Düşkün Yönetimler / iSMAİL Kıllıoğlu

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,114
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Ortadoğu Müslüman halkların öteden beri yaşayageldikleri temel gaileleri yönetim, özel olarak da iktidar sorunu olmuştur. İktidar sorununu, sahip oldukları inanç ilkeleri bağlamında ele almak yerine, inanç ilkelerinin reddettiği tarihten önceki geleneksel yapı ve uygulamalarda aramışlardır. Böylece eşitsizlikçi, soy ve zümre imtiyazına dayalı otoriter ya da totaliter, hesap vermeyen sorumsuz bir iktidar ve yönetim anlayışına kendilerini adeta mahkûm etmişlerdir. Bu anlayışta iktidar tekelleşmesinin kaçınılmazlığını, bunun ise, yine kaçınılmaz olarak temel insan hak ve özgürlüklerini yok edeceğini ve zulmün olağanlaşacağını dikkate almayarak, fitneyi önleyip birliği sağlayacağı umut edilmiştir. Onun için bir takım eksiklikler, yanlışlar, sapkınlıklar, gayrı meşruluklar tasvip edilmese de “ehveni şer” gibi nitelendirmelerle savuşturulmak istenmiştir. Sözgelimi zalime itaat mi, direnme mi, tarzında ortaya çıkan seçeneğe, kendi bağlamında cevap verme yerine, “fitne çıkarma” gibi bütünüyle farklı bağlamlar üzerinde tartışmalara girişilmiştir. Fakat sonuçta, engellemek istediği, özenle sakınmaya çalıştığı “fitne” daha ağır ve daha geniş boyutla ortaya çıkmıştır.
Öte yandan Ortadoğu Müslüman halkları, anlaşılmaz bir tutumla kendi sorunlarını, kendi imkân ve gücü oranında ele alıp çözümleme yerine, muhayyel bir boyutta algılama yoluna başvurmuştur. İdeal olarak tasavvur edilmesi gereken ile gerçeklik olarak kavranılması gerekeni özdeşleştirmeye çalışmıştır. Zaman ve mekânın belirleyici niteliğini hesaba katmadan, zamansız ve mekânsız bir gerçeklik dünyasında yaşadığı zehabına kapılmıştır. Bunu sorgulamayı, inanç ve değerlerinden bir inhiraf, yoldan sapma şeklinde görmüştür. Oysa sahip olduğu inanç ilkeleri ona sorgulamayı sorumluluğunun bir gereği olarak önermekte ve yüklemektedir. Sözgelimi iktidar niçin şu kişi ya da aile veya zümreye, hanedana aittir? Fitne, tuğyan ve zulüm kaynağı haline gelmiş bir iktidara ya da yönetime neden itaat edilsin? İktidarın denetim altına alınmasıyla insanın hak ve özgürlüklerinin gerçekleşme imkânı daha az mı, yoksa daha fazla mı olur? Hak ve özgürlüklerin daha fazla yaşandığı bir ortamda, düşünce, bilim, sanat ve ticaret, insan ve topluma daha fazla yarar sağlamaz mı?
Şöyle veya böyle de olsa “Arap Baharı”, Müslüman halkların içinde yaşadıkları iktisadi, toplumsal, siyasal şartlara yönelik insiyaki bir tepkiydi ve bir sorgulama aşamasına geçme istidadı sağlayabilirdi. Hâlâ bunun imkân sınırları içinde bulunduğu düşünülebilir. Onun içindir ki, Ortadoğu Müslüman halklarını sultaları altında tutan sefih, düşkün yönetimler, bu imkânı ortadan kaldırma yollarının arayışı içindedirler. Bu yönetimler varlıklarını nasıl emperyalist güçlerin desteğiyle sağlamışlarsa, idamelerinin de ancak bu güçlerin işbirlikçisi olmalarında görmektedirler. Mısır’da bunu şimdilik, Amerika ve baş işbirlikçi Suud yönetiminin desteğiyle yoluna koymuş gibidir, ama toplumun bilinçaltına bir sorunun yerleştiği ve içten içe devineceği de bir gerçektir.
Farklı bir damar Yemen’de, farklı bir şekilde ortaya çıktı. Bu sadece işbirlikçi yönetimlerin iktidar değişimi şeklinde değil, doğrudan Müslüman halkın bir tepkisi, bir ölçüde başkaldırısı biçiminde kendini gösterdi. Diğer ülkelerdeki Müslüman halkların dikkatlerini bulandırmak için, “Şii”, “Şia” damgalamasına ve “İran”ın hâkimiyet kurma söylemine atfedildi. Yemen’de, Suudi Arabistan’da, Katar ya da Pakistan’da “Şii”nin maruz kaldığı zulüm, caminin uğradığı saldırı, zulüm ve tecavüz olmaktan çıkar mı?
 
Üst