EBU'L ALA EL MEVDUDI kimdir?

-Muhammed-

Profesör
Katılım
18 Kas 2010
Mesajlar
1,740
Tepkime puanı
234
Puanları
63
Üstad Mevdudi, 25 Eylül 1903 tarihinde Haydarabat vilayetine bagli Örnekabad'da dünyaya geldi. Ailesi ilme ve dine olan hizmetiyle meshurdur.
Mevdudi'nin soyu Seyh Kutbuddin Mevdudi'ye uzanir. Bu zat hicri altinci yüzyilda Hindistanda yasamis ve Çestiye tarikati seyhidir..
Mevdudi'nin babasi kültürlü bir savci idi. Asirdaslarindan bir çogunu aldatân bati medeniyeti onu da rahatsiz etmistir.

Onun için oglunu ingiliz okullarina göndermeyip evinde okutmustur.
Fakat bu genç baba oglunun egitiminde fazla zaman ayiramadan vefat etti.
Mevdudi onalti yaslarindan itibaren ev sorumluluklarini yüklenmek zorunda kaldi. Buna ragmen Islâmi ilimleri ögrenmekten de bir an geri kalmadi.Bu ilimleri bir tarafdan asil kaynaklarindan ögrenirken, diger taraftan çaginin olaylarini gerçek yönleriyle takip ediyordu. Böylece hem Islâmi alanda ve hem de zamaninin problemlerine karsi kendini hazirliyordu. Üstadin yetismesine bu iki açidan bakmaliyiz.

GAZETECI MEVDUDI

Üstad Mevdudi ilk çalisma hayatina gazeteci olarak baslamistir. Bir ara Hindistan'da yayinlanan meshur "Müslim" ve "Taç" adli gazeteler ile Delhi'de çikan. "Cemiyet" gazetelerinde yazi isleri müdürlügü yapti.

Bu gazeteler o zaman Müslümanlarin hak ve menfaatlerini savunuyorlardi. Bundan sonra ise Ustad 1923 yilinda "Tercüman-i Kur'an" adli aylik dergiyi çikartti. Hindistan yarimadasindaki Islâmi harekete bu derginin çok önemli katkilari olmustur.
Üstad Mevdudi kendisini lekelemek için Gandi'nin ortaya attigi iftiralara karsi büyük mücadeleler vermistir. Gandi bu iftiralariyla Islâma karsi süpheler uyandirmayi hedeflemisti.
Ancak Mevdudi "Islâmda Cedel" adiyla yazdigi meshur kitabinda bu iftiralarin tamamen asilsiz oldugunu ortaya koydu. Üstad Batinin kültür emperyalizmine karsi büyük mücadeleler vermistir. Ilmiyle ve güçlü imaniyla bu direnisini sürdürmüstür.
Ömrünün tamamini Islâmi ilimleri ögrenmeye ve problemleri çözümlemeye harcamistir. Siyasi, iktisadi ve sosyal konularin halledilmesi için zamanini hep bu yolda kullanmistir.
Bir taraf Islâm düsmanlarina, sapik fikirli gruplara ve Kadiyanilik diye bilinen gruba karsi ciddi bir mücadele verip, onlarin batilligini ve tutarsizliklarini ortaya koymus, Müslüman alimlerin pasifliklerini tenkid ederek onlari uyarmistir.
1938 tarihinde Sair MUHAMMED Ikbal Lahor kentine gelerek Mevdudi ile Islâmi hayata hakim kilma yolunda yardimlasmada anlastilar. Fakat bu çalisma son seklini almadan önce Ikbal vefat etti.

MEVDUDI ve PAKISTANIN KURULMASI

Üstad Mevdudi Hindistanli Müslümanlari ikna etmek için çok gayretler sarfetmistir. Onlarin Hindistan'dan apayri bir ümmet oldugunu vurgulamis ve müstakil bir devletlerinin gerekliligini defalarca söylemistir. Hindularin Müslümanlara karsi sürdürdükleri zulümlerini önlemek için kendi devletlerini kurmalarinin kaçinilmaz oldugunu vurgulamistir. Onun bu sekilde konusmalari Müslümanlar tarafindan büyük bir kabul görmüstür.
Pakistan, Hindistan'dan ayrilip müstakil bir devlet olunca Mevdudi de Pakistan sinirlarinda kalan Lahor kentine hicret etmistir. Bu tarihten sonra da Pakistan anayasasinin Islâmi esaslara dayanmasi ve hayatin her alaninda Islâmi hükümlerin hakim olmasi yolunda tüm gayretlerini harcamistir. Böyle Islâmi bir programi olusturmak için ülkeyi bastan basa gezmeye bâsladi. Bu gezileri Pakistan'in diger ileri gelenleri tarafindan bozgunculukla suçlandi ve üstad 1948 de hapse atildi. Idareciler üstadi hapse atmayi basardilar ancak Pakistan halkinin arzularina uyarak Pakistan'da ALLAH'in hükmünden baska hiç kimsenin hükmedemiyecegini ilan etmeye mecbur oldular. Çünkü Pakistanin Hindistan'dan ayrilarak müstakil bir devlet olmasinin esas nedeni zaten bu idi. Daha sonra 1950 lerde üstad serbest birakildi.

KADIYANILIGE KARSI MÜCADELESI VE IDAMLA YARGILANMASI

Hapishanede kalmis olmasi Mevdudi'nin azminden bir sey kiramamistir. Aksine daha güçlü bir iman ve kararlilikla disariya çikmistir. Arkasindan da Pakistan'da Islâmi anayasanin yürürlüge konulmasini isteyen hareket olusturmustur. Halk da bu hareketin yaninda yer almistir. O günlerde Pencap eyaletinde halkin çogunlugu Kadiyaniligin Islâm ümmetinden ayri bir azinlik oldugunun ilan edilmesini istiyordu. Fakat askeri idare bu istegin iptalini taleb etti. Iste tam bu esnada Mevdudi "Kadiyanilik Meselesi" adli kitabini yazdi.
Kitapta askeriyenin bu ibtal talebini reddediyor ve hükümetin bu konudaki siyasetini kiniyordu. Bundan dolayi 1953 de tekrar tutuklandi. Arkasindan da idama mahkum edildi.
Üstad bu idam kararini büyük bir iman olgunlugu ve yüksek bir cesaretle karsiladi. Onun bu konudaki konusmasi söyledir.

"Eger bu, ALLAH'in bir iradesiyse büyük bir mutlulukla karsiliyorum. Bu bizim kavusmayi ârzuladigimiz sehadettir. Ölüm su anda benim için yazilmamis ise hiç endise etmiyorum. Çünkü onlarin bu gayretleri beni hiç ilgilendirmiyor. Onlar bana en küçük bir zarar dahi veremezler."

Hükümetin bu zalimce karari Islâm aleminden büyük bir tepkiyle karsilandi. Bunun üzerine hükümet yetkilileri Mevdudinin idami kararini agir islerde çalistirilmak üzere müebbet hapse çevirmek zorunda kaldilar.

Daha sonra askeri kanunlarin yürürlükten kalkmasiyla birlikte Mevdudi de serbest birakildi. Üstad disari çikinca Islâmi mücadelesini ayni hizla devam ettirdi. 1958 yilindan itibaren Pakistan'da Eyyüp Han'in devri basladi. Eyyüp Han tekrar askeri yönetimi yürürlüge getirmesiyle beraber bütün siyasi parti ve cemaatler de kapanmis oldu. Bu gelismeler Mevdudi'nin azmini kiramamisti. Ne pahasina olursa olsun Islâmin yüce sanini her tarafa duyurmaliydi. "Cemaat-i Islâmi"yi tekrar kurmaya karar verdi.
"Cemaat-i Islâmi" çalismalarini her gün biraz daha hizlandiriyordu. 1964 te ise bu çalismalar adeta doruk noktasina ulasmisti. Bunun üzerine hükümet yetkilileri cemaatin ileri gelenlerini tutukladi. Ama halkin büyük tepkisi karsisinda tutuklamalardan vazgeçti.

MEVDUDI VE PAKISTAN-HINDISTAN ARASINDAKI MÜCADELE

Mevdudi bir taraftan da Hindistan'in Pakistan üzerindeki kötü emellerine karsi koyuyordu.
1965 te Hindistan Pakistan'a saldirdi. Bu esnada Mevdudi Pakistan'in savunmasinin tüm Müslümanlara farz-i ayin oldugunu ifade etti. Ülke müdafasinda düsmani engellemek için yardimci olan herkesin de mücahid oldugunu ilan etti.

Hindistan'in Kesmir'e saldirmasinda da Mevdudi ayni keskin tavrini muhafaza etti. Cemaati Islâmi'yi bu zor sartlarda yöneten Mevdudi etrafindakilere iman ve cesaret asiliyordu.
Mevdudi'nin Cemaattaki liderligi araliksiz olarak 1972'ye kadar devam etti. Bu tarihlerde sihhi durumunun elverissiz olmasindan dolayi görevi Üstad MUHAMMED Tufeyl'e teslim etti. Ama Cemaati Islâmi için sürekli müracaat edilen bir lider olmayi sürdürdü. Bu mücadelesini de 22 Eylül 1979 da vefat edinceye kadar devam ettirdi.

MEVDUDI'NIN PAKISTAN DISI ÇALISMALARI

Mevdudinin çalismalari sadece Pakistan'la sinirli kalmamistir. Aksine bütün Islâm alemine yayilmistir. Mevdudi, Filistini, Arap yarimadasi ve Misir'i da ziyaret ederek oralardaki Islâmi çalismalar hakkinda bilgiler almis ve onlara bilgiler vermistir.
1961 yilinda Medine-i Münevvere de Islâm Cemaatinin kurulusu için kâmil bir program hazirlamistir. Sonra kendi sahsi gücünü ve cemaatinin gücünü Filistin'in kurtulusu için harcamistir.

1966 da ise Mekke'de yapilan Islâm ülkeleri toplantisinda bu müessesenin bir kurucusu olarak büyük çalismalar yapmistir. Bu toplantilarda yaptigi konusmalarda tüm Islâm topraklarinin askeri çalismalarla kurtarilmasi gerektigini defalarca vurgulamistir.

MEVDUDI'NIN ESERLERI.

Mevdudi çok büyük bir ilmi serveti de arkasinda birakarak aramizdan ayrilmistir. Onun eserlerinden bazilari sunlardir.
1- Islâmin esaslari
2- Kur'ana göre dört terim.
3- Islâmin yaratilis nazariyesi
4- Islâmi hareketin ahlaki esaslari
5- Hicap
6- Nur suresinin tefsiri
7- Dini ihya ve tecdid tarihinin özeti
8- Müslümanlarin bugünkü durumu ve onlari harekete getirme yollari.
9- ALLAH yolunda cihad
10- Islâm ve cahiliye
11- Hakkin sahitligi
12- Dogru din
13- Talim ve terbiyede yeni program
14- Iktisadin esaslari
15- Islâmda iktisadi problemler ve çözümü
16- Araziye sahip olma meselesi
17- Islâmi kanun
18- Islâmda hayat nizami
19- Tefhimül Kur'an ( Tefsir)
20- Kadiyanilik meselesi
21- Islâm inkilabi
22- Biz ve bati medeniyeti.
 

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
Mahmut Efendi hazretleri bu kişiye merdudi diyor yani reddolunmuş demektir..
işte bu kişinin fikir ve görüşleri..
İsmi geçen kitabındaki bazı ifadeleri nakledelim:



1- Gayri müslimler, müminlere verilmiş bütün medeni haklardan aynı şekilde istifade eder. (s.58)

[Yanlıştır, bir gayri müslim, mümin kadınla evlenemez, seçme ve seçilme hakkına sahip olamaz.]



2- Benim nazarımda bütün insanlar eşittir. Bizden olsun veya olmasın. (s.68)

[İnsanlar, insan olarak eşitse de, bir müslümanla bir kâfir asla eşit değildir. Müslüman namaz kılması için zorlanır, fakat kâfir zorlanamaz. (Ancak müminler kardeştir) âyet-i kerimesine istinaden bütün vatandaşların eşit olduğu hükmünü çıkarıyor. s.69-70 ]



3- Sahabeden Hz. Sa'ad bin Ubade’ye, farklı ictihadı için kabilecilik taassubu diyor. (s.112)



4- Dördünün değil de, ilk iki halifenin icraatı numune kabul edilir diyor. (s.114)

[Hadis-i şerifte ise, (Benden sonra ihtilaflar çıkınca, sünnetime ve hulefa-i raşidinin sünnetine uyun! Onlara azı dişlerinizle ısırır gibi sımsıkı sarılın!) buyuruluyor. (Tirmizi, İbni Mace)]



5- Hulefa-i raşidinin aydınlattığı meşaleyi [Hz.] Osman söndürdü diyor. (s.117)



6- Hulefa-i raşidinin doğru yolu gösterdiklerini, fakat o yolda gitmediklerini belirtmek için, “Bu zevat-ı kirama hulefa-i raşide - doğru yolda giden halifeler – değil de, Hulefa-i mürşide - Doğru yolu gösteren halifeler - demek daha doğrudur” diyor. (s.122)



7- Beni Ümeyye [yani Hz. Osman sülalesi]nin memleket idaresinde söz sahibi olmasının kabiliyetle izahı mümkün olamaz diyerek iltimas olduğunu iddia ediyor. (s.30)



8- İbni Teymiye'den bile nakiller yapıyor. (s.135)



9- [Hz.] Osman'ın siyaseti hatalı idi diyor. (s.141)



10- İslam’ın emrettiği seçim şeklinin modern olmadığını veya modern seçimin İslam’ın koyduğu seçim sisteminden üstün olduğunu, dolayısıyla Hz. Ali’ye haksızlık yapıldığını belirtmek için, “Bugünkü modern usullerle bir seçim yapılmış olsaydı Hz. Ali kazanacaktı” diyor. (s.151)



11- “Talha, Zübeyir ve diğer kan davası peşinde koşanlar” diyor da, şer’i kısas isteyenler demiyor. Aşere-i mübeşşereden bu iki zatı "kan davası peşinde koşanlar” diye suçluyor. (s.164)



12- Hz. Ali'nin karşı taraftakilerin şehitlerine hürmet gösterdiğini ve mallarını ganimet saymadığını yazdığı halde hainliğinden karşı tarafa hücum etmekten kendini alamıyor. (s.167)



13- Resulullahın kayınbiraderi, vahiy katibi Hz. Muaviye'ye uzattığı kirli diline bakın:

Muaviye, Osman'ın kanını istemek hususunda gayri kanuni yolda yürüyordu. (s.169)

Muaviye, Osman'ın katillerinden değil, o zamanın halifesinden kan istiyordu. (s.171)



14- Hz. Osman'ın katilinin Hz. Ali'nin olduğunu söylemesi için, sahabeden 5 tane yalancı şahit bulundu diye iftira ediyor. (s.173-174)



15- Hakem olayında haklıyı haksızı tespitin, hakemlerin yetkisinde olmadığını, hakemlerin yaptığı işin tamamen yolsuz ve yersiz olduğunu söyleyerek, bu işe rıza gösteren Hz. Ali ile bütün Eshab-ı kiramı yolsuz ve yersiz iş yapmakla suçluyor. (s.182-183-187)



16- Hz. Ali'nin, Hz. Osman'ın katline iştirak eden iki sahabiyi vali yaptı diyerek, “İşte Hz. Ali'nin tek hatalı meselesi budur” diyerek Hz. Ali'yi suçluyor da, ictihadı böyle idi diyemiyor. (s.187-197)



17- Hz. Ebu Bekir’in Hz. Ömer'i yerine hilafete seçtiği gibi, Hz. Muaviye'nin de oğlunu hilafete seçmesini yanlış, hatalı ve usulsüz bir fikir olarak söyledikten sonra Eshab-ı kiramın bu işi aynen kabul etmesini hazmedemediği için Resulullahın arkadaşlarına yükleniyor. (s.197)



18- Hz. Muaviye hakkında ağzına geleni söylüyor, bir defacık olsun Hz. kelimesini bile uygun bulmadığı halde yaptığı hareketlerin tasvibi için bakın nasıl bir dil kullanıyor: Muaviye iyilikleri şöyle dursun sahabi olması hasebiyle hürmete şayan bir zattır. Onun hakkında her kim ileri geri konuşur, ona taan etmeye kalkarsa, o haddini bilmeyen bir kimsedir. (s.204)

[Hem hürmete layık diyor, hem de bir Hz demekten kaçınıyor. Mevdudi’nin samimiyetsiz olduğuna bu cümlesi yetmez mi?]



19- Hz. Muaviye için, “Politik gayeler uğruna şeriat hükümlerini tahrif etti” diyor. (s.235)



20- Şöyle bir iftira ediyor: “Bu hadise esnasında bin kadar kadın kendi kocalarından başka kimselerden gebe kaldı.” (s.247)

[Mevdudi, Eshab-ı kiram ve onların çocukları olan Tabiine bu ırz düşmanlığını nasıl layık görür ki? Hâşâ zina etseler bile gebe kaldığını hain nasıl tespit etmiş ki?]



21- Şirkten başka günahların affedilebileceği Mürcienin itikadı olduğunu söylüyor. (s.302)

Halbuki Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:

(Allahü teâlâ, şirki asla affetmez ve şirkten başka olan bütün günahları dilerse affeder.) [Nisa 48]



22- İmam-ı a'zamın istisnasız bütün sahabileri hayırla, iyilikle yâdettiğini yazmasına rağmen, kendisi hain olduğu için Hazret-i Muaviye'ye, Hazret kelimesini bile çok görüyor. (s.326)



23- İslam âlimleri cumhuriyet esasları korunması şartıyla birlik için çalıştılar diyor. (s.360)



24- Sahabiler için, “Bilerek hata yapmaz” diyor ve ictihadi hataları olabilir demiyor. (s.436)



25- Es-sahabetü küllühüm adül, mefhumunun istisnasız bütün sahabiler hakkında varit olduğunu söylediği halde, yine de çokları adil iş yapmadı, şeriatı tahrif etti diyor. (s.437)



26- Bir hata işlemekle bir kimsenin derecesinin yüksekliğine noksanlık gelemiyeceğini belirterek “Eshab-ı kirama dil uzatıyorum ama onlara noksanlık gelmez” demek istiyor. (s.441)



27- “Benim düşüncem şöyle” diyerek kendini, Resulullahın arkadaşlarını, akrabasını hâşâ hesaba çeken savcı olarak görüyor. (s.443)



28- (Eshabım hakkında konuşulurken dilinizi tutunuz) hadis-i şerifine rağmen Sahabe-i kirama kusur yüklemeye, hata bulmaya çalışıyor. (s.444)



29- Sapıkların şahitliği kabul edilmediği halde iftiralarına ibni Sebecilerden delil getiriyor. İntak-ı hak kabilinden mehaz gösterdiği İbni Ebi Hadid'in ehl-i sünnet olmadığını kendi de itiraf ediyor. (s.445)



30- İbni Kuteybeyi mehaz olarak gösteriyor. İbni Kuteybe’nin ehl-i sünnet olmadığı bir tarafa, Hz. Ali'yi sevmemek anlamına gelen nasibilikle itham edildiğini belirtiyor. (s.446, 447)

[Sanki Hz. Ali düşmanı olunca sözü senet mi olur?]



31- İbni Teymiye’yi imam diye övüyor. (s.452) [Burada imam, mezhep sahibi büyük âlim demektir.]



32- İbni Arabi'nin, İbni Teymiye'nin ve Şah Abdülaziz'in Şiileri reddiye hakkında yazdıkları kitapların mehaz olamıyacağını beyan ediyor. (s.463-464)



33- Kendi fikirlerini yazdıktan sonra, “Kendi icthad-i fikrimi ortaya koysaydım” diyor. (s.463)



34- [Hz.] Osman'ın niyeti değil, düşüncesi yanlıştı diyor. (s.465)



35- Hz. Osman'ın firasetinin noksan olduğunu ispat için, “Herhangi cahil bir insan bile vukuu muhtemel zararları tahmin edebilir, iyi veya kötü bunlara karşı gerekli tedbirleri almayı ihmal etmezdi” diyor. Hz. Osman'ın bir cahil kadar bile tedbirli olmadığını söylüyor. (s.467)

[Hâşâ ALLAH onu aşere-i mübeşşereden Cennetlik biri olduğunu bildirmekle, Resulullah iki kızını ona vermekle ve sahabe-i kiram, halife seçmekle hata ettiği söylenmiş oluyor.]



36- Hz. Osman'ın Hz. Muaviye'yi uzun seneler valilikte bıraktığı için siyaset ve tedbirinin hatalı olduğunu, bir valiyi ancak 5-6 sene istihdam edip değiştirmenin münasip olacağını söylüyor. (s.472)



37- Hz. Osman'ın akrabalarına karşı olan tutumunu zaaf olarak vasıflandırıyor. (s.476)

[Mevdudi’yi savunan müslüman kardeşlerimiz, Hz.Osman’ı savunsalardı kendileri için daha hayırlı olurdu. Bize ne kadar kızarlarsa kızsınlar, biz Hz.Osman’ı savunuyor ve onun tarafını tutuyoruz.]



38- [Hz.] Osman, bazı valileri değiştireceğine söz verdiği halde yine yerlerinde bıraktı diyerek, onu yalancılıkla suçluyor. (s.483)



39- Eshab-ı kiramın en büyüklerinden Amr İbni As hazretleri için, “Bu zatın yaptığı iş, düpedüz haksızlıktı” diyor. (s.498)



40- Mekke'nin fethinde [Hz.] Osman'ın iltiması ile bir zatın suçundan vazgeçildi diyor. (s.506)

[İltimas, bir haksızlığı meşru kılmak için yapılır. Hz. Osman iltimas yaptı demekle hem Hz. Osman suçlanıyor, hem de bu iltiması kabul eden Resulullah efendimiz suçlanmış oluyor.]



Mevdudi, (Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı) adlı kitaplarında, vahiylerin arası uzadıkça Efendimizin üzüntüsünün ve sıkıntısının arttığını, bazen Sebir, bazen Hıra tepesine gidip oradan kendini atmak, yani intihar etmek istediği yazılıdır.

Halbuki kitaplarda diyor ki:

Resulullah, (Cebrail aleyhisselam gözümden gaib oldu, lakin onun heybet, şiddet ve korkusu üzerimde sabit kaldı. Bana mecnun diyeceklerinden ve bana dil uzatıp kötüleyeceklerinden korktum. Hatice’nin yanına geldim. Vücudum titriyordu. Kendimden geçmiştim. Gördüğüm şeyleri Hatice’ye anlattım ve bana kahinlik arız olacağından korkuyorum dedim) buyurunca, Hz. Hatice, (Allah korusun. Hak teâlâ sana hayır ihsan eder. Hayrından başka şey dilemez. ALLAH hakkı için benim ümidim şöyledir ki, sen bu ümmetin peygamberi olacaksın. Zira sen misafiri seversin. Doğru söylersin ve emin kimsesin. Acizlere yardım eder, yetimleri korur, gariplere iyilik edersin. Ve iyi huylusun. Bu hasletlerin sahibi olana korku ve ürkmek olmaz) dedi. (Medaric-ün-nübüvve)



Mevdudi, Peygamberimize dil uzatıyor

Üstad Ahmet Davudoğlu hoca, Din tahripçileri kitabında, Mevdudi’yi tenkit ederek özetle diyor ki:

Felsefe ile meşgul olan Mevdudi, kolay tarafından din âlimi olmaya heves etmiş, dinde reformcu bir cemaat meydana getirmiştir. Mısır’ın reformcu yazarları onu göklere çıkarırken, Pakistan uleması da yerin dibine batırmıştır. (s.168)
Mevdudi, ulemasıyla, muhaddisiyle, fukahasıyla bütün İslam âlimlerine cahil demiştir. (s.173)

“Peygamber SAV, peygamberlik farzında kusur ettiği için ALLAH ona istiğfar emretmiştir” diyor. (s.173)

“Bütün peygamberler günah işlerler” diyor. (s.174)

“Peygamberimiz Kur’anın eşitlik esası ile ameli terk etti” diyor. (s.176)

Mevdudi, Resail Mesail isimli eserinde (s.57 de) “Resulullah Deccalin kendi zamanında çıkacağını sanıyordu, ama bu zannı üzerinden 1350 sene geçmesine rağmen, peygamberin zannı doğru çıkmamıştır” diyor. (s.179)

Yazılarında bunlara benzer saçmalar çoktur. (s.178)



Son söz olarak Mevdudi’nin kim olduğuna bakalım:

(Hindistan’daki dinde reformculardan, İngiliz casusu Ebülula el Mevdudi İskoç masonu idi.) [Faideli Bilgiler s.303]

http://ukubatdavasi.blogcu.com/sapkinlarin-sahi-ebul-ala-mevdudi/1713661
 

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
Mevdûdî’nin elimizdeki mevcut kitapları mutlak müçtehid edasıyla yazılmıştır. Âyet-i Kerimelere kafadan mânalar verilişi, salâhiyetli hiçbir müfessirden delil getirmeyişi, dört hak mezhepten birine göre yazılmayışı Mevdûdî’nin MEZHEPSİZ oluşunu gösteren apacık ve kat’i delillerdir.
Şimdi Mevdûdî’nin HİLAFET VE SALTANAT isimli mezhebsizlik zehiriyle dolu kitabına bir göz atalım:
1- Kitabın çeşitli yerlerinde “İslâm nazariyesi” tabirini kullanmaktadır. Halbuki İslâmda nazariye yok, edillei şer’iyye vardır.
2- Bir İslâm memleketinde, müslüman olmayanların iman edenlere verilmiş bulunan bütün medenî haklardan aynı şekilde istifade imkânına sahip bulunduğunu iddia etmekte S.58.
Halbuki bir gayri müslim, müslüman bir kadınla evlenemediği gibi seçme ve seçilme hakkına da sahip olamaz. Mevdûdî’nin savunduğu demokratik rejimlerdedir.
3- “Benim nazarımda bütün insanlar eşittir.” Demekte ve “Bizden olsun olmasın” diye de bir ilâve yapmakta. S.68
Halbuki insanlar ancak insan olarak eşittir. Fakat bir müslümanla bir kâfir eşit değildir. Müslümana namaz kılması icbar edildiği halde kâfire icbar edilemez.
4- “Ancak mü’minler kardeştir.” Âyet-i kerimesine istinaden bütün vatandaşların eşit olduğu hükmünü çıkarmakta S. 69-70.
5- S. 89’da Kâinatın Efendisinin kendisinden sonra bir şahsın yerine geçmesi hususunda işaret buyurmadığını iddia ederken hemen S. 90’da Hazret-i Ömer ile Hazreti Ebu Bekir’i hilafete tensip buyurduğunu söylemektedir.
6- Eshâb-ı Kirâm’dan Sa’ad bin Ubade Radiyallahü Anh’a, farklı ictihadını kabilecilik taassubu olarak vasıflandırmaktadır. S. 112.
Halbuki dört halifenin sünneti, Resulullahın sünneti olduğu hadis-i şerifle sabitken son iki halifenin nümune teşkil etmediği intibaını çıkarmak suretiyle mezkûr Hadis-i şerifi tekzip etmektedir.
8- Hazret-i Osman Radiyallahü Anh’ın Hülefa-i Raşidinin tesis ettiği hükûmet nizamının aydınlattığı meşaleyi de söndürdüğünü iddia ederek köpek dilini göstermektedir. S. 117.
9- Hulefa-i Raşidinin doğru yolu gösterdiklerini fakat gitmedikleri intibaını vermek için, “Bu zevat-i kirama hülefa-i raşide-doğru yolda giden halifeler- demekten ziyade, Hülefa-i Mürşide- Doğru yolu gösteren halifeler- demenin daha doğru olduğunu söyleyebiliriz.” diyebilmektedir. S. 122.
10- Dinî mevzularda ince değil, çok ince düşünmenin gerektiğine ehemmiyet vermiyerek “Her şeyin üzerinde bu kadar ince düşünürsek o takdirde İslâm tarihinin %90’nını bir tarafa bırakmamız icap eder.” demektedir. S.129.
Halbuki yanlış bir hâdise anlatmamak için tarihin %100’ünü bıraksak dinimizde noksanlık mı meydana gelir?
11- Benî Ümeyye, yani Hazret-i Osman sülâlesinin memleket idaresinde söz sahibi olmasının kabiliyet ve işbirlikte izahının mümkün olamıyacağını, yani iltimasla getirildiğini iddia etmektedir. S. 130.
12- Hazret-i Osman’ın İslâmın ne olduğunu hâşâ bilmediğini isbat için “İslâm sadece memleket fethetmenin işi demek değildir.” diyebilmekte S. 133.
13- Eshâb-ı Kirâmdan baba ile oğulun Medine’ye getirilişine kızarak getirilmesini isteyen Resûlullah’a diş biliyor veya Hazret-i Osman’ın yalan söylediği intibaını vermek için “Hazreti Osman şöyle bir mesele ortaya attı: Resulüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) “bir müddet sonra onların Medine’ye dönmelerine izin vereceğim” dediğini duymuştum.” şeklinde rivayet edebilmekte S. 134.
Hadis-i şerife istinaden getirdi demiyor da şöyle bir mesele ortaya attı, demekle Hazreti Osman’ı töhmet altında bırakmak istiyor mezhepsiz.
14- İbn-i Teymiyye’den bile nakiller yapmakta S. 135.
15- “Hazreti Osman’ın siyaseti hatalı idi.” demekte S. 141
16- Hazret-i Ali, Hazret-i Osman’ın temiz olduğunu isbatladı, demiyor da, “Hazreti Osman’ı temize çıkardı,” demek suretiyle hem Hazret-i Osman’ın suçlu olduğu, hem de Hazret-i Ali’nin bir nevi iltimas ettiği intibaını vermeye çalışıyor. S. 146.
17- S. 148’de “Hadiseler büyüyünce Hazret-i Osman bile hadiselerin bu şekilde gelişeceğini hesaplıyamamıştı.” Demek suretiyle güya Hazret-i Osman’ın ferasetsizliğini ortaya koymaya çalışmaktadır. Hadiselerin o şekilde tecelli etmesi takdir-i ilâhidir. Peygamber aleyhisselâmın Taif’te mübarek ayaklarının kan içinde kalmasını hesaplıyamamış mıydı? Mezhepsiz aklının ermediği işlere karışmasan olmaz mı?
18- İslâmın emrettiği seçim şeklinin modern olmadığını veya modern seçim sisteminin islâmın koyduğu seçim sisteminden üstün olduğunu, dolayısıyle Hazret-i Ali’ye haksızlık yapıldığını belirtmek için “Bugünkü modern usullerle bir seçim yapılmış olsaydı Hazreti Ali kazanacaktı.” demekte S. 151
19- Hazret-i Sa’ad İbni Ubade gibi biat etmeyen bazı eshâb-ı kirâm için “Onlar islâm nizamını iyi düşünselerdi, biat etmelerinin zaruri olduğunu anlamış olacaklardı.” demek suretiyle (S. 152) farklı içtihadlardan dolayı bazı Eshâb-ı kiramı islâmı iyi iyi düşünmemek gibi bir ithamda bulunmaktadır. S. 153’de ise “Yeni halifeye bu zevat inanmıyorlar, veya inanmak istemiyorlardı, yahutta böyle hareket etmekle hususi bir maksatları vardı.” diyor. Ağzını topla Mevdûdî!
20- Mezhepsiz herif farklı içtihadlarından dolayı Eshâb-ı kirâma bakın nasıl yükleniyor: “Biat etmeyenlerin hareket tarzı, ümmeti hilâfet nizamından ziyade padişahlık tarafına yöneltmekten başka bir mânâ ifade etmez.” diyor. S. 153
21- S. 160’da şartlı biatın caiz olmadığını beyan ettikten sonra S. 162’de Aşere-i mübeşşere’den iki sahabinin şartlı biat istediklerini söyleyerek cennetle müjdelenen iki sahabiye noksanlık yüklemeye çalışıyor mezhepsiz.
22- S. 164’te “Neticede Talha, Zübeyir ve diğer kan davâsı peşinde koşanlar.” diyor da Şer’i kısasın yapılmasını isteyenler demiyor. Aşere-i mübeşşereden bu iki zata “kan davâsı peşinde koşanlar” şeklinde suçlamaya çalışıyor alçak herif.
23- S. 167’de Hazret-i Ali’nin karşı taraftakilerin şehitlerine de hürmet gösterdiğini ve mallarını da ganimet saymadığını rivayet ettiği halde mezhepsizliğinden dolayı karşı tarafa hücum etmekten kendini alamıyor.
24- Hazret-i Muaviye’ye uzatılan dile bakın: S. 169’da “Muaviye Hazret-i Osman’ın kanını istemek hususunda gayrî kanunî yolda yürüyordu.” diyor. S. 171’de ise “Muaviye Osman’ın katillerinden kan istemiyordu. O zamanın halifesinden kan istiyordu.” diyor mezhepsiz herif.
25- Bir kısım sahabenin Hazret-i Osman’ın kaatilinin Hazret-i Ali’nin olduğunu söylemesi için 5 tane yalancı şahit bulunduğunu iddia ederek Eshâb-ı kirâma iftiralar etmektedir. S.173-174
26- Hakem olayında hilafet hususunda haklıyı haksızı tesbit etmek hakemlerin selâhiyetinde olmadığını, hakemlerin yaptığı işin tamamiyle yolsuz ve yersiz olduğunu beyan etmek suretiyle başta Hazret-i Ali olmak üzere her iki hakemi ve bu hakemliğe rıza gösteren bütün Eshâb-ı kirâmı yolsuz ve yersiz iş yapmakla suçluyor mezhepsiz Mevdûdî. S. 182-183-187
27- Hazret-i Ali’nin, Hazret-i Osman’ın katline iştirak eden iki sahabiyi vali yaptığını iddia ederek “İşte Hazreti Ali’nin tek hâtalı meselesi budur.” Diyerek Hazret-i Ali’ye de hâta isnad ediyor, fakat içtihadı böyle oldu diyemiyor alçak herif.
28- Hazret-i Ebubekir’in Hazret-i Ömer’i yerine hilafete seçtiği gibi Hazret-i Muaviye’nin de oğlunu hilafete seçmesini yanlış, hatalı ve usulsüz bir fikir olarak söyledikten sonra Eshâb-ı kirâmın bu işi aynen kabul etmesini hazmedemediği için onlara yükleniyor alçak herif. S. 197
29- Hazret-i Muaviye hakkında ağzına geleni söylüyor, bir defacık olsun hazreti kelimesini bile uygun bulmadığı halde yaptığı hareketlerin tasvibi için bakın nasıl bir dil kullanıyor: “Muaviye iyilikleri şöyle dursun sahabî olması hasebiyle kendisi hürmete şayan bir zattır. Onun hakkında her kim ileri geri konuşur, ona taan etmeye kalkarsa, deriz ki o haddini bilmeyen bir kimsedir.” diyor. S. 204
Mezhepsizin samimiyetsiz olduğunu isbat için bu cümleler yetmez mi?
30- Hazret-i Muaviye için “Politik gayeler uğruna şeriat hükümlerini tahrif etti.” gibi büyük bir iftirada bulunmaktadır. S. 235.
31- Mezhepsiz kadınların başını kendi tutmuş gibi şöyle bir rivayet naklediyor: “Bu hâdise esnasında bin kadar kadın kendi kocalarından başka kimselerden gebe kaldı.” S. 247
Böyle bir rivayeti nakletmekle hem Eshâb-ı kirâmı ve hem de onların çocuklarını ırz düşmanı olarak vasıflandırmış oluyor. Sonra bu bin kadının kendi kocaları tarafından gebe kalmadığını acaba Mevdûdî nasıl tesbit etmiş ki?
32- Şirkten başka günahların affedilebileceği itikadının Mürcienin itikadı olduğu zikredilerek tenkid edilmektedir. S. 326
33- İmâm-ı A’zamın istisnasız bütün sahabileri hayırla, iyilikle yadettiğini zikretmekte, fakat kendisi mezhepsiz olduğu için Hazret-i Muaviye’ye hazreti kelimesini bile çok görmektedir. S. 326
34- Ehl-i sünnet âlimlerinin cumhuriyet esaslarının korunması şartıyla birlik için çalıştıklarını kaydetmektedir. S.326
35- İstisnasız bütün Eshâb-ı kirâmın adil olduğunu, hepsinin itimada şayan bulunduğunu, aksi düşünülecek olursa dinin bazı esaslarının kendiliğinden şaibeli duruma düşeceğini kaydettikten sonra sahabelerin hiçbir hatalı işleri yoktur demek istemediğini de belirtiyor. S.435
36- Sahabiler için “Bilerek hatâ yapmaz” diyor ve içtihadî hataları olabilir demiyor mezhepsiz. S. 436
37- “Es-sahabetü küllühüm adül”, mefhumunun istisnasız bütün sahabiler hakkında varid olduğunu kaydettiği halde, yine de çoklarının âdil iş yapmadığını, şeriatı tahrif ettiğini yazıyor. S.437
38- Kitabında gözden kaçmış hâtaların bulunabileceğini, okuyucular bunları bildirirse düzelteceğini beyan etmektedir. S. 439
Bre sapık, yazdıklarının neresi doğru ki?
39- S. 441’de bir hata işlemekle bir kimsenin rütbe ve derecesinin yüksekliğine noksanlık gelemiyeceğini belirterek “Ben Eshâb-ı kirâma dil uzatıyorum ama onlara noksanlık gelmez” demek istiyor.
Müctehidlerin içtihadlarında noksanlık bulunursa bu hataları derecelerine bir noksanlı getirmez tabii. Hepsi de müçtehid olan Eshâb-ı kirâmın içtihadlarının mutlaka hata olduğu bilinemediği için mutlaka hatadır denemez ve günah işlemeyen mahfuz veliler de bulunabileceği için herkese hata işler gözüyle bakılmaz.
40- S. 443’de “Benim düşüncem şöyledir” diyerek kendisinin de İslâm âlimleri arasında yeri olduğunu sanmaktadır.
41- “Eshâbım hakkında konuşulurken dilinizi tutunuz.” Hadis-i şerîfine ehemmiyet vermeden Sahabe-i kirâma kusur yüklemeye, hata bulmaya çalışmaktadır. S. 444
42- İslâmda fâsığın şehadeti kabul edilmediği halde iftiralarına rafizilerden, şiilerden delil getirmektedir. S. 445
İntak-ı hak kabilinden mehaz gösterdiği İbni Ebil Hadid’in şii olduğunu kendisi de itiraf etmektedir. S. 445
43- Rafîzi İbni Kuteybeyi mehaz olarak göstermekte ve İbni Kuteybenin şii olduğunu söylemek hatadır demektedir. S. 446
44- İbni Kuteybenin şiî olduğu bir tarafa Hazret-i Ali’yi sevmemek anlamına gelen nasibilikle itham edildiğini belirtiyor. S. 447
Sanki Hazret-i Ali düşmanı olunca sözü senetmiş gibi yukarıdaki ifadeyi yazıyor.
45- El Mesudi’nin rafîzi olduğu açıkken “Başka mehazların tasdik etmediği rivayetlerini almadım” diyerek zımnen Mesudi’nin ehl-i sünnet olmadığını belirtiyor. S. 448
S. 452’de ise “İbni Kuteybe ve öteki tarihçilerin eserlerinde rastlanan bozukluklara İbni Cerir’de tesadüf edilmez” demektedir.
Bu ifadesi doğrudur, çünkü Sünnî İbnî Cerir senettir. Fakat rafîzi olan İbni Cerir ise şiîdir. Mevdûdî’ye mehaz ve senet olacak kadar sinsi bir Eshâb-ı kirâm düşmanıdır. Mevdûdî gibi Eshâb-ı kirâmı över över sonra da şuraları hatalıdır der.
46- Ehl-i sünnetin kâfir dediği İbni Teymiyye’yi İMAM diye övmektedir. S. 452
47- Hem tarihi delil olarak göstermekte ve delillerini hep tarihten vermekte, hem de “Hadis imamlarının ağır tenkidlerine uğramış bulunan ravilerini tarih yine de kabul etmektedir.” demek suretiyle kendi kendini çürütmektedir. S. 460
48- S. 462’deki mantığa bakalım: Bizim tarih yazma işimize Abbasiler devrinde başlandığı, bunların Emevî düşmanı olduğu, bu bakımdan bir takım vukuatı gizlemiş ve saklamış oldukları ihtimali üzerinde durarak, Emevilerin iftihar vesilesi olacak işlerinden de bahsettikleri için bu tarihçilerin doğru olabileceği hükmünü çıkarıyor. S. 462
Be aptal Mevdûdî , iyi taraflarını yazmasa iftiralarını nasıl kabul ettirecek? Tıpkı sen de onlar gibi Eshâb-ı kirâmı övüyorsun sonra da iftiralarını sıralıyorsun.
49- İbni arabi’nin, İbni Teymiyye’nin ve Şah Abdülaziz’in şiîleri reddiye hakkında yazdıkları kitaplardan rivayetler almadığını, bunların mehaz olamıyacağını beyan etmektedir. S. 463-464
Yazarı ehl-i sünnet olduktan sonra şiîliğe reddiye olarak yazılan kitaplar niçin mehaz olarak kabul edilmesin?
50- Kendi fikirlerini yazıyor sonra da “kendi içtihad-î fikrimi ortaya koysaydım...” diyor. S. 463
51- Hazret-i Osman’ın hareketlerinin yanlış bir niyet değil, yanlış bir düşünce olduğunu beyan etmekte, bu yanlış düşünce isnadına da içtihadî bir hata demekte. S.465
52- Hazreti Osman’ın ferasetinin noksan olduğunu teyit için “Herhangi cahil bir insan bile vukuu muhtemel zararları tahmin edilebilir, iyi veya kötü bunlara karşı gerekli tedbirleri almayı ihmal etmezdi.” demek suretiyle Hazret-i Osman’ın bir cahil kadar bile tedbirli olmadığını söylüyor. S. 467
53- Hazret-i Osman’ın Hazret-i Muaviye’yi uzun seneler valilikte bıraktığı için siyaset ve tedbirinin hatalı olduğunu beyan ederek, bir valiyi ancak 5-6 sene istihdam edip değiştirmenin münasip olacağını söylüyor. S. 472
54- Hazret-i Osman’ın akrabalarına karşı olan sevgisini zaaf olarak vasıflandırıyor. S. 476
55- Hazret-i Osman’ın yalan söylediğini zımnen belirtmek için, bazı vâlileri değiştireceğine dair halka söz verdiği halde yine yerlerinde bıraktığına dair bir rivayeti nakledebilmektedir. S. 483
56- Aşere-i mübeşşereden Hazret-i Talha ile Hazret-i Zübeyir’in kısas hakkındaki içtihadlarının hatalı ve yanlış olduğunu iddia etmekte. S. 492
57- Hazret-i Âişe validemizle birlikte Hazret-i Talha ile Hazret-i Zübeyir’in içtihadları için nadim olduklarını yazabilmekte. S. 493
Halbuki hiçbir müctehid içtihadı için nadim olmaz. Çünkü içtihad etmek günah değil de ondan. Asıl günah olan içtihad etmemektir. Mübareklerin nedameti içtihadları için değil, İbni Sebe’nin hilesi sebebiyle müslüman kanı döküldüğü içindi.
58- Ehl-i sünnetin Hazret-i Muaviye’ye FÂSIK demediğini belirttikten sonra BAGİ olup olmadığı hususunda ihtilaf bulunduğunu kaydederek bagi diyenlerin daha doğru olduğunu yazmaktadır. S. 493
Alçakça bir mantıksızlık. Fâsık olmayan kimseye bagi nasıl denir? Bagilik meşru ise tabii ki denir. Yok bagilik meşru değil, yani bagi olmakta bir günah var ise, bu günah açıktan işlendiği için, işleyene FÂSIK denir. Harbde hile caiz olduğundan hile yapana hileci denemez. İsyan eden kimseye fâsık denmediğine göre, o kimsenin isyanının, bagiliğinin meşru olduğunu gösterir. Meşru olmasaydı fâsık denirdi. Mezhepsiz Mevdûdî hem fâsık değil diyor, hem de bagi diyor.
59- Hazret-i Muaviye’nin fâsık olmadığını ve müçtehid olduğunu beyan ettiği halde kesilecek mütecaviz dilinden bir defacık olsun hazreti kelimesi çıkmadığı gibi haraketlerine hata dediğini, içtihat hatası diyemiyeceğini belirtiyor. S. 496
60- Hazret-i Muaviye için söylediğini Hazret-i Amr ibni As için de söylememekte “bu zatın yaptığı iş, düpedüz hata idi, haksızlıktı. Buna içtihadî hata denmez.” diyerek zehirini kusmaktadır. S. 498
61- S. 500’de “Şimdi yalnız biz değil, fakat hangi insaflı ve âdil bu işin adına İÇTİHAD diyebilir?” şeklinde konuşarak içtihad diyenlerin insaf ve âdil olmadıklarını, dolayısıyle bütün ehl-i sünneti insafsız ve adâletsiz olarak vasıflandırmaktadır. Başta Hazret-i Ali olmak üzere ehl-i sünnet ulemasının bu hadiselerin içtihada taalluk ettiğine dair olan içtihadlarını Milli Fikir’in 12. sayısında da vesikalara dayanarak isbatlamıştık.
62- İstidlal ettiğim hususlarda bir hata varsa birlikte düzeltelim diyerek kendisinin istidlâl etme yetkisinin bulunduğunu, yani müçtehid olduğunu beyan etmektedir. S. 504. Daha önce de içtihad-i fikrim diyordu. S. 463
63- Bir sahabenin Mekke’nin fethinde Hazret-i Osman’ın iltiması ile vazgeçildiğini yazmakta. S. 506
İltimas, bir haksızlığı meşru kılmaz için yapılan harekettir. Hazret-i Osman iltimas yaptı demekle hem Hazret-i Osman apacık şekilde suçlanıyor, hem de bu iltiması kabul edip tatbik eden Resûlullah Efendimiz suçlanmış oluyor. Eğer Hazret-i Osman’ın o hareketi iltimas olsaydı, Resûlullah onu kabul eder miydi?
“İslamda İhya Hareketleri” isimli kitabında ise ehl-i sünnet âlimlerinin kâfir, sapık, bid’atçi dediği İbni Teymiyye’yi aşırı şekilde övmekte, ona “İMAM” ünvanını vermekte, ehl-i sünnetin göz bebeklerinden biri olan İmâm-ı Gazâli hazretleri gibi bir âlime mezhepsiz kafasıyle zaaf ve noksanlıklar bulmakta, tasavvufa girişini- yani evliya oluşunu- noksanlık olarak kabul etmektedir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri gibi tasavvufdaki derinliği nisbetinde yükselen büyük İslâm âlimlerini yalnız dış cephesiyle ele alıyor, tek cümleyle tasavvufun peygamber aleyhisselâmın bâtın nuru olduğunu bilemediğinden inkâr ediyor. İslâmı İmâm-ı Gazâli’nin bıraktığı yerden alıp ileriye götürdüğünü savunmak gibi gülünç iddialarda bulunmaktadır.


http://www.zehirli.org/mezhepsizler/mezhepsiz-mevdûdi.html
 

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
NEDVi' NiN MEVDûDi' YE REDDiYESi- "islâmIn siyasi yorumu"


Merhum Üstad Ebu’l-ala Mevdudî 20. asrın ikinci yarısında İslâm dünyasına damgasını vurmuş şahsiyetlerdendir. 1969’da Beyrut’ta oturuyordum. Seyyid Kutub’un, Mevdudî’nin ve diğer aktivist Müslüman yazarların kitapları, tekerlekli arabalarda kavun karpuz gibi satılıyordu. Türkiye’de de, başta Mevdudî olmak üzere Selefi-Aktivist İslâmcıların büyük tesiri olmuştur. Bugünkü İslâm Dünyası’nın olumlu veya olumsuz taraflarında onların hayli tuzu biberi vardır.

Mevdudî “Kur’ân’da Dört Terim” adlı kitabında Müslümanların ilk üç asırdan sonra RAB, İLAH, DİN, İBADET kavramlarının Kur’ânî manalarını yitirdiklerini iddia ediyor ve şöyle diyor:

“[Müslümanlar] Kur’ân’ın dâvetindeki hakiki gayeyi, öz maksadı idrak edemez oldular...” “Kur’ân öğretilerinin çoğu insanlara gizli kalmıştır, hattâ şöyle diyebiliriz: Onun yüce ruhu ve mesajının temeli bu dört esas terimin cehalet perdesi ile kapanması neticesinde kaybolmuştur.”

Kur’ân’da Dört Terim kitabının ülkemizde birkaç ayrı mütercim tarafından tercümesi yapılmış ve başka başka yayınevleri tarafından yayınlanmıştır. Sanırım birkaç yüz bin adet satılıp okunmuştur.

Mevdudî’nin iddiası gerçekten çok ağır ve vahimdir. Acaba Müslümanlar, Kur’ân’ın ve dinin 4 temel terim ve kavramında, onun iddia ettiği gibi yanılıp sapıtmışlar mıdır? Çağımızın büyük Ehl-i Sünnet âlimlerinden Hindistanlı Ebu’I-Hasan en-Nedvî Hazretleri, Mevdudî’nin Kur’ân’da DörtTerim adlı kitabındaki yukarıda zikrettiğimiz iddiaya ve diğer birtakım görüşlere “İslâm’ın Siyasî Yorumu’’ adlı kitabında cevap veriyor. Bu kitap, Türkçe’ye çevrilmiş, bir baskı yapmış, bu baskı tükenmiş, yeni baskıları yapılmamıştır.

Konunun önemine binaen İslâm’ın Siyasî Yorumu’nu Türkçe’ye yeniden çevirttim ve birtakım eklerle, 128 sayfalık bir kitap olarak yayınladım. Kitabın başında Üstad Hamdi Arslan, muhterem müellifi ve eserlerini tanıtıyor... Hindistan’da Lucknow şehrinde şer’î tahsil gören, merhum Nedvî’nin öğrencisi muhterem Yusuf Karaca ile yapılmış bir röportaj... Ahmed Hamdi Yıldırım’ın, Nedvî’nin vefatından sonra kaleme almış olduğu 6 sayfalık bir yazı...

Üstad Nedvî’nin kitabı şu bölümlere ayrılıyor: (1) Kur’ân’daki dört terimin anlam ve önemi, (2) İslâm dünyasını ve tarihini kötü bir biçimde tasvir etmek, (3) Hakkı savunanların her zaman varolacağına ve hakkın meşalesini yükseltecek gayretlerin devamlılığına dair sahih hadîsler, (4) İlâh ve Rabb terimlerinin üstünlüğü, (5) İnançta şirk ile siyasî itaat arasındaki fark (6) Aylaklık, teslimiyet duygusu ve cihattan firar etme efsanesi, (7) Dinin ikamesinin hikmet ve fıkıhla daima uyum içerisinde oluşu.

Üstad Medvî yüksek ahlâk, karakter ve fazilet sahibi bir zat olduğu için Mevdudî’yi tenkid ederken sert ve kırıcı bir üslup kullanmamış, yanlışlıkları rıfk, hilm ve mülayemetle tashih etmiştir. Eserde Mevdudî’nin tasavvufa soğuk bakışı da eleştirilmektedir. Merhum Şehid Seyyid Kutup ile ilgili tenkidler de vardır.

Mevdudî sevildiği ve tutulduğu kadar tenkid edilen bir şahsiyettir. Kendisi siyasî parti mahiyetinde İslâmî bir dernek kurmuş, devletin dininin İslâm olduğu, isminin “Pakistan İslâm Cumhuriyeti” olan bir ülkede maalesef başarılı olamamıştır.

Hiçbir Müslüman şahsiyeti, sağlam gerekçeler olmadan körü körüne tenkid etmek doğru değildir. Mevdudî’nin tenkidi son derece lüzumlu, hatta zarurîdir. Son 30-40 yıl içinde Türkiye’de, Mısır’da ve Pakistan’da olduğu gibi İslâmî hizmet ve faaliyetlerde büyük ve vahim metod yanlışlıkları yapılmıştır. Zaman, enerji, fırsat, yekûnu yüz milyarlarca dolara varan para israf edilmiştir. Müslümanlar nerede yanlışlık yaptıklarını mutlaka araştırmalı, öğrenmeli ve bilmelidir. Bu konuda olumsuz ve mesnedsiz olmamak şartıyla müsbet tartışmalar, özeleştiriler yapılmalıdır.

Mehmet Sevket Eygi
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
''İbni Teymiyeden bile nakil yapıyor'' , bu cümleyi anlamlandırmak imkanı maalesef yok...Bir çok Ehli Sünnet alimi Hafız İbnu Teymiyeden nakil yapmıştır...

Yukarıda sıralanan bir çok madde yeniden araştırmaya muhtaç hususlardır..Eleştirende masum değil, eleştirilende...Nedvinin kitabı okununca mecdudinin hem eleştirlecek husuları olduğu, hemde takdir edilecek hususları olduğu görülür...İlmi eleştirler her zaman yapılmalı...Ama ilmi eleştiri...
 

-Muhammed-

Profesör
Katılım
18 Kas 2010
Mesajlar
1,740
Tepkime puanı
234
Puanları
63
Yalnızca, Gelin Müslüman Olalım adlı kitabını okudum.

Şu ana kadar öğrendiğim dinimle alakalı hükümlere aksi hiçbirşey bulamadım..
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
mevdudi yüzlerce kitab yazmış birisi...eleştirenlerin büyük kısmı, eserlerine vâkıf değil, az bir kısmı ise Nedvi gibi isabet etmiştir...
 

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
Mevdudi'nin kendi kitabında neler yazdığını maddeler halinde yazdık daha neyi savunuyosunuz anlam vermek zor..Demekki bakmak var görmek var...
 

ıtri

Üye
Katılım
30 Ağu 2009
Mesajlar
1,235
Tepkime puanı
153
Puanları
0
Yaş
37
Konum
Ankara
alın işte bir reddiyeci daha.
Bir kitabını okumamaıştır, islam alimi hakkında asıp keser.
Bunlar yerden biter gibi bitiyorlar.
Biri gidiyor diğeri geliyor.
Sana ne kardeşim, kimin doğru yolda -yanlış yolda olduğundan?
Cennet- cehennem -haşa- senden mi soruluyor?
HasbünALLAH VENİMELVEKİL Sabır ver Allahım.
 

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
Deliller ortada istediğinize inanabilirsiniz..Amacım tartışmak değil...
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Mevdudi'nin kendi kitabında neler yazdığını maddeler halinde yazdık daha neyi savunuyosunuz anlam vermek zor..Demekki bakmak var görmek var...


samimiysen, okuduğun bir eserini söyle, bir kontrol edelim, varmısın?
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
Yazarın kitabılarından iktibaslar yapılarak bozuk bilgileri doğrusu bildirilerek ortaya konulmuş.
Burada kendisini savunaçak kimse;Ya bu bilgileri savunur(O zaman anlarızki bu kimse O'nun gibi bozuk bir kimse)Ya bu yazılanların O'na ait olmayan uydurma iftiraya yönelik yanıltıcı şeyler olduğunu varsa elinde delilleriyle doğru yazılanlar bildirilir.
Böyle yapılmadan yazılanlar fazla bir şey ifade etmez.Sadece taraftarlık icgüdüsüyle savunmaya yönelik çıkışlar olarak kalaçaktır.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Mahmud efendi hazretleri hem alimdir hem de Veli bir zattır. Mevdudi için "Merdudi" (yani reddedilmiş ve reddedilmesi gereken) dediği nakledilmiştir. Ves'selam. Ya alim ol ya da alimlere kulak ver.
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Kimse masum değildir, Mevdudide, eleştirenlerde..Filancayada vahiy gelmiyor, mevdudiyede vahiy gelmiyor...Şeyhlerde masum değil...Bak: Ehli Sünnet Akaidi.. Vesselam.
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Yazarın kitabılarından iktibaslar yapılarak bozuk bilgileri doğrusu bildirilerek ortaya konulmuş.
Burada kendisini savunaçak kimse;Ya bu bilgileri savunur(O zaman anlarızki bu kimse O'nun gibi bozuk bir kimse)Ya bu yazılanların O'na ait olmayan uydurma iftiraya yönelik yanıltıcı şeyler olduğunu varsa elinde delilleriyle doğru yazılanlar bildirilir.
Böyle yapılmadan yazılanlar fazla bir şey ifade etmez.Sadece taraftarlık icgüdüsüyle savunmaya yönelik çıkışlar olarak kalaçaktır.

Okumadığı zatın kitabları hakkında yorum yapanlar, akıllarını kiraya verenlerdir...Ya kiraya verdiğin akıl, hata ettiyse...Yandı keten helvası..
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
Okumadığı zatın kitabları hakkında yorum yapanlar, akıllarını kiraya verenlerdir...Ya kiraya verdiğin akıl, hata ettiyse...Yandı keten helvası..

Sayın Hkem keşke senin dediiğin gibi değil ama buna benzer bir manaya yakın ölü yıkayıcının önündeki ölü mesabesinde olma mertebesinde olabilse idim.Evet aklını teslim etmek çok araştırmak ve incelemek yani tabiri caisse kılıkırk yarmak lazım.Yoksa senim de dediğin gibi bozuk bir kimseye teslim olunmuş olurki bu gerçekten büyük bir zülmet olur.Yani dünyayıda ahiretide mahv edebileçek durum.Yok Aklı Selime yakın bir yüksek akıl sahibine teslim etmek ise,büyük bir akıllık.Neyse mesele bu değil.Siz Mevdudinin kitaplarından alınanlarla ilgili bir aksi delil ve bilgileriniz varsa bunları yazın.Yoksa boş bir iş yapmış olursunuz.
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Mevdudi hakkında görüşümüzü çok ifade ettik..hataları olduğunu, amma samimi bir müslüman şahsiyet olduğunu, kendisinin yüzlerce eser yazdığını,kendiini eleştirenlerin bir kısmının isabet etiğini, bir kısmınında, eserlerine vûkufiyeti olmadığından hata ettiklerini, isabet edenlere örnek olarak, allame En-Nedviyi gösterdik..İnsaf sahibi ulema Mevdudiyi tenkid ediyor, takdirde ediyor..Kitablarında yararlanılacak hususlar vardır..Eserlerinin bir kısmı, mesele Tefhim türkçeye tahrif edilerek tercüme edilmiştir...Bu tercemelere bakılarak Mevdudi eleştirilemez...Allah Teala kendisine rahmet etsin..
 

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
Biz burda bu işin üstadlarının makalelerinden ve bahsettiğimiz şahsın kendi bizzat kaleme aldığı kitaplarından alıntı yaparak deliller sunuyoruz, siz ise kendi zannınıza göre bir evliyanın merdudi dediği insanı savunuyorsunuz..Bunun vebali ağır olur bizden söylemesi...

Dediğim gibi benim amacım gereksiz seviyesiz tartışmalara girmek değil..Deliller ortada istediğinizi reddedin, istediğinizi yüceltin..Karar sizin...

Bize ancak şöyle dua etmek düşer 'Allah bu dünyada değer verip yücelttiklerimizle bizi ahirette de ayırmasın' (amin)
 

arifan yolcusu

Profesör
Katılım
9 Ağu 2010
Mesajlar
1,303
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Dergah-ı Mualla
aziz ihvana katılanlardanız...
bu ülkeye dışardan ithal fikriyatla mahvetmek isteniliyor...
onca ehli sünnete ser bitti bozukları okuyup iyiyi ayıklayacağız...
o kapasitede olanlar varsa eyvallah...
okumaya devam etsinler...
 

arifan yolcusu

Profesör
Katılım
9 Ağu 2010
Mesajlar
1,303
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Dergah-ı Mualla
Mevdudi’nin Kişiliği ve Fikrinin Beyanıdır.

Malum olduğu üzere Mevdudi 1933’de çıkarmış olduğu ‘Tercüman Kur’an’ adlı dergide hayatından şöyle bahseder:

‘1916 ve 1921 seneleri arasında avukat olan babam felce uğrayıp hasta yatmasından dolayı son derece belaya giriftar oldum; fakir düştüm; tahsilimin ikmalinden geri kaldım. Bundan böyle diyar diyar dolaşmaya mecbur oldum.Böyle belalardan bir an önce kurtulmak çaresini aramaya başladım. Nihayet Hinddeki ulemadan müteşekkil bir cemaat tarafından yayınlanan ‘Cemiyet’ adlı dergide çalışmaya başladım.

Hakikaten bende yazı yazma kabiliyetş, üstün zeka vardı. Fakat benim arzum bu olmadığı için, edebiyat, mantık, hadis ilimleri okumak isterdim. Bu gaye ile o çalışmayı bıraktım ve Haydarabad’a döndüm. Ne faydaki maişet derdi peşimi bırakmadı. Bilmecburiye te’lif ve tasnif ile meşgul oldum. Zira fıtratımda konuşkanlık, fesahat, aşırı zeka ve edebi bir uslub vardı. Bu fıtri olan melekemi, fiile geçirmeye çalışurken, sayın muhterem! Yazar Niyazi Fetahporî ile tanıştım. Kendisi kuvvetli bir yazardı. Sohbetiyle şerefyap olduğum zamanda içimdeki yazarlık melekesi fiile geçti. İşte Fetahpori sayesinde ‘Tercüman Kur’an’ adlı dergimi çıkarıp neşretmeye muvaffak oldum. (Mevlana Mevdudi s.2,3 Müellifi Es’ad Geylani)


Görülüyor ki, Mevdudi gençliğinde ilmini Pakistanlı meşhur Fetahpori’den almıştır. Bu adam tahminimce 1921, 22 civarında yazarlık yapardı. Yazılarında cennet ve cehennem ile alay eder… Ve nihayet İslam dininden rücu ettiğini kendisi söylüyor. İşte bu mürted Fetahpori’nin Mevdudi’ye emdirdiği ilim sütü, Mevdudi’nin kalbini bozmuş; kalemini kaydırmıştır.

Medar’i teessüf şu ki, Pakistan’dan meşhur ulemadan Muhammed Manzur Nu’mani, Şeyh Hasen Nedvi, Şeyh Emin Ahsen İslahi ve Şeyh Mes’ud Alim adlı dört din adamıyla Mevdudi birleşiyor; Şeyh Muhammed Manzur Nu’amni, Mevdudi’yi derginin idarecileri arasına getiriyor ve şayanı takdirle övüyor.

Mevdudi bu vesile ile taraftarlarını çoğaltıyor; birçoklarını iğfal ediyor. Hasılı ‘Buthangot’ şehrinde ‘Cemaat-i İslami’ yani İslam cemaati adıyla bir parti açıyor.

Bu cemaat tarafından, gerek dergisindeki bu yazıları ve gerekse yazdığı eserleri neşrolunuyor. Urduca dilinde kalemi çok kuvvetli, seyyal, sözleri cazibeli olduğundan, gençler onun fikirlerine kapılıyor. Artık gençlerin dimağlarında, Arabi ilminde çok zayıf, Urduca dilinde Allame Mevdudi büyüyor.

Bu dört alimden ayrı bir fikir, yeni yeni deyimler ve terimleri ortaya koyarken, onu takdim ve takdir eden Şeyh Munazir Ahsen Geylani başta olmak üzere, tarihçi Seyyid Süleyman Nedvi, Profesör Abdulmecid Deryabadi ile birlikte meşhur Pakistan uleması ikinci bir kez onu takdim ve takdir ediyorlar; eserlerini Arabca’ya çeviriyorlar. Mısır’daki Ezher Üniversitesine gönderiyorlar. Mısır’da genç alimlerin birçoğu, fikrine kapılıyor. Derken Mısır’da birçoklarının idamına sebep oluyor… 1964’de dergisi Pakistan’da kapatıldı. (Mevlana Mevdudi s.13,14 ve El-Üstaz Mevdudi c.1 s.9,10)

Aynı tarihte İhya-i Hareket-i İslam adlı eserini çıkarıyor. –ki Necib Fazıl imha-i hareket diyor- Eserinde ashab-ı kirama varıncaya kadar birçok müctehid ve ulemaya dil uzatıyor… Dün onu takdir ve takdim eden Şeyh Munazir Ahsen Geylani, bugün Mevdudi’nin pervasızlığını görür ve ilk kez olarak ‘Sıdk-ı Cedid’ adlı dergide ‘Nuzad Hariciy’ yani yeni harici başlıklı makalesinde; Mevdudi’nin Hariciye mezhebinin ihyası olduğuna dair reddiye yazar ve şöyle der: ‘Ben Mevdudi’nin hakkındaki evvelden yazdığım makalelerimden, sözlerimden tevbe ediyorum, rücu ettim. Öyle sanıyorum ki, Mevdüdi Hariciye mezhebini yeniden memleketimizde ihya ediyor. (Sdkı Cedid 21 january 1946) Akabinde aynı derginin sahibi Profesör Abdulmecid Deryabadi, arkasından Seyyid Süleyman Nedvi ve 1965 civarında ‘Diyobed’ ilahiyatının hadis şeyhi Seyyid Hüseyin Ahmed Medeni; Mevdudi’nin aleyhine reddiyeler yazıyorlar. ( Mevlana Mevdudi s.7,9,11)

İhya-i Hareket-i İslam adlı eser, 1963 veya 64’de Türkçe’ye çevriliyor. Bu sefer Türk gençlerinin beyinlerini yıkamaya başlıyor. İşte o zamanda, rahmetli Necib Fazıl, ‘Doğru Yolun Sapık Kolları’ adlı eserinde, bu eserin neşrinin aleyhinde bulunuyor. ‘İslamda İhya Hareketleri eserinin müellifi Mevdudi, Vahabi’dir’ diyor. Elbette maksadı Türk gençlerini Mevdudi’nin fikrinden sakındırmaktı. (Doğru Yolun Sapık Kolları s.153)

Ne faydaki bunca ulemanın ve özellikle Necib Fazıl’ın sesi duyulmuyor. Halihazırda da Türkiye’de Müslümanların birçok mecmualarında Mevdudi’nin eserlerinin reklamını görüyoruz. Biri: Asrın müceddidi, öbürü, asrın imamı, diğeri, asrın rehberi vesair başlıklar altında eserlerini takdim ve takdir ediyorlar.

Talebesi Mes’ud Alim Nedvi ve talebeleri, Mevdudi’nin eserlerini Urduca’dan Arabca’ya cevirip neşrettikleri gibi Türk yazarlardan bir kısmı da Arabca veya Urduca’dan Türkçe’ye çeviriyorlar. Kanaatimce bunlar dini ilimlerde keml bulmayan yazarlardır. Meydanı boş buluyorlar ve Mevdudi’nin eserlerini Türkçe’ye çeviriyorlar. ‘El-İnsafu Nısfuddin-

Tirmizi’nin şarihlerinden Şeyh Yusuf Benuri, Mevdudi’nin reddiyesini ‘El Üstaz Mevdudi’ adıyla neşrettiyse de onun da sesi duyulmadı.

Muşarun ileyh şöyle der: Onun cemaatinden ilimle tanınmış 'Süvat'a bağlı Benir kasabası ahalisinden müfti Muhammed Yusuf da bana yazdığı mektupta: 'Beyyinat' dergisinde yazdığım 'Kur'an enbiyanın Allah'a karşı isyan ettikleri ve günah işledikleri haberleriyle dopdoludur' makalemi reddederek enbiyanın masum olmalarını iddia ediyorsun, diyor. İnna lillah... Bundan anlaşılıyor ki, Mevdudi'nin cemaatinin hepsinin itikadlarında, peygamberler asi ve günahkardırlar. Bu da reis ve emirlerinden miras aldıklarındandır. ( El Üstaz Mevdudi c.1 s.23)

Şeyh Yusuf, sayfanın devamında diyor ki: ' Mevdudi şöyle der: Dinin esasları ikidir:

a- Değişmeyi kabul etmeyen esaslardır; tevhid ve risalet meselesi gibi.

b- Maslahata mebni, değişmeyi kabul edendir; ameli hikmet gibi. (Bunun örneğini göstererek) Mesela:

Ey insanlar; Bizi sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve tanışasınız diye sizi şu'be şu'be, kabile kabile kıldık. Şüphesiz Allah Nezdinde sizin en şerefliniz, takvaca en ileri olanınızdır. ( Hucurat 13) Ayetinin emriyle Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem iman etti ve bütün ırkların eşitliğini ilan etti. Hatta birçok köle ve azadlıları işlerinde işbaşına getirdi. Lakin çok zaman aradan geçmeden, devletini kurarken hakimiyetin fırsatını ele geçirmeye yaklaşınca, bu ayetin emriyle amel etmeyi bıraktı ve hükmünü değiştirdi. Dedi ki: İmam (halife)lar Kureyş'tendir. Nitekim muhterem üstaz Muhammed Eşref de 21 january 1958'de El Münir dergisinde bunu yazmıştı. ( El Üstaz Mevdudi c.1 s.24)

Mevdudi'nin dalaletine bakın... Hikmet-i ameliyye deyimini ihdas ederek, dinin hükümlerinin bir kısmının değişebileceğini söylüyor. ( El Üstaz Mevdudi c.1 s.24)

Anlaşılıyor ki Mevdudi, nübüvvet makamını idraktan aciz bir akılcıdır. Haricilerden ayrılan bir harici...

Ümmetin ittifakıyla enbiyanın bir sıfatı da ismettir. Yani nübüvvetten önce de sonra da şirk, küfür ve isyandan pak olmalarıdır. İşte Mevdudi buna inanmıyor.

Şimdi 'Kur'an Kih Çar Bünyad İstilahin' yani 'Kur'an'a Göre Dört Terim' risalesini açıyoruz; ne bakalım mukaddimesinde şöyle der:

'Allah, Rabb, ibadet ve din kelimelerinin manalarını bilmeyen, Kur'an'ın manasını bilemez... Tefsir erbabı bu dört kelimenin manasını bilemediler. Dolayısıyla ümmet, dini meselelerin dörtte üçünü kaybettiler= ihmal ettiler ve binaenaleyh itikad ve amellerinin bozukluğunu görürsün. (Kur'an Kih Çar Bünyad İstilahin s.10,12)

Şeyh Yusuf diyor ki: 'Görülüyor ki Mevdudi önceden ulemanın yazmış oldukları tefsirleri kifayetsiz görüyor ve onlara dil uzatıyor. Onun bunca ulema hakkında ve özellikle nübüvvet hakkındaki hataları afuv edilecek yani hoş görülecek iş değildir. Bu da onun sapıklığının alametidir. ( El Üstaz Mevdudi c.1 s.18)

Mevdudi, risalesinin 156. sayfasında da şöyle diyor:

'Yirmiüç sene zarfında Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in nübüvvet farizasını eda etmekte yapmış olduğu noksanlık ve taksiratından dolayı, En Nasr suresinin son ayetinde Allah teala Ona istiğfar etmesini emretti.'

Tefhim-il Kur'an'ı açıyoruz. Baskı 3 c.2 s.57'de diyor ki:

'Masumluk sıfatı, peygamberlerden ayrılmaz bir sıfat değildir. Allah teala, onlardan bu özelliği kaldırdığı zaman, sair beşerden farkları olmaz ve nitekim bazı zamanlarda Allah teala, onlara isyan işletir ki, insanlar onların ilah olmadıklarını ve beşer olduklarını görsünler, bilsinler. Binaenaleyh bu onların hakkında Allah'ın i'lanıdır.

Resail-ul Beyan adlı eserini açıyoruz. 1362 tarihli üçüncü baskısının 55, 57. sayfalarında şöyle der:

Peygamber zamanından şimdiye kadar 1350 sene geçti. Halen deccal meccal diye birşey yoktur. Anlaşılıyor ki, deccal hakkında Peygamber'den sadır olan tüm hadisler, Onun görüş ve kıyaslarına mebnidir. Hakikaten kendisi de deccal hakkında şüphede idi. Dolayısıyla bir sefer Horosan'dan; bir keresinde Esfehan'dan, başka bir keresinde de Şam ve Irak arasından çıkacağını söyledi. Hatta bir defa da İbnu Seyyad'ın deccal olacağını zannetti. Nihayet deccal hadisini nakleden, hristiyan rahibi olan, Temimi Dari'dir.

Şeyh Yusuf diyor ki: Deccalın hakkındaki hadisler, tevatürle naklolunmaktadır; inkarı küfürdür. Bilhusus Temimi Dari'nin hadisini İmam Müslim dahi rivayet ediyor.

Yine Tefhim-il Kur'an'dan, El En'am suresi 76.ayetin tefsirine bakıyoruz, diyor ki:

İbrahim aleyhisselam, önce müşrik, zifir inkarda idi. Sonra tevhide döndü; Rabb'ini aradı, buldu... (Yunus suresinin 98.ayetinin tefsirinde de) Yunus kavminin azabının kaldırılmasının hikmeti şu idi: Yunus'un nübüvvet farizasında yapmış olduğu noksanlık ve taksiratı ve tebliğdeki kusuru sebebiyle, kavminin aleyhinde hüccet tamamlanmadı; dolayısıyla azab kalktı...

Sonraki satırları almaktan haya ediyorum. Medar-ı teessüf şu ki: Seyyid Kutub da tefsirini yazarken onun fikrine kapılıyor ve doğru itikaddan sapıyor. O da Fi zilal-il Kur'an'da El En'am suresinin tefsirinde şöyle der: Bu ayet bize İbrahim'in nefsini tasvir eder. Gerçekte şek ve şüphe, İbrahim'in nefsine hucüm etmişti. -Hatta ve hatta babası ve kavmi putlara taptıklarından kendisi de zifir inkara girmişti.- (Fi zilal c.3 s.292)

Sonraki sayfalarda da sık sık: 'İbrahim Rabb'ini aradı... Buldu... Dalalette olduğunu hissetti... ' der. O da Mevdudi gibi: İbrahim önce müşrik, sonra tevhidcidir' der. Halbuki bu görüş maalesef Yahudilerin görüşüdür; müslümanların itikadı değildir. Bunun üzerine İbni Kesir ve müfessirler uzun uzun münakaşalar açmışlardır. Daha doğrusu biyoloji kanunlarına inananlar, kısa ifade ile derler ki: 'İnsanlar bulutların seslerini işittiler, kendilerine sığınak aradılar, birçok şeyleri tanrı edindiler, zihin terakki edince bire indirdiler.' 'Aradılar, buldular' fikri buna dayanmaktadır.

Hasılı Kelam, Seyyid Kutub takriben otuzüç yerde, Mevdudi ise -Şeyh Yusuf'un beyanına göre- doksan yerde ümmetin müctehidine ve ulemasına muhalefet etmektedirler.

http://www.reddulmuhtar.com/giris/manet/468-mevdudinin-kiilii-ve-fikrinin-beyandr.html
 
Üst