DNA, Allah'ın Kanıtları ve Ateist İman

Katılım
29 Tem 2006
Mesajlar
18
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Konum
ADANA,İZMİR
Web sitesi
nofearcanser.tripod.com
DNA, Allah'ın Kanıtları ve Ateist İman


NEW YORK - Bu siteye yorum ekleyen bazı okurlar, bilim yoluyla Allah'ın varlığına dair kanıtlar bulmanın "Ortaçağ zihniyeti" olduğunu ileri süredursunlar, modern bilimin merkezinde yer alan bazı insanlardan tam aksi yönde mesajlar geliyor. İngiliz The Sunday Times gazetesinde yer alan "Genomu Çözen Adam, Tanrı'yı Buldum Diyor" başlıklı haberde sözü edilen Francis Collins gibi.

Francis Collins, sonuçları 2001 yılında açıklanan ünlü İnsan Genomu Projesi'ni yürüten ABD Ulusal İnsan Genomu Araştırma Enstitüsü'nün başkanı. Bu enstitüde görevli üst düzey bilim adamlarından biri olan Gene Myers, 2001 yılında yaptığı bir açıklama ile DNA'da "muazzam bir bilgi bulunduğunu" ve bu bilgi bankasının "tasarlanmış" olduğunu düşündüğünü söylemiş, bu açıklama medyaya "bilim adamı DNA'da Yaratıcı'yı görüyor" gibi başlıklarla yansımıştı. Şimdi, Francis Collins de aynı şeyi söylüyor.

Sadece söylemekle kalmıyor, bu konuda bir kitap yazıyormuş, The Sunday Times'ın haberine göre. The Language of God (Tanrı'nın Dili) adlı kitabı, önümüzdeki Eylül ayında yayınlanacakmış. Anlattığına göre, DNA'yı incelemek, bilim-din çatışması yönündeki klişeleri desteklemek bir yana, "Tanrı'nın eserlerine bakabilme" şansı vermiş Collins'e. Bakış açısını şöyle özetliyormuş:

Bilimsel bir keşif yaptığınızda, bu bilim adına heyecanlı bir andır, çünkü uzun zamandır bunu aramaktasınızdır ve nihayet bulmuşsunuzdur. Ama aynı zamanda benim Yaratıcı'ya yakınlık hissettiğim bir andır bu, çünkü o ana kadar sadece Tanrı'nın bildiği fakat hiç bir insanın haberdar olmadığı bir şeyi kavradığımı hissederim.
Collins, DNA'daki genetik bilgi hakkında ise şu yorumu yapmış:

İnsanoğlu hakkındaki tüm bilgileri ve sırları taşıyan bu 3.1 milyar harflik talimatname kitabı karşınıza çıktığında, bunu sayfa sayfa incelemeye başladığınızda, hayranlık duygusuna kapılmamak elde değil. Bu sayfalara baktığımda, bunların bana Tanrı'nın zihni hakkında bir ipucu verdiğini düşünmekten kendimi alamıyorum.
Bazı okurlar, Collins'in bu açıklamalarına, "dindar insanlar her şeye din gözüyle bakıyor, o yüzden böyle subjektif yorumlar yapıyorlar" diye dudak bükebilirler. Ama Collins'in hikayesi hiç de öyle durmuyor. Ünlü bilim adamı, 27 yaşına dek bir ateist olarak yaşamış. Ateizmden vazgeçmesini sağlayan süreç, bazı hastalarının din sayesinde büyük manevi güç kazandıklarını fark etmesiyle başlamış. Daha sonra ünlü Hıristiyan düşünür C. S. Lewis'in Tanrı'nın varlığı ile ilgili rasyonel argümanlarını incelemiş ve bunlardan etkilenmiş. Görünen o ki, Collins, doğayı inceledikçe Allah'ın varlığına daha çok kanaat getirmiş; DNA'da bulduğu "muzzam bilgi" ise anlaşılan bu konuda onu kesin olarak ikna etmiş.

Kısacası inançtan yola çıkıp realiteyi tarif etmemiş — ki ateistler dindarların böyle düşündüğünü iddia ederler — realiteden yola çıkıp inanca varmış.

Bu noktada denebilir ki, madem realite insanı Allah'ı tanımaya götürüyor, niçin pek çok realist insan hala ateist?

Cevap, "ateist iman"da gizli. Şu günlerde Amerika'daki kitapçılara sıkça uğruyorum; "bestseller" listesinde muhafazakar yazar Ann Coulter'ın Godless: The Church of Liberalism adlı kitabı en üstte yer alıyor. Coulter, bu kitapta, "liberalizm"in — bunu Türkçe'ye "sekülerizm" diye tercüme edebiliriz, liberal kelimesinin bizdeki ve Amerika'daki anlamları farklı — kendi içinde bir din olduğunu ve mensuplarının buna bağnazca inandığını anlatıyor. Bu dinin merkezinde de seküleristlerin "yaratılış hikayesi" olan Darwinizm yer alıyor. Coulter, Darwinistlerin teorilerine ne denli koyu bir inançla bağlı olduklarına dair pek çok örnek veriyor.

Amerika'da yakın zaman önce yayınlanan bir diğer kayda değer eser ise, Avustralyalı felsefeci David Stove'un Darwinian Fairytales (Darwinist Masallar) adlı kitabı. Stove, bir yaratılışçı değil, "akıllı tasarımcı" da değil. Sadece objektif bir biçimde Darwinizm'i eleştiriyor ve bu teorinin yaşamın ve türlerin kökenine getirdiği açıklamaların çoğu kez "masal"dan öteye gitmediğini gayet çarpıcı bir şekilde gösteriyor.

Kısacası ateizm ve ona dayanak sağlayan "bilimsel" teoriler, aslında inanca, hem de oldukça koyu bir inanca dayanıyor. İnanç, kuşkusuz teizm (Allah'ı kabul etmek) için de gerekli. Ama ateizm için gereken inancın dozu, teizm için gerekenden çok daha fazla. Norman L. Geisler'ın I Don't Have Enough Faith to Be an Atheist (Ateist Olmaya Yetecek Kadar İnancım Yok) başlıklı önemli kitabında açıklandığı gibi...
 
Katılım
5 Ağu 2006
Mesajlar
140
Tepkime puanı
0
Puanları
0
acaba?

Bu hataya çok düşüyorsunuz,"Allah'ın izini,kanıtını" buldum demek mecazi anlamda kullanılan metini zenginleştiren,ilgi çektiren bir ifade o kadar.

Ateist olup olmaması önemli değil ama DNA'nın yapısını bularak açıklayan Nobel ödüllü James Watson bir ateisttir.
 

melde

helina_roje
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
2,238
Tepkime puanı
24
Puanları
0
Konum
Ankara
Ateist olup olmaması önemli değil ama DNA'nın yapısını bularak açıklayan Nobel ödüllü James Watson bir ateisttir.

enteresen bunu bilmiyordum acaba hala ateist bir insan olarakmı yaşıyor?
 
Katılım
5 Ağu 2006
Mesajlar
140
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Evet kendisi hala hayatta ve ateisttir.

Ama ünlülere bakarak,onların seçimine bakarak yaşantımıza yön vermek pek doğru bir yaklaşım değildir,özellikle inanç konusunda.
 

essay

Üye
Katılım
12 Haz 2006
Mesajlar
100
Tepkime puanı
0
Puanları
0
kendisi bir ateist ise bakıyor lakin görmüyor bir insan dır...

bilime olan katkısı da "o muhteşem tasarımı görmediği için" bilime katkısı olan bir kobay fare gibidir...
 

essay

Üye
Katılım
12 Haz 2006
Mesajlar
100
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Tesadüflerle Açıklanamayan DNA

Matematik bugün DNA'da yazılı bilgilerin oluşumunda tesadüfe yer olmadığını kanıtlamıştır. Değil milyonlarca basamaktan oluşan DNA molekülünün, DNA'yı oluşturan 200.000 genden tek bir tanesinin bile tesadüfen oluşabilme ihtimali imkansız tanımının dahi zayıf kaldığı bir durumdur. Evrimci bir biyolog olan Frank B. Salisbury bu imkansızlıkla ilgili olarak şunları söylemiştir:
Orta büyüklükteki bir protein molekülü, yaklaşık 300 amino asit içerir. Bunu kontrol eden DNA zincirinde ise, yaklaşık 1000 nükleotid bulunacaktır. Bir DNA zincirinde dört çeşit nükleotid bulunduğu hatırlanırsa, 1000 nükleotidlik bir dizi, 4 üzeri 1000 farklı şekilde olabilecektir. Küçük bir logaritma hesabıyla bulunan bu rakam ise, aklın kavrama sınırının çok ötesindedir.3
Yani ortamda bütün gerekli nükleotidlerin bulunduğunu, bunların aralarında bağlanması için gereken bütün kompleks moleküllerin ve bağlayıcı enzimlerin hepsinin hazır olduğunu farzetsek bile bu nükleotidlerin istenen sırada dizilmesi ihtimali 4 üzeri 1000'de 1, diğer bir ifadeyle, 10 üzeri 600'de 1 ihtimal demektir. Kısaca insan vücudundaki ortalama bir proteinin DNA'daki şifresinin şans eseri, kendi kendine oluşma ihtimali, 10'un yanında 600 tane sıfır olan sayıda 1'dir. Bu astronomik olmanın da ötesindeki sayı ise, pratik olarak "0" ihtimal anlamına gelir. Demek ki böyle bir dizilim ancak akıllı ve şuurlu bir gücün bilgi ve kontrolü altında gerçekleşmek zorundadır.
Şu anda okumakta olduğunuz yazıyı düşünün. Harflerin (her harf için farklı bir baskı kalıbı kullanılarak) kendi kendilerine ve rastgele biraraya gelerek böyle bir yazı oluşturduklarını iddia eden birisine ne gözle bakardınız? Bu yazı belli ki akıl ve bilinç sahibi birisi tarafından kaleme alınmıştır. İşte DNA'daki durum da bundan hiç farklı değildir.
DNA'nın yapısını keşfeden biyokimyacı Francis Crick, konu üzerinde yaptığı çalışmalardan dolayı Nobel ödülü aldı. Crick koyu bir evrimci olmasına rağmen DNA'nın mucizevi yapısına şahit olduktan sonra yazdığı eserinde bu bilimsel gerçeği şöyle ifade etmiştir: "Bugün sahip olduğumuz bilgiler ışığında, dürüst bir adamın yapabileceği tek yorum, hayatın bir mucize eseri olarak ortaya çıktığıdır."4 Crick'e göre hayat kesinlikle dünya üzerinde kendiliğinden var olamazdı. Görüldüğü gibi DNA üzerinde en uzman kişi bile, bir evrimci olmasına rağmen, yaratılışta tesadüfe yer vermemektedir. DNA'da yer alan bilgilerin ne kadar hassas bir düzen ve dengeye sahip oldukları gözönünde bulundurulduğunda ise, tesadüfen oluşumun ne kadar imkansız olduğu daha da iyi anlaşılır. Üç milyar harften oluşan DNA'daki bilgiler, A-T-G-C harflerinin birbiri ardına özel ve anlamlı bir sıra içinde dizilmesi ile oluşur. Ancak bu sıralamada tek bir harf hatasının dahi yapılmaması gerekir. Ansiklopedide yanlış yazılmış bir kelime ya da harf hatası önemsenmez, hatta çoğu zaman fark edilmez bile. Buna karşın, DNA'da herhangi bir basamaktaki, örneğin 1 milyar 719 milyon 348 bin 632'nci basamaktaki bir harfin yanlış kodlanması gibi bir hata bile, hücre için, dolayısıyla insan için korkunç sonuçlara yol açabilir. Örneğin çocuklarda görülen hemofili (kan kanseri) hastalığı bu tip bir yanlış kodlanmanın sonucudur. Genetik yapıdaki çeşitli bozuklukların neden olduğu birçok kalıtsal hastalık vardır. Herbiri çok ciddi olabilen bu hastalıkların tek nedeni, genetik şifredeki milyarlarca harften yalnızca bir veya birkaç tanesinin yanlış yerde bulunmasıdır. Sözgelimi, Mongolizm veya Down Sendromu oldukça yaygındır. Nedeni ise her hücredeki 21. kromozom çiftinde fazladan bir kromozom bulunmasıdır. Bir diğer örnek ise Huntigton koresidir. Hasta 35 yaşına kadar sağlıklıdır, ama bu yaştan sonra birdenbire kol, bacak ve yüz kaslarında denetlenemeyen istemsiz kasılmalar başlar. Tedavisi olmayan bu ölümcül hastalık beyni de etkilediğinden hastanın belleği ve düşünme yetileri de giderek zayıflar.
Tüm bu genetik hastalıkların gösterdiği önemli bir gerçek vardır; genetik şifre o kadar hassas, dengeli ve kusursuzca hesaplanarak planlanmıştır ki, bu düzendeki en küçük bir değişiklik dahi ciddi sorunlar oluşturabilmektedir. Sadece bir harfin eksikliği veya fazlalığı ölümcül hastalıklara veya hayat boyu sürecek ciddi sakatlıklara neden olabilmektedir. Dolayısıyla böylesine hassas bir denge ve düzenin tesadüfen oluştuğunu, ve evrim teorisinin iddia ettiği gibi mutasyonlar yoluyla geliştiğini söylemek kesinlikle imkansızdır. Öyle ise, DNA'da yeralan muazzam bilgi ilk olarak nasıl oluşmuş ve şifrelenmiştir? Hayatın kökenini tesadüflere dayandıran evrimciler, hayatın kökeni ile ilgili her soruda yanıtsızdırlar. DNA'nın, yani genetik şifrenin kökenini sorduğunuzda da her birinden aynı cevabı alırsınız. Örneğin günümüzün en önde gelen evrimci biyokimyacılarından olan Leslie E. Orgel, bu soruya şu yanıtı verir:
Genetik şifrenin kökeninin genel özelliklerini bile hala anlayabilmiş değiliz... Genetik şifrenin kökeni, hayatın kökenleri probleminin en şaşırtıcı yönüdür. Sağlam bir ilerleme gerçekleştirmeden önce asıl olan kavramsal ya da deneysel bir buluşa ihtiyaç vardır.5
Milyonlarca sayfalık, milyarlarca bilginin tesadüfen yazıldığını iddia edenler elbetteki bu şekilde cevapsız kalacaklardır. Nasıl ki her eserin veya her bilginin bir yazarı ve sahibi varsa, DNA'daki bilginin de bir sahibi ve yaratıcısı vardır; ve O Yaratıcı, üstün ve güçlü, sonsuz ilim ve akıl sahibi olan Rabbimiz Allah'tır.

buyrun DNA ya tesadüf diyen gafiller... yalnız burda culture nin verdiği isim uymuyor...

araştırmaya devam...
 
Katılım
5 Ağu 2006
Mesajlar
140
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Uymaz,çünkü Harun Yahya yalanlarında James Watson geçmez.Kendisi sıkı bir ateisttir.Nobel ödüllüdür,Nobel ödüllüler sitesinde bulabilirsiniz.

HY yalanları bilim dünyasında hiçbir yeri olmayan üç-beş sahtekar Amerika'lının yalanlarının Türkçeye çevrilmiş halidir.

Essay'ın buraya astığı yazı da tipik HY yalanıdır.



İnanırlara samimi dindarlara saygım var ama Harun Yahyacılara saygım yok.
 

essay

Üye
Katılım
12 Haz 2006
Mesajlar
100
Tepkime puanı
0
Puanları
0
harun yahya cı değilim... burada verilen bilgileri de sizin bilgilerinizi de araştırıyorum...

ki zaten önemli değildir... isim e takılmam ben genel olarak anlattıklarına bakarım...
 

essay

Üye
Katılım
12 Haz 2006
Mesajlar
100
Tepkime puanı
0
Puanları
0
bulmak zor değil...

evet Francis Crick dna yi bulan adamlardan biri; digeri ise james d watson

yani bunlar ortaklar ve ikisi de evrimci...


BAV' Alıntı:
DNA, Darwin zamanında bilinmiyordu. Canlı hücrelerindeki çekirdeklerin içinde yer alan bu dev molekül, ancak 1950'lerde keşfedildi. DNA'nın yapısını keşfeden iki evrimci bilim adamı, James Watson ve Francis Crick, karşılaştıkları bu yapı karşısında hayrete düşmüşlerdi. Çünkü buldukları bu kompleks yapının kökenini evrim mantıklarıyla—yani tesadüfle—açıklamak mümkün değildi. Francis Crick bir süre sonra bu gerçeği açıkça itiraf edecek ve DNA'nın kökeninin ancak bilinçli bir tasarımla açıklanabileceğini kabul edecekti.
 

Nuray Azizoğlu

Paylaşımcı
Katılım
7 Şub 2007
Mesajlar
107
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Web sitesi
blog.milliyet.com.tr
Teşekkür

DNA, Allah'ın Kanıtları ve Ateist İman
Kısacası ateizm ve ona dayanak sağlayan "bilimsel" teoriler, aslında inanca, hem de oldukça koyu bir inanca dayanıyor. İnanç, kuşkusuz teizm (Allah'ı kabul etmek) için de gerekli. Ama ateizm için gereken inancın dozu, teizm için gerekenden çok daha fazla. Norman L. Geisler'ın I Don't Have Enough Faith to Be an Atheist (Ateist Olmaya Yetecek Kadar İnancım Yok) başlıklı önemli kitabında açıklandığı gibi...

Bu kitap, önemli bir kitaba benziyor...
İnsan, ancak varlığını kabul ettiği bir şeyi inkar edebilir. Eğer bir şey yoksa, onun, varlığının reddine de gerek yoktur.
Bu kitabı okumayı isterim doğrusu

Teşekkürler ve selamlar
 
Üst