hirahos
Kıdemli Üye
- Katılım
- 9 Kas 2006
- Mesajlar
- 35,948
- Tepkime puanı
- 483
- Puanları
- 0
- Yaş
- 55
Bediüzzaman'la Papa'nın görüşlerini benzer addedecek kadar savrulan bir akademisyenin, Risale talebelerinin belli bir kısmından kabul ve tasvib görüşünün hazin hikayesi...
Bediüzzaman'a zulmediyorsunuz!
1953’te Fener Patriği Athenagoras ile görüşen Üstad Bediüzzaman, ona, Kur’an’ı Allah kitabı, Resulullah Efendimizaleyhissalat u ves selam'ı da, Allah’ın tüm insanlığa gönderdiği son peygamber olarak kabul etmesini ve bunu ilan etmesini salık (tavsiye) vermişti. Bu görüşmeye yer veren kaynaklardan hiçbiri, Bediüzzaman’ın, Hıristiyan muhatabıyla herhangi bir ‘asgari müşterek’ (en küçük bir ortak nokta) arayışına girdiğine dair en ufak bir ayrıntıdan söz etmiyor.
Tekrarlamaktan dilimizde tüy bitti, yine de söyleyelim:
Biz şehadet ederiz ki; İslam yegane (biricik) Hak Din’dir…
Hıristiyanlık ve Yahudilik muharreftir (değiştirilmiş ve bozulmuştur)… Salikleri (tabileri), müşrik olduklarından ve Allah Resulü aleyhissalat u ves selama iman etmediklerinden dolayı asla ve kat’a ehl-i necat değillerdir… Onlarla itikadi bağlamda hiçbir ortak noktamız, hiçbir ittifak alanımız, hiçbir asgari müştereğimiz yoktur…
Hep kesişme noktası olarak lanse edilip durulan ‘ortak Allah inancı’ terkibi de, çok ucuz bir aldatmacadan ibarettir. Çünkü onların zihinlerinde yaşatıp durdukları teslise (üçlemeye) dayalı Tanrı akidesinden, Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) münezzehdir, beridir.
Kainatı Var Eden’e and olsun; üçü birleyip, biri üçleyenler kafir olmuşlardır…
Biz bunların tümünün hak olduğuna şehadet ederiz.
Biz ederiz de, Üstad’ımız Bediüzzaman’ın ilmi terekesine (mirasına) ve dasitani (destansı) hayatına baktığımızda da bundan farklı bir hususa rastlamayız. O, Ehl-i Kitab’a yaklaşım noktasında, katiyyen ve katıbeten, bugün duruşlarını kendisiyle refere eden bir takım zatların yaşadığı türden bir bakış bulanıklığına düçar olmamıştır. Bu fikri şaşılık bizim meselemizdir.
Soralım kendimize: Onun, ahir zamanda ihtida ederek (hidayete ererek) İslam’a dehalet edeceklerini (gireceklerini) müjdelediği bir kısım Ehl-i Kitab için kullandığı ifadeleri, -tümüyle mesnedsiz usüllerle- bugünün müşrik Hıristiyanlarına teşmil ediyorsak, can sıkıcı bir çarpıtmanın faili olduğumuzu artık anlamalı değil miyiz?
“Herkesi kendi konumunda kabul” tekerlemesini dilimize doladığımız halde, maksadımızı aşıp batılı meşrulaştırıyor olabileceğimiz endişesini hiç taşımıyor oluşumuzda bir tuhaflık yok mu gerçekten? Devrin hakim cereyanları neler ise onların rüzgarında yelkenlerimizi şişirmeyi itiyad (alışkanlık) edinmişken ve her inanç pozisyonunu ‘muhterem’ saymak gibi nevzuhur (yeni türeme) saplantılara sahipken, hakikati izafileştirdiğimizi hatırlatanlara “Söyletmen, vurun!” hoyratlığıyla mukabele edişimizin akli ve mantıki bir izahı var mıdır?
At izinin it izine bu ölçüde karıştığı bir içtimai vasatta, Hakk ile batılın aynı tezgahta satıldığı bu keşmekeş çağında, asli vazifemiz ayrım noktalarını öne çıkarıp ehl-i imanı teyakkuza sevk etmek iken, farklılıkları yok sayan ve ümmetin itikada müteallik (inançla alakalı) kırmızı çizgilerini buharlaştıran sade suya tirit sulh manifestoları döşenmenin neye mal olacağını hesap ediyor muyuz sahiden?
Bugün sokaklarda akıp giden gayr-ı müslim hayatların, modern tasallutun (bastırmanın) iğvasıyla (ayartmasıyla) bu hale geldiğini bile bile, hala bu tahripkar (yıkıcı) jargonun ağzıyla konuşuyor oluşumuzu, Huzur’da izah edebileceğimizden bu kadar emin olmalı mıyız acaba?
Peki, bu meyanda (arada) ortaya konan hakkaniyetli ve halisane (samimi) uyarılara kulak tıkıyor oluşumuzun mukni (ikna eden) bir açıklaması var mıdır? “Eleştirinin karşısına muvaffakiyetlerle çıkmak” türünden illüzyonların dışında, fikri muhalefete değer verdiğimizi, bırakınız değer vermeyi, tahammül ettiğimizi izhar eden kaç örnek gösterebilmekteyiz?
Yoksa müşriklere coşkuyla açılan kollarımızı, mü’minlere sille vurmak için mi kullanıyoruz?
*
Bunları yazmama ne mi sebep oldu?
Risale-i Nur okuyanlara hitap eden bir internet sitesinde, sırf Bediüzzaman’a olumlu atıfları var diye muteber biri imiş gibi el üstünde tutulan bir profesörün, Thomas Michel’in, artık duymaya çok alıştığımız, tahşidatına maruz kalmaktan sıdkımızın sıyrıldığı beyanlarına takıldım. Bu batıl yordama, ehl-i Risale nezdinde hüsn-ü kabul görecek çok değerli sözler muamelesi yapılmasındaki garabet canımı sıktı.
Önce, Hıristiyanlığı hak din olarak pazarladığı intibaı veren mezkȗr akademisyenin sözlerine baktım; sonra ömrü tevhidi ikame etme mücadelesi ile geçmiş Üstadımı tahattur ettim (hatırladım). Böyle devasa bir imani cehdin, bu türden sade suya tirit uzlaşma türkülerine meze yapılması, kanıma dokundu. Onun Ehl-i Kitab’a müteallik hakikatli tahlillerinin, bugünkü çarpık diyalog yorumuna mesned kılınmasında ifadesini bulan ucuzculuk fazlasıyla ağrıma gitti.
İşte şu satırlar, ‘esef edilesi’ o konuşma ve sunumundan:
Diyarbakır Dicle Ünirversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından düzenlenen "Kültürlerarası Diyalog ve Önemi" konulu konferansa konuşmacı olarak Prof. Dr. Thomas Mıchel katıldı.
Dicle Üniversitesi Kongre Merkezi'ndeki konferansa bilim adamları ve öğrenciler büyük ilgi gösterdi. Chicago İlahiyat Birliği tarafından Din Bilimleri Doktora'sı ile ödüllendirilen Thomas Mıchel'i onlarca kişi ayakta dinledi. Mıchel, Ankara'da öğretim görevlisi olarak çalışırken öğrencilerinin kendisine verdiği küçük notları daha sonra Said-i Nursi'nin eserlerini okuduğunu ve çok etkilendiğini dile getirdi. Michel, "Nursi'nin eserlerinden edindiğim ilhamla çok sayıda makale ve eser yazdım." dedi.
Diyaloğun eski defterleri açıp yaraları kaşımak olmadığına dikkat çeken Michel, "Diyalog Müslümanlık ile Hıristiyanlık arasında etkileşimi sağlamak, birbirini anlamaktır. Benim düşünce tarzım Said-i Nursi'nin öğretilerinden alınan ilhamlardır. İki dinin kültürü sadece ekonomik ya da siyasal anlamda değil, sevgi ve kardeşlik konusunda birbirinin yanına gelme ve birbirini anlamayı ister. İki dinde de ibadet ve bu ibadetlerin nasıl yapılacağı konusunda birer rehber gönderilmiştir. Bu bağlamda bize öğretilen insanın kendi nefsiyle dünyayı yaşamayı değil, Allah'ın verdiği öğütlerle yaşamasıdır." dedi.
Bediüzzaman Said Nursi'nin yıllar önce insanların gerçek düşmanının cehalet ve ayrımcılık olduğunu söylediğini belirten Michel, "Bugün bize düşen tek şey düşmanı karşımıza almaktır; yani cehaleti. Bunun için de diyalog gereklidir. Diyalog, sadece gerekli değil aynı zamanda büyük bir ihtiyaçtır. Hayatımın son 40 yılını çok sayıda İslam ülkesinde geçirdim. İki din arasında faklılıklar değil büyük benzerlikler var. Hatta modern çağda bile büyük benzerlikler var. Öncelikle bu iki dinin de mensubu Allah inancı dışında kalamayacak bir yaşam ister. Her ikisi de hem ekonomik hem de sosyal yolda Allah'ın gösterdiği yolda ilerlemek zorunda kendisini hisseder. Günümüzde iki din arasındaki farklılıklar kasıtlı olarak abartılmaktadır. Benzerlikler dile getirilmemektedir. Aynı şekilde Türkiye ve ABD vatandaşlarının da ortak yönleri çoktur. İkisi de aç gözlü değil sadece daha refah bir ortamda yaşamayı istiyor." şeklinde konuştu
Said-i Nursi'nin eserlerinde çizdiği haritaya göre kötülüklere karşı mücadele etmeleri gerektiğini anlatan Michel, iki dinin de bu anlayışı kabul görmesi gerektiğini iddia etti. Hristiyanlara göre Müslümanların zararlı insanlar olmadığını belirten Michel sözlerini şöyle sürdürdü: "Ancak ABD'nin bazı yerlerinde Müslümanları terörist olarak görenler var. Allah'ın insanlara verdiği değerleri kazanmak için bu zararlı düşüncelerden bir an önce vazgeçmemiz gerekiyor. Kesinlikle Müslümanlar açısından da Hıristiyanlar zararlı değiller. İki tarafın savaşta olduğu dönemde bile eserler yazan Said-i Nursi bu konuda böyle şeye değinmemiştir."
İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Abdülkerim Ünalan ise üniversite olarak halkla olan ilişkilerine büyük önem verdiklerini söyledi. Ünalan, "Dinimiz ve peygamberimiz diyaloğa büyük önem vermektedir. Bunun en küçük parçası ailedir. Dinimiz diyalog için selamlaşmayı tavsiye eder. Onun için 3 günden fazla küs durmayı haram kılmıştır." diye konuştu.
*
Bir de bu haber metninin altına yazılan şu yorumu buraya dercedelim:
Üstadımın, Müslüman İseviler tabiratını porf. dr. Michelle ne güzel, yerine oturuyor. Aziz üstadımı rahmet ve minnetle anarken değerli kardeşimi de bütün samimiyetimle tebrik ediyorum. Bu tükenmez hazine olan Risale-i nuru dünyaya duyurmasını fakir ve zayıf bir kardeşi olarak tavsiye etmeyi bir görev biliyorum.
Bu yorumdaki, ‘değerli kardeşim’ terkibi, mezkȗr profesörün müslüman olduğunu ima ediyor; Thomas Michel’i çok iyi tanımıyorum; kendisi ihtida etti de, haberimiz mi yok! [1]
*
Her neyse, yazıyı bir itiraf ve ilanla (!) bitirsek iyi olacak:
Tamam kardeşim, en çok işi siz yapıyorsunuz! Müslümanları terörist olarak yaftalayan tezviratı, stratejik hamlelerinizle, yalnız siz önlüyorsunuz! Terennüm ettiğiniz barış türküleri sayesinde, müslüman coğrafyada cari zulmü siz durduruyorsunuz!
Kafire uzattığınız zeytin dalıyla, İslam dünyasından yükselen iniltilere siz son veriyorsunuz! Müslümanların önünü en çok siz açıyor, hareket alanımızı en fazla siz genişletiyorsunuz! Hepsine tamam! Hepsine eyvallah!
Ama artık çekin elinizi Bediüzzaman’ın üzerinden! Artık büyüdünüz; her yerde sözünüz geçiyor, her yerde sazınız çalınıyor… Üstad’a ne hacet? Onu anmasanız da kabul görüyor, ondan bahsetmeseniz de takdir ediliyorsunuz… Hal böyleyken ne diye onun adını batıl sözlerinizle aynı çerçeve içine yerleştiriyorsunuz!? Düşün yakasından! Hatırasına zulmetmekten vazgeçin!
Onu rahat bırakın!
[1] Risale-i Nur okurları arasında mebzul miktarda hayranı olan bu batıl fikirli adamın kendi adıyla anılan internet sitesinde yer alan şu sözleri, ne tür bir zihniyeti sena ettiğimizi ve nasıl bir projeye muhatap olduğumuzu tesbit adına ibretle okunmalı:
“Risale-i Nur’u incelemeyi sürdürdükçe, Said Nursi’nin yaklaşımları ile Hristiyan yoldaşlarımın yaklaşımları arasında var olan benzerlikler ve paralellikler karşısında hayrete kapıldım! Bir Katolik olarak, Said Nursi ve Papa VI. Paul ile Papa II. John Paul’ün fikirlerinin ne denli yakın olduğunu keşfetmek beni derinden etkiledi...” (http://www.thomasmichel.us/tr/giris.html)
Bediüzzaman'a zulmediyorsunuz!
1953’te Fener Patriği Athenagoras ile görüşen Üstad Bediüzzaman, ona, Kur’an’ı Allah kitabı, Resulullah Efendimizaleyhissalat u ves selam'ı da, Allah’ın tüm insanlığa gönderdiği son peygamber olarak kabul etmesini ve bunu ilan etmesini salık (tavsiye) vermişti. Bu görüşmeye yer veren kaynaklardan hiçbiri, Bediüzzaman’ın, Hıristiyan muhatabıyla herhangi bir ‘asgari müşterek’ (en küçük bir ortak nokta) arayışına girdiğine dair en ufak bir ayrıntıdan söz etmiyor.
Tekrarlamaktan dilimizde tüy bitti, yine de söyleyelim:
Biz şehadet ederiz ki; İslam yegane (biricik) Hak Din’dir…
Hıristiyanlık ve Yahudilik muharreftir (değiştirilmiş ve bozulmuştur)… Salikleri (tabileri), müşrik olduklarından ve Allah Resulü aleyhissalat u ves selama iman etmediklerinden dolayı asla ve kat’a ehl-i necat değillerdir… Onlarla itikadi bağlamda hiçbir ortak noktamız, hiçbir ittifak alanımız, hiçbir asgari müştereğimiz yoktur…
Hep kesişme noktası olarak lanse edilip durulan ‘ortak Allah inancı’ terkibi de, çok ucuz bir aldatmacadan ibarettir. Çünkü onların zihinlerinde yaşatıp durdukları teslise (üçlemeye) dayalı Tanrı akidesinden, Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) münezzehdir, beridir.
Kainatı Var Eden’e and olsun; üçü birleyip, biri üçleyenler kafir olmuşlardır…
Biz bunların tümünün hak olduğuna şehadet ederiz.
Biz ederiz de, Üstad’ımız Bediüzzaman’ın ilmi terekesine (mirasına) ve dasitani (destansı) hayatına baktığımızda da bundan farklı bir hususa rastlamayız. O, Ehl-i Kitab’a yaklaşım noktasında, katiyyen ve katıbeten, bugün duruşlarını kendisiyle refere eden bir takım zatların yaşadığı türden bir bakış bulanıklığına düçar olmamıştır. Bu fikri şaşılık bizim meselemizdir.
Soralım kendimize: Onun, ahir zamanda ihtida ederek (hidayete ererek) İslam’a dehalet edeceklerini (gireceklerini) müjdelediği bir kısım Ehl-i Kitab için kullandığı ifadeleri, -tümüyle mesnedsiz usüllerle- bugünün müşrik Hıristiyanlarına teşmil ediyorsak, can sıkıcı bir çarpıtmanın faili olduğumuzu artık anlamalı değil miyiz?
“Herkesi kendi konumunda kabul” tekerlemesini dilimize doladığımız halde, maksadımızı aşıp batılı meşrulaştırıyor olabileceğimiz endişesini hiç taşımıyor oluşumuzda bir tuhaflık yok mu gerçekten? Devrin hakim cereyanları neler ise onların rüzgarında yelkenlerimizi şişirmeyi itiyad (alışkanlık) edinmişken ve her inanç pozisyonunu ‘muhterem’ saymak gibi nevzuhur (yeni türeme) saplantılara sahipken, hakikati izafileştirdiğimizi hatırlatanlara “Söyletmen, vurun!” hoyratlığıyla mukabele edişimizin akli ve mantıki bir izahı var mıdır?
At izinin it izine bu ölçüde karıştığı bir içtimai vasatta, Hakk ile batılın aynı tezgahta satıldığı bu keşmekeş çağında, asli vazifemiz ayrım noktalarını öne çıkarıp ehl-i imanı teyakkuza sevk etmek iken, farklılıkları yok sayan ve ümmetin itikada müteallik (inançla alakalı) kırmızı çizgilerini buharlaştıran sade suya tirit sulh manifestoları döşenmenin neye mal olacağını hesap ediyor muyuz sahiden?
Bugün sokaklarda akıp giden gayr-ı müslim hayatların, modern tasallutun (bastırmanın) iğvasıyla (ayartmasıyla) bu hale geldiğini bile bile, hala bu tahripkar (yıkıcı) jargonun ağzıyla konuşuyor oluşumuzu, Huzur’da izah edebileceğimizden bu kadar emin olmalı mıyız acaba?
Peki, bu meyanda (arada) ortaya konan hakkaniyetli ve halisane (samimi) uyarılara kulak tıkıyor oluşumuzun mukni (ikna eden) bir açıklaması var mıdır? “Eleştirinin karşısına muvaffakiyetlerle çıkmak” türünden illüzyonların dışında, fikri muhalefete değer verdiğimizi, bırakınız değer vermeyi, tahammül ettiğimizi izhar eden kaç örnek gösterebilmekteyiz?
Yoksa müşriklere coşkuyla açılan kollarımızı, mü’minlere sille vurmak için mi kullanıyoruz?
*
Bunları yazmama ne mi sebep oldu?
Risale-i Nur okuyanlara hitap eden bir internet sitesinde, sırf Bediüzzaman’a olumlu atıfları var diye muteber biri imiş gibi el üstünde tutulan bir profesörün, Thomas Michel’in, artık duymaya çok alıştığımız, tahşidatına maruz kalmaktan sıdkımızın sıyrıldığı beyanlarına takıldım. Bu batıl yordama, ehl-i Risale nezdinde hüsn-ü kabul görecek çok değerli sözler muamelesi yapılmasındaki garabet canımı sıktı.
Önce, Hıristiyanlığı hak din olarak pazarladığı intibaı veren mezkȗr akademisyenin sözlerine baktım; sonra ömrü tevhidi ikame etme mücadelesi ile geçmiş Üstadımı tahattur ettim (hatırladım). Böyle devasa bir imani cehdin, bu türden sade suya tirit uzlaşma türkülerine meze yapılması, kanıma dokundu. Onun Ehl-i Kitab’a müteallik hakikatli tahlillerinin, bugünkü çarpık diyalog yorumuna mesned kılınmasında ifadesini bulan ucuzculuk fazlasıyla ağrıma gitti.
İşte şu satırlar, ‘esef edilesi’ o konuşma ve sunumundan:
Diyarbakır Dicle Ünirversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından düzenlenen "Kültürlerarası Diyalog ve Önemi" konulu konferansa konuşmacı olarak Prof. Dr. Thomas Mıchel katıldı.
Dicle Üniversitesi Kongre Merkezi'ndeki konferansa bilim adamları ve öğrenciler büyük ilgi gösterdi. Chicago İlahiyat Birliği tarafından Din Bilimleri Doktora'sı ile ödüllendirilen Thomas Mıchel'i onlarca kişi ayakta dinledi. Mıchel, Ankara'da öğretim görevlisi olarak çalışırken öğrencilerinin kendisine verdiği küçük notları daha sonra Said-i Nursi'nin eserlerini okuduğunu ve çok etkilendiğini dile getirdi. Michel, "Nursi'nin eserlerinden edindiğim ilhamla çok sayıda makale ve eser yazdım." dedi.
Diyaloğun eski defterleri açıp yaraları kaşımak olmadığına dikkat çeken Michel, "Diyalog Müslümanlık ile Hıristiyanlık arasında etkileşimi sağlamak, birbirini anlamaktır. Benim düşünce tarzım Said-i Nursi'nin öğretilerinden alınan ilhamlardır. İki dinin kültürü sadece ekonomik ya da siyasal anlamda değil, sevgi ve kardeşlik konusunda birbirinin yanına gelme ve birbirini anlamayı ister. İki dinde de ibadet ve bu ibadetlerin nasıl yapılacağı konusunda birer rehber gönderilmiştir. Bu bağlamda bize öğretilen insanın kendi nefsiyle dünyayı yaşamayı değil, Allah'ın verdiği öğütlerle yaşamasıdır." dedi.
Bediüzzaman Said Nursi'nin yıllar önce insanların gerçek düşmanının cehalet ve ayrımcılık olduğunu söylediğini belirten Michel, "Bugün bize düşen tek şey düşmanı karşımıza almaktır; yani cehaleti. Bunun için de diyalog gereklidir. Diyalog, sadece gerekli değil aynı zamanda büyük bir ihtiyaçtır. Hayatımın son 40 yılını çok sayıda İslam ülkesinde geçirdim. İki din arasında faklılıklar değil büyük benzerlikler var. Hatta modern çağda bile büyük benzerlikler var. Öncelikle bu iki dinin de mensubu Allah inancı dışında kalamayacak bir yaşam ister. Her ikisi de hem ekonomik hem de sosyal yolda Allah'ın gösterdiği yolda ilerlemek zorunda kendisini hisseder. Günümüzde iki din arasındaki farklılıklar kasıtlı olarak abartılmaktadır. Benzerlikler dile getirilmemektedir. Aynı şekilde Türkiye ve ABD vatandaşlarının da ortak yönleri çoktur. İkisi de aç gözlü değil sadece daha refah bir ortamda yaşamayı istiyor." şeklinde konuştu
Said-i Nursi'nin eserlerinde çizdiği haritaya göre kötülüklere karşı mücadele etmeleri gerektiğini anlatan Michel, iki dinin de bu anlayışı kabul görmesi gerektiğini iddia etti. Hristiyanlara göre Müslümanların zararlı insanlar olmadığını belirten Michel sözlerini şöyle sürdürdü: "Ancak ABD'nin bazı yerlerinde Müslümanları terörist olarak görenler var. Allah'ın insanlara verdiği değerleri kazanmak için bu zararlı düşüncelerden bir an önce vazgeçmemiz gerekiyor. Kesinlikle Müslümanlar açısından da Hıristiyanlar zararlı değiller. İki tarafın savaşta olduğu dönemde bile eserler yazan Said-i Nursi bu konuda böyle şeye değinmemiştir."
İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Abdülkerim Ünalan ise üniversite olarak halkla olan ilişkilerine büyük önem verdiklerini söyledi. Ünalan, "Dinimiz ve peygamberimiz diyaloğa büyük önem vermektedir. Bunun en küçük parçası ailedir. Dinimiz diyalog için selamlaşmayı tavsiye eder. Onun için 3 günden fazla küs durmayı haram kılmıştır." diye konuştu.
*
Bir de bu haber metninin altına yazılan şu yorumu buraya dercedelim:
Üstadımın, Müslüman İseviler tabiratını porf. dr. Michelle ne güzel, yerine oturuyor. Aziz üstadımı rahmet ve minnetle anarken değerli kardeşimi de bütün samimiyetimle tebrik ediyorum. Bu tükenmez hazine olan Risale-i nuru dünyaya duyurmasını fakir ve zayıf bir kardeşi olarak tavsiye etmeyi bir görev biliyorum.
Bu yorumdaki, ‘değerli kardeşim’ terkibi, mezkȗr profesörün müslüman olduğunu ima ediyor; Thomas Michel’i çok iyi tanımıyorum; kendisi ihtida etti de, haberimiz mi yok! [1]
*
Her neyse, yazıyı bir itiraf ve ilanla (!) bitirsek iyi olacak:
Tamam kardeşim, en çok işi siz yapıyorsunuz! Müslümanları terörist olarak yaftalayan tezviratı, stratejik hamlelerinizle, yalnız siz önlüyorsunuz! Terennüm ettiğiniz barış türküleri sayesinde, müslüman coğrafyada cari zulmü siz durduruyorsunuz!
Kafire uzattığınız zeytin dalıyla, İslam dünyasından yükselen iniltilere siz son veriyorsunuz! Müslümanların önünü en çok siz açıyor, hareket alanımızı en fazla siz genişletiyorsunuz! Hepsine tamam! Hepsine eyvallah!
Ama artık çekin elinizi Bediüzzaman’ın üzerinden! Artık büyüdünüz; her yerde sözünüz geçiyor, her yerde sazınız çalınıyor… Üstad’a ne hacet? Onu anmasanız da kabul görüyor, ondan bahsetmeseniz de takdir ediliyorsunuz… Hal böyleyken ne diye onun adını batıl sözlerinizle aynı çerçeve içine yerleştiriyorsunuz!? Düşün yakasından! Hatırasına zulmetmekten vazgeçin!
Onu rahat bırakın!
Burak Ertürk,
http://www.darulhikme.org.tr[1] Risale-i Nur okurları arasında mebzul miktarda hayranı olan bu batıl fikirli adamın kendi adıyla anılan internet sitesinde yer alan şu sözleri, ne tür bir zihniyeti sena ettiğimizi ve nasıl bir projeye muhatap olduğumuzu tesbit adına ibretle okunmalı:
“Risale-i Nur’u incelemeyi sürdürdükçe, Said Nursi’nin yaklaşımları ile Hristiyan yoldaşlarımın yaklaşımları arasında var olan benzerlikler ve paralellikler karşısında hayrete kapıldım! Bir Katolik olarak, Said Nursi ve Papa VI. Paul ile Papa II. John Paul’ün fikirlerinin ne denli yakın olduğunu keşfetmek beni derinden etkiledi...” (http://www.thomasmichel.us/tr/giris.html)