Ehl-i Sünnet Itikadı

Beniadem

Üye
Katılım
22 Eki 2006
Mesajlar
8
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Hazreti Hace (hoca) Ahrar (Kuddise Sırruhu) bu hususta şöyle buyurmuştur:
"Mesela bütün haller ve vecitler (tarikat halleri ve iç buluşları) bana berilse, fakat bunlar Ehl-i Sünnet vel Cemaat itikadına (inancına) uygun olmasa, o halleri şekavet ve hızlan (saadetten mahrumiyet ve rüsvaylık) dan başka birşey saymam. Ama, Ehl-i sünnet vel Cemaat itikadı bana verilse de, bütün hal ve vecitler (keşif ve kerametler) den tamamiyle mahrum edilsem bundn dolayı hiç üzülmem."

Ruhu'l Furkan c.1. s 161

Ihvanlar, kurtuluş fırkası olan ehl-i sünnet'ten ve o'nun kamil mükemmil öncülerinden ayrılmayalım inşaallah.

Büyüklerin duası üzerinize ola.
 

Bedrin_Aslanı

Profesör
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
1,792
Tepkime puanı
3
Puanları
0
ehl-i sünnet yaşanmadan Kuran yaşanamaz, anlaşılamaz. İnşa'Allah bizlere yaşamak ve anlamak nasip olur...
 

buharaA

Paylaşımcı
Katılım
11 Ara 2006
Mesajlar
163
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
vaybe ne kadar ince bir gorus insan bu dusuncelerin altinda ezildikce eziliyor hazret hoca ahrar ne kadarda guzel beyan etmis masallah ...hayran kaldim
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
SAHİH-MUTEBER VE DOĞRU İMAN

İman; sıfatları ile birlikte Allaha, meleklerine, gönderdiği mukaddes kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allahtan olduğuna, öldükten sonra dirilmeye inanmaktır. (Meselâ “Allah gökte” demek, O’na mekân isnat etmek olup, küfürdür.)
İmanın sahih, makbûl ve muteber olması için gerekli şartlardan bazıları şunlardır:
1- İmanda sabit olmak: Meselâ, 3 yıl sonra dinden çıkacağım diyen, o anda kâfir olur.
2- Havf ve recâ arasında olmak: Yani Allahın azabından korkup, rahmetinden ümit kesmemek.
3- Can boğaza gelmeden iman etmek: Ölürken, ahiret hâllerini gördükten sonra kâfirin imanı muteber olmaz. Fakat o anda da, Müslümanın günahlardan tevbesi kabul olur.
4- Güneş batıdan doğmadan önce iman etmek: Güneş batıdan doğunca tevbe kapısı kapanır.
5- Gâibi yalnız Allahü teâlânın bildiğine inanmak: Melek, cin ve peygamber de gâibi bilemez. Fakat Allahın bildirdikleri bilir.
6- İmandan bir hükmü reddetmemek: Küfrü gerektiren şeylerden kaçmak.
7- Dinî bir hükümde şüphe etmemek: Meselâ; “Acaba namaz farz mı, kumar haram mı?” diye şüphe etmemek.
8- İtikadını İslâm dininden almak: Tarihçilerin, felsefecilerin değil, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği şekilde iman etmek lâzımdır.
9- Hubbi fillâh, buğdi fillâh üzere olmak: Sevgi ve buğzu yalnız Allah için olmak. Allah düşmanlarını sevmek, onları dost edinmek, Allah dostlarına düşman olmak küfrü gerektirir.
10- Ehl-i sünnet vel cemaate uygun itikat etmek: Ehl-i sünnet olmak için gereken itikatlardan bazıları şunlardır:
1- Kur’ân-ı kerîmin Kelâm-ı İlâhî olup mahlûk (yaratık) olmadığına inanmak.
2- Kendi imanından şüphe etmemek.
3- Eshâb-ı kirâmın tamamını sevmek, hiçbirini kötülememek.
4- Cennette Allahü teâlânın görüleceğine inanmak.
5- Fıskı bilinmeyen her imâmın arkasında namaz kılmak.
6- Ehl-i kıble’yi tekfir etmemek, yani namaz kılan Müslümana işlediği günahlardan dolayı kâfir dememek.
Ehl-i kıble denilen kimsenin bir inanışı, mânâsı çok açık olan kat’î bir delile zıt ise, küfür olur. Böyle bir kimse, namaz kılsa da, her ibâdeti yapsa da kâfir olur.
7- İbâdetler, imandan parça değildir. Yani ibâdet etmeyen ve günah işleyen mümine kâfir denmez.
8- Mest üzerine mesh câizdir.
9- İman artıp eksilmez.
10- Mirâc ruh ve bedenle birlikte olmuştur.
11- Tasavvufu inkâr etmemek.
12- Mûcize ve keramet haktır.
13- Bugün için dört hak mezhepten birine uymak, mezhepsiz olmamak.
14- Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer’in halîfe olduğuna ve üstünlüklerinin halîfelik sırasına göre olduğuna inanmak.
15- Kabir ziyareti, enbiyâdan ve evliyâdan yardım istemek câizdir.
16- Okunan Kur'ân-ı kerîmin ve verilen sadakanın sevabını ölülere göndermenin câiz olduğuna, bu sevapların ve duâların ölülere vâsıl olarak, azaplarının azalmasına sebep olacağına inanmak.
17- Kabir suâli haktır.
18- Kabir azabı ruh ve bedene olacaktır.
19- Sırat köprüsü vardır.
20- Şefaata, hesaba ve mizana inanmak.
Bunlardan bazılarına inanmıyan, Ehl-i sünnetten çıkmakla kalmaz, kâfir olur. Meselâ, Mirâcın Mescid-i Aksa’ya kadar olan kısmını inkâr eden kâfir olur.
İmâm-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:
(Tirmizî’deki) Hadîs-i şerîfte, (Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılır, yetmiş ikisi Cehenneme gider, yalnız bir fırkası kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshâbımın yolunda gidenlerdir.) buyuruldu. Bu fırkaya (Ehl-i sünnet) denir. (C.2, m.67)
O hâlde, Cehennemden kurtulmak için her Müslümanın ilk önce Ehl-i sünnet itikadını öğrenmesi, daha sonra da dinimizin emir ve yasaklarına riayet etmesi lâzımdır.
R. Nâsıhîn - İtikâdnâme

--------------------------------------------------------------------------------
Ehl-i Sünnet İ’tikâdında Olmanın Alâmetleri:
Allahü teâlâ, Ehl-i sünnet i’tikâdına uygun îmân eden müslimânlardan râzıdır. Böyle inanmış olmanın birçok şartları vardır. Ehl-i sünnet âlimleri, bunları şöyle açıklamakdadır:
1- Îmânın altı şartına, ya’nî Allahü teâlânın varlığına ve birliğine, eşi ve benzeri olmadığına, Meleklerine, Kitâblarına, Peygamberlerine, Âhıret hayâtına, hayr ve şerrin, iyilik ve kötülüğün Allahü teâlâ tarafından yaratıldığına inanmalıdır. (Bunlar (Âmentü)de bildirilmişdir.)
2- Allahü teâlânın son kitâbı olan Kur’ân-ı kerîmin, Allahü teâlânın kelâmı olduğuna inanmalıdır.
3- Mü’min, kendi îmânından hiç şübhe etmemelidir.
4- Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem” îmân edip, hayâtda iken Onu görmekle şereflenen Eshâb-ı kirâmın hepsini çok sevmelidir. Dört halîfesine, yakın akrabâları olan ehl-i beytine ve muhterem hanımlarından hiçbirine dil uzatmamalıdır.
5- İbâdetleri, îmândan bir parça bilmemelidir. Allahü teâlânın emr ve yasaklarına inanıp, tembellikle yapmayan mü’minleri kâfir bilmemelidir. Harâmlara ehemmiyyet vermeyenlerin, hafîfe alanların, islâmiyyetle alay edenlerin îmânı gider.
6- Ehl-i kıble olduklarını söyleyen, Allahü teâlâya ve Peygamberi Muhammed aleyhisselâma inandım dediği hâlde, yanlış i’tikâtda olanları tekfîr etmemeli, kâfir olduklarını söylememelidir.
7- Açıkca günâh işlediği bilinmeyen her imâmın arkasında namâz kılmalıdır. Bu hükm, cum’a ve bayram namâzlarını kıldıran emîrlere, vâlîlere de şâmildir.
8- Müslimânlar, başındaki âmirlerine, idârecilerine isyân etmemelidir. Hurûc, ya’nî isyân etmek, fitne çıkarmak olur ve çeşidli felâketlere yol açar. Onların hayrlı iş yapmalarına düâ etmeli ve fısk, günâh işlerinden vazgeçmeleri için tatlı dil ile nasîhat etmelidir.
9- Abdest alırken ayakları yıkamak yerine, hiç özr ve zarûret olmasa bile, yaş el ile bir kerre, mest üzerine mesh edilmesi, erkek için de, kadın için de câizdir. Çıplak ayak ve çorap üzerine mesh edilmez.
10- Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” Mi’râcının, hem rûh ve hem de beden ile olduğuna inanmalıdır. (Mi’râc, bir hâldir, ya’nî rü’yâda olmuşdur) diyenler, Ehl-i sünnetden ayrılmış olur.
Cennetde mü’minler Allahü teâlâyı göreceklerdir. Kıyâmet gününde, Peygamberler ve sâlih, iyi zâtlar şefâ’at edeceklerdir. Kabr süâli vardır. Kabrde azâb, rûh ve bedene olacakdır. Evliyânın kerâmeti hakdır. Kerâmet, Allahın sevgili kullarında meydâna gelen hârikulâde hâller olup, Allahü teâlânın âdeti dışında, ya’nî fizik, kimyâ ve biyoloji kanûnları dışında ikrâm ve ihsân etdiği şeylerdir ve inkâr edilemiyecek kadar çokdur. Kabrde rûhlar, diri kimselerin yapdıklarını ve söylediklerini işitirler. Kur’ân-ı kerîm okumak, sadaka vermek ve hattâ bütün ibâdetlerimizin sevâblarını, ölenlerin rûhlarına göndermek, onlara fâide vermekde, azâblarının hafîfletilmesine veyâ kaldırılmasına sebeb olmakdadır. Bunların hepsine inanmak, Ehl-i Sünnet i’tikâdında olmanın alâmetlerindendir.
 

BADUH

Asistan
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
506
Tepkime puanı
1
Puanları
0
...

Kabrde azâb, rûh ve bedene olacakdır. Evliyânın kerâmeti hakdır. Kerâmet, Allahın sevgili kullarında meydâna gelen hârikulâde hâller olup, Allahü teâlânın âdeti dışında, ya’nî fizik, kimyâ ve biyoloji kanûnları dışında ikrâm ve ihsân etdiği şeylerdir ve inkâr edilemiyecek kadar çokdur.

...

Bunların hepsine inanmak, Ehl-i Sünnet i’tikâdında olmanın alâmetlerindendir.

Tam itiraz değil belki ama iki konunun net açıklanması gerekecek.

Birincisi kabirde azabın cismani olması meselesi. Yani ruh bedeni terkediyor ve çürüyor. Kabir zaten mezarlık değil ki yanarak vs. ölen birçok insan oluyor.
Yani kabir azabı nasıl cismani oluyor?

Haşr-ı cismani sonuçta haktır ve vakti gelince Kadir-i Zül Celal emrini verecek ve yerine gelecektir.

Ancak her daim olan kabir azabının cismani olması nasıldır ve delilleri nelerdir?

İkincisi keramet konusu. Burda sayılan fizik, kimya, biyoloji kanunları dışında derken maksat sebep perdesinin dışında olan haller ise bu durumda itiraz söz konusu olacaktır.

Ki mucizeler dahi sebep perdesine takılırken kerametler nasıl o perdeyi yırtabilir?

Bediüzzaman mucizelerin bir nevi ilmin varacağı son noktalar olduğunu belirtiyor.

Belki de şu an birçok mucize için bu gerçekleşmiştir.

Veya şu an var olan birçok ilmi buluş vs. Rasul-u Ekrem Aleyhissalatu Vesselam zamanında olmuş olması o an için mucize addedilecekti.

Bunların ilmi münazara şeklinde izahı mümkün müdür?
 

AşK_€r

arabeskçi
Katılım
20 Kas 2006
Mesajlar
3,711
Tepkime puanı
23
Puanları
0
Yaş
44
Konum
yersiz-yurtsuz
Tam itiraz değil belki ama iki konunun net açıklanması gerekecek.

Birincisi kabirde azabın cismani olması meselesi. Yani ruh bedeni terkediyor ve çürüyor. Kabir zaten mezarlık değil ki yanarak vs. ölen birçok insan oluyor.
Yani kabir azabı nasıl cismani oluyor?

çok güzel bir noktaya değinmişsiniz baduh abi...:)
.
 

zeygue

Aktifleşmemiş
Katılım
17 Kas 2006
Mesajlar
1,262
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Ankara
Bediüzzaman mucizelerin bir nevi ilmin varacağı son noktalar olduğunu belirtiyor.

Bunların ilmi münazara şeklinde izahı mümkün müdür?


Fetih 23 Allah'ın, ötedenberi süregelen kanunu budur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.

Ayeti gereğince mucizeler de tabiat kanunları (sünnetullah) çerçevesinde gerçekleşmiştir.Bu mucizeler gerçekleştiği anda Allahın kanunları iptal edilip mucizeden sonra tekrar yürürlüğe girmiş değildir.Böyle bir şeyi iddia etmek hem bu ayete aykırıdır,hem de Allahın kudretini sınırlamaktır.Sanki Allah mevcut kanunlara içerisinde o mucizeyi gerçekleştiremez anlamına gelirki bu büyük bir iftiradır.
İlim ilerledikçe mucizeler anlaşılacak böylece o mucizeler ve Kuranın mucizeliği tekrar yenilenmiş olacaktır.
selametle
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Hayret Bir Şey !

Ey Allah'ın kulları!

Herşeyden önce şu hususu ifade edetyim ki, burada kendisini bir çok meselehakkında ahkâm kesme seviyesinde görenlerin yukarıdaki tuhaf soruyu bize yöneltmesinden sonra buradakilerin aynı zamanda dini konularda konuşmak hsusuunda ne kadar büyük bir cüret içinde olduklarını da tesbit etmiş bulunuyoruz. Şimdi kabir azabı konusundaki , "Yani kabir azabı nasıl cismani oluyor?" şeklindeki bir sualin sorulmuş olması gerçkten de bazılarımızın bu konulara ne kadara yabancı olduğunun göstergesidir. İşte bu yüzdendir ki, bizler bi soruyu sormadan önce o kanudaki bilgi ve kaynakalrı araştırmalı ve şayet bu gayretimizden sonra bir cevap bulamaz isek sorularımızı ondan sonra sormalıyız diye düşünüyorum. Şimdi yukarıdaki sorulan suallerin cevabına geçiyorum.

Kabirde Karşılaşılan haller:
Kabre giren her insan şu hallerden geçecektir:
1Ruh cesedden ayrıldığı zaman meleklerin ruhu müjdeyle veya hakir görmeyle karşılaması: Kişi bu dünyadan ahirete göçünce
ameline uygun olarak karşılık görür. Çünkü ahiret dünyadan gönderdiklerinin karşılığıdır.
2 Bundan sonra kabirde sual meleklerinin sual sorması. İnançlarından ve hallerinden sorguya çekilirler.
3 Sonra herkes için cennete ve cehenneme kapı açılır ve herkes yerine bakar.
4 Sonra kabri genişletilir ve göğsü ferahlatılır veya kabri ve göğsü daraltılır.
5 Sonra herkes amelinin karşılığını bulur. Hayırsa hayır, şerse şer olarak.
Bütün bunları Peygamberimiz uzun bir hadiste bizlere haber vermiştir:
Ahmed b. Hanbel, Bera b. Azib (r. a)’in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: “Rasulullah (a. s) ile birlikte ensardan bir adamın
cenazesine çıktık. Kabre kadar gittik. Henüz cenazesinin üzerine lahitler konulmamıştı. Rasulullah (a. s) oturdu, biz de O’nun
etrafına oturduk. Başlarımızda kuşlar varmışçasına (son derece edeplice ve sakin bir şekilde) oturuyorduk. Rasulullah (a. s)’ın
elinde de bir ud (yakılınca koku çıkaran bir madde) vardı ve bunu yere sürüyordu. Sonra Rasulullah (a. s) başını kaldırdı ve şöyle
buyurdu:
“Kabir azabından Allah’a sığının. ” Rasulullah bu sözü iki ya da üç kez tekrar etti. Sonra şöyle buyurdu:
“Mü’min kul dünyadan irtibatını keserek yönünü ahiret tarafına çevirince yüce Allah gökten yüzleri güneş gibi olan beyaz yüzlü
melekler indirir. Bunların ellerinde cennet kefenlerinden kefenler ve cennet kokularından kokular bulunur. Bunlar o kişinin gözünün
görebildiği kadar bir alana otururlar. Bu sırada ölüm meleği gelip başının yanında oturur ve “Ey güzel nefis (can)! Rabbinin
mağfiretine ve rızasına doğru çık” der. Can çıkmaya başlar. Ölüm meleği yine: “Ey güzel nefis (can)! Rabbinin mağfiretine ve rızasına
doğru çık” der. Bunun üzerine can tamamen çıkar. Melekler bu canı alırlar. Ellerindeki o kefenlere sarar ve kokularla tütsülerler.
Oradan yeryüzünün en güzel miski gibi koku yararak çıkar. Melekler bu ruhu yükseltmeye başlarlar. Hangi melekler topluluğunun
yanından geçseler, oradaki melekler: “Bu güzel kokulu ruh neyin nesidir”, diye sorarlar. Götüren melekler de, onun için dünyada
iken kullanılan isimlerin en güzelini zikrederek “filanca oğlu filancadır” diye cevap verirler. Bu şekilde dünya göğüne kadar yükseltilir.
Oranın kapılarının açılmasını isterler. Her bir gök katında, gelen göğe en yakın duran melekler onları uğurlarlar. Böylelikle yedinci
kat göğe kadar çıkarlar. Yüce Allah:
“Kulumun kitabını illiyyîne (yüksek derecelilerin listesine) yazın ve sonra onu yeryüzüne bedenine iade edin” diye buyurur. Sonra
burada (yeryüzünde iade edilip kabrinde bedenine konulduktan sonra) iki melek gelip onu oturturlar ve: “Rabbin kimdir? Diye
sorarlar. O, “Rabbim Allah’tır” diye cevap verir. Melekler bu kez “Dinin nedir?” diye sorarlar. O, “dinim İslamdır” diye cevap verir.
Melekler: “Size gönderilen şu kişi (Hz. Muhammed (a. s) kimdir)?” diye sorarlar. O, “Allah’ın peygamberidir. ” diye cevap verir.
Melekler “Senin amelin nedir?” diye sorarlar. “Allah’ın kitabını okudum, O’na inandım ve onu doğruladım. ” diye cevap verir. Bunun
üzerine gökten bir münadi:
“Kulum doğru söyledi. Ona cennetten döşekler hazırlayın ve kendisine cennet elbiseleri giydirin. Onun için cennete açılan bir kapı
açın. ” diye seslenir. Ardından güzel yüzlü, güzel giyimli ve güzel kokulu bir adam yanına gelir ve “Senin için verilen müjde ile sevin.
Bu sana önceden vadedilen günündür. ” der. Mezardaki kişi bu adama: “Sen kimsin ? Yüzün hayır getiren bir yüz. ” der. Bu kişi de:
“Ben senin salih amelinim. ” diye cevap verir. Bunun üzerine mezardaki şahıs : “Ey Rabbim! Kıyameti kopar ki, aileme ve varlığıma
kavuşayım” der.
Kâfir kişi de dünya ile ilişkisini keserek ahiret tarafına doğru yönünü çevirince, siyah yüzlü ve ellerinde kalın sergiler bulunan
melekler gelirler ve o kişinin gözlerinin görebildiği kadar mesafeye otururlar. Bu sırada ölüm meleği gelip başının yanına oturur ve :
“Ey çirkin ruh! Allah’ın kızgınlığına ve gadabına doğru çık” der. Bunun üzerine canı bedeninden çekilmeye başlar ve ölüm meleği
satırın ıslak yünün içerisinden çıkarılması gibi ruhu onun bedeninden çıkarır. Sonra onu alır. Ölüm meleği bu canı alınca yanındaki
melekler bir göz açıp kapama süresince o canı ölüm meleğinin elinde bırakmadan alıp hemen yanlarında getirdikleri o kalın sergilere
sararlar. Buradan yeryüzünde bulunan leşlerin en fenalarının kokusu gibi bir koku çıkararak çıkar. Sonra melekler bu canı yukarılara
çıkarırlar. Hangi melek topluluğunun yanından geçseler oradaki melekler: Bu pis koku da neyin nesidir? Diye sorarlar. Götüren
melekler de o kişinin dünyada iken kullanılan isimlerinin en fenasını zikrederek “filanca oğlu filanca” derler. Bu şekilde dünya
göğüne kadar çıkarılır. Buranın kapısının açılması istenir ama kapı açılmaz.
Rasulullah bunu söyledikten sonra şu ayeti okudu: “Doğrusu ayetlerimizi yalan sayıp onlara karşı büyüklük taslayanları göğün
kapıları açılmaz. Deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. Suçluları böyle cezalandırırız. ”
Rasulullah (a. s) daha sonra sözüne şöyle devam etti; “ Daha sonra yüce Allah “Onun kitabını yerin en alt tabakasındaki siccîne
(cehenneme gideceklerin listesi)ne yazın” , diye buyurur. Daha sonra o kimsenin ruhu fena bir şekilde atılır.
Rasulullah (a. s) daha sonra şu ayeti okudu: “Allah’a ortak koşan kimse gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın bir
uçuruma attığı şeye benzer”
Rasulullah (a. s) daha sonra sözlerine şöyle devam etti. “Sonra onun ruhu bedenine iade edilir. Bundan sonra yanına iki melek
gelir ve O’nu oturturlar. Kendisine ; “Rabbin kimdir?” diye sorarlar. O: “Ne! Ne! Bilmiyorum !” diye cevap verir. Bunun üzerine
gökten bir münadi: “Yalan söyledi. Ona cehennemde yatak (içine düşeceği yer) hazırlayın. Önüne de cehenneme açılan (cehennemi
gösteren) bir kapı açın” diye seslenir. Bunun üzerine o kişiye cehennemin sıcaklığı ve zehirleri ulaşır. Kaburga kemikleri birbirine
geçecek kadar da mezarı kendisi için daraltılır. Bu sırada çirkin yüzlü, çirkin giyimli ve fena kokulu bir adam yanına gelir ve:
“Seni fena duruma düşürecek olan sonuçtan sana müjdeler olsun! Bu sana vadedilmiş olan gündür” der. Mezardaki kişi :
“Sen kimsin? Yüzün de fenalıktan haber veriyor” der. Bu adam da: “Ben senin fena halinim” diye cevap verir. Mezardaki kişi de:
“Ey Rabbim, kıyameti koparma” diye temennide bulunur.
Bir başka rivayette yukarıdaki metnin bir benzeri nakledilmiş ve şöyle bir ilaveye yer verilmiştir:
“Sonra (o mezardaki inkârcı kişinin) yanına çirkin yüzlü, çirkin görünümlü ve fena kokulu biri gelir ve: “Allah’ın seni içine düşüreceği
derin çukurdan ve kalıcı azaptan sana müjdeler olsun” der. Mezardaki kişi de: “Allah sana fena haberler ulaştırsın. Sen de kim
oluyorsun?” diye sorar. Bu gelen de:
“Ben senin fena amelinim. Sen Allah’a itaat konusunda yavaş hareket ediyordun. Ama O’na isyan olan işlere hemen koşuyordun.
Allah da sana fena karşılık verdi. ” diye cevap verir. Sonra bu mezardaki kişinin başına kör, sağır, dilsiz ve elinde bir tokmak
bulunan biri musallat edilir. Bu kişinin elindeki tokmak dağa vurulacak olsa dağ toz toprak halini alır. İşte bu kişi ona elindeki
tokmağı ile öyle bir vurur ki toprak halini alır. Sonra yüce Allah onu eski haline dönüştürür. Bu kez başındaki şahıs elindeki tokmağı
ile bir kez daha vurur. Bu sırada o azaba maruz kalan kişi öyle bir ses çıkarır ki insanlarla cinlerin dışındaki bütün yaratıklar onun
sesini duyarlar.
Bera b. Azib der ki: “Sonra o kişinin önüne cehenneme açılan bir kapı açılır ve kendisi için cehennemden yer hazırlanır.
”Görüldüğü üzere kabre giren insan bu halleri yaşayacak ve bu kabir hayatı insanların tekrar dirilecekleri güne kadar devam
edecektir.
Peygamberimizin hadislerinde kabir sualinden, kabirde sorulacak suallerden kabir nimet ve azabından bahsedilmektedir. İleriki bölümlerde bu hadisi şerifler konusuna göre yeri geldikçe izah edilecektir. Bu konulara girmeden önce kabir hayatı boyunca ruhların kalacağı yer hakkında bilgi vermekte fayda mülahaza etmekteyiz.


Keramet ve Mucize konusu :

Bilindiği gibi, keramet konusu Rabbimizin veli kullarına; mucize konusu ise peygamberlerine vermiş olduğu âtâ-yı subhânidir. Ve her iki konunun da olağan-üstü / harikulâdeliği söz konusudur. Yani, harikulâde olmazsa yani, herkes tarfından yapılabilen bir şekilde olağan olsa zaten ona ne kerâmet denir ve ne de mucize ... Hâl böyle olunca, kalkıp da "...sebep perdesinin dışında olan haller ise bu durumda itiraz söz konusu olacaktır. Ki mucizeler dahi sebep perdesine takılırken kerametler nasıl o perdeyi yırtabilir?..."
şekinde sualler sormanın mantığı yoktur. İlmi kaşifat ve buluşların mucize gibi algılanması hsusunda büyük bir yanılgı içinde olduğunuz görülüyor. Çünkü, bütün ilmi buluş ve keşifler sebepler manzumesi dahilinde olan işlerdir. Kerametlerde ve Mucizelerde ise, bir olağan-üstülük ve sebepsiz oluşumlar ve vukuatlar sözkonusudur. Bu konuda biraz daha iyi araştırma yaparsanız hakikate ulaşabilmeniz mümkün olabilir.
Bediüzzaman Hz.lerinin sözlerini de onun şakirtlerine ve sevdalılarına sorunuz. Bendeniz onun risallelerini yeryüzüne gelmiş-geçmiş -Kuranının açılamalarını en güzel ifade eden TEK KİTAP olarak görenlerden değilim. Dolayısıyla onun sözlerinin izahı da bana düşmez.
Vesselâm.




 

BADUH

Asistan
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
506
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Cenk11.

Haşri cismani vardır ve Nass'a dayanır.

Kabri cismani diye birşey zikrettin Nass'sı nedir dedik.

Mucize sebep perdesini yırtmazken keramet yırtar mı dedik.

Bu tip sorular aynı zamanda ilmi Din'in önüne koyan ehl-i zındıkanın da çokça sorduğu sorular.

Cevabı ziyadesiyle onlara da bakıyor.

Tabiki "Ehl-i Sünnet İtikadı" olan konuya da "Ehl-i Sünnet İtikadı" na yakışır net cevaplar vermek gerekir.

Soruların ikincisi netleşti.

Yani kerametler sebep perdesini yırtar ve dışında cereyan eder diyorsun.

Bu noktada "Ehl-i Sünnet İtikadı" nın dışına çıkıyorsun ki "Zeygue" de belirtmiş, Nass'ın dışına çıkıyorsun.

Ve bir nevi Cenab-ı Hakk'ı Celle Celaluhu itham etmiş, iftira etmiş oluyorsun.

Bu da devekuşu misali kafayı kuma gömmekle örtpas edilecek bir konu değildir.

Varsa Nass'ı zikretmek zorundasın.

Diğer sorunun yani "Kabri Cismani" nin delillerini, değil zikretmek, kendisini dahi zikretmemişsin.

İlmi münazara başta sabrı gerektirir.

İnsanları tahkir etmek yerine cevap vermenin yollarını araştırsan daha evla olacak.

Yoksa cevap yerine tahkir etmeye kalkışmak, cevap yoksa, cehlin göstergesidir.

Bilmiyorsak varsa bilen sormak gerekir.

Madem böyledir dedin. Biz de biliyorsundur diye Nass'ı nedir diye sorduk.

Sabır ve haktan ayrılmayalım inşaAllah.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
BADUH Efendi,
Hemen ifade edeyim ki, BİR SÜNNET VE HADİS MÜNKİRİ olduğu sabit ve bu hâliyel bize göre küfr içinde olan "zeygue" nick'li şahıs benim muhatabım değildir ve olamaz. Onun ne nasları bildiğine inanıyorum ve de müslümanlığı bildiğine ... Şayet siz de aynı onun gibi inanıyorsanız şüphesiz sizi de muhatab olarak kabul etmem.
Şimdi gelelim yemek istediğiniz büyük lokmaların izahına !.. Aslında buraya aksettirdiğiniz meseleler müslümanın işi olmaktan çok hoş kafa bulan dırmakla ilgili olduğunu bilmiyor değiliz. Ama, cevap verilemedi denmesin diye açıklamamızı yapıyoruz. Lâkin ve Şayet, aramızda müslümanları faka bastırmak ve kafalarını bulnadırmak gibi bir niyet taşıyanlar var ise , Allahın tüm lâneti onların üzerine olsun. diyorum.

Mucize ve kerâmet olaylarından bahseden Kur’an bu tür harikulade olayları ayet, beyyine ve burhan gibi kelimelerle ifade eder. Mucize ve keramet gibi harikaları ifade eden ayet ayrıca Hak Teâlâ’nın varlığına işaret eden ve delil teşkil eden kıyametin alametleri olan hususlar için de kullanılmıştır. Harikaları dile getiren ayet kelimesi varlıklar arasında mevcut olan düzeni de ifade eder. Meselâ Hz. Salih’in devesi bir harika bir mucizedir. Kur’an’da sıra dışı bu husus ayet kelimesiyle ifade edilir. (bk. Hud, 11/64) fakat bir düzen içinde meydana gelen gece-gündüz ve benzeri tabiat olayları ve kanunları da yine ayet kelimesiyle ifade edilir.(bk. Âli İmran, 3/190) diğer bir deyimle ayet hem sıradan, hem de sıra dışı, hem fevkalade, hem de âlelâde olay ve haller için kullanılmıştır. Burada önemli olan her iki türünün de Allah’ın varlığına, kudretine işaret etmesidir. Hz. Peygamber, güneş tutulması dolayısıyla; “Allah’ın ayetlerinden iki ayettir.” buyurmuştu. (Buharî, Kusuf, 1; Müslim, Kusuf, 1).
Hâlbuki ender görülmekle beraber bu olay tabiat kanunları çerçevesinde meydana gelir. İslâm toplumunda çeşitli düşünce hareketlerinin ve mezheplerin ortaya çıkışı yavaş yavaş harika olaylar ve haller üzerinde düşünme, bu tür olayları sınıflandırma ve birbirinden ayrıştırma, aralarındaki ortak ve farklı noktaları tespit etme sonucunu doğurmuştu. Sınıflandırma ve ayrıştırma işi epey uzun süren bir süreç içinde gerçekleştirilmiştir. Bu süreç sonunda mucize, keramet, mâunet/magûse gibi olumlu; istidrac, keyd ve mekr gibi olumsuz harikalar yekdiğerinden ayırt edilmiş, bunlar ayrı ayrı tanımlanmıştır. Fakat bunların sınıflandırılmaları ve tanımlanmaları zor, sıkıntılı ve tartışmalı olmuş, bir türlü ortak kanaate varılamamıştır. Tartışmalar bu günde devam etmektedir. Bu konuda bir iki örnek üzerinde durmak maksadımızı açıklamaya yardımcı olacaktır.
Mucize, harika bir husus olup peygamberlik iddiasıyla birlikte bulunur, insanlarıhayra ve saadet davet eder. Maksat Allah’ın elçisinin iddiasının doğru olduğunu göstermektir. Mucize, Allah’ın peygamberlik iddiasında bulunan elçisini tasdik için yarattığı ve insanların benzerini vücuda getirmekten aciz kaldığı harikulâde hususlardır. Kur’an’da ayet kelimesiyle ifade edilen mânâyı da karşılamaz. Bu tariflere göre Allah tarafından elçi olarak gönderilen ve vahyi alan peygamberlerden, bir meydan okuma (tahaddî) sonunda mucize zuhur eder. Hz. İsa’nın beşikten bir bebek iken konuştuğunu Kur’an bildirir. (Meryem, 19/29; Âl-i İmrân, 3/46). Burada Hz. İsa’nın Allah’tan vahyi alması, peygamber olarak gönderilmesi ve meydan okuması söz konusu değildir.
Bu problemi çözmek için; “peygamber olacak bir kimseden, peygamber olarak gönderilmeden evvel zuhur eden harikalara irhâs denir.” denilmiştir. Aslında Kur’an’da mucize-irhâs ayrımı yapılmadan bütün harikalara ayet veya beyyine denmişken sonradan böyle bir ayrım yapılmıştır. Görüldüğü gibi bazı âlimlerin mucize dediği olaylara diğer bazıları keramet diyor. (Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergis 16 i, yıl: 6 [2005], sayı: 15)
Diğer yandan İmamiye Şiası on iki imamdan zuhur eden harikulade olay ve halleri mucize olarak adlandırır. Kur’an’daki yedi uyurlar, Hz. Musa- Hızır ve Zülkarneyn olayları (bk. Kehf, 18/16-2 6, 18, 60, 83, 98),

Hz. Musa’nın (s) annesine bebeğinin geri verilmesi (Kasas, 28/7 -13), Sebe Melikesi’nin Tahtının bir anda Hz. Süleyman’ın yanına getirilmesi (bk. Neml, 27/38) Kur’an’daki hârikûlade olaylar olup mucize ya da keramet oluşları tartışmalı olan hususlardır. (bk. Kuşeyrî, ss. 667-68). Hz. Peygamber’in ümmetinden zuhur eden kerametlerin aslında O’nun mucizelerine dahil olduğunu söyleyen İbn Teymiye Sahabe ve Tâbiine ait bir çok kerametler nakleder. (Bk. el-Furkân beyne evliliyâi’r-Rahman ve evliyâi’ş-Şeytan, Kahire 1387; a.mlf, Mecmua Fetavâ, Rıyad 1381, ss. 156-310).
Üseyd b. Hudayr’ın okuduğu Kur’anı meleklerin dinlemeleri (Müslim, Salâtu’l-Müsafirin, 242; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. III, s. 81), Hz. Ebu Bekir’ın misafirlerine ikram ettiği yemeğin bereketlenmesi (Burharî, Edeb, 88; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. I, s. 192) ve benzeri bir takım sahabe kerametleri hadis kitaplarında nakledilir. (bk. el-Münavî, el-Kevadibü’d-dürriyye, Kahire, 1939, c. I, s. 10).
Hz. Peygamber zamanında âyet ve beyyine denilen ve Hz. Peygamber’den kaynaklanan harikaların çok sayıda vukua gelmesi, her an semadan bir âyetin inmesinin ve bir haberin gelmesinin beklenmesi, bunların müminleri derinden etkilemesinin bunun dışında kalan harikaları perdelemiş ve fazla itibar edilmez hale getirmişti. Kehanet, remil atmak, müneccimlik ve sihir gibi hususların günah sayılıp yasaklanması da peygamber merkezli âyetlerin (harikaların) dışındaki fevkalâde olay ve hallara pek fazla itibar edilmemesine sebep olmuştu.
Nübüvvet meşalesinden zamanla uzaklaşılması daha sonraki çağlarda meydana gelen harikaların belirgin hale gelmesine ve dikkattin bunlar üzerinde yoğunlaşmasına sebep olmuştu.
Bununla beraber keşif ve keramet meselesi ilk dönem Müslümanlarının yadırgadığı bir mesele değildi. Keramet ve harikaların dinî açıdan tartışma ve ihtilaf konusu haline gelen bir mesele değildir keramet
ve harikaların dinî açıdan tartışılır hâle gelmesinde felsefî üşüncenin ve akılcılık yani ağır basan Mutezile’nin etkisi olmuştur.
(Herkesi bu altı çizgili olan ifadeleri çok iyi tefekkür etmeye davet ediyorum)


Kerametin olağanüstülük derecesi
Bazılarına göre kerametin olağan üstü olma niteliği mucizelerin üstünde veya ona denk bir seviyede olamaz, mutlaka mucizenin altında olur. Diğer bazılarına göre peygamberlerden mucize olarak zuhur eden harikaların aynısı veya benzeri velilerden keramet olarak zuhur edebilir. (Teftazânâ, Şerhu’l-Makasid, c. II, s. 203).
Keramet kime aittir?
Ulema da mutasavvıflar da kerameti veliye değil, velinin tâbi olduğu nebiye bağlar ve bir “Bir nebiye tabi olan ve onu örnek alan sâlih ve takva sahibi bir Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergis 18 i, yıl: 6 [2005], sayı: 15 müminde zuhur eden keramet tabi olduğu nebinin mucizesi olup velide zuhur etmesi tabiatıyla keramet adını alır. Bu görüşe göre velilerde zuhur eden kerametler, bu velilerin tabi oldukları nebilerin devam eden mucizeleridir. Zaten mahiyet itibariyle mucize ile keramet arasında bir fark yoktur, ikisi de harikuladedir, ikisinin de yaratıcısı Allah’tır. Keramete İman İnanma bakımından mucize ile keramet arasında açık bir fark vardır. Kur’an’da anlatılan veya sahih hadislerde rivayet edilen mucizelere inanmak müminler için zorunlu olduğu halde Kur’an ve sahih hadisler dışında kalan belli ve somut keramet olaylarına inanma mecburiyeti yoktur. Mutasavvıflar muayyen ve müşahhas keramet olaylarına inandıkları, buna inanmanın faydalı ve gerekli olduğunu söyledikleri halde inanmamayı büyük bir dini kusur olarak görmezler. Çünkü Hz. Peygamberden sonra vukua geldiği rivayet edilen keramet olaylarına itikat etmek zarurât-ı diniyyeden değildir. İbn-i Hazm’ın kerameti peygamberler dönemi ile sınırlı tutması ve diğerlerini kabul etmemesi tekfiri gerektiren bir şey değildir.

Kerametin Amacı
Veliden kerametin zuhur etmesinin sebebi konusunda da çeşitli görüşler vardır. Bazılarına göre mucize göstermenin amacı neyse kerametin zuhur etmesinin amacı da odur. İmam Ahmed, Sahabe zamanında kerametin az görülmesi onların iman ve itikatlarının kuvvetli oluşundandır, der (el-Münavî, I, II). Kerametin fazla zuhuru da imanın za’fiyetine bağlanır. Mucize inkârcıların iddiası
üzerine gösterilir ve bunun inkârcılara fazla bir faydası da olmaz. Kerametin zuhuru da, kerameti inkâr edenlere bir fayda sağlamaz. Çoğu zaman onları inkârlarından da vazgeçirmez. Mucize, müminlerin imanını ve peygambere olan bağlılıklarını güçlendirir. Keramet de tasavvuf yoluna yeni girenlerin heveslerini kamçılayarak bu yolda şevkle yürümelerini, yolun gereklerini azimle yerine getirmelerini ve yola olan bağlılıklarını güçlendirmelerini sağlar, moral verir, maneviyatlarını takviye eder. Böylece keramet menkıbeleri Kur’an’da peygamber kıssalarının temin ettiği faydayı temin eder. Nitekim menkıbelerin Allah’tan gelen birer asker olup müritlerin gönüllerini kuvvetlendirdiklerini söyleyen Cüneyd Bağdadi Hud Sûresi’nin 20. ayetini buna delil olarak göstermiştir. (Serrâc, s. 275).
Keramet, sahibinin dürüst bir insan olduğunu gösterir, tutum ve davranışları doğru olmayanlardan keramet zuhur etmez. Bu suretle Allah hallerinde dürüst olanla sahte olanı bize tarif eder. Keramet, sahibinin yakin halini kuvvetlendirir, basiretini artırır. (Kuşeyrî, ss. 660, 663).

Kerametin Hak Olduğunun Delili ve İspatı
Kerametin ve diğer harikulade olay ve hallerin aklen, ilmen ve naklen imkânını ve vukuunu, özellikle kelam ve fıkıh âlimlerine karşı ispatlamak mutasavvıflar için hiç zor olmamıştır. Mucizenin imkân ve vukuunu ispatlamaya yarayan her delil kerametin ve diğer harikaların da imkân ve vukuunu ispatlar. Kerametin imkân ve vukuu şöyle bir mantıkla ispatlanır. Keramet alken tasavvur edilebilir
bir olay olup gerçekleşmesi her hangi bir akli esası ortadan kaldırmaz. Hakk Teâlâ bu tür şeyleri icada kadirdir. O’nun kerameti yaratmasına engel olacak her hangi bir şey de yoktur. Keramet aklen mümkündür, imkânsız değildir. (Kuşeyrî, s. 660) Tabiat kanunlarındaki düzenin, sürekliliğin, delinmezliğin, illet-ma’lul, sebep-sonuç (illiyet, nedensellik) ilişkisinin esas olduğunu savunarak mucizelerin imkân ve vukuunu kabul etmeyen bazı filozoflara, materyalist ve naturalist filozoflara karşı bunun imkân ve vukuunu akıl ve mantık yönünden ispatlamak için kelamcıların ortaya koydukları aklî, mantıkî, felsefî ve ilmî deliller aynı zamanda keramet ve diğer harikaların imkân vukuunu da ispata yarar. Bu bakımdan keramet ve harikalardan pek hoşlanmayan bazı kelam ve
fıkıh âlimleri çelişkiye düşmemek ve tutarlı görünmek için bu tür olay ve halleri açıkça red ve inkâr edemez, kerhen bunu kabul eder, ama ironik ifadelerle meseleyi hafife almaktan da geri durmazlar. Zahir ulemasının tavır takınmaları ve âmiyâne bir deyimle ehli tarikle, dalga geçmelerinin sebebi budur. Bu eğilimdeki zahir ulemasının zor ve sıkışık bir durumda kalması bundandır. Bunların daha makul ve gerçekçi olanları ise “Ne şiş yansın ne kebap” deyimi ile dillendirilen ortalama bir yol izlerler, keramet Kur’an ve sünnette geçen örnekleri ise genellikle bazı zâhir uleması tarafından te’vil edilerek, akla ve tabiat kanunlarına uygun yorumları yapılarak geçiştirilir.

Mucize ile keramet arasında bir mahiyet farkı var mıdır?
Ünlü sûfî Ebu Hafs Haddâd/demirci idi, bir gün kızgın demiri ateşten çıkarmış ve eli yanmamıştır. (Hucvirî, Keşfu’l-mahcub, Tahran 1338, s. 155,)

İbrahim Tennurî de kızgın fırına girerdi. (Camî, Nefahatu’l-üns, çev.: Lâmîi, s. 689; İbn Teymiyye, Mecmuatu’r-resâil ve’l-mesâil, Beyrut 1983, c. II, ss. 153, 172).
Ahmed b. Ebi’l-Havarî de kızgın fırına girmiş ama yanmamıştı (Kuşeyrî, s. 435).
Ateşin insanı yakması doğa yasasının, sebep-sonuç ilişkisinin gereğidir, yakmaması ise yasanın delinmesi, bir istisnası, belli şartlarda belli kişide etkili (Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergis 20 i, yıl: 6 [2005], sayı: 15) olmamasıdır. Bu tür olaylar çoğu zaman zâhir uleması tarafından garip karşılanır, dudak bükülerek geçiştirilir. Ama Hz. İbrahim’i Nemrud’un ateşinin yakmadığı (bk. Enbiya, 2/69) söylenince akan sular durur. Birincisi keramet, ikincisi mucize olarak tanımlanan bu iki olay arasında hiçbir mahiyet farkı yoktur, her iki olayın tabiat kanunu karşısındaki imkân ve vukuu bir ve aynıdır. Birini kabul, diğerini red mümkün değildir, ikincisinin imkân ve vukuunu ispat için getirilen delil birincisi için de geçerlidir. Birincisinin imkânsız olduğunu göstermek için getirilen her delil ikincisi içinde geçerlidir. Bundan dolayı keramet ve harika olaylarına dudak büken bazı zâhir uleması bu gibi olay ve halleri red ve inkârda fazla ileri gidememiş, sadece bıyık altından gülmekle yetinmek
zorunda kalmıştır.


Not : Şüphesi ki, cahillere bu kadar söz yetmez. Ama, samimi bir şekilde bir şey araştıranlara bu izahatımız ziyade bile gelebilir. Bu sebeple artık soru sormak isteyenler araştrmalarını kendileri yapsınlar. Çünkü, biz dini konuları eğelence haline getirmemeyi kendimize şiar edinmişizdir. Herkes kendi yoluna revan olsun Vesselâm.
 

BADUH

Asistan
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
506
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Cenab-ı Hakk Celle Celaluhu, cümlemizi, Rasul-u Ekrem Aleyhissalatu Vesselamın Sünnet-i Seniyyesine hakkı ile tabi olan bahtiyar kullarından eylesin.

Bizlere, Rasul-u Ekrem Aleyhissalatu Vesselam'a layık, ümmet olmayı nasip eylesin.

Cenab-ı Hakk Celle Celaluhu, bizleri, ehl-i zındıka ve hizmetkarı, münafıkların şerrinden korusun.

Cenab-ı Hakk Celle Celaluhu, onlara, lanet etsin ve ebedi olarak Cehennem'ine atsın.

"Amin desin hep birden yiğitler.
Amin. Amin. Allah-u Ekber.

Allah-u Ekber gökten şehitler.
Amin. Amin. Allah-u Ekber."
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
-Allah'ın gökte olduğuna inanan Ehl-i hadis Sünnîdir.
-Allah'ın her yerde hazır ve nazır olduğuna inanan Mâtüridî ve Eş'arî kelamcılar da Sünnîdir.
-"Namazda Kuran'ın Arapçası okunmalı" diyen Şâfiî, Mâlikî, Hanbelî fakihler Sünnîdir. "Namazda Kuran'ın Farsça veya diğer dillerdeki tercümesi okunabilir"￾ diyen İmam Ebû Hanîfe ve Hanefî fakihler de Sünnîdir.
-Vahdet-i vücûd fikrini savunan Molla Fenarî Sünnîdir. Bu fikri eleştiren Teftazânî de Sünnîdir.
-"Kadından peygamber olmaz" d
iyen Mâtüridiyye Sünnîdir. "Kadından peygamber olur"￾ diyen Eş'ârîyye de Sünnîdir.
-Hz. Ömer'in müellefe-i kulûbla ilgili meşhur ictihadını, "İctihad yoluyla nesh" diye tanımlayan İmam Mâtüridî Sünnîdir. Bu konuda farklı düşünen sayısız Hanefî, Şâfiî, Mâlikî müfessir/fakih de Sünnîdir.
-"İnsanlar fıkıh konusunda Ebû Hanife'nin çoluk çocuğu mesabesindedirâ" diyen İmam Şafiî Sünnîdir. "Ebû Hanife Hz. Muhammed'in dinini değiştiren, hadise hezeyan diyen, küfründen dolayı iki kez tövbeye davet edilen bir fitnecidir" diyen İbn Hibbân da Sünnîdir.

Anlaşıldığı kadarıyla bugünkü sekter Ehl-i sünnetçiler İbn Hibbân'ın fikrî nesebine müntesiptir. Mustafa Öztürk
















 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
ha bu arada
DAIS (isid) de sünnidir Cübbeli de
 

kebîkec

İhvan Forum Üye
Katılım
21 Eyl 2007
Mesajlar
8,080
Tepkime puanı
1,922
Puanları
113
-Allah'ın gökte olduğuna inanan Ehl-i hadis Sünnîdir.
-Allah'ın her yerde hazır ve nazır olduğuna inanan Mâtüridî ve Eş'arî kelamcılar da Sünnîdir.
-"Namazda Kuran'ın Arapçası okunmalı" diyen Şâfiî, Mâlikî, Hanbelî fakihler Sünnîdir. "Namazda Kuran'ın Farsça veya diğer dillerdeki tercümesi okunabilir" diyen İmam Ebû Hanîfe ve Hanefî fakihler de Sünnîdir.
-Vahdet-i vücûd fikrini savunan Molla Fenarî Sünnîdir. Bu fikri eleştiren Teftazânî de Sünnîdir.
-"Kadından peygamber olmaz" d
iyen Mâtüridiyye Sünnîdir. "Kadından peygamber olur" diyen Eş'ârîyye de Sünnîdir.
-Hz. Ömer'in müellefe-i kulûbla ilgili meşhur ictihadını, "İctihad yoluyla nesh" diye tanımlayan İmam Mâtüridî Sünnîdir. Bu konuda farklı düşünen sayısız Hanefî, Şâfiî, Mâlikî müfessir/fakih de Sünnîdir.
-"İnsanlar fıkıh konusunda Ebû Hanife'nin çoluk çocuğu mesabesindedirâ" diyen İmam Şafiî Sünnîdir. "Ebû Hanife Hz. Muhammed'in dinini değiştiren, hadise hezeyan diyen, küfründen dolayı iki kez tövbeye davet edilen bir fitnecidir" diyen İbn Hibbân da Sünnîdir.

Anlaşıldığı kadarıyla bugünkü sekter Ehl-i sünnetçiler İbn Hibbân'ın fikrî nesebine müntesiptir. Mustafa Öztürk






Yani ne yapmak gerek. En ehli sünnetleri tespit edip diğerlerini kapıya mı atalım. Adam iman etmiş ama arapça bilmeyen bir çinli ise arapça öğrenene kadar kendi diliyle namaz kılıp hanefi olsun, öğrenince örneğin şafii olsun. Bende ehli sünnetim. :gl
 

ALI25

Kıdemli Üye
Katılım
9 Nis 2015
Mesajlar
7,509
Tepkime puanı
106
Puanları
0
Konum
Almanya
ha bu arada DAIS(isid)de sünnidir Cübbeli de
Iste böyle kimi insana ne diyecegimi bilmiyorum ehli sünnet düsmani mi yoksa o sünnetin mi düsmani.

Buda simdi mukayese mi ve bir isid ile tabi ki Kaptan a ve böyle kisilere göre de makul olur ve oysa ki bu o vakia da degildir.
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
Dikkatimi bir şey çekti.

Forumlar hadis, tefsir ve fıkıh; mezhep düşmanları ile dolu. Bu tipolojinin istisnasız kaynaklarda rahatsız oldukları noktalar hep Batı Modernizmin rahatsız olduğu noktalar. Yani Batının hayat tarzının kabul etmediği şeyler.. Baş örtüsü, rejim cezaları, v.b.. Bu arkadaşlar ÜMMETÇİ olsalar itikadi mezhepler arasında husumete sebep olan rivayet ve fetvalardan rahatsız olurlardı. Dikkat ederseniz bu kaynaklardan hiç rahatsız olan yok!..

Ahirzamanda çıkacak olan Mehdi aleyhisselamın işi, öyle sanıldığı kadar zor değil aslında. Kesrette vahdet, vahdette kesret! Ümmet, aşağılık kompleksini aşsa ve Muhammedî fıtrata bürünüp ümmetçi olsa hiçbir sorun kalmaz. Kalpler Allah'ın elinde. Bu körlük, bu sağırlık Allah dilerse 1 günde açılır.

İsa aleyhisselamında öyle. Hristiyanlara dese ki, şu halinize bir bakın; pagan olmuş çıkmışsınız, dalaletinizi görün ve tevhide gelin, dese ve bunun bereketi kalplere yerleşse iş tamam biiznillah..

Bütün bu değişimlerden rahatsız olacak bir kesim var. Onlarda farklılıkları husumete çevirmesini bilen ve bu husumetten beslenen bir kesim. Bu husumetler kalktıkça çöl ortasında bir kuyunun suyunun çekilmesinden rahatsız olur gibi karanlık bir köşede telaşa binen bir kesim. Medyayı ve sermayeyi elinde tutan bu kesiminde beli kırılacak zaten.
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Dikkatimi bir şey çekti.

Forumlar hadis, tefsir ve fıkıh; mezhep düşmanları ile dolu. Bu tipolojinin istisnasız kaynaklarda rahatsız oldukları noktalar hep Batı Modernizmin rahatsız olduğu noktalar. Yani Batının hayat tarzının kabul etmediği şeyler.. Baş örtüsü, rejim cezaları, v.b.. Bu arkadaşlar ÜMMETÇİ olsalar itikadi mezhepler arasında husumete sebep olan rivayet ve fetvalardan rahatsız olurlardı. Dikkat ederseniz bu kaynaklardan hiç rahatsız olan yok!..

Ahirzamanda çıkacak olan Mehdi aleyhisselamın işi, öyle sanıldığı kadar zor değil aslında. Kesrette vahdet, vahdette kesret! Ümmet, aşağılık kompleksini aşsa ve Muhammedî fıtrata bürünüp ümmetçi olsa hiçbir sorun kalmaz. Kalpler Allah'ın elinde. Bu körlük, bu sağırlık Allah dilerse 1 günde açılır.

İsa aleyhisselamında öyle. Hristiyanlara dese ki, şu halinize bir bakın; pagan olmuş çıkmışsınız, dalaletinizi görün ve tevhide gelin, dese ve bunun bereketi kalplere yerleşse iş tamam biiznillah..

Bütün bu değişimlerden rahatsız olacak bir kesim var. Onlarda farklılıkları husumete çevirmesini bilen ve bu husumetten beslenen bir kesim. Bu husumetler kalktıkça çöl ortasında bir kuyunun suyunun çekilmesinden rahatsız olur gibi karanlık bir köşede telaşa binen bir kesim. Medyayı ve sermayeyi elinde tutan bu kesiminde beli kırılacak zaten.

Eleştiriyorsun ama tersinden hadiseye bakarsan senin de eleştirdiklerinden farkın yok... Çünkü sen de "imamının ictihadına" saygılı değilsin... Ama farkında değilsin... İşte sen de bu yelpazede imamına düşmansın... Bunlar okumakla anlaşılır, Ebu Hanife'yi çorbacıdan değil Ebu Hanife'den öğren... Düşmanlığı bırak..!
 

ALI25

Kıdemli Üye
Katılım
9 Nis 2015
Mesajlar
7,509
Tepkime puanı
106
Puanları
0
Konum
Almanya
Sunu ister ismez bir ifade edeyim burdaki cogunuzun yazisi olarak cok kere bizzat görüp sahid oldugum yazinin girisi iyi olsa ortasi iyi degil ve ön kismi ve ortasi iyi olsa sonu iyi degil kisacasi yazi basindan sonuna kadar verilmek istenen o seyler de vermemis bizde gördügümüz hata ve yanlis gibi seyleri bu zamana kadar ortaya koymaya calistik.
 
Üst