dedekorkut1
Doçent
DNA’NIN ŞİFRE KODLARI
SELİM GÜRBÜZER
Evrimciler DNA’da ki şifre ve kodların tesadüfen, yanılma veya kazaen meydana geldiğini ileri sürmektedirler. Oysa ‘şifreler’ bir bilgiyi bir şekilden diğer şekle çevirmek için kullanılan semboller sistemidir. Mesela yazılı dil insan tarafından kullanılan bir tür şifre sistemidir. Nitekim Türk alfabesinde 29 harf sembol var olup, bu sembollerle istenildiği kadar kelime üretilebiliyor. Keza DNA molekülleri çok uzun oldukları halde sadece 4 harfli alfabetik yaratılış kod dizilimle yazgı gerçekleşmektedir. DNA’yı işte bu noktada insan vücudunda A’dan Z’ye akla gelebilecek her ne varsa tüm bilgileri kendi kodunda eksiksiz olarak barındıran iki sarmaldan oluşan bir yapı olarak görmek gerekir. Zira vücudumuza ait gerek içe dönük bilgiler, gerekse dışa dönük bilgiler dört harfli olarak tanımladığımız alfabetik şifre sistemiyle kayıt altına alınmış durumdadır. Malum o meşhur dört harfli alfabetik şifre sistemi; “adenin, timin, guanin ve sitozin” denen A, T, G, C sembolleriyle ifade edilen nükleotid bazlarından başkası değildir elbet. İşte kromozomları oluşturan DNA’da kodlu olan bu dört başlı bilgi bazlar kendine özgü dizilimleriyle çeşitli aşamalardan geçip kopyalandıktan sonra en nihayetinde protein sentezi yapımı gerçekleşmektedir
Genetik alanda bilimsel çalışmalar bize nükleik asitlerin canlı organizmaların protein sentezi oluşumundaki genetik hammaddesini teşkil eden nükleotid birim polimerleri olduğunu göstermekte. Hakeza genlerin ise DNA’nın belirli bir kısmını oluşturan nükleotid dizisinin ta kendisi bir kalıtım birimi olduğunu gösteriyor. Hele bu noktada kalıtım birimlerinin yarı anneden yarı babadan çocuklara kuşaklar boyu dölden döle kendi karakteristik özelliklerini geçiriyor olması başlı başına genetik mucizevi bir hadisedir. Gerek nükleik asitlerin gerekse genlerin en belirgin ortak özelliği nükleotid yapıtaşlarından meydana geliyor olmalarıdır. Derken her iki birim sayesinde proteinlerin yapıtaşını oluşturan aminoasit oluşumu vuku bulup böylece hücre içerisinde 10 ila 100 arasında amino asit içeren polipeptit zincirinin biyolojik fenotip ve genotipi ortaya çıkmış olur. Şayet zincir üzerinde 10 ila 100 arası sayıdan daha fazla amino asit sıralanırsa bu kez polipeptit oluşumundan bahsetmek yerine protein zincir oluşumundan bahsetmiş oluruz ki yukarıda sözünü ettiğimiz dört nükleotid bazın dizilişinden maksat hâsıl olur da. Yok, eğer diziliş maksadının dışında ortaya anlamsız bir durum çıkarsa biliniz ki bunun arka planında yol kazası diyebileceğimiz türden bir şeylerin ters gittiği anlamı çıkar ki, bu durumda herhangi bir geni oluşturan nükleotidler üzerinde oluşabilecek bir sıralama hatası o geni ister istemez iş göremez hale getirebiliyor. Dolayısıyla istisnai yol kazaları hariç, insan vücudunda 200 bin genin olduğunu yakından takip edenler bu sıralamadaki tertip ve düzenin hedefinden sapmadan daha kompleks yapılı işlere yönlendirildiğini gördüklerinde hayretler içerisinde şaşa kaldıkları herkesin malumu. Her ne kadar moleküler biyolog Francis Crick, DNA zincirlerin düz olması nedeniyle genlerdeki nükleotidlerin sırasıyla proteinlerin yapıtaşı aminoasitlere uydurulabilir demiş olsa bile sonrasında gerçek anlamda DNA’yı keşfettikten sonra biyolojik nizamın bir mucizevî bir hadise olduğunu dile getirmekten kendini alamamıştır dersek yeridir. Derken bizde bu arada Francis Crick’in keşfettiği DNA molekülünün mucizevi sarmal yapısına vurgu yaparaktan dile getirdiği gen birimlerinin üstlendiği fonksiyonlarını günümüz genetik mühendisliğinin daha da gelişmiş ortaya koyduğu bilgilerle de pekiştirdiğimizde herhangi bir canlı veya insan genomunun asla ve kat’a tesadüfi bir eser olarak ortaya çıkamayacağının idrakine varmış oluruz. Tabii bizler bir takım mucizevi oluşumları idrak etmiş olsak da bizim dışımızdakiler için bu mucizevi oluşumlar maalesef tesadüfi oluşumlar olarak karşılık bulmakta. Yine de aralarında bir kısım evrimciler köşeye sıkıştıklarında insafa gelip en azından tesadüf kelimesini ağızlarına almayıp bir takım gerçekleri itiraf etmek durumunda kalabiliyorlar. Nitekim “Yaşamın Temel Kuralları” eseriyle dikkat çeken evrimci Prof. Dr. Ali Demirsoy; “Bir proteinin ve çekirdek asidin (DNA ve RNA’nın) oluşma şansı tahminlerin çok ötesinde bir olasılık olduğunu, hatta belirli bir protein zincirinin meydana gelme şansı astronomik denecek kadar azdır” diyerekten bir takım gerçekleri itiraf etmek zorunda kalmıştır. Hatta Amerika’da “Biyolojide Olasılık Araştırma Merkezi” adlı bir akademik kuruluşu Amerikan alfabesinin 26 harfli olmasından hareketle alfabetik deney yapmayı tasarlayıp bunun için ilk etapta 30.000 çekiliş öngörmüşlerdir. Çekiliş sonrasında harf dizilimlerinin dokümanı ortaya çıkarıldığında; anlamca ilk iki harfli olanının 4890 adet sözcük, üç harfli olanının 113 adet sözcük, dört harfli olanının 139 adet sözcük, beş harfli olanının 17 adet sözcük, altı harfli olanının 3 adet sözcük, yedi harfli olanının ise 1 adet anlam içeren sözcük tablosu ortaya çıkmıştır. Bir başka ifadeyle öngörülen 30 bin çekilişli harf sıralaması arasından en nihayetinde 7 harflik olanından kala kala 1 adet sözcüğün anlam içerdiği tespit edilebilmiştir. Birde öngörülen ihtimal hesaplarını protein sentezine uyarladıklarını düşündüğümüzde bu iş için değim yerindeyse 20 amino asitlik alfabetik harfin oluşturacağı sözcük tablosuyla yüzleşeceğiz demektir. Öyle ya, mademki proteinler 20 amino asitlik dizilimden oluşmakta, o halde en basit bir canlının protein yapısını oluşturabilecek anlam yüklü sözcüklerin ortaya çıkması için her harf için 1/4 ila 1/5 harf arasında seyreden oranlarda bir harf dizilimlerinin olması icap etmektedir. Dolayısıyla bu söz konusu orantısal harf parametrelerden hareketle öngörülen 400 çekiliş için gereken alfabetik harf sayısı 20 olduğuna göre çekiliş sonrasında ortaya çıkacak olan sonuç itibariyle 4’ün 400’üncü kuvvetine tekabül eden 10240 (10 üzeri 240)’lı gibi telaffuzunda zorlanacağımız zor rakamlar elde ederiz. Dahası bunun net anlamı trilyon sözcüğünün 20 kez tekrarlanması demektir. İşte böylesi bir tabloda 400 amino asit zincirinden bir tane işe yarar proteinin 20 kez tekrarlanmasıyla ancak trilyon rakamlarla ifade edebilecek bir ihtimal hesabıyla karşı karşıya kalınır ki, bu durumda bile birileri çıkıp hücre içerisinde cereyan eden her bir oluşum için halen tesadüf diyorsa pes doğrusu. Hele ki ortada bir de insan genomunu oluşturan, yani milyonlarca nükleotidlerden oluşmuş polimer dizisinin Başbuğ başkanı DNA’nın varlığını düşündüğümüzde hücre içinde cereyan eden tüm mucizevi oluşumlara tesadüf denilecekse, bu tür söylemlerin atalarımızın “Zırva tevil götürmez” dedikleri dedikodu kazanı kaynamaktan öte bir anlam ifade etmeyeceği çok açıktır.
SELİM GÜRBÜZER
Evrimciler DNA’da ki şifre ve kodların tesadüfen, yanılma veya kazaen meydana geldiğini ileri sürmektedirler. Oysa ‘şifreler’ bir bilgiyi bir şekilden diğer şekle çevirmek için kullanılan semboller sistemidir. Mesela yazılı dil insan tarafından kullanılan bir tür şifre sistemidir. Nitekim Türk alfabesinde 29 harf sembol var olup, bu sembollerle istenildiği kadar kelime üretilebiliyor. Keza DNA molekülleri çok uzun oldukları halde sadece 4 harfli alfabetik yaratılış kod dizilimle yazgı gerçekleşmektedir. DNA’yı işte bu noktada insan vücudunda A’dan Z’ye akla gelebilecek her ne varsa tüm bilgileri kendi kodunda eksiksiz olarak barındıran iki sarmaldan oluşan bir yapı olarak görmek gerekir. Zira vücudumuza ait gerek içe dönük bilgiler, gerekse dışa dönük bilgiler dört harfli olarak tanımladığımız alfabetik şifre sistemiyle kayıt altına alınmış durumdadır. Malum o meşhur dört harfli alfabetik şifre sistemi; “adenin, timin, guanin ve sitozin” denen A, T, G, C sembolleriyle ifade edilen nükleotid bazlarından başkası değildir elbet. İşte kromozomları oluşturan DNA’da kodlu olan bu dört başlı bilgi bazlar kendine özgü dizilimleriyle çeşitli aşamalardan geçip kopyalandıktan sonra en nihayetinde protein sentezi yapımı gerçekleşmektedir
Genetik alanda bilimsel çalışmalar bize nükleik asitlerin canlı organizmaların protein sentezi oluşumundaki genetik hammaddesini teşkil eden nükleotid birim polimerleri olduğunu göstermekte. Hakeza genlerin ise DNA’nın belirli bir kısmını oluşturan nükleotid dizisinin ta kendisi bir kalıtım birimi olduğunu gösteriyor. Hele bu noktada kalıtım birimlerinin yarı anneden yarı babadan çocuklara kuşaklar boyu dölden döle kendi karakteristik özelliklerini geçiriyor olması başlı başına genetik mucizevi bir hadisedir. Gerek nükleik asitlerin gerekse genlerin en belirgin ortak özelliği nükleotid yapıtaşlarından meydana geliyor olmalarıdır. Derken her iki birim sayesinde proteinlerin yapıtaşını oluşturan aminoasit oluşumu vuku bulup böylece hücre içerisinde 10 ila 100 arasında amino asit içeren polipeptit zincirinin biyolojik fenotip ve genotipi ortaya çıkmış olur. Şayet zincir üzerinde 10 ila 100 arası sayıdan daha fazla amino asit sıralanırsa bu kez polipeptit oluşumundan bahsetmek yerine protein zincir oluşumundan bahsetmiş oluruz ki yukarıda sözünü ettiğimiz dört nükleotid bazın dizilişinden maksat hâsıl olur da. Yok, eğer diziliş maksadının dışında ortaya anlamsız bir durum çıkarsa biliniz ki bunun arka planında yol kazası diyebileceğimiz türden bir şeylerin ters gittiği anlamı çıkar ki, bu durumda herhangi bir geni oluşturan nükleotidler üzerinde oluşabilecek bir sıralama hatası o geni ister istemez iş göremez hale getirebiliyor. Dolayısıyla istisnai yol kazaları hariç, insan vücudunda 200 bin genin olduğunu yakından takip edenler bu sıralamadaki tertip ve düzenin hedefinden sapmadan daha kompleks yapılı işlere yönlendirildiğini gördüklerinde hayretler içerisinde şaşa kaldıkları herkesin malumu. Her ne kadar moleküler biyolog Francis Crick, DNA zincirlerin düz olması nedeniyle genlerdeki nükleotidlerin sırasıyla proteinlerin yapıtaşı aminoasitlere uydurulabilir demiş olsa bile sonrasında gerçek anlamda DNA’yı keşfettikten sonra biyolojik nizamın bir mucizevî bir hadise olduğunu dile getirmekten kendini alamamıştır dersek yeridir. Derken bizde bu arada Francis Crick’in keşfettiği DNA molekülünün mucizevi sarmal yapısına vurgu yaparaktan dile getirdiği gen birimlerinin üstlendiği fonksiyonlarını günümüz genetik mühendisliğinin daha da gelişmiş ortaya koyduğu bilgilerle de pekiştirdiğimizde herhangi bir canlı veya insan genomunun asla ve kat’a tesadüfi bir eser olarak ortaya çıkamayacağının idrakine varmış oluruz. Tabii bizler bir takım mucizevi oluşumları idrak etmiş olsak da bizim dışımızdakiler için bu mucizevi oluşumlar maalesef tesadüfi oluşumlar olarak karşılık bulmakta. Yine de aralarında bir kısım evrimciler köşeye sıkıştıklarında insafa gelip en azından tesadüf kelimesini ağızlarına almayıp bir takım gerçekleri itiraf etmek durumunda kalabiliyorlar. Nitekim “Yaşamın Temel Kuralları” eseriyle dikkat çeken evrimci Prof. Dr. Ali Demirsoy; “Bir proteinin ve çekirdek asidin (DNA ve RNA’nın) oluşma şansı tahminlerin çok ötesinde bir olasılık olduğunu, hatta belirli bir protein zincirinin meydana gelme şansı astronomik denecek kadar azdır” diyerekten bir takım gerçekleri itiraf etmek zorunda kalmıştır. Hatta Amerika’da “Biyolojide Olasılık Araştırma Merkezi” adlı bir akademik kuruluşu Amerikan alfabesinin 26 harfli olmasından hareketle alfabetik deney yapmayı tasarlayıp bunun için ilk etapta 30.000 çekiliş öngörmüşlerdir. Çekiliş sonrasında harf dizilimlerinin dokümanı ortaya çıkarıldığında; anlamca ilk iki harfli olanının 4890 adet sözcük, üç harfli olanının 113 adet sözcük, dört harfli olanının 139 adet sözcük, beş harfli olanının 17 adet sözcük, altı harfli olanının 3 adet sözcük, yedi harfli olanının ise 1 adet anlam içeren sözcük tablosu ortaya çıkmıştır. Bir başka ifadeyle öngörülen 30 bin çekilişli harf sıralaması arasından en nihayetinde 7 harflik olanından kala kala 1 adet sözcüğün anlam içerdiği tespit edilebilmiştir. Birde öngörülen ihtimal hesaplarını protein sentezine uyarladıklarını düşündüğümüzde bu iş için değim yerindeyse 20 amino asitlik alfabetik harfin oluşturacağı sözcük tablosuyla yüzleşeceğiz demektir. Öyle ya, mademki proteinler 20 amino asitlik dizilimden oluşmakta, o halde en basit bir canlının protein yapısını oluşturabilecek anlam yüklü sözcüklerin ortaya çıkması için her harf için 1/4 ila 1/5 harf arasında seyreden oranlarda bir harf dizilimlerinin olması icap etmektedir. Dolayısıyla bu söz konusu orantısal harf parametrelerden hareketle öngörülen 400 çekiliş için gereken alfabetik harf sayısı 20 olduğuna göre çekiliş sonrasında ortaya çıkacak olan sonuç itibariyle 4’ün 400’üncü kuvvetine tekabül eden 10240 (10 üzeri 240)’lı gibi telaffuzunda zorlanacağımız zor rakamlar elde ederiz. Dahası bunun net anlamı trilyon sözcüğünün 20 kez tekrarlanması demektir. İşte böylesi bir tabloda 400 amino asit zincirinden bir tane işe yarar proteinin 20 kez tekrarlanmasıyla ancak trilyon rakamlarla ifade edebilecek bir ihtimal hesabıyla karşı karşıya kalınır ki, bu durumda bile birileri çıkıp hücre içerisinde cereyan eden her bir oluşum için halen tesadüf diyorsa pes doğrusu. Hele ki ortada bir de insan genomunu oluşturan, yani milyonlarca nükleotidlerden oluşmuş polimer dizisinin Başbuğ başkanı DNA’nın varlığını düşündüğümüzde hücre içinde cereyan eden tüm mucizevi oluşumlara tesadüf denilecekse, bu tür söylemlerin atalarımızın “Zırva tevil götürmez” dedikleri dedikodu kazanı kaynamaktan öte bir anlam ifade etmeyeceği çok açıktır.