Dücane:İlahiyatta nazari ilim yok!

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Dücane Cündioğlu’nun TYB Bursa Şubesinin konuğu olarak ‘Teolojinin Yurdunda Felsefe’ konulu bir konferans verdi..


Konferans, genellikle terim ve kavramların ne anlama geldiklerinin açıklanması, bu kavramların tarihi seyri ve bunlara yüklenen anlam ile yüklenmesi gereken anlamların neler olduğunun izahı biçiminde olduğu için, dinleyiciler açısından ‘zor’du. Dücane Cündioğlu da bu ‘zor’luğun farkına vardıkça espri yapıp dikkatleri diriltmekten geri durmadı.

Kendi dilimizde düşünmek…
Konuşmacı, konuşma konusuna dikkat çekerek şu açıklamayı yaptı ilk olarak:
“Teolojinin Yurdunda Felsefe” sözcüklerinden ikisi, dilimize Batı dillerinden geçmedir. Bunun yerine ben size “İlm-i Kelamın Yurdunda Hikmet” deseydim siz bunu anlamayacaktınız. Artık Türkiye’de düşünmek, Batı dillerini dikkate almadan gerçekleşemez. Kendi dilimizde düşünmek bize yasaklanmıştır.”


Kendisiyle yüzleşmeyenler düşünemez!
Dücane Cündioğlu, düşünmenin durup dururken gerçekleşen bir şey olmadığını, düşünmenin de belli koşullara bağlı olduğunu şu cümlelerle açıkladı:
“İnsanın düşünce üretmesi için kendisiyle yüzleşmesi gerekir. İnsanın kendisiyle yüzleşmesi için de şu iki halden birinde olması gerekir:
1. Ya tatmin olacak,
2. Ya da çok değer verdiği bir şeyi (çocuğunu, tüm malvarlığını vb.) kaybedecek.
Bir şey kaybetmeyen insan kibirlidir ve kendisiyle yüzleşmeye gerek duymaz. Karun, bir şey kaybetmediği zaman hep ‘ben’ dedi, ne zaman ki kaybetti, o zaman kendisiyle yüzleşmeye başladı.”
“Düşünmek için ayakların yere basması gerekir. Ayakların yere basması ise, geçmişi bilmek demektir.”
“Bugünü anlamak için geçmişi bilmenin şart olduğu düşünülürdü, ben de böyle düşünürdüm ama Adorno’nun ‘Yaşadığı çağın sanatını anlamayan, klasik çağı da anlayamaz.’ cümlesi beni farklı düşünmeye itti. Şimdi diyorum ki ‘Çağını hakkıyla anlayamayan, geçmişi de anlayamaz.’”


Kendimizle yüzleşemedik, düşünce üretemiyoruz
“Türk milleti olarak şu an için yüzleşmeye hakkımız var mı derseniz, yok derim. Çünkü henüz yeni yeni şımarmaya başladık. Tatmin şuan bize uzak…”
“İnsan güçsüzken kendi kendini eleştiremez, kendisiyle yüzleşemez. Birkaç asırdır işlerimiz yolunda gitmediğinden, güçsüz kılındığımızdan, kendimizle yüzleşemedik.”
“Yine zayıf olduğumuz için tarihi çarpıtıyoruz. Geçmiş sanatımızı, mimarimizi, edebiyatımızı abartıyoruz. Bunun diğer bir sebebi de kardeş katli, cariyelik kurumu gibi şeyler yüzünden eleştirilmemizdir.”


İnsan tasavvuru
“İnsan, bilen ve eyleyen bir varlıktır. Bu yönüyle de insana dair şu üç gereklilik ortaya çıkmıştır: Birincisi, bireyin idaresi ( Ahlak ve eğitim). İkincisi, evin idaresi (Ekonomi, iktisat bilimi…). Üçüncüsü, toplumun idaresi (Siyaset)”
“Eskiden insan ‘organizma olarak tasavvur edildiği için ‘hasta olunuyordu’. Bugün ise insanın bozulduğu söyleniyor (Davranış bozukluğu, sindirim sistemi bozukluğu vb.) Çünkü artık insan organizma olarak değil, mekanizma olarak tasavvur ediliyor.”
Teori, ideolojiye nasıl dönüştü?
“Teori, nazariyattır, yani nazar etmedir (görmedir). Tribünde oturup sahada olanları seyrederek onlar hakkında konuşmaktır. Teori uzun zaman hep böyle bilindi. Marks’tan sonra ise tribünde oturmak bitti, tribünde oturanlar sokaklara indi. Dolayısıyla felsefe bitti, ideoloji başladı.”
“Kadim bilginlerimiz düşünceyi, bilinen ile bilinmeyen arasındaki hareket olarak tanımlamışlardır.”


Bilime dair
“Eskiden beri bilimler ‘fizik, matematik ve metafizik” olarak üçe ayrılır. Bu üç bilimi öğrenmek için de eğitim gerekir. Eğitim, düşüncesiz olamaz. Düşünce de mantık bilimi olmadan olmaz. Günümüzde mantık eğitimi olmadığı için düşünce de yoktur.”
“Duyularla elde edilen bilgiye bilim denemez. Bilim, bütünü kavramaktır.”
“Günümüz bilim adamları fizik bilmeden metafiziği açıklamaya çalışıyor. Fizik bilinmeden metafizik bilinemez. İnsan nasıl görür, sorusuna cevap veremeyen/aramayan bir zekâ, Tanrı’nın nasıl gördüğü sorusunu nasıl açıklayabilir!”


Teoloji ve ilahiyat fakültelerine dair
İlahiyat Fakültelerinin düşünce üretmeyen kurumlar olduğunu, felsefe veya kelam adı altında felsefeden başka her şeyin yapıldığının altını ısrarla çizen Cündioğlu, “Teoloji, ilahiyat kelimesiyle karşılanıyor. Bu, yanlıştır. Teoloji, ilm-i kelamdır. Bugünkü karşılığı da ilahiyat değil, Tanrıbilim’dir.” diyerek başladığı sözlerini, isim vererek sürdürdü:
“İlahiyat fakültelerinde nazari bilimler okutulmamaktadır. Buna kanıt, Bekir Topaloğlu’nun İlm-i Kelam kitabıdır. Tüm Türkiye’deki ilahiyat fakültelerinde kelamla ilgili ne varsa bu kitaptan etkilenmiş, sonra yetişen hocalar da onu izlemiştir. Bu kitabın önsözünü okuduğunuz zaman, “Gazali sonrası İlm-i Kelam’a %64 oranında felsefe bulaşmıştır. Biz, felsefe bulaşan kısmı atalım, geriye kalanla uğraşalım.” demektedir. %64 atıldıktan sonra geriye kalan kısım ise mezhepler tarihinden ibarettir ve bunda nazariyat yoktur.”
“İlahiyat Fakültelerinde felsefi düşünce olmadığına diğer bir kanıt da, bu konudaki referans kişilerin ve bunların referans kitaplarının felsefeyi reddeden kişiler olmasıdır.”


Bilim, hikmet, tasavvur ve zihne dair
Dinleyicilerle interaktif bir ilişki kuran Cündioğlu, bazı kavramların anlamlarını dinleyicilere sorarak dinleyicileri de düşünme sürecine dâhil etti. Bu sorulardan bir tanesi de, “Zihin nedir?” sorusuydu. Günümüz bilim adamlarının zihin konusuna yeterince kafa yormadıklarına dikkat çektikten sonra konuşmasını, yaptığı tanımların çağrışımlarına kendini bırakarak şöyle sürdürdü:
“Medreselerde, aynı zamanda bilimin de tarifi olan hikmetin tanımı şudur: Var olanların hallerini, gerçekte nasıllarsa aynen o şekilde (tasavvur ettiğimiz gibi değil, onlar nasılsa öyle), gücü yettiğince bilmektir.”
“Bir şeyin zihindeki tasavvurunun o şeyin gerçeğiyle mutabakat halinde olmasına hakikat yani bilim denir.”
“İlim öğrenmek, Tanrı’yla konuşmak için dil öğrenmekten ibarettir.”
“Kur’an’ı bilmek, onun lafzını bilmek, ezberlemek değil, Kur’an’ın hakikatini bilmektir.”


Konuşan ve görenlerin kıyasına dair
“Geçmişte Müslümanlar helali uygular, haramdan kaçınırlardı; bu, takvaydı. Sonra uygulamak yetmedi, bilmek de istediler; bu, veraydı. Sonra bu da yetmedi, inandıklarını görmek de istediler; (Eşhedu, şahitlik ederim demektir. Şahit ise, gören demektir.) bu da müşahededir. Takva ve vera için usta gerekmez ama müşahede için mutlaka ustanın rehberliğine ihtiyaç vardır.”
“Hz. Musa’nın şeriatı kurallar ve yasalardan ibarettir. Kurallar ve yasalara uyanlar Tanrı’yla sadece konuşabilir ama onu göremezler. Oysa Peygamberimiz Miraç’ta Allah’ı görmüştür. Dolayısıyla Hz. Musa’nın şeriatında takılıp kalmayalım, daha başka şeyin peşinde olalım.”
“İslam’ın Mekke ve Medine döneminden bahsedilir hep. İslam’ın bir de Hira dönemi vardır.”


Son söz olarak…
“Asıl zor zamanlar, dayak yediğimiz zamanlar değildir. Biz 28 Şubat’ta dayak yiyerek zorluk çekmiş olmadık aslında. Sadece sebat edenle sebat etmeyen, samimi olanla samimi olmayan ayrıştı. Asıl zorluk, güç sahibi olup şımardığımız zamanlardır ve bu zorluk da, bilgiyle değil aşkla aşılır.”
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Dücane Cündioğlunun güzel yazıları var ,okuyoruz anlamaya çalışıyoruz, lakin şu cümlesini anlamakta müşkilimiz var:''İnsan nasıl görür, sorusuna cevap veremeyen/aramayan bir zekâ, Tanrı’nın nasıl gördüğü sorusunu nasıl açıklayabilir!” Tamam , fizik, matematik öğrenilsinde, buradan hareketle, Allah tealanın ''nasıl gördüğü'' nü izah için ''fizik bilme''yi imdada çağırmak, anlaşılır bir mantık değildir!Mantık okuduğunu bildiğimiz Cündioğlunun böyle bir garabete düşmesini doğrusu yadırgıyorum.Filhakika Allahın nasıl gördüğünü bilmek için(eğer keyfiyet açısından değerlendirilirse) hiçbir şeyden bir fayda görmemiz sözkonusu değildir.Fakat Allah Tealanın Zatının, mahlukunun zatına benzememesi gibi, görmesininde mahlukata benzemediğini bilmek için, fizik kitabına değil, ilmi kelam kitablarına ihtiyaç vardır.Hıristiyanların Allah Tealanın sıfatları konusunda şirke düşmeleri, onların fizik bilmiyor olmaları değil, Allah tealanın Sıfatlarının ,mahluka ilgi ve alakadarlık noktasındaki bilgisizliği ,başka bir deyimle Allah tealanın sıfatlarının tabiatlerini idrak edememelerinden dolayıdır.
 
Üst