Doğruları yaşamak için öğrenmeliyiz...

durmuş göktekin

Paylaşımcı
Katılım
16 Ağu 2009
Mesajlar
185
Tepkime puanı
7
Puanları
0
Yaş
88
Doğruları, yaşamak için öğrenmeliyiz…

Plansız, programsız hiçbir şey yaratılmamıştır. Yaratıcı, her şeyi özelliğine göre planlayıp, programlamış. Bütün varlıklar programlandığı gibi yaşıyor ve üremesini sürdürüyor. İnsanın plan ve programı da insana göre yapılmış, Kur’an ve Peygamber gönderilmiş. Cüzi iradesiyle serbest bırakılmış. İsteyen bu kitabı okur, Peygamber’in gösterdiği yoldan gider, istemeyen gitmez. Gidene mükâfat, gitmeyene mücazat (ceza) verileceği bildirilmiş. Lafı oraya buraya dolaştırmadan, düz bir ifadeyle mesele budur.

Açık, düz, yalın haldeki hayatı karıştıran, zorlaştıran, akıl almaz duruma getiren insandan başkası değildir. Cennet ve cehennem de bunun için yaratılmış olmalı? Şu kısacık dünya hayatını çileye döndüren, dönüp ondan şikâyet eden, böylece kendine ters düşen yine insandır. İnsan bu haliyle başıboş kalsaydı kendi kendini helak ederdi. Kâinatın sahibi, insanın Yaratıcısı, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olduğu için ona kitap ve Peygamber (sav) göndermiş ve özelliklerini de kitabı ve peygamber’i anlayacak şekilde yaratmış. İradesiyle baş başa bırakmıştır. Bu sebeple insan yaptıklarından sorumludur.

Kişi, yapacağı gayrimeşru işleri; insanların ve kanunların gözünden kaçırdığında Allah inancı ve yaptıklarının hesabını vereceğini de düşünmüyorsa yapmayacağı kötülük kalmıyor. Toplumda sosyal adaletin sağlanması, hakların karşılıklı korunmasıyla mümkündür. Bu yapılmazsa haklar korunamıyor. Yapılan muamelelerde işin içine hile, aldatma ve yalan girdi mi içinden çıkılmıyor. Çünkü hile, aldatma ve yalan, din ve vicdan meselesine giriyor. Şahıs, söz veya fiille karşı tarafı etkileyerek hileye başvuruyor. Bunu yapmak için yalan söylüyor. Yalanına yalanla dayanak buluyor ve karşı tarafı kandırıyor. Din, hileyi reddediyor. Helal ve haram kavramlarına inanmayan bunları rahat, rahat yapabiliyor. Dolayısıyla din, öğretilmeli ve yaşanmalıdır. Yaşanmayan bir dinin anlatılması, öğretilmesi bir işe yaramıyor. Çok şey öğrenmeye gerek yok. “Emredildiğin gibi dosdoğru ol” yeter. Kimsenin kimseye güveni kalmadığı bir toplumda herkes birbirine şüphe ile bakıyor. Güven suiistimal edildiğinde herkes tedirgin oluyor. Bunun için hiçbir yakınlık fayda etmiyor. Kötülük ve iyilik en yakından başlayarak uzayıp gidiyor. Açık ve berrak bir hava var da, ben karanlık tablolar çizmiyorum. Herkesin her an yaşadığı hadiselerin manzarasını gösteriyorum.

Müslüman tereyağı gibidir. Çok şey bozulduğunda kullanılabiliyor, ama tereyağı acıdığında (bozulduğunda) yenmiyor. “Asil azmaz, bal kokmaz! Kokarsa da yağ kokar, çünkü aslı ayrandır.” Asillik kendi kendine, durup dururken oluşmuyor. Bu kavram; İnsanın fıtratına uygun ve emrolunduğu gibi yaşamasıyla oluşan bir kavramdır. Her önümüze çıkana bu asil insan diyemeyiz. Asalet bir mertebedir.

Mehmet Akif Ersoy’un çok benimsediğim şu sözleri; “Hayır, hayal ile yoktur benim alış verişim; İnan ki: her ne demişsem görüp de söylemişim. Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek: Sözüm odun gibi olsun; hakikat olsun tek!” Üslubum oldu. Yeter ki sözün doğru işin doğru olsun!

Ana rahminden dünya âlemine çıkınca ağlamaya başlarız. Annemizin memesiyle sustururlar bizi. Sevgiyi öğretmediler. Tercihi biz yaptık. Dinimizi öğrenirken bile Allah’tan korkutulduk. İlk temasımızda, annemiz elimizden tuttu ve annemizi sevdik. Korku aklımızın ermediği bir şeydi. Sevmenin cevabı sevilmekti. Etraftan gelen sesler bize, Allah’tan kork diyordu. Ne var ki sevgi korkuya gelmiyordu. Ateşle yanmayı göze alarak işlenen suçlar yerine Rabbimizi ve annemizi sevsek, belki aydınlık bir yarına ilk adımı atmış olurduk. Gündüz biriktirdiklerimi yazıya dökerim. Gerçekçi olduğum için fazla arkadaşım yok. 30. 03. 2015
Durmuş Göktekin
 
Üst