmek, ancak Allah’ın yardımıyladır" sözünün izahıdır.
Biz deriz ki: Hiç kimse İçin çare, hareket ve günahtan dönüş yok. (Bunlar) Ancak Allah’ın yardımıyla vardır. Hiç kimse için Allah’a kulluğu ikame etmek (yerine getirmek) ve taat üzere sabit kalmak yok, ancak Allah Teala’nın muvaffak (başarılı) kılmasıyla (bunlar) vardır. (Kulunu razı olduğu şeye ulaştırır.)
Her şey Allah'ın iradesiyle, ilmi ile, hükmü ve kudretiyle cereyan eder. Allah’ın dilemesi diğer bütün meşiyyetlere (istemelere) galib geldi. Allah'ın hükmü diğer bütün çarelere üstün geldi. Dilediğini yapar, asla zalim değildir. Her türlü çirkinlik ve zararlardan paktır (temizdir). Her türlü ayıp ve noksanlıklardan temizdir. "Allah yaptığından sorulmaz. Halbuki kullar mes'uldür."
♦ Dirilerin duası ve sadakalarında, ölüler için faideler vardır. Allah dualara icabet eder. İhtiyaçları giderir. Her şeye sahiptir, O'na hiç bir kimse sahip olamaz. Allah'tan, göz kırpması kadar azıcık bir an bile ihtiyaçsız kalınmaz. Kim Allah'tan göz kırpması kadar ihtiyaçsız kaldığına inanırsa, muhakkak kafir olur ve helak ehlinden olur.
Allah buğz eder, razı olur. Fakat mahlukattan her hangi birinin buğz ve rızası gibi değildir. (Bunlardan gaye muraddır. Yani bunların gereğini yapar.)
17- Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellemin) Ashabını severiz. Onlardan hiç birinin sevgisi hususunda aşırı gitmeyiz, onlardan hiç birinden uzak olmayız. (Hepsini Allah'ın razı oldukları Ashab olarak kabul ederiz. Hz. Ali ile Hz Muaviye'yi ayırmayız.) Onlara buğz edene buğz ederiz, onları hayırsız şekilde söyleyene de buğz ederiz. Onları ancak hayırla anarız. Onları sevmek dindir, imandır. İyiliktir. Onlara buğz küfür, nifak ve tuğyandır. (Onları seven, Resulullah Sallallahu aleyhi ve sellemi sevdiği için sever. Onlara buğz eden. Resulullah Sallallahu aleyhi ve selleme buğz ettiği için buğz eder.)
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellemden) sonra halifeliği evvela Ebu Bekri-s Sıddık (Radıyellahu anhu) için, onu diğer bütün ümmet üzerine faziletli kılmak için, sonra Ömer (Radıyellahu anhu) için, Sonra Osman (Radıyellahu anhu) için, Sonra Ali (Radıyellahu anhu) için sabit kılarız. Onlar Hulefa-i Raşidin ve hidayette olan İmamlardır. (Kendilerine tabi olanları da hidayete ulaştırmışlardır.)
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellemin) isimlerini söyleyip kendilerini müjdelediği on kişi için, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellemin) onlar üzerine olan şahidliğine dayanarak bizde onların Cennetlik olduğuna şahidlik ederiz. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellemin) sözü haktır. Onlar: Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Sa'd, Said. Abdurrahman ibni Avf, Ebu Ubeyde bin Cerrah - ki bu zat ümmetin eminidir- Allah hepsinden razı olsun.
Kim sözünü, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) Ashabı ve her türlü kirden tertemiz olan Zevceleri ve her türlü pislikten pak olan Sülalesi hakkında güzel söylerse, o kişi nifaktan beri olur.
18- Sabıkinden (evvel olan) olan ilk alimler, tabiinden olan ve onlardan sonra gelen hayır ve eser (hadis, haber) ehli olan, fıkıh ve rivayet ehli olan alimler, ancak güzellikle anılırlar. Onları kötülükle zikreden kişi, hak yolun dışındadır.
Velilerden hiç birini, Peygamberlerden hiçbiri üzerine "üstün" saymayız. "Bir peygamber bütün velilerden üstündür" deriz.
Velilerin kerametlerinden gelen, itimadlı alimler tarafından yapılan rivayetlere inanırız.
* Kıyamet alametlerine inanırız. Onlar: Deccalın çıkması, Meryemoğlu İsa'nın Aleyhisselamın gökten inmesi, güneşin battığı yerden doğması, Dabbetül arzın yerden çıkmasıdır. (Üç tane de yer batması haber verilmiştir.)
Kahin, müneccim ve Kitap, Sünnet ve İcma-ı Ümmete zıt bir şey iddia eden şahısları tasdik etmeyiz.
Cemaatı hak ve doğru buluruz. Parçalanmayı eğrilik ve azab görürüz. (Allah’ın rahmeti cemaat üzerindedir.)
* Allah’ın dini göklerde ve yerde tektir. O İslam dinidir. "Allah indinde din İslam'dır" "Sizin için din olarak İslam’dan razı oldum" İslam dini, azgınlık ve noksan kalmanın arasında, benzetme ve bir şey yapamama, zorlayıcı ve kaderin esiri, emin olmak ve ümitsiz olmak arasında hak yoldur. (Bunlarda hak olan orta yoldur.)
Şu anlatılanlar, bizim açık ve batın dinimiz ve itikadımızdadır. Bizler Allah'a her türlü açıkladığımız muhalefetlerden sığınırız. Allah'tan bizi İman üzere sabit kılmasını dileriz. Bizi çeşitli hevalardan, muhtelif görüşlerden, düşük mezheblerden korumasını dileriz. Bu mezhebler: Müşebbihe, mu'tezile, cehmiyye, cebriye, kaderiyye ve (şia, hariciye vs.) başkaları gibi: Bunlar, Sünnet ve Cemaate muhalefet eden, delalette toplaşan mezheblerdir.
Biz ehli sünnet ve'l cemaat, onlardan uzağız. Onlar bize göre dalalette ve düşüklüktedirler, değersizdirler.
Muhafaza olunmak ve başarıya ulaşmak, ancak Allah’ın yardımıyladır.