Edep Ya HÛ...

MiHRiMaH

Son gülen... :/
Katılım
6 Ara 2006
Mesajlar
2,752
Tepkime puanı
769
Puanları
0
Konum
İstanbul...
Değerli kardeşim... Allah sizden razı olsun... Ne güzel paylaşım... Bu ne büyük bir lütuf ve nimet... Rabbim bizleride böyle nasipli etsin...
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
hakkin Ve Hakİkatin Yolunda Gİdenlerden..

Ümmetİn Fesada DÜŞtÜĞÜ Bu GÜnlerde SÜnnet-İ Senİyyeyİ YaŞayan Ve YaŞatan Kullar Olmak Ümİdİyle Rabbİm (cc) Razi Olsun...


.
 

berraksu

Aşafatlı
Katılım
2 Eyl 2006
Mesajlar
3,652
Tepkime puanı
85
Puanları
0
Yaş
36
Edep illa Edep!

Ey insanoğlu! Allah'ı sevmek, Allah'a gitmek istiyorsan,

maddi ve mânevi her işinde edeb ile gir, irfan ile çıkmaya çalış.


- Beni Rabbim edeblendirdi. Ve ne güzel edebledi.

- Âdemoğlunun edebden nasibi yoksa, insan değildir.

- Edeble süslenmeyen akıl, silâhsız kahramandır.

- Edeb: Aklın dıştan görünüşüdür.

- Edeb: Eline, diline ve beline sahip olmaktır.

- Edeblerin anası, az konuşmaktır.

- Edeb olmadıkça asalet düzelmez.

- Edeb, şeytanı öldüren bir silahtır.

- Edeb, en hayırlı sanattır. Hakk'a giden yolun azığıdır.

- Edeb, olgunlaşmanın ilk şartıdır.

- Edebi terk eden, ârif değildir.

- Edebden mahrum olanlar, Hak dergâhından kovulurlar.

- Edebi olmayanın güvenilir ilmi yoktur.

- Hakikatten maksat, ancak edebdir.

- Hakiki edeb, nefsi terketmektir.

- Ayıplarınızı edeble örtünüz.

- Hakiki güzellik, ilim ve edeb güzelliğidir.

- insanın ziyneti, edebin tamamıdır.

- Evlâdına edeb öğretmeyen, düşmanlarını sevindirir.

- Ruhen yükselmek, ancak edeble mümkündür.

- Akıllı, edebi edebsizden öğrenir.

- ilim şerefi ve edeble Âdem, melekten üstün oldu.

- şeytan Allah'ın huzurundan, edebi terkettiği için kovulmuştur.

- Edeb dışı hareketler, feyzi keser. Ve sahibini sultanın gönlünden uzaklaştırır.

- Sohbet bir cesettir. Edeb ise, o cesedin ruhudur.

- imanın hakikatine ermek için, yakîn bilgi; yakîn için, ihlâslı amel; ihlâslı amel
için, farzları edâ; farzları eda için, sünneti tatbik; sünneti tatbik etmek için de,
edebi korumak lâzımdır.

- Edeb; insanı her türlü hatadan koruyan bilgi ve prensiplere sahip olmaktır.

- Her şey çoğaldıkça ucuzlar. Fakat edeb çoğaldıkça, değeri artar.

- Edeb, kendisinden yükseğini çok görmemek, kendisinden aşağısını da hor görmemektir.

- üstadının edebi ile edeblenmeyen, sünnet ve hadisle edeblenemez. Sünnet ve hadisle edeblenemeyen de âyet ve Kuran'la edeblenemez.

- Edeb güzelliği, kişiyi nesebe muhtaç etmez.

- Edeb, insanı utanılacak şeylerden koruyan melektir.

- Edeb, Rasûlullahın sünnetine uygun hareket etmektir.

- Edebden daha üstün şeref yoktur.

- Edeb kaidelerinin en alt derecesi, bir kimsenin, cehaletini sezdiği yerde durup, onu gidermesidir.

- ilim elde etmek isteyen, edebli olsun.

- iyi amel sahibi olmak isteyen, edebli bir şekilde ilim sahibi olmaya baksın.

- Muhabbet ehli, sevgi işinde iyi niyete sahip oldukça, edebleri artmaya başlar.

- Edeb, nefsi gerektiği şekilde terbiye etmek ve güzel ahlâk ile süslemektir.

- Edeb, insanın mutlak bir fazilet kaynağıdır.

- Cennetteki makamlara, amel ve edeble ulaşılır.

- Edebin dostları: Hayâ, Samimiyet, Teslimiyet, Muhabbet, Niyet, itaat, Gayret, Sohbet ve Hizmettir
 
Katılım
22 Ocak 2007
Mesajlar
1,433
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
41
Konum
ankara
bizim okulda prof. hocamız da hep şunu söylerdi..
bi adamda yoksa edeple hayya okusa alim olsa yine merkeptir yine merkep derdi...
 

NAS

Üye
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
138
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Edep...











EDEP

Terbiye manasında da kullanılan edebin en genel manası söz ya da davranışların adaba uygun şekilde kontrol altında tutulmasıdır. Bu anlamda alimin yanında susmak ilim talep edenin yanında bildiğin kadarıyla konuşmak edeptir. Evet oturmadan kalkmaya gülmeden ağlamaya kadar tüm davranışların yerli yerinde yapılmasına denir edep.
İslam dini müspet ilimlere teşvik ettiği gibi ruhun terbiyesini de ihmal edilmemesini tavsiye etmiştir. Bunun içindir ki her medresenin yanına ruhu terbiye için mutlaka bir tekke yapılmıştır. İnsanı Kâmil olma yollarını öğreten tekkelerin daha giriş kısmına edep ya hu yazısı konulmuş böylece olgun kişi olmanın ilk basamağının edebi ahlak haline getirmek olduğu vurgulanmıştır.
Edebin ilk muallimleri anne ve babadır. Çocuk onlardan aldığı edeple topluma karışır sonra okul ve toplum menfi yada müspet etkileri ile şekillenir. Unutulmamalıdır ki iyi bir aile terbiyesinden geçmiş insan topluma rağmen hal ve davranışlarını kontrol altında tutabilir.
İslam alimleri edebin olmadığı yerde iman ve ilimden bahsedilemeyeceğini ısrarla vurgulamışlardır. Evet hem dini öğrenmenin hem de ilmi öğrenmenin ilk basamağı edeptir.

İlim meclisine uğradım kıldım talep
İlim en gerideymiş illa illa edep

***

Edeptir kişinin daim libası
Edepsiz insan üryana benzer

***

Edep ehli ilimden hali olmaz
Edepsiz ilim okuyan alim olmaz

























ADAM OMLAK

Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Hızlı adımlarla yürüyor bir şeye canı sıkıldığı nefes alışından belli oluyordu. Biraz duraksadı ve yıllar öncesini hatırladı. O zaman oğlu daha 14 yaşında idi. İyi bir eğitim alması için elinden gelen gayreti göstermesine rağmen oğlunun tavırlarını hiç beğenmiyordu. Hatta bir gün “ oğlum sen adam olmazsın “ demişti. İşte aradan yıllar geçmiş oğlu da vali olmuştu. Nasıl oldu ise oğluna bu haber gece gelmiş o da apar topar babasını huzuruna getirtmiş ve “ Baba bak sen adam olamazsın dedin ama ben vali oldum” demişti. Yaşlı adam da : “ Oğlum vali olmuşsun ama adam olamamışsın, eğer adam olsaydın yaşlı bir adamı gece yarısı rahatsız etmeyecek kadar düşünceli , babanı ayağına getirtmeyecek kadar edepli ve makamın büyüdükçe daha da mütevazileşecek kadar da olgun olurdun” diyerek hışımla kapıyı çarpmış kendine ancak sokağın ortasına gelebilmişti.
Üzgündü söz ve davranışlarında ölçülü bir evlat yetiştirememekten. Oysa ne kadar isterdi hem iyi bir eğitim almış hem de edebiyle herkese örnek olacak bir evlat yetiştirmeyi. Ne yapalım dedi ALLAH edep versin.

























GÜZEL DİNLEME

Nasihat dinin kendisidir ifadesiyle Peygamberimiz (SAV) bize dinin anlaşılması konusunda en önemli ölçülerden birini koymuştur. Ancak burada önemli olan kulun samimiyet ve iştiyakla Allah’ı bilmeye azmetmesidir. Zira öyle dinleyenler vardır ki Rasulüllah’ın getirdiği hakikatlere olabildiğince duyarsızlardır. Bunlar rahmetten istifade edemezler yine öyle nasihat dinleyenler vardır ki dinler, anlar ancak anladığını yaşama gayretinde olmaz. Oysa Allah niyetine göre ona kolaylık yolunu da gösterecektir. Ancak bunlar da tam manasıyla istifadeli olamazlar. Bir de dinleyip, anlayıp, bütün samimiyetleriyle öğrendiği hakikatları yaşama gayretinde olanlar vardır ki işte Allah’ın hoşnut olduğu kullar bunlardır.
Evet insan ahrete ait mevzuları dinlerken mutlaka iştiyaklı olmalı ve bu konuda gösterdiği hassasiyetin hem ALLAH ‘a karşı saygının ifadesi hem de cenneti kazanmanın yegane çaresi olduğunu aklından çıkarmamalıdır.















İNSAN OLMAK

Tayinini çıktığını öğreneli bir hafta olmuştu. İlk valilik denemesi olan şehrinden ayrılma düşüncesi hüzün veriyordu. Eşyaları kamyona yükleyen işçileri seyrederken birden dört yıl öncesini hatırladı. Kendinden önceki vali de bu lojmanda oturmuştu ve onunla bu evden taşınırken tanışmışlardı. El sıkışmaları bile ne kadar zor olmuştu. Evin içinde bir sürü insan onu uğurlamaya gelmişti , hatta ağlayanlar bile vardı. Oysa şimdi kendisi taşınıyordu ve eşi ve çocuklarından başka kimse yoktu. O bu düşünceler içinde iken kendinden önceki valinin de çok hürmet gösterdiği yaşlı istiklal savaşı gazisinin sesiyle irkildi. “Evlat” dedi , “nedir bu halin ? “ ,”buradan ayrılmak biraz hüzün verdi” dedi vali. Hüznünün gerçek sebebini söylemediğini yaşlı gazi de anlamıştı. “Söyle evlat söyle senin bir şeye canın sıkılmış “ dedi yaşlı gazi. Vali artık dayanamadı ve “dört yıldır buradayım bir sürü insanla tanıştım daha düne kadar etrafımda olan insanlardan şimdi hiç biri yok . oysa benden önceki vali taşınırken kalabalıktan evin içine girememiştim “dedi. Yaşlı gazi ibretli bir gülümseme ile ;
- Bak evlat okumuşsun güzel mevkiler edinmişsin ama insanlara hep yukarıdan bakarsan , yanına gelene gülümsemezsen büyüğünü küçüğünü tanımazsan böyle olur. Valide olsan , padişah da olsan önce insan olmayı öğrenmelisin dedi.
Vali oldukça sarsılmıştı. Yaşlı gazi açık konuşmuştu. Yerinden kalktı yaşlı gazinin elinden öptü ve ikazından dolayı teşekkür etti. Sonra zorlada olsa gülümseyerek “vali olmanın her şey olmadığını anladım. Bundan sonra insanların yanında hareketlerime daha dikkat edeceğim “dedi. İyi bir insan olursan insanlar arasında sevilirsin dedi yaşı adam ve aheste adımlarla oradan ayrıldı.


RAHMETTEN İSTİFADE EDEBİLMEK

İnsan hadiselerin sebep ve sonuçlarından dersler çıkarabilecek şuurlu bir varlık olarak yaratılmıştır. Bu şuur sayesinde insan geçmiş zamana ait bütün olayların kahramanlarının akıbetlerine bakıp gelecekte hem kendinin hem de dostlarının sonunun ne olacağını kestirebilir. Evet insan fanidir hatta bütün varlık fanidir. Ancak beşer bu dünyada geçici olmasına rağmen ahrette ebedi kalacaktır. Bu müjdeyi bize veren başta Kâinatın Efendisi sonra ondan aldıkları nurla bizleri aydınlatan mürşitlerdir. Madem dünya fanidir ve madem ebedi bir alem vardır ki bu alemde ya cennet yada cehennem kalınacak yer olacaktır. Öyle ise insanın en büyük derdi baki kalacağı mekanın cennet olmasını sağlama olmalıdır. Öyle ise insan mutlaka dini mevzuları öğrenmeye iştiyaklı olmalıdır. Kul dine ait her hangi bir mevzuyu dinlerken :

1-) Konuyu anlamak için iştiyaklı olmalıdır. Şeytanın gaflet vermesini izin vermemelidir. Evet insan kalbini , ruhunu aklını nasihate açmalı her şeyiyle istifade etme niyetinde olmalı. Çünkü ALLAH insanları niyetlerine göre sevk eder. Zaten Hz. Muhammed’i (sav) dinleyerek sıddıkiyet mertebesinde yükselen Hz. Ebubekir ile cahillerin en büyüğü Ebu Cehil ‘in arasında ki farkın sebebi bu dinleme keyfiyeti değil midir?

2-) Sohbette kibir , riya suizan gibi sözler geçtiğinde mi’min hemen bu sözü alıp nefsine sormalı acaba bende böyle bir şey var mı ? Ve her an bu muhasebe içerisinde olmalı .

3-) Sohbette sahabelerin yahut kâmil bir müslümanın hayatından bahsedildiğinde mü’min hemen kendi nefsine sormalı acaba onun yerinde olsaydım aynı davranışı gösterebilir miydim ?

Evet kul yukarıdaki hususlara mutlaka dikkat etmeli ve kendisini doğru yola iletmesi için ALLAH ‘ a yalvarmalıdır.
Bir Edep Anlayışı

Efendimiz (sav), kendisine karşı ayağa kalkılmasını istememesine ve “Acemlerin büyüklerine ayağa kalktığı gibi ayağa kalkmayın” buyurmasına rağmen, Ashâb-ı Kiram kendisine karşı hürmette kusur etmiyor ve ayağa kalkıyorlardı. Biz de Mevlid-i Nebevî okunurken, “Doğdu ol sâatte ol Sultân-ı Dîn” denildiğinde “hoş geldiniz” ma’nâsına ayağa kalkıyor ve kendilerine karşı hürmet ve ta’zimlerimizi arzetmeye çalışıyoruz. Evet, bu bir edep anlayışı ve edep göstergesidir. Dolayısıyla, ihmal edilmemeli ve mutlaka yerine getirilmelidir.
















SÖZÜN SAHİBİ

Hayatta başarılı olmak veya bazı hatalara düşmemek için insan mutlaka kendine yapılan ihtarlara dikkat etmelidir. Evet insan yaşlı yada genç kendisine bir şeyler anlatmak isteyen herkesin en azından fikrine saygı göstermek açısından onu dinlemeli ve önyargılı olmamalıdır. Ancak unutulmamalıdır ki nasihin kimliği ve yaşayışı tavsiyelerinin isabetli olup olmadığının en şaşmaz kanıtıdır. Nasihat alınacak kişilerinde bu ölçülere uyup uymadığı gözden geçirilmelidir. Mesela sigara kullanan bir doktorun sigara sağlığa zararlıdır demesi ne kadar etkili olabilir . Veya her işinden zararla çıkan bir tüccarın ticari direktifleri ne kadar isabetli olabilir. Evet nasihat konusunda ki seçici bakış sosyal alanda , siyasi alanda ve dini alanda farklı değildir. Mesela Hz. Adem’e Cennetten uzaklaşmasına neden olan yasak meyveyi yeme tavsiyesini cennet ve ALLAH ‘ ın rahmetinden kovulmuş şeytan etmiştir. Yine insanlara huzur ve mutluluk yollarını anlatmaya çalışan HZ. Muhammed’in (sav) bir şeyler tavsiye ettiği insanlara kendinden başkasını düşünmeyen ebu cehilde tekliflerde bulunmuştur. Bu açıdan nasihin iyi bir analizden geçirilmesi çok önemlidir. Din adına teklifte buluna neyin yanlış neyin doğru olduğunu anlatan kişide de aranacak ilk vasıf, o kişinin bu tekliflerini yapıp yapmadığıdır. Zira insanlara din adına en fazla tavsiyede bulunanlardan biride şeytandır ki yaptığı tavsiyeler insanı ancak ALLAH’tan uzaklaştırmaya yaramıştır.
Dolayası ile kişi din adına kendisine yapılan tavsiyelerde bu noktaya çok dikkat etmeli ve daima ALLAH’ın rızası istikametindeki nasihatleri benimsemelidir. Zaten bir çok insanı hüsrana uğratan da doğru seçememeleri değil midir ?





İNSANI KÂMİL

Olgun insan “ben” değil “biz” eksenli yaşamasını bilen insandır. Zira “ben” egoizmi ve bencilliği temsil eder. Ayrıca kâmil insan odur ki kendi hatalarına karşı savcı , başkalarının kusurlarına karşı ise avukat kesilsin. Başkalarının hatalarını ortaya çıkarmaktan ziyade onu kimselere göstermeden örtbas edebilsin. İşte bu konuda oldukça ibretli olaylardan birisi Abdurrahman bin Avf Hazretleri ile halife Hz. Ömer arasında geçer;
Bir gece Medine sokaklarında halife Hz. Ömer ile birlikte gezerken bir evin içinden karışık seslerin geldiğini duyarlar. Biraz yaklaşınca Halife sorar ;
Ey Abdurrahman, bu evin kime ait olduğunu biliyor musun?
Abdurrahman bin Avf, "Bilmiyorum" der. Şöyle açıklama yapar:
Burası Rebi'a bin Ümeyye'nin evidir. İçindekiler de sarhoşlar, içmişler bağırıp çağırıyorlar. Ne dersin, bunlara ne türlü bir ceza uygulayalım? Gecenin bu saatinde bu haldeler...
Abdurrahman bin Avf der ki:
- Bana kalırsa ceza uygulanacaklar onlar değil, biziz!
İrkilir Halife.
- Neden? diye sorar.
Şöyle izah eder büyük sahabi:
- Allahü Azimüşşan 'İnsanların gizli ayıplarını araştırmayınız.' buyuruyor. Biz ise gecenin bu saatinde evinin içindeki ayıplarını araştırıp meydana çıkarmakla meşgulüz. Aslında cezalık işi biz yapıyoruz demektir!
Bunun üzerine düşünmeye başlayan Halife, elini Abdurrahman bin Avf'ın eline uzatarak der ki:
Tut şu elimden de bir an evvel buradan uzaklaşalım; yoksa biz onlara değil, onlar bize ceza isteyebilirler.
Oradan hızla uzaklaşırken de söylenmekten kendini alamaz:
- Allah insanları doğru düşünen dostlardan mahrum etmesin. Kimseyi de kendi kanaatinde ısrarcı eylemesin. Kendi kanaatini dostlarına kontrol ettirmek, daha doğrusunu duyunca da hemen kabul etmek ne güzeldir!
Ne dersiniz? bizde de var mı böyle bir anlayış? Biz de kendi düşüncemizi dostlarımıza kontrol ettirir, daha doğrusunu duyunca hemen kabul eder miyiz? Yoksa kimse bizim gibi doğru düşünemez, bizi kimse düzeltemez mi? Biz hep herkesten iyi düşünür, herkesi Biz mi düzeltiriz?
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Haya

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa S.A.V.:

"Haya imandandir" (Müslim, Iman, 57-59) buyurmustur.

Iman ile hayanin iliskisini anlatirken de

"Haya, imanin nizamidir. Bir seyin nizami bozulunca
parcalari darma dagin olur. Her dinin ahlaki vardir.
Islam'in ahlaki da hayadir."

(Ibn Mace, Zühd,17)

buyurarak, hayanin Müslümanlarin en belirleyici
ahlaki nitelikleri arasinda oldugunu ifade etmistir.

Ayrica "Utanmiyorsan diledigini yap"
(Buhari, Enbiya, 54, Edep, 78) hadisiyle
kötülüklerden alikoymada hayanin güclü
bir duygu oldugunu ortaya koymustur.

Allah Teala söyle buyurur:
"Ey Adem ogullari! Size avret yerlerinizi örtecek
giysi ve süslenecek elbiseler verdik. Takva elbisesi
var ya, iste o daha hayirlidir. Bu (giysiler)
Allah'in C.C. rahmetinin alametlerindendir...

Ey Adem ogullari! Avret yerlerini kendilerine
acmak icin, elbiselerini soyarak
ana-babanizi cennetten cikardigi gibi
seytan sizi de saptirmasin...
(A'raf Suresi, 26-27);

"...süphesiz Allah C.C., cirkin isleri emretmez...
(A'raf Suresi, 28)

Haya sirf hayirdir ve her türlü hayra vesiledir;
insani hasletlerin en güzeli, maddi ve manevi
ni'metlere vesiledir.

insallah...

selam ve dua ile insallah...
 

Serf

Üye
Katılım
25 May 2007
Mesajlar
3
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
MANİSA
evet vuslat rana nın dediği gibi

ehli diller arasında aradım kıldım taleb
her hüner makbul imiş illah edeb illah edeb
 

ileney

Sözlerim senet değil
Katılım
15 Tem 2007
Mesajlar
522
Tepkime puanı
16
Puanları
0
Yaş
37
Konum
ELM SOKAĞI
Web sitesi
reddiyeler.org
Eyvallah Güzel Paylaşım

dolaştım meclisleri ilim eyledim talep ilim geride kaldı illa edep illa edep
Sayende öğrendim bu gizemli cümlelerin hakikatini ; Eskiden ilk öğrenilmesi gereken bir kuralmış bu.Edepsizliği görünce edep istenirmiş.Her okuyuşumda sanki dünya da ki bütün sesler bir anlığına susuyormuş gibi geliyor.Seni görünce aklıma edep geliyor Vuslat_Rana.Allahu Teala doğru yoldan ayırmasın seni.
 

İBRİN

Doçent
Katılım
1 Mar 2010
Mesajlar
642
Tepkime puanı
64
Puanları
0
EDEB TACI
Edep bir tac imiş Nur-u Hüda’dan
Giy ol tacı emin ol her beladan...

Mevlâna Celaleddin Rumî k.s. Hazretleri Mesnevî’sinde şöyle diyor:

“Allah’tan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Allah’ın lütfundan mahrumdur.

Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.

Nasıl mı? Şu misali dinle: Alışverişsiz dedikodusuz ilâhi sofra gökten iniyordu.


Musa a.s. kavmi içinde birkaç kişi terbiyesizce “hani sarmısak mercimek?” dediler.

Ondan sonra gökyüzünün sofrası ekmeği kesildi. Ekme bel belleme orak sallama kaldı.

Sonra İsa a.s. şefaat edince Hak yemek sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi.

Yine küstahlar edebi terkederek sofradan yemek artığını aşırdılar.

İsa bunlara yalvardı: “Bu devamlıdır yeryüzünden kalkmaz.

Bir ulu kişinin sofrası başında kötü zanna düşmek ve harislik etmek küfürdür.” dedi.

O rahmet kapısı hırslarından dolayı bu görgüsüz dilencilerin yüzlerine kapandı.

İşte zekât verilmeyince yağmur bulutu gelmez zinadan dolayı da etrafa nice musibet yayılır.

İçine kasavetten sıkıntıdan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir.

Kim dost yolunda pervasızlık ederse erlerin yolunu vurucudur; namert odur.

Edepten dolayı bu felek nura gark olmuştur. Yine edepten dolayı melekler masum ve tertemiz olmuşlardır.

Bir melek olan Azazil de yine küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür.”

Edep nefsini tanıyıp haddini bilmektir.

Edep kul olduğunu anlayıp Yüce Mevlâ’ya yönelmektir.

Edep kibri kırıp tavazuya sarılmaktır.

Edep fani dünyayı tanıyıp boş davaları bırakmaktır.

Edep Cenab-ı Hakk’ın ve varlıkların haklarını güzel korumaktır.

Edep hayalı ve vefalı olmaktır.

Edep pişman olunacak şeyleri yapmamaktır.

Kısaca edep güzel ahlâktır.

Güzel ahlâk ise içiyle dışıyla doğru olmak ve bu doğruluk üzere yaşamaktır. Buna denge ve istikamet denir.

Dengeli olmak devamlı aynı güzel hâli korumaktır. Acı tatlı bütün hallerde istikametini bozmayan dost ve düşmana karşı dürüstlükten ayrılmayan kimse dengeli insandır. Denge insandaki akıl seviyesini gösterir.

Velilerden Seriy es-Sakatî k.s. der ki: “Edep aklın tercümanıdır.” Bunun manası şudur: Herkes aklı kadar edepli olur. Edebi kıt ahlâkı bozuk olana hakiki manada akıllı denmez.


KALPTE NE VARSA YANSIYAN ODUR


Ahlâk kalbin içindeki şeylerin dışa yansımasıdır. Herkes davranışları ile fıtratında gizlenen sıfat ve kabiliyetleri ortaya koyar. İnsanın davranışlarını yönlendiren merkez kalptir. İnsanın dili eli gözü kulağı ayağı ve diğer azaları kendi başına bir iş yapmaz. Bu organlar nasıl hareket edeceğini bilmez ve belirlemez. Hepsi memurdur amirleri kalptir.

İnsanın iradesiyle yaptığı bütün işler kalbin emrine ve yönlendirmesine göre yapılır. Yapılan her iş kalbin meylini muhabbetini irade gücünü tercihini ve aklın seviyesini gösterir.

Kalbi sıhhatli ve güzel olan kimsenin işleri sağlam ve güzel olur. Kalbi hasta olan kimsenin ise işleri sakat ve bozuk olur.

İnsanın davranışlarındaki bozukluk kalbinin inkâr gaflet ve günahla manen hasta oluşundan kaynaklanır. Kalp Yüce Yaratıcı’yı tanımakla sıhhat bulur güzel bir tevbe ile manevi hastalıklardan kurtulur. Allah sevgisiyle kuvvetlenir zikir ile huzura erer edeple süslenir ibadet ve itaatla güzel olur.

Bir kulYüce Rabbi’ni ne kadar tanırsa o derece sever sevgisi kadar zikreder bu zikri hayatına yaydığı kadar edepli olur. Böyle olunca da herkes Yüce Allah’ı ne kadar tanıdığını ve sevdiğini davranışları ile ölçebilir.

Rasulullah s.a.v. Efendimiz kalbin konumunu şöyle belirtmiştir:

“İnsanın vücudunda bir yer var ki orası güzel olursa bütün beden güzel olur bozuk olursa bütün beden kötü olur. Dikkat edin o kalptir.” (Buharî Müslim İbnu Mace)


EDEP SAFİ GÜZELLİKTİR


Gerçek mümin kalbini bir olan Allah’a bağlamıştır. Biricik hedefi O’nun rızasıdır. Müminin hedefi gibi hayatında da birlik vardır; iki yüzlülük yoktur. Mümin iki farklı halde bulunmaz bir doğru bir eğri konuşmaz; sabah iyi akşam kötü olmaz.

Edep ve güzel ahlâk bir bütündür. Edepli insanın bütün işleri ibadetleri hal ve hareketleri güzeldir. Onun her şeyi temizdir. Sevgisi her şeyi sarar ve o şeyi sevimli yapar. Edepli müminin Yüce Allah’tan aldığı terbiye hayatının her safhasında kendisini gösterir. Bu terbiye içinde onun sevgisi ve dostluğu kadar kızması ve kavgası da güzeldir. Çünkü kızması Allah içindir. Kavgası da edep içinde olur.

Bir insanın gerçek yönü ve olgunluğu dar ve zor anlarda belli olur. İnsanın kavgasını ve haksızlığa karşı davranış biçimini görmeden hakkında iyi veya kötü dememelidir.

Edepli insan hakkını ararken hak yemez. Kendisini savunurken düşmanına haksızlık etmez. Haksız ise nefsine yan çıkmaz hakka boyun eğer karşı tarafı tasdik eder. Haklı ve güçlü iken yapacağı iki şey vardır. Ya af ya adalet. Ötesi edebe sığmaz.

Edepsiz insan ise haksız iken kendisini haklı göstermeye çalışır. Zalim iken kendisini mazlum gösterir. Alacağı bir ise bin ister. Susacağı yerde cazgırlık eder. Edepsiz insana dost olmak da düşman olmak da zordur. Onunla hiçbir şeyin tadı tuzu yoktur.

Bazı insanların dışı hoştur ama içi boştur. Bu kimseler insanların gördüğü işlere çok önem verirler fakat işin asıl kısmını ihmal ederler.

Dengeli mümin ahiret işleri gibi dünya işlerini de güzel yapar. İbadeti güzel işi bozuk olan kimse örnek insan değildir. Onda noksanlık ve hastalık vardır. Kılık kıyafetine ve dünya işlerine son derece dikkat edip de kalbini ihmal eden ahiretini unutan ve ibadeti önemsemeyen kimse de dengesizdir noksandır.
 

İBRİN

Doçent
Katılım
1 Mar 2010
Mesajlar
642
Tepkime puanı
64
Puanları
0
GÖRÜNTÜ GÜZEL AMA...


Bir kısım insan kibar temiz ve sevimli gözükmek için bütün imkanlarını kullanır. Giydiği elbisede ufak bir bozukluk yırtık kir ve toza tahammül edemez. Onu düzeltmeden rahat edemez. Fakat aynı insan yalan iftira alay dedikodu küfür hakaret gibi dilinin bozuk konuşmalarından hiç rahatsız olmaz. Yaptığı çirkin işlerden kurtulmak istemez. İçindeki kibir bencillik haset inkâr gösteriş hırs tamah şehvet şöhret korkaklık gibi kötü huylardan temizlenmeyi düşünmez. Bu durum da dengesizliktir. Yapılan işler ise haramdır.

Edepli insanda yalan ve yapmacık işler olmaz. İşi yapmacık ve gösteriş olan kimse imanın tadını tadamaz. Çünkü bunlar münafıkların sıfatıdır. Bazı insanlar gelip camide Hakk’a ibadet ederler çıkıp çarşıda halka ihanet ederler.

Bazıları namaz kılarken boynunu büker tam bir huşu görüntüsü verir. Görenler kendisine hayran olur. Fakat kıldığı namaz Allah katında azap sebebi olur. Çünkü o anda kalbi namazda değil insanların bakışındadır. Niyeti Allah’ın rızası değil halkın övgüsüdür. Bu da bir dengesizliktir. Bir çeşit münafıklıktır. İçi başka dışı başka olmaktır. İbadeti nefsin keyfine kullanmaktır. Şeklen gözel gözüküp aslen bozuk olmaktır. Rasulullah s.a.v. Efendimiz ümmetini bu halden şiddetle sakındırmıştır. Bir gün “nifak olan huşudan Allah’a sığınınız” buyurdu. Sahabe “nifak olan huşu nasıl olur?” diye sordular. Efendimiz s.a.v. buyurdular:

“Bedenin huşu içinde gözüküp kalbin nifakla dolu olmasıdır.” (Ebu Nuaym Hilyetü’l-Evliya; Suyutî Camiu’s-Sagir)

Bu hal kâmil müminin sıfatı değildir. Allah dostları en fazla bu tiplerden rahatsız olurlar. Güzel kulluğun ve ahlâkın temelinde Allah rızası vardır. Niyet hak olmazsa ibadet ihanete dönüşür. Büyük velilerden Hace Ubeydullah Ahrar k.s. şu olayı anlatır:

“Mevlâna Nizamettin Hz.lerinin halkasında bulunanlardan birisi bir gün mürşidinin huzurunda sahte bir tavırla başını önüne eğmiş çenesini göğsüne dayamış murakabeye dalmış gibi bir vaziyet almıştı. Onu bu halde gören Hazret:

“Hey! Başını yukarı kaldır. Senin üzerinden duman tüttüğünü görüyorum. Murakabeyle ne alakan var senin!” diye uyardı. (Safi Raşahat)

GERÇEK EDEPLİ KİM?

Edepli ve dengeli insanın ibadeti gibi ticareti de düzgündür. Kalbi gibi dili de doğrudur. Niyeti gibi işi de sağlamdır. Gönlü gibi elbisesi de temizdir. Dostluğu gibi düşmanlığı da mertçedir. Edep onun için bir meleke haline gelmiştir. Edep meleke haline gelirse güzel ahlâk olur.

Meleke insanın nefes alıp vermesi gibi vücudunun parçası olmuş ondan hiç ayrılmayan sıfat demektir. Ekseriyetle yalan konuşan bir kimsenin arada bir doğru konuşmasına bakıp bu güzel ahlâklıdır denmez. Hüküm insanın hayatına hakim olan duruma göre verilir.

Yakınları ile bir gün iyi geçinip diğer gün yaka paça olan insan dengeli değildir. Bir komşusu ile iyi geçinip diğerine zahmet veren kimseye iyi müslüman denmez. Fakirlik günlerinde herkese merhaba ederken zengin olunca eski dostlarına selam vermeyen kimse mertlikten mahrumdur.

Edepli insan iyi-kötü diye insan seçmez herkese karşı edepli davranır. O karşısındaki insanın davranış seviyesine göre değil kendi terbiyesine göre muamele eder. İnsanlar bir yana hayvanlara bile zulüm etmez. Edepli insan başkasından zarar görebilir fakat başkasına zarar vermez. Birileri onu aldatabilir fakat o kimseyi aldatamaz.


İNSANOĞLUNUN EN BÜYÜK KAYBI


Bugün erkek-kadın alim-cahil köylü-şehirli hepimizin en fazla muhtaç olduğumuz şey edeptir. Edep insanı hayvanlardan ayıran en önemli özelliktir.

Edep hiç kimseyi küçültmez. Kimsenin kıymetini düşürmez. Edep fakiri kıymetlendirir zengini şereflendirir genci süsler ihtiyarı sevimli hale getirir. Edep bir kadınının en kıymetli cevheridir hiç solmayan süsüdür. Bir kadın edepten daha güzel bir elbise giymemiştir. Bir erkek edepten daha güzel bir servet edinmemiştir. Bir baba çocuklarına edep ve güzel ahlâktan daha kıymetli bir miras bırakmamıştır. İnsanla kabre girecek tek servet edeptir. Edebin hediyesi cennettir.

Büyük veli Hucvirî k.s. der ki:

“İnsanın bütün kaybı her işin esası olan edebi kaybetmesinden kaynaklanmaktadır. Bu hep böyledir değişmez. Din ve dünya işlerinin hepsi edeple güzel olur. Edep olmadan hiçbir güzel iş ortaya çıkmaz.

Edep yerine göre farklı şekillerde olur. Halkın içinde gereken edep güzel insanlığı ve mertliği muhafaza etmektir. Dindeki edep Sünnet’e uymaktır. Muhabbetteki edep saygıyı gözetmektir. Bu üçü birbirine bağlıdır. Akıllı ve mert olmayan kimse sünnete uyamaz. Sünnete uymayan kimse hürmeti koruyamaz.

Allah’ın zatına ve birliğine şahit olan ariflere hürmet kalpteki takvadan ileri gelir. Onlara karşı edebi koruyamayan kimsenin terbiye yolunda hiçbir nasibi olmaz.” (Keşfu’l-Mahcûb)

--------------------------------------------------------------------------------


EDEBİN ARTMASI ALLAH’A YAKINLIĞI GÖSTERİR


Allah’ın sana yakınlığını O’nun sana yakın olduğunu bilmekle anlarsın. Senin O’na yakınlığın O’nun sana yakın olduğunu bilmekle olur. Bunların hepsi Allah’a karşı ubudiyette ve edep yolunda gitmekten başka birşey değildir. Allah’a her nefeste yol vardır. Fakat unutmamak lazımdır ki her yolun başı edeptir. Şımarmamak lazımdır. Buna göre senin edebinin artması Allah’a olan vuslatını gösterir.

El Hikemu’l-Ataiyye


--------------------------------------------------------------------------------

Edep bir tac imiş Nur-u Hüda’dan
Giy ol tacı emin ol her beladan...


--------------------------------------------------------------------------------


HER HALDE BİR DERS VAR

Lokman’a:

- Edebi kimden öğrendin? dediler.

- Edepsizlerden diye cevap verdi. Çünkü bana bunların neleri hoş görünmediyse onları yapmaktan kaçındım.

Şaka yoluyla söylenmiş olsa bile akıllı insanın ders almayacağı söz yoktur. Ama cahilin önünde yüz tane hikmet okusalar bu onun kulağına şaka gibi gelir.

Sadi-i Şirazî
 

İBRİN

Doçent
Katılım
1 Mar 2010
Mesajlar
642
Tepkime puanı
64
Puanları
0
Bu güzel duygu, biri fıtrî, diğeri dinî olmâk üzere iki türü kapsamaktadır. Fıtri olan, halk yanında açılması haram olan yerleri açmamak gibi şeyler olup, dinîsi, halk ve Halık huzurunda edeb ve hürmet müntehi olur. Fahri âlem efendimiz, “Haya imandan bir şubedir” buyurdular. “Utanmıyorsan dilediğini yap” nebevi hadisi de varid olmuştur ki, hikmetle damgalanmış bu hadis dünya ve içindekileri değer icazla düzenlenmiş bir kelâmdır. İmam Ali -Allah onun yüzünü keremli kılsın ve ondan razı olsun-, “Bir kimse haya elbisesini giyinse, yani hayayı kendisine prensip edinse halk o kimsenin ayıbını göremez” buyurdular. Gerçekten de haya öyle onur ve şeref verici bir elbisedir ki, onu giyinenler ayıp ve eksikliklerini örtmekle birlikte herkes tarafından saygı ve ikram görürler. Haya elbisesini giyinmeyen kimseler ise ne kadar haysiyetli ve itibarlı olursa olsunlar kendilerinden aşağı kimselerden bile hakaret görürler. Haya özellikle kadınlar için çok gereklidir. Çünkü sahip oldukları yüz güzelliği bir kat daha artırır. Hatta Aristotales, “Kadınlarda en çok sevilecek şey nedir?” sorusuna “Yüzlerinde hayadan dolayı ortaya çıkan kırmızılık” cevabını vermişti.
Haya sırf hayır ve hayra vesiledir. Buna karşılık hayasızlık ve çirkin söz de şer ve şerre götürücüdür. Allah Rasulü -salat ve selam ona ve âline olsun- “Haya ile sükut iman ağacının iki dalı, çirkin söz ile beyan da münafıklığın iki budağıdır” buyurarak bu gerçeği ifade etmiştir.
İmam Maverdî hayayı üç kısma ayırır: “1- Allah’tan utanmak, 2- İnsanlardan utanmak, 3- Kendi nefsinden utanmak.”
Maverdî, Allah’tan utanmayı şöyle tanımlar: “O’nun emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından sakınmaktır.”
Rasûlullah (s.a.s), bir gün ashaba, “Allah’tan gerektiği gibi haya ediniz” demişti. Onlar, “Yâ Rasulallah, Allah’a hamd olsun, haya ediyoruz” cevabını vermeleri üzerine, “Gerçek haya o değildir. Fakat gerçek anlamda Hakk’tan haya eden başını (baçtaki duyu organlarını) ve başın (içindeki düşüncelerini) korusun, karnını ve karnının ihtiva ettiğini (yeme ve içmesini) kontrol etsin, ölümü ve musibetleri hatırlasın, âhireti isteyen dünya hayatının süsünü terketsin, böyle yapanlar Allah’tan hakkıyla haya etmiş olurlar” buyurmuştur.
Rivâyete göre Alkame b. Ulase, “Ya Rasulallah, bana nasihat et” deyince Hz. Peygamber (s.a.s) “Kavminin etkileyici kişilerinden utandığın gibi Allah’tan da utan” buyurmuştur. Allah, bütün yaratıklan sürekli görüp gözetlemektedir. Kur’ân’da “Allah’ın gördüğünü bilmiyor mu?” (el-Alak, 96/16) buyurulmuş,
Rasulullah (s.a.s) de ünlü Cibril hadisinde, ihsanı, Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etmek olarak tanımlamış ve eklemiştir: “Sen O’nu görmüyorsan bile O seni görüyordur” Şüphesiz Allah’ın kendisini gördüğünün bilincinde olan bir kimse O’ndan utanır, O’nun emir ve yasaklarına karşı gelemez. Kuşeyrî, “Ândolsun kadın onu arzu etmişti, eğer Rabbi’nin doğruyu gösteren delilini görmeseydi, Yusuf da onu arzu etmişti” (Yusuf, 12/24) âyetinin tefsirinde şöyle bir kıssa anlatıldığını nakleder: “Zeliha evinin bir köşesinde bulunan putun üzerini örtmüş (sonra hadi demiş), fakat Yusuf (a.s) sormuştu; “Şu yaptığın işin manası nedir?” Zeliha, “Puttan utanıyorum” deyince Yusuf, “senin puttan utandığından ziyade ben Hak Teâlâ’dan utanmaktayım” demişti.
Allah’a karşı olan hayası, Yusuf (a.s)’ı fuhuş ve kötülükten korumuştur. Gerçekten de haya, özellikle Allah’tan utanma duygusu dinin kuvvetinden ve imanın sağlamlığından ileri gelmektedir. O nedenle Allah Rasûlü, “Haya’nın azlığı küfürdür” ve “Haya imandandır” (Buharî, İman, 16; Müslim İman, 57-59) buyurmuştur.
Allah’tan gereği gibi utanmamak, haya duygusunun azlığı Allah’ın emirlerine muhalefet sonucunu doğurduğu için giderek insanı küfre kadar götürebilecek tehlikeli bir yoldur. Bir başka hadisinde de Rasulullah şöyle buyurarak, iman ile hayanın ilişkisini ortaya koymuştur: “Haya, imanın nizamıdır. Bir şeyin nizamı bozulunca parçaları darma dağın olur her dinin bir ahlâkı vardır, İslâm’ın ahlâkı da haya’dır” (İbn Mâce, Zühd, 17).
Maverdî, hayanın ikinci kısmı olarak ifade ettiği insanlardan utanmayı da şöyle tanımlar: “Kişinin insanlardan utanması ise, insanlara ezâ ve açıktan açığa kötülük etmemesidir.” Nitekim Rasûlullah (s.a.s) “Allah’tan sakınan, insanlardan da sakınır” buyurmuştur.
Maverdî’ye göre kişinin kendi nefsinden utanması, haya etmesi ise, iffetli olması ve yalnızlığında günahlardan sakınmasıdır. Hayanın bu kısmı, nefsin erdemlerinden ve ahlâkın güzelliğinden ileri gelmektedir. O halde insanın hayası bu üç yönden tam olursa onun hayır nedenleri de tam ve kötülük nedenleri kendinden uzaklaşmış olur. Kuşeyrî, hayanın bir çok çeşidinden söz etmiştir. Maverdî’nin tasnifinden tamamen farklı olan bu bölümleme de şöyle: Cinayet (günah işlemek) hayası: Adem (a.s) bunun örneğidir. Hz. Adem, “Benden firar mı ediyorsun?” denilince, “Hayır, tersine senden haya ediyorum” cevabını vermişti.
Kusur hayası: “Seni tesbih ve tenzih ederiz, sana hakkıyla ibadet edemedik” diyen meleklerin hayası gibi.
Ta’zim (iclâl) hayası: Aziz ve celil olan Allah’tan haya ettiği için kanadını kapayan İsrafil (a.s)’in hayası gibi.
Kerem hayası: Ümmetinden haya ettiği için “evden çıkın” diyemeyen Rasûlullah’ın (s.a.s) hayası gibi. Aziz ve Celil olan Allah bu konuda, “Ey mü’minler, Peygamber’in evlerine yemeğe çağrılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin; fakat davet edilirseniz girin ve yemeği yiyince dağılın, söze dalmayın. Bu haliniz Peygamber’i üzüyor, fakat o size bir şey söylemekten utanıyordu. Ama Allah gerçeği söylemekten utanmaz” (el-Ahzab, 33/53) buyurmuştur.
Haşmet hayası: Hazreti Ali’nin hayası gibi. Hazreti Afi, kızı Fatıma ise evli olduğu için mezinin çıkmasının dini hükmünü Rasûlüllah’a soramamış ve bunu sormasını Mikdat bin Esved’den rica etmişti.
Hakir görme (istihkar) hayası: Musa (a.s)’ın hayası gibi. Hazreti Musa,
“Dünyevi bir ihtiyacım zuhur ediyor, fakat bunu izale etmesini Rabbımdan dilemekten haya ediyorum” demiş; yüce Allah da ona, “Hamurunun tuzuna ve koyununun otuna varıncaya kadar her şeyi benden iste” buyurmuştu.
Nimet hayası: Bu, Rab Teâlâ’nın hayasıdır. Sırat (köprüsünü) geçen kula mühürlü bir mektup verir, kul açar bakar ki içinde, “Sen yaptığını (ve yapmak istediğini) yaptın, fakat ben bu konuda aleyhinde bir açıklama yapmaktan haya ettim, hadi (Cennete) git, affıma mazhar olduğun hususunda şüphen kalmasın” ibaresi yazılıdır” (Kuşeyrî Risalesi, s. 314-315).
Cüneyd’e “Rabbım ne ile buldun?” diye sorarlar; şöyle der: “Azametini hatırlar, O’ndan haya eder ve günahtan kaçınırım” Bu, insanın Allah’ı kendisine yakın bilerek günah işlemekten haya etmesi, marifet sahibi olduğunun alâmetidir demeye gelir. İbn Ata da, “En büyük ilim heybet ve hayadır. (Bir kimsenin kalbinden) heybet ve haya (duygusu) gitti mi, artık onda hayır kalmaz” demiştir. Haya ile ilgili olarak Sırrıyyu’s-Sakatî’nin şöyle dediği rivayet edilir: “Haya ve üns kalbin kapısını çalarlar, eğer burada zühd ve verâ’ bulursa konaklarlar, aksi takdirde geçip giderler.”
“Haya Allah’ın nimetlerini görmektir, ibadet ve ameldeki kusurları görmektir. Bu iki görüş arasından bir hal doğar ve ona haya adı verilir.”
 

İBRİN

Doçent
Katılım
1 Mar 2010
Mesajlar
642
Tepkime puanı
64
Puanları
0
Ömer bin Hattab (ra) 'Edep ilimden önce gelir' buyurmuştur. Hz. Ömer edebinden ve hayâsından Resûlullah'ın huzurunda çok yavaş konuşmaya ve çok yavaş hareket etmeye gayret ederdi.
Peygamber efendimiz de bir kimsenin yanında iki dizi üzerine oturur ona saygılı olmak için mübarek bacağını dikip oturmazdı. Buhari'de nakledildiğine göre 'Resûlullah'ın hayâsı bakire İslam kızlarının hayâsından çoktu.'
Hayâ ile iman ikiz kardeştir!

"Hayâ baştanbaşa hayırdır." [Müslim]
"Her dinin bir ahlakı vardır. İslam'ın ahlakı da hayâdır." [İbn Mace]
"İnsan salih iki komşusundan utandığı gibi gece gündüz kendisiyle beraber olan yanındaki iki melekten de utanmalıdır!" [Beyhaki]
"Hayâ ile iman ikiz kardeştir. Biri giderse diğeri de gider." [Hâkim Ebu Nuaym]
"Allah Teâlâ'dan hayâ edin! Allah'tan hayâ eden kötü düşünceden uzak durur midesine girenleri kontrol eder ölümü hatırlar." [Tirmizi]
Günaha girmemek kaydıyla birini sevmenin mahzuru var mıdır?

Âşık olmak günah mı?

Sevgi çoğunlukla insanın elinde olmayan rahatlıkla istediği gibi yönlendiremediği bir duygudur. İffeti yani namusu korumak günah olan işlerden kaçmak ve zinaya yaklaşmamak şartı ile birisine karşı sevgi duymakta mahzur yoktur. Hatta iffetini koruyarak sevgisini gizlemek çok sevaptır.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem efendimiz buyurdu ki:
"Aşkını gizleyip iffetini muhafaza ederek ölen şehittir." [Hâkim]
"Aşkını gizleyip iffetini muhafaza ederek sabredenin günahlarını Allah Teâlâ affedip o kimseyi cennetine koyar." [İbn Asakir]
Hadislerden anlaşıldığı kadarıyla dinimizde iffeti muhafaza etmek ve sevgisi sebebiyle günah işlememeye sabretmek çok sevaptır. Çünkü genel olarak sevgi insanı kör ettiği için insanın kendisini günah işlemekten alıkoyması zordur. Zor olan işleri başarmanın sevabı da büyük olur. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Ümmetimin üstün olan kimseleri aşk belasına maruz kalınca iffetini muhafaza edenlerdir." [Deylemi]
İffetli olanın eşi de iffetlidir!
İmam-ı Gazali radıyallahu anh şöyle demektedir: "Aklı dinlemeyen ve ona en çok isyan eden şehvettir. İnsanların başkalarının ayıplamaları gibi sebeplerle bu şehvetten kaçınmaları faydalı ise de büyük sevap alamazlar. Fakat günah işlemek için bütün imkânlara sahipken ortada hiçbir korku yok iken sırf Allah rızası için Allah'tan korktuğu için şehvetine esir olmazsa ona mani olursa en büyük fazilete kavuşur. Bu derece sıdıklar ve şehitler makamıdır."
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurmuştur ki: "Hayâ iffet dile hâkimiyet ve akıl imandandır. Böyle kimselerin ahiret arzusu çoğalır dünya hırsı azalır. Cimrilik müstehcenlik çirkin sözlülük hayâsızlıktan nifaktan ileri gelir. Böylelerinde dünya hırsı çoğalır ahiret arzusu azalır." [Beyhaki]
'İffetli olmak isteyeni Allah iffetli kılar'

Erkekler iffetsiz olursa yakınları da iffetsiz olabilir. Peygamber efendimiz: "Siz iffetli olursanız kadınlarınız da iffetli olur" buyurmuştur. [Taberani]
İbn Neccar'ın bildirdiği "Zina eden aynı şeye maruz kalır" mealindeki Hadis-i Şerif iffetli olmayanın yakınlarının da iffetsiz olabileceğini göstermektedir. İffetli olmaya gayret eden bunu başarır. "İffetli olmak isteyeni Allah Teâlâ iffetli kılar" hadis-i şerifi buna delildir. [Hâkim]
İffeti korumak için yapılması gereken ilk iş:
Dostlarınızı iyi seçin!

İnsana en büyük zarar kötü arkadaştan gelir. Kötülerle birlikte olan bir kimse bütün perdeleri yırtabilecektir. İyi insanlarla beraber olan kimse ise bir müddet onlar gibi iyi iş yapmasa bile onların yanında kötülük edemeyecektir. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem: "İnsanın dini arkadaşının dini gibidir" buyurmuştur. [Tirmizi]
Şu halde yapılacak iş arkadaşlık edilen kimselere dikkat etmek ve kötü arkadaşlardan uzak durmaktır. Namuslu iffetli yaşamak isteyene Cenab-ı Hakk'ın bunu nasip edeceği çok açık bir biçimde belirtilmiştir. Bir hadis-i şerifte buyruldu ki: "İffet talep edeni Allah Teâlâ iffetli kılar." [Hâkim]
Namusunu koruyana cennet vardır!

İffet yani namus ne kadar önemli ise namussuzluk da o kadar kötüdür. Namusun önemi hakkındaki Hadis-i Şeriflerin birkaçı şöyledir:
"İffetli olursanız kadınlarınız da iffetli olur. Ana-babanıza ihsan ederseniz çocuklarınız da size ihsan eder!" [Taberani]
"İyi bilin ki namusunu koruyana cennet vardır." [Hâkim]
"Zinadan korunan Müslüman cennete girer." [Beyhaki]
"Bir kadın beş vakit namazını kılar namusunu korur kocası ile iyi geçinirse dilediği kapıdan cennete girer." [Hibban]
Hayâ güzeldir kadında daha da güzeldir!

"Hayâ on kısımdır. Dokuzu kadında biri erkektedir" Hadis-i Şerifinde de bildirildiği gibi kadınların hayâsı erkeklerden çoktur. Öyle olmasaydı çok çirkin işler meydana çıkardı. Din düşmanları bunu bildikleri için daha çocukken kadınlardan hayâyı kaldırmaya uğraş veriyorlar. [Televizyon dizilerine dikkat!] Hayâsız bir toplum meydana getirmeye çalışıyorlar.
Müslüman kadın hayâlı olmaya devam etmelidir. Hadis-i şerifte: "Hayâ güzeldir fakat kadında daha güzeldir" buyrulmuştur. [Deylemi

__________________
 

İBRİN

Doçent
Katılım
1 Mar 2010
Mesajlar
642
Tepkime puanı
64
Puanları
0
GENÇLERE “HAYA” YAKIŞIR

ALLAHResulu (sav) Ensar’dan bir kişinin yanından geçerken, onun kardeşini utanmaktan vazgeçirmeye çalıştığını gördü. “Onu kendi haline bırak; çünkü haya imandandır!” buyurdu.

Haya mümin ahlâkıdır. Edep, kulluk ve tüm güzellikler haya ile gelir. Şimdilerde anne-babasının, öğretmeninin yanında bacak bacak üstüne atabilen, uzanabilen, kendinden büyüklerin huzurunda hiç çekinmeden sigara içebilen gençlik, haya duygusundan yoksun olduğu için bu halde.

Eskiden bir şarkıyı güftesindeki bazı uygunsuz cümlelerden ötürü reddederken şimdi güftesi bir uçtan bir uca ahlâksız, klibi tamamıyla müstehcen şarkıları çocuğumuzun dilinde duyduğumuzda "Ne güzel de sesi varmış benim yavrumun!" demekle yetiniyoruz.

Genç kızımız ve oğlumuzla beraber izlediğimiz dizilerde hoşumuza gitmeyen bir bölüm olursa zaplayıp, bir müddet sonra aynı kanala dönerek eğlencemizden ödün vermiyoruz. Eğlence, espri, popüler kültür derken çoğalan eksilerimizin arasında çocuklarımıza “haya”dan bahsetmek aklımıza çoğu kez gelmeyebiliyor.

“Rasulullah, perdenin arkasındaki bir genç kızdan daha fazla haya sahibiydi”

Gençlere haya duygusunu aşılayabilmenin en güzel yolu yaşayarak göstermektir. Onlara bu konuda öncelikle büyükler örnek olmaya çalışmalı. Eğer kendimiz örnek olmada yetersiz kalıyorsak, onları örnek alabilecekleri şahsiyetlerle tanıştırmayı ihmal etmemeliyiz. Bu şahsiyetlerin ilki Efendimiz (sav) olmalı. Gençleri, alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz'deki (sav) zirve ahlâkın izlerini sürmeye teşvik etmeliyiz. Ebu Said el-Hudri'nin (r.a) ifade ettiğine göre ALLAH Resulu (sav), perdenin arkasındaki bir genç kızdan daha fazla haya sahibiydi. O'nun gençlik çağında, Arap yarımadası hayasızlıklarla dolu bir görüntü arzetse de Efendimiz (sav) cahiliye âdetlerinden uzak kalmış ve ömrünü, hususiyetle gençlik dönemini, eşine az rastlanır haya örnekleriyle süslemiştir. O’nun gençliğinde halk Kâbe'yi çıplak bir şekilde tavaf etmeyi âdet edinmişken Efendimiz (sav), gerek tavafta gerek sair vakitlerde hiçbir zaman böyle bir tutuma yeltenmedi. Kötülüklerin yer aldığı meclislere gitmekten haya etmiş, çirkinliklerden bahsetmemeye özen göstermişti. Efendimiz (sav), haya hakkında en güzel öğüdü ashabına şöyle ifade buyurmuştur: "Haya insan için zinettir…"

Haya duygusu, yanlıştan uzaklaştırır

Gençlere haya duygusunu anlatırken ALLAH’tan (c.c) utanmanın önemine değinmeyi ihmal etmemeliyiz. Çünkü ALLAH'tan utanmak, hayanın hem kökü ve hem de meyvesi mesabesindedir. ALLAH'tan utanan bir kul, o utancı sayesinde insanlardan da haya eder. ALLAH’a karşı duyduğu haya hissiyle dini müeyyidelere tâbi olur.

Bir gün İbn-i Ömer koyun otlatmakta olan bir çocuğun yanına giderek koyunlardan birini kendisine satmasını ister. Çocuk, satamayacağını çünkü koyunların kendisine ait olmadığını söyler. İbn-i Ömer, “Sahibine, ‘Koyunu kurt yedi!’ dersin. Böylece para da cebinde kalır” der. Çocuğun cevabı kendisindeki güzel ahlakı yansıtır: “Sahibime ‘kurt yedi!’ diyeceğim. Peki söyle bana, ALLAH (c.c) bunu görmeyecek mi!...”

Haya duygusu kişiyi yanlış işlerden alıkoyar. Efendimiz (sav), "Utanmıyorsan dilediğini yap!" buyururken, insanın fıtratında bulunan haya hissinin nasıl kuvvetli bir otokontrol sistemi olduğuna dikkat çeker. Hayanın sembolleştiği Peygamberlerden biri olan Yusuf Aleyhisselam, ona yaklaşmayı arzu ettiğinde odadaki putun üzerini örten Züleyha’ya neden böyle yaptığını sormuştu. “Puttan utandığım için” demişti Züleyha. Yusuf Peygamber’in sözleri manidardı: “Sen sahte olan ilahından haya ediyorsun, ya ben Rabbim’den nasıl utanmam!”

Utanma duygusuna sahip gençlerimize her zamankinden daha çok muhtaç durumdayız. Çünkü haya eden bir genç, ne ebeveyninin ne de kanunların ikazına ihtiyaç duyar. Hayası onu kötülüklerden uzak durmaya sevk eder
 
Üst