Hikem
Kıdemli Üye
- Katılım
- 31 Ağu 2009
- Mesajlar
- 6,073
- Tepkime puanı
- 702
- Puanları
- 0
VEHBE ZUHAYLÎ İLE ROPÖRTAJ - 1-
"Bir Müslüman Yahudi ve Hıristiyanların cehenneme girmeyeceğini söylerse gayr-i Müslim olur"
Suriyeli âlim Prof. Dr. Muhammed Vehbe ez-Zuhaylî, Dimeşk Üniversitesi Şeriat Fakültesi, el-Fıkhu'l-Mukâren (Karşılaştırmalı Fıkıh) bölümünün başkanıdır. Cidde Fıkıh Konseyi gibi birçok Uluslararası komisyonun üyesi ya da danışmanıdır. Türkiye'de daha çok, Zaman Gazetesi'nin de promosyon olarak verdiği İslam Fıkhı Ansiklopedisi adlı çalışmasıyla tanınmaktadır. Görüştüğümüz tüm ilim ve fikir adamlarına yönelttiğimiz modernizm, diyalog, sünnetin teşriî değeri vb. konularla ilgili sorularımızı ez-Zuhaylî hocaya da yönelttik. Bu görüşmenin bir bölümüne Emin Saraç hoca efendi, Hamdi Aslan hoca ve H. İbrahim Kutlay hoca da katkıda bulundular.
Ömer Faruk Tokat: Türkiye'de akademik ortamda genel olarak bir tür modernist temayülün egemenliğinden bahsetmek mümkün. Pakistanlı Dr. Fazlurrahman ve Mısırlı sayın Hasan Hanefî vb. isimlerin etkisi altında olduğunu gözlemlediğimiz birçok akademisyen var…
Vehbe Zuhaylî Hoca: Öncelikle Hasan Hanefî'den "sayın" diye sözetmeyin. O bir isyankârdır (mütemerriddir). Modernistler İslâm dairesinin dışında değerlendirilmelidir.
Ömer Faruk Tokat: Bu akımın karşısında yer alanlar ise modernistler tarafından "geleneği" kutsallaştırmak ve gelenek taklitçiliğiyle itham ediliyor. Siz Türkiye'de özellikle el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuhû adlı ansiklopedik çaptaki çalışmanızın Türkçeye çevrilmesinden sonra çok bilinen bir şahsiyet oldunuz. Bu yüzden bu meyanda yapacağınız değerlendirmelerin önemli olduğunu ve Türkiye halkları üzerinde hatta akademik çevrelerde etkileri olabileceğini düşünüyoruz. Modernistleri ve gelenekçileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Vehbe Zuhaylî Hoca: Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla… Modernistler diye adlandırılan kesimin İslâmî düşünme biçiminden kendilerini soyutladıklarını, buna muhalif durduklarını ve hatta düşmanlık yaptıklarını düşünüyorum. Bunlar Batı kültüründen ve ithal düşüncelerden yoğun olarak etkilenmiş kimselerdir. Bu akım Kur’ân-ı Kerim'de ve Sünnet-i Nebevîyye'de açıklanan Allah'ın dini ile çatışmaktadır.
Biz ilmî gelişme hususunda hiç kimseye mani olmayız. Her sahadaki modern ilimlerin sonuçlarından faydalanma, endüstri, ziraat, uzay bilimleri, kara ve deniz bilimleri de dâhil olmak üzere her alanda muasır kalkınma seviyesine ulaşma konusunda İslam ümmetinin batıyla rekabet etmesine kimsenin karşı olması mevzubahis değildir. İslam bizden bütün bu alanlarda varlık göstermemizi ve başkalarıyla rekabet ederek gelişmemizi ister.
Ancak ilmî gelişme dediğimiz şey İslâm'ın sâbitelerince kuşatılmış ve sınırları bu sâbitelerle belirlenmiş olmalı. O halde İslâm âlimleri olarak biz otantiklik/özgünlük ile muasırlığı cem’etmek durumundayız. Ancak sâbitelerimizi korumalıyız. Çünkü onlar beşerî bir aklın ürünü değil; Allah Celle Celâluhû'nün vahyi, kelâmı ve kıyâmete kadar varlığını sürdürecek tertemiz, evrensel, son ve yegâne dinidir.
Dolayısıyla bu sâbiteleri ötelememiz hiçbir şekilde mümkün değildir. Allah'ın dininin ve şeriatının üzerine kurulduğu akâid ve ibâdet esaslarını ve muâmelât kaidelerini korumalıyız.

"Bir Müslüman Yahudi ve Hıristiyanların cehenneme girmeyeceğini söylerse gayr-i Müslim olur"
Suriyeli âlim Prof. Dr. Muhammed Vehbe ez-Zuhaylî, Dimeşk Üniversitesi Şeriat Fakültesi, el-Fıkhu'l-Mukâren (Karşılaştırmalı Fıkıh) bölümünün başkanıdır. Cidde Fıkıh Konseyi gibi birçok Uluslararası komisyonun üyesi ya da danışmanıdır. Türkiye'de daha çok, Zaman Gazetesi'nin de promosyon olarak verdiği İslam Fıkhı Ansiklopedisi adlı çalışmasıyla tanınmaktadır. Görüştüğümüz tüm ilim ve fikir adamlarına yönelttiğimiz modernizm, diyalog, sünnetin teşriî değeri vb. konularla ilgili sorularımızı ez-Zuhaylî hocaya da yönelttik. Bu görüşmenin bir bölümüne Emin Saraç hoca efendi, Hamdi Aslan hoca ve H. İbrahim Kutlay hoca da katkıda bulundular.
Ömer Faruk Tokat: Türkiye'de akademik ortamda genel olarak bir tür modernist temayülün egemenliğinden bahsetmek mümkün. Pakistanlı Dr. Fazlurrahman ve Mısırlı sayın Hasan Hanefî vb. isimlerin etkisi altında olduğunu gözlemlediğimiz birçok akademisyen var…
Vehbe Zuhaylî Hoca: Öncelikle Hasan Hanefî'den "sayın" diye sözetmeyin. O bir isyankârdır (mütemerriddir). Modernistler İslâm dairesinin dışında değerlendirilmelidir.
Ömer Faruk Tokat: Bu akımın karşısında yer alanlar ise modernistler tarafından "geleneği" kutsallaştırmak ve gelenek taklitçiliğiyle itham ediliyor. Siz Türkiye'de özellikle el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuhû adlı ansiklopedik çaptaki çalışmanızın Türkçeye çevrilmesinden sonra çok bilinen bir şahsiyet oldunuz. Bu yüzden bu meyanda yapacağınız değerlendirmelerin önemli olduğunu ve Türkiye halkları üzerinde hatta akademik çevrelerde etkileri olabileceğini düşünüyoruz. Modernistleri ve gelenekçileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Vehbe Zuhaylî Hoca: Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla… Modernistler diye adlandırılan kesimin İslâmî düşünme biçiminden kendilerini soyutladıklarını, buna muhalif durduklarını ve hatta düşmanlık yaptıklarını düşünüyorum. Bunlar Batı kültüründen ve ithal düşüncelerden yoğun olarak etkilenmiş kimselerdir. Bu akım Kur’ân-ı Kerim'de ve Sünnet-i Nebevîyye'de açıklanan Allah'ın dini ile çatışmaktadır.
Biz ilmî gelişme hususunda hiç kimseye mani olmayız. Her sahadaki modern ilimlerin sonuçlarından faydalanma, endüstri, ziraat, uzay bilimleri, kara ve deniz bilimleri de dâhil olmak üzere her alanda muasır kalkınma seviyesine ulaşma konusunda İslam ümmetinin batıyla rekabet etmesine kimsenin karşı olması mevzubahis değildir. İslam bizden bütün bu alanlarda varlık göstermemizi ve başkalarıyla rekabet ederek gelişmemizi ister.
Ancak ilmî gelişme dediğimiz şey İslâm'ın sâbitelerince kuşatılmış ve sınırları bu sâbitelerle belirlenmiş olmalı. O halde İslâm âlimleri olarak biz otantiklik/özgünlük ile muasırlığı cem’etmek durumundayız. Ancak sâbitelerimizi korumalıyız. Çünkü onlar beşerî bir aklın ürünü değil; Allah Celle Celâluhû'nün vahyi, kelâmı ve kıyâmete kadar varlığını sürdürecek tertemiz, evrensel, son ve yegâne dinidir.
Dolayısıyla bu sâbiteleri ötelememiz hiçbir şekilde mümkün değildir. Allah'ın dininin ve şeriatının üzerine kurulduğu akâid ve ibâdet esaslarını ve muâmelât kaidelerini korumalıyız.