Efendimizin çocuklara ceza veya mükâfat vermeyişinin pedagojik tahlili

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
PEYGAMBER EFENDİMİZ (SAV)’İN ÇOCUKLARA CEZA VE/VEYA MÜKÂFAT VERMEYİŞİNİN PEDAGOJİK TAHLİLİ

Anne-babaların birçoğu çocuklarına davranış kazandırmak için ceza ve mükâfat yöntemini kullanmaktadırlar ki, çocuğa verilen ceza ve mükâfatlar aslında benlik kaygısını oluşturur. Bu yüzden, pedagojide ceza ve/veya mükâfat ile terbiye etme prensibi yoktur. Çocuğun işlemiş olduğu bir suçtan dolayı üstüne ısrarla gidilmez. Bu, onun benliğini tahrip edeceği için anne-babalar çocuklarının benliğine zarar verici hiçbir davranışa adım atmamalıdırlar. Bunun yerine, çocuk, anne-babasına güveniyor ve onları kendi yaşamının bir rehberi olarak kabul ediyorsa, çocuğa neyin doğru, neyin yanlış olduğu izah edilebilir.

Aklî dengesi yerinde olan bir çocuğun doğruyu bile bile yanlışta ısrar etmesi düşünülemez. Çocuğun bir yanlışta ısrarı ancak ve ancak o çocuğun benliğinin zarar görüyor olmasının karşısında kendini savunmak için oluşturduğu tepkilerdir. Bununla birlikte verilen bir ceza çocuğun duyarsızlaşmasına ve duygu dünyasını hissetmemesine neden olur. İşlenmiş bir suç karşısında verilmeyen bir ceza da çocuğun vicdanının çalışmasına, pişmanlık duymasına ve kendini değerlendirmesine neden olacağı için, ceza ile çocuk terbiyesi abesle iştigaldir (1).

Bu husus Peygamber Efendimizin hayatına da şu şekilde yansımıştır: Seferde ve hazarda Efendimize hizmet eden Enes (r.a.) anlatıyor: “Allah Resulüne (a.s.m.) on yıl hizmet ettim. Bana bir kere bile ‘Öf!’ demedi. Vallâhi işlediğim bir kusurdan dolayı: «Niçin böyle yaptın?» veya yerine getirmediğim bir vazîfeden ötürü: ”Bunu niçin yapmadın?”, “Şöyle yapsaydın ya!” ya da ‘Beceremedin, ne kötü yaptın!' dediğini duymadım (2).

Bu olaya pedagojik açıdan bakacak olursak:

Çocuk zihninin savunması yoktur, kendisine kötü muamelede bulunulduğunda ‘kötü muameleye’ değil, kendisinin kötü iş yaptığına odaklanır. Çocuk, yetişkinlerin her şeyi iyi bildiğini düşündüğü için kötü muameleye maruz kaldığında kendisinin ‘bunu hak ettiği’ni düşünür. Hâlbuki yetişkinler her zaman çocuk ile doğru ilişki içinde olamayabilir, çocuğa haksızlık yapabilirler.

Ne kadar kendisine haksızlık yapılsa da çocuk, başlangıçta bunu yetişkin kusuru olarak görmez, kendi kusurundan kaynaklandığını zanneder. Örneğin; ödevini yapmadığı için öğretmeni tarafından "Senin gibi tembel çocuk yok!” diye aşağılanan çocuk "Öğretmen bu sözü söylememeliydi, bana kötü muamelede bulunuyor" düşüncesi oluşturmaz. "Ben ödevimi yapmadığım için bunu hak ettim" diye düşünür. Bundandır ki, çocukların birçoğu aile dışında zarara uğratıldığı halde, bunu anne-babaları ile paylaşmaz, kendisinin yaptığı davranışlarla, kötü muameleyle karşılaştığının ortaya çıkmasını istemez (3).

Resulullah (SAV)’ın Hz. Enes (ra)’e işlediği bir kusurdan dolayı: “Öff” ya da “niçin böyle yaptın?” gibisinden herhangi bir azarlama veya kötü muamelede bulunmaması ne kadar da manidar değil mi?

Diğer yandan, ceza çocuk eğitiminde olmaması gereken ve çocuğun aşağılanmasını oluşturan kötü muameledir. Örneğin; kardeşini itip düşürdü diye, çocuğun odaya kapatılması kötü muameledir. Bu bağlamda davranışları sıklıkla cezalandırılan bir çocuk, bir süre sonra yetişkine karşı kendini korumak için, duyarsızlaşır. Bir bıkkınlık hali ile en küçük eleştiriye karşı tepki ortaya koyar. Çocuğun bu tepkiselliği, kendi benliğinin sürekli yara almış olmasından kaynaklanan bir “Yeter artık!” bunaltısıdır. Ki bu bunaltı ebeveynin çocuğa tesir edememesine sebep olur (4).

Resulullah (SAV)’ın Hz. Enes (ra)’e yerine getirmediği bir vazîfeden ötürü: ”Bunu niçin yapmadın?” diyerek azarladığına, herhangi bir ceza verdiğine de rivayetlerde rastlamıyoruz. Zira çocuğa kızmak, azarlamak, dövmek, cezalandırmak (ağzına acı biber sürmek vs.) çözüm değildir. Bunun verdiği tepkisellik sorunu daha da derinleştirir. Çünkü çocuk ceza aldıktan sonra belki bu davranışından vazgeçebilir ama ceza bir başka yanlış davranışı tetikleyecektir (5).

Modern çağda çocuğun bir duygu dünyası olabileceğine çok dikkat çekilmiyor. Onu "adam etmek” için gerektiğinde cezalar veriliyor, "akıllansın” diye şiddet uyguluyor yetişkinler.

Çocuğun bu kadar yanlış tanınması değiştirmelidir... Çünkü utanıyor anne babalar kendi arkadaşlarının yanında, çocuklarının çocuksu davranışlarından... Toplum da anne-babaları utandırıyor “Nasıl çocuk yetiştirmiş, şuna bak...” diye. Çocuk utanılacak biri değil, onun acemi, küçük bir insan olduğu unutulmamalıdır. Bugün artık çocuğun “ceza ile adam edilmeye çalışılmasının” tek ve geçerli bir eğitim metodu olmadığının konuşulması heyecan verici... (6)

Hz. Enes (ra) verilen bir vazifeyi tam layıkıyla yerine getiremediğinde Resulullah (SAV)’ın “Şöyle yapsaydın ya!” diye bir ikazına, dolayısıyla onu “adam etmek” için herhangi bir ceza verdiğine de rivayetlerde rastlamıyoruz.

Bir ebeveyn çocuğuna davranış kazandırabilmek için “Şunu yapamazsan seni cezalandırırım, döverim, aç bırakırım” gibi cümleler kuruyorsa çocuk içindeki aynanın karşısında ebeveynini değil başka birini görür. Kendisine zarar vermekte kararlı olan kişiyi bir an kendi anne babası gibi algılamaz. O zaman da ciddi hayal kırıklığı yaşar, aradaki bağ hemen kopmaz ama yara alır. Bağın zarara uğramasıyla içinde bir şeylerin yoksunluğu oluşmaya başlayan çocuk garip bir şekilde kaygılanır, kendini saklamaya çalışır, ebeveyninin tekrar beğenisini kazanabilmek için “edilgen olmaya" veya "yılışık davranış" sergilemeye başlar (7).

Efendimiz (SAV)’in hayatına bakıldığında Hz. Enes (ra)’e “Şunu yapamazsan seni cezalandırırım, döverim, aç bırakırım” gibi cümleler kurmayı bırakın ‘Beceremedin, ne kötü yaptın!' gibisinden cümleler bile kurmadığını Hz. Enes (ra)’den görüyoruz.

Diğer taraftan, çocuktan yetişkin olgunluğu beklemek çocuğa yapılacak en büyük haksızlıktır. Çocuk, çocuk olabildiği kadar kişilikli bir insan olabilir (8). Bu yüzden çocuklar hata yaptığında ceza ile “adam” edilemeyeceği gibi, ceza ile "adam edilmiş" çocuğun ise adam olamayacağı aşikârdır (9).

Ceza ile terbiye edilmeye çalışılan çocuklarda görülen en belirgin özellik, cezanın yeni bir davranış bozukluğuna yol açmasıdır. Ceza alan çocuk, her ne kadar kendisine yasaklanmış davranıştan o an için uzak dursa da, ceza almış olmanın verdiği bir tepki ile yeni bir anormal davranışa yönelir. Bu durum gayet insanîdir ve olması gereken bir durumdur. Çocuğun izzeti ve gururu kırılmışsa, aldığı cezanın tesiri ile çocuk yanlış yapmaya (hatta bu sefer kasıtlı olarak yanlış yapmaya) devam eder (10).

Enes -radıyallâhu anh- diyor ki:

“…Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- birgün beni bir yere göndermek istedi. Ben: «Vallâhi gitmem.» dedim. Hâlbuki içimden gitmeye karar vermiştim. Çünkü emri veren Allâh’ın Nebîsi idi. Yola çıktım, sokakta oynayan çocukların yanlarına vardım (ve orada oyalandım). Derken Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- arkamdan gelerek ensemden tuttu. Dönüp baktığımda gülümsüyordu.

«–Enescik! Söylediğim yere gittin mi?» diye sordu.

«–Hemen gidiyorum yâ Rasûlallâh!» dedim.” (11)

Bakıldığında Resulullah (SAV) Hz. Enes (ra)’i bir işe göndermesine rağmen bu işi yerine getirmeyen çocuktan ne yetişkin gibi davranmasını beklemiş ne de ona o işi yerine getirmediği için herhangi bir ceza vermiştir.

Ceza alarak yetişen çocukların en belirgin davranış sapması, ‘ezik ve silik’ bir kişiliğe sahip olmalarıdır. Çünkü ceza vermek, bir güç gösterisidir. Cezayı veren, ‘güçlü’ olan taraftır; cezayı alan taraf ise ‘zayıf’ ve 'güçsüz’dür. Ancak, insan psikolojisinde güçlüye boyun eğmek, kolaylıkla kabul edilen bir davranış değildir. İnsan onuru, bir güç karşısında boyun eğmeyi rahatlıkla kabul etmez. Kendi üzerinde birinin güç gösterisinde bulunmasından hoşlanmaz. Ancak çaresizlik anında, insan, kendisi üzerinde birilerinin güç gösterisine sessiz kalabilir. Tıpkı bunun gibi, çocuk da ceza aldığı an, kendisinden büyük ve güçlü birinin altındaki çaresizliği hisseder. Kendisine ceza veren kişiye onurluca başkaldırsa, belki de her başkaldırışında yeniden ceza alacağı için, çaresizce kendisine uygulanan cezalara boyun eğer. İşte bu boyun eğmeler, çocukta ezilmişlik duygusunu da beraberinde getirir (12).

Yine Hz. Enes (ra)’in hayatına baktığımızda kendisinin bırakın “ezik ve silik” bir kişiliğe sahip olmasını aksine kendisinin spora çok önem veren aktif ve çokça hadis rivayet edecek kadar zeki ve özgüvenli biri olduğu kaynaklarda zikredilir (13).

Diğer yandan, bir çocuğun ebeveyninden duyacağı tatlı bir söz, o çocuğun çiçek gibi açıp yaşama sevinci olmasına neden olabileceği gibi, ağır bir söz de onu çaresiz bırakıp bütün gününü zehir edebilir. Ebeveynler söz söyleme sanatını becerebildiği kadar ebeveyn olabilirler. Maalesef söz tesir etmemeye başlayınca da, ebeveynlerin baskı ve zorlaması baş gösterir. Kimi zaman şiddet içeren bir ceza ve kimi zaman da çocuğun arzu ettiği bir şeyi ona verme karşılığında ebeveynler sözlerinde tesir oluşturmaya çalışırlar. Bu ise bir kısır döngüdür. Zira çocuk ne kadar ceza alırsa, o kadar arsızlaşır; ne kadar mükâfat alırsa, o kadar unutkanlaşır... (14)

Hz. Enes anlatıyor: Annem beni ilk defa Resulullah’ın yanına götürdü ve “Ya Resulellah! Bu Üneys/Enescik için Allah’a dua et” dedi. O da “Allah’ım! Onun malını ve evlatlarını çoğalt ve onu cennete koy” diye dua etti. Hz. Enes -ömrünün sonlarına doğru- bunu anlatırken şu ilaveyi de yapardı: “İlk ikisini gördüm, üçüncüsünü de göreceğimi ümit ediyorum.” (15).

Resulullah (SAV)’ın Hz. Enes (ra)’e taa çocuklukta yaptığı bu güzel duayı Hz. Enes (ra)’in ömrü boyunca hiç unutmadığı ve hatırasında hep pozitif bir motivasyon kaynağı olarak kaldığı anlaşılıyor.

Çocuğun hatalarının bazen görmezden gelinmesinde de herhangi bir sorun yoktur. Aksine çocuğa güven kazandırır (16). Zira çocuk, yetişkinden alacağı ceza korkusu ile değil, yetişkine duyduğu “güven” duygusu ile ancak "insan” olabilir (9)

Enes -radıyallâhu anh- bir başka hâtırasını da şöyle anlatır:

“Birgün, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hizmetini gördükten sonra: «Peygamberimiz kaylûle uykusundadır.» diyerek çocukların yanına gittim. Ben onların oyununu seyrederken Rasûlullâh -aleyhissalâtü vesselâm- geldi. Oyun oynayan çocuklara selâm verdi. Ardından beni çağırdı ve bir yere gönderdi. Ben de gittim. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ben dönünceye kadar bir gölgede oturdu. Annemin yanına dönmekte gecikmiştim. Yanına vardığımda annem:

«−Niye geciktin?» diye sordu. Ben:

«−Allâh Rasûlü beni bir iş için göndermişti.» dedim. Annem:

«−O iş neydi?» diye sordu. Bunun üzerine ben:

«−Rasûlullâh’ın sırrıdır?» dedim. Annem:

«−Öyleyse Rasûlullâh’ın sırrını muhâfaza et!» dedi.” (17)

Resulullah (SAV)’ın kendisini sırdaş olarak gördürebilecek kadar verdiği güven duygusuna bakarmısınız!

Görüldüğü gibi Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çocukları kendi akranıymış gibi muhâtap kabûl ederek onlara bir kısım sırlar vermiştir. O, hayâtının her safhasında çocuklara derin bir sevgi ve şefkat beslemiş, onları ciddiye alıp seviyelerine inmiş, âdeta çocuğun rûhuna girmiştir. Hadîs-i şerîflerinde:

“Kimin bir çocuğu varsa onunla çocuklaşsın!” (18)

“Çocuklarınıza ikramda bulunun ve terbiyelerini güzel yapın!” (19) buyurarak evlâtlarımıza ve küçüklerimize karşı nasıl muâmele etmemiz gerektiğini göstermiştir.

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in örnek hayâtı, çocukların terbiye edilmesi husûsunda da bize rehberlik etmektedir. O, maiyyetindeki Enes’e nasıl bir terbiye vermişti ki, ona hayâtı boyunca hiç kızma ihtiyâcı duymamıştı. Elli beş yaşlarındaki Rasûlullâh -aleyhissalâtü vesselâm-, on yaşlarındaki Enes’in rûhuna nasıl bir yol bulmuştu ki onunla arkadaş gibi şakalaşabiliyor ve gerektiğinde sırrını verebiliyordu. Allâh Rasûlü’nün terbiyesinde yetişen Enes -radıyallâhu anh- da çocuk yaşına rağmen olgun bir insan gibi davranarak Rasûlullâh’ın sırrını kimseye söylemeden onunla birlikte mezara girebiliyordu. Hazret-i Enes’i bu olgunluğa yükselten, hiç şüphesiz, Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in tatbîk etmiş olduğu kâbına varılmaz üstün terbiye metodudur (20).

Diğer yandan, ebeveynler çocuklarına birtakım davranışlar kazandırmak için onları ödüllendirmeyi tercih ediyorlar. Beklenen davranışı gerçekleştiren ve bunun için ödüllendirilen çocuğun o davranışının pekişeceğini düşüyorlar. Ancak çocuk dünyasını yakından gözlemlediğimizde durumun hiç de düşünüldüğü gibi basit olmadığını görüyoruz.

Örneğin, derslerinde başarılı olan bir çocuğun “el bilgisayarı" ile ödüllendirildiğini varsayalım. Bu çocuk bu ödülü derslerinde başarı kazandığı için almıştır. Ancak çocuk derslerinde kazandığı başarıyı devam ettiremezse, elinde tuttuğu bu bilgisayar onu adım adım boğmaya başlar. Zira başarıya gidişler sırasında alınan mükâfatlar, kişiyi bir sonraki başarıya karşı motive ettiği gibi o başarıyı sürekli sağlayamayacağı ve "saygınlığım” kaybedeceği kaygısına da düşürür. Başarı yolculukları inişli çıkışlıdır. Çocuk başarı kadar başarısızlığı da doğal karşılamadıkça kaygılanır ve kendisinden beklenilen sonuçları alamamanın ezikliğini yaşar. Bu durumdaki çocuklar ebeveynin gözünden düşmemek için “mecburi” olarak yalana başvurmaya başlar veya okulda yaşadığı olumsuzlukları ebeveyni ile paylaşmamaya gayret eder. Çocuğun ödüllendirilmesi çocukta ahlaki değer kaybına neden olacaksa, ebeveynler tercihini bunu bilerek yapmalıdır.

Hâlbuki illa kişiye hoş bir şeyler sunulacaksa mükâfatlandırmak yerine hediyeleşmek tavsiye edilir. Hediye ile mükâfat arasındaki fark ise insana saygınlığın ince çizgisini gözler önüne seriyor. Zira mükâfat, bir durum, olay ve başarı karşısında yani bir koşul yerine geldiğinde verilirken, hediye “koşulsuzca” verilir. Kişinin anımsandığının, hatırlandığının ve koşulsuzca değer gördüğünün bir işaretidir hediye (21).

Rivayetlere bakıldığında Resulullah (SAV)’ın Hz. Enes (ra)’e şu işi yaparsan sana şöyle bir mükâfat vereceğim dediğine rastlamıyoruz. Aksine Hz. Enes (ra)’in Mısır Hükümdarı Mukavkıs'ın Resûl-i Ekrem'e, O’nun da Hz. Enes (ra)’e hediye ettiği cam bardağı yanından hiç ayırmadığını bizzat kendisi bildiriyor (22).

Sonuç olarak; çocuk, ceza korkusu ile olması gerektiği gibi davransa da veya bir mükâfat kazanmak için kendisinden bekleneni sergilese de, bu çocuğun iyi eğitildiğini düşünmek acınacak bir yanılgıdır. Çünkü o, sadece cezadan kurtulmak için kurnazlığı öğrenen, mükâfat alabilmek için de olduğu gibi olmaktan vazgeçip, istendiği gibi olmaya çalışan, zavallıca bir kişilik değişimine, sevecen bir şekilde uğratılan kişidir.

Hâlbuki kişilikli ve karakterli bir çocuk yetiştirilmek arzu ediliyorsa ne ceza korkusuyla, ne de mükâfat alma hevesiyle çocuktan birtakım davranışları sergilemesi istenmelidir. Çocuk ancak yapacağı davranışları vicdanında duyarsa, duygu dünyası ile kendisinden arzu edilen şeyi anlayıp kabul ederse, o zaman sağlıklı bir terbiye sürecinden bahsedilebilir.

Böylesi bir yöntem hem uzun, hem de zor olduğu için anne-babalar çocuklarının kişiliklerinin bozulma pahasına, zoraki bir terbiye yöntemi takip ediyorlar. Çocukları istedikleri gibi davranmazsa ceza ile sindirmeyi, istedikleri gibi davranırsa da mükâfat ile kişiliğine zarar vermeyi bir marifet zannediyorlar. Hâlbuki çocuk kendi sırrını bırakıp, anne-babasının sündürmesiyle bir yöne doğru yönelirse, kişiliksizleşmeye doğru gider (23).

Son söz olarak; Hz. Enes (ra)’in hayatına baktığımızda ceza ve/veya mükâfat ile kişiliği, fıtratı bozulmamış, özgüvenli, mütevazı, kişilikli ve sağlam karakterli bir insanın yetişmiş olduğunu müşahede ediyoruz..

Şüphesiz Allah (cc) en doğruyu bilendir.

Ebu Taha bin Mahmud
26 Safer 1439
(m. 15 Kasım 2017)






Kaynaklar:

1. Adem Güneş, Çocukluk Sırrı. Nesil Yayınları, İstanbul 2017 .s. 211-2.

2. Müslim, Fedâil, 52. Müsned, 3/101; İbn Sa'd, Tabakât, 7/19. Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, 1/599.

3. Adem Güneş, Çocuk Neyi Neden Yapar - 2. Nesil Yayınları, İstanbul 2016. s. 65.

4. Adem Güneş, Çocuk Neyi Neden Yapar - 2. Nesil Yayınları, İstanbul 2016. s. 65-6.

5. Adem Güneş, Çocuk Neyi Neden Yapar - 1. Nesil Yayınları, İstanbul 2017. s. 58.

6. Adem Güneş, Çocuk Eğitiminde Doğru Bilinen Yanlışlar. Timaş Yayınları, İstanbul 2016. s. 12-3.

7. Adem Güneş, Güvenli Bağlanma. Timaş Yayınları, İstanbul 2016. s. 175.

8. Adem Güneş, Doğal Ebeveynlik. Timaş Yayınları, İstanbul 2016. Önsöz.

9. Adem Güneş, Çocuk Deyip Geçmeyin. Timaş Yayınları, İstanbul 2016. s. 53.

10. Adem Güneş, Çocuk Eğitiminde Pozitif İletişim. Nesil Yayınları, İstanbul 2016. s. 117.

11. Müslim, Fedâil, 54.

12. Adem Güneş, Çocuk Eğitiminde Pozitif İletişim. Nesil Yayınları, İstanbul 2016. s. 121.

13. Buharı, Hibe 5; Müsned, 3/ 205, 235, 250; Heysemî, Mecmau'z-zevâid, 9/ 325; DİA, Enes b. Malik md.

14. Adem Güneş, Çocuk Eğitiminde Pozitif İletişim. Nesil Yayınları, İstanbul 2016. s. 9.

15. İbn Hacer, Tehzib, 1/377.

16. Adem Güneş, Çocuk Neyi Neden Yapar - 2. Nesil Yayınları, İstanbul 2016. s. 67.

17. Ahmed, III, 195.

18. Deylemî, III, 513.

19. İbn-i Mâce, Edeb, 3.

20. Osman Nuri TOPBAŞ, Hazret-i Muhammed Mustafa-1, Erkam Yayınları, İstanbul 2016.

21. Adem Güneş, Doğal Ebeveynlik. Timaş Yayınları, İstanbul 2016. s. 155-6.

22. El-İsâbe, I/71; El-İstiâb I/71; Tabakât-ı İbn-i Sa’d, 7/45.

23. Adem Güneş, Çocukluk Sırrı. Nesil Yayınları, İstanbul 2017. s. 48-9.
 
Katılım
6 Kas 2017
Mesajlar
5
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Detaylı bilgi için teşekkür ederim ebevynlerin okumasını tavsiye ederim
 
Üst