Diyalog

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
BU KONUYU HER ZAMAN GÜNCELLEYİN.BAZI SİTELERDE DE LAZIM OLUYOR.

Aziz 83 kardeşim.Allah senden razı olsun.Bu konu çok önemli...Fethullah Gülen kime hizmet ediyor herkes ona baksın.İslam'ı yüceltmek mi yoksa (tabiri caiz ise) onu gagası, kanadı, ayağı kesilmiş bir kuşa mı döndürmek istiyor.Allah korusun bu adamlarla bir adım bile yol katedilmez. Müslümanlararası dialogtan bir tek söz ağzından çıktığına dair kelime var mıdır? Gavurun tahakkümu altında inleyen İslam istemiyoruz.İslam, yeryüzünün hakim dini olacağı yerde bu kafirlerin maskotu olmamalıdır.Aslında bizim dinlerarası dialogculara karşı cihad etmemiz farz olmuştur.
Bu yüzden Kafirun Suresi boşuna nazil olmamıştır...
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
Bu üye iyi hazırlanmış.

Üst üste alıntıları getirme.

Aziz 83 başkalarının düşüncelerin arkasına saklanmadan.

Alah cc size ve bizlere verdiği akılla karşılıklı istişare etsek ne dersiniz.

Akıl ı çalıştırmak onu bize veren ALLAH cc bir şükürdür.
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
Bu üye iyi hazırlanmış.

Üst üste alıntıları getirme.

Aziz 83 başkalarının düşüncelerin arkasına saklanmadan.

Alah cc size ve bizlere verdiği akılla karşılıklı istişare etsek ne dersiniz.

Akıl ı çalıştırmak onu bize veren ALLAH cc bir şükürdür.

O kardeşimizin alıntıladıkları tamamen doğrudur.Eğer inkar ediliyorsa o zaman bir delil getirsinler doğru olmadığına dair...
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
BU KONUYU HER ZAMAN GÜNCELLEYİN.BAZI SİTELERDE DE LAZIM OLUYOR.

Aziz 83 kardeşim.Allah senden razı olsun.Bu konu çok önemli...Fethullah Gülen kime hizmet ediyor herkes ona baksın.İslam'ı yüceltmek mi yoksa (tabiri caiz ise) onu gagası, kanadı, ayağı kesilmiş bir kuşa mı döndürmek istiyor.Allah korusun bu adamlarla bir adım bile yol katedilmez. Müslümanlararası dialogtan bir tek söz ağzından çıktığına dair kelime var mıdır? Gavurun tahakkümu altında inleyen İslam istemiyoruz.İslam, yeryüzünün hakim dini olacağı yerde bu kafirlerin maskotu olmamalıdır.Aslında bizim dinlerarası dialogculara karşı cihad etmemiz farz olmuştur.
Bu yüzden Kafirun Suresi boşuna nazil olmamıştır...

HADDİNE mi düişümüş bu adamlarla demek.

Cihad farz olmuşl sana demek o zaman hadi kur oluşumunu cihad et LAFLA PEYNİR GEMİSİNİN yürüdüğünümü sanıyorsunuz.

CİHAD akılla olur TESLİMİYET le olur.

Ne o CİHAD ın diğer anlamı SAVAŞ mı açtın hangi konum da SOĞUK SAVAŞ mı SICAK SAVAŞ mı.Önce buna karar ver.

ÇOK AĞIR İTHAMLARDA İDDİALARDA BULUNMUŞSUN.

Bakalım BU İDDİALARIN İTHAMLARIN AHİRETTE KARŞILIĞI NEDİR ?
 

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
Aziz 83 kardeşim.Allah senden razı olsun.Bu konu çok önemli...

Amin MÜTEŞEKKÜR kardeşim cümlemizden inş..

Arkadaşlar biz ilme dayanarak birşeyler aktarıyoruz, siz ise duvara dayanarak boş keseden sallıyorsunuz..Eğer yazılara itirazınız varsa ilmi reddiyelerle cevap veriniz..Boş laflarla münakaşaya yol açarak forumu kirletmeyiniz!!!
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir

Amin MÜTEŞEKKÜR kardeşim cümlemizden inş..

Arkadaşlar biz ilme dayanarak birşeyler aktarıyoruz, siz ise duvara dayanarak boş keseden sallıyorsunuz..Eğer yazılara itirazınız varsa ilmi reddiyelerle cevap veriniz..Boş laflarla münakaşaya yol açarak forumu kirletmeyiniz!!!

Kaç kere cevap verildi bu Forum da

Sizin gibi her yeni gelen e cevap verecek zamanımız yok.

Bugün siz varsınız yarın başkası.

VAKTİMİZ AZ İŞİMİZ ÇOK.

İncele forum u hepsini,n ilmen cevabı vardır.

SİZ ÜZERİNİZE DÜŞEN HİZMETİ YAPIN.

SİZ YALNIZCA CEMEAT KÖTÜLEYİN.

FAKAT SİZ VE SİZİN GİBİLER ASLA İSLAM VAR OLDUKÇA İSLAM DÜŞMANI OLAN SİYONİZMLE MÜCADELE ETMEYİN.

Dedim ya Doğrusunu ALLAH bilir .

ÖNCE SİZ KENDİ AKLINIZLA GELİN BAŞKALARININ AKLI İLE DEĞİL.

SİZ VAZİFENİZE DEVAM EDİN YAYIN BU ALINTILARI.

Ben karşımda KENDİ AKLINA GÜVENEN le istişare ederim başkalarının akıl ve düşüncelerinin arkasına saklananlarla değil.

BOŞ KESE demek kendi aklınla düşüncelerinle yazmayanlara uyan bir tanımdır.

Şimdi çıkıyorum ve yazdıklarınıza gülüyoryum.
 

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
Yerli Diyalogculara Çağrı

Muhammed Özkılınç



Önce şunu ifade edelim ki; İslam kıyamete dek tüm insanlığa gönderilmiş yegane dindir. Adem (as) den son peygamber Resûlullah (sav) a dek tüm
peygamberlerin dini tektir ve islamdır. “Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır.” (Ali İmran 3/19) “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (Ali İmran 3/85)


Yani İbrahim (as) in dini de Musa (as) nın dini de İsa (as) nın dinide islamdır. Yahudilik ve hristiyanlık ise, ehli kitabın Tevrat ve incilin asıllarını tahrif ettikten sonra kendilerine taktıkları sıfatlardır.
Kur an-ı kerim de geçen Yahudilik ve hristiyanlık ifadeleri de bu manadadır. Yoksa Allah (cc) Musa (as) ya Yahudilik, isa (as) ya da hristiyanlık diye bir din göndermiş değildir.


Dolayısıyla “Dinler arası diyalog” “semavî dinler” “İbrahimî dinler” gibi ifadelerdeki çoğul takıları Allah (cc) ın birden fazla din indirdiği izlenimi veriyor ki; buna inanmak imanı yok edebilecek tehlikededir.
“İbrahimî dinler” ifadesi ise İbrahim (as) e birden fazla din nisbet etmek olup aynı tehlikededir. “İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah’ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir müslümandı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi.” (Ali İmran 3/67)



Diyalogcular da bu ifadelerde suçüstü olduklarının farkına vardılar ki;hilelerini kamufle edecek “dindarlar arası diyalaog” “medeniyetler arası diyalog” “medeniyetler ittifakı” gibi farklı söylemler geliştirdiler. Ancak isim değişikliği işin aslını değiştirmedi.
Diyalogdan maksat değişik inançlardaki insanlar arsında bir yakınlaşma ve hoşgörü ortamın oluşturulması olsa bu zaten asırlardır İslam ümmetinin uyguladığı bir şeydir. Tarih boyu ehli kitap İslam ve Müslümanlara hiçbir hoşgörü örneği sergilemediği halde ne oldu da bin
beş yüz yıldır devam eden kin ve nefretten sonra tersi bir tavra büründü. Misyonerlik vb. maksatlarla özel yetiştirilmiş haham ve papazlarla yapılan bu çıkarma neyin nesi?…


Filistin, Keşmir, Çeçenistan, Irak, Afganistan, Sudan, Somali, Eritre,Moro vb nice İslam coğrafyalarında katliam ve soykırım yapan caniler ve coniler bu haham ve papazlarla aynı dinden değillermi? Bu vahşetten iftar sofralarına davet ettiğiniz haham ve papazların dahli yokmu? Peki haberleri de mi yok?


Neden tüm bu katliamlara seyirci kalıyorlar? Neden bu vahşete karşı insanca bir ses vermiyorlar? Bu diyalogun şu an faydası olamayacaksa ne zaman olacak.
Hani diyalogun bir amacı da dünyaya barış gelmesi için çalışmaktı.


Savaşları durdurmak, açlıktan ölen mazlum insanlara yardım etmek, dünyayı sarmalayan ahlaksızlıkla mücadele etmek vs… vs…


Biz kendimizi biliyoruz bileli İslam aleminde işgal, sömürü ve katliam hiç durmadı. Kan, gözyaşı ve feryadu-figan hiç dinmedi. Neden?... Biz kendimizi biliyoruz bileli İslam aleminden hiç bir ülke herhangi bir
batı ülkesine saldırmadı, onların ise hiç saldırıları durmadı. Neden?...


YERLİ DİYALOGCULARA ÇAĞRI
• Ey! Diyalogcular; bu haham ve papazlar yalan söylüyorlar. Bunlar kendi peygamberlerine bile yalan söylemiş, onları yalanlamış, hatta nice peygamberlerini katletmiş olan mel’un bir soydandırlar. Geri dönünün ve tövbe edin.


• Bunca yıldır ehli kitap sadece aldattı ve aldatmaya da devam ediyorlar. Haham ve papazları rezidanslarda sizlerle diyalog şarkıları
söylerken, bombacıları da mazlum Müslümanlara bombardımanlarıyla adeta şarkı söylüyorlar. dönünün ve tövbe edin aksi halde mahkemeyi kübrâda, onların katliamlarına ortaklıktan yargılanabilirsiniz.
• Ehli kitabın da cennetlik olacaklarını fısıldayarak, hem onlara hem de müminlere büyük kötülük yaptınız. Çünkü onların muharref düşüncelerini “semavî dinler”
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
DELİL mi

KAÇ KERE CEVAP VERİLDİ.

KALPLERİNİMİ YARDIN KALPLERİNİMİ GÖRÜYORSUN da DOĞRUDUR diyorsun.

AL, SENİN ADAMININ OYUNLARI, İYİCE DOYA DOYA SEYRET!....

[video=dailymotion;x77e3t]http://www.dailymotion.com/video/x77e3t_papazlari-cennete-gonderdyler_news#from=embed[/video]


Ehl-I Sünnet’in, Selef ve Halefin hak mezhebinin görüşü şudur: Muvahhid olarak ölen kimse her hâl ü kârda cennete girecektir. Eğer çocuk ve deli gibi günahsız biriyse yahut ergenlik çağından itibaren delirmiş ya da şirk gibi günahlardan gerçek manada tevbe etmiş, tevbesinden sonra da hiçbir günah işlememiş biriyse veya hiçbir günaha bulaşmamış bir bahtiyar ise, işte bu tür insanların hepsi de cehenneme kesinlikle girmeden cennete gireceklerdir.

Şu kadar var ki cehenneme girmemekle birlikte oraya uğramaları da (vürûd) söz konusudur. Her ne kadar bu ‘uğrama’nın manası tartışmalı da olsa bizce doğru olan görüş, ‘cehennemin üzerine kurulmuş olan sırat köprüsünden geçmek’ anlamınadır. –Allah bizleri bundan ve diğer çilelerden muhafaza buyursun-. Büyük günah işlediği halde tevbe etmeden ölen kimsenin işi ise, Allah’
ın dilemesine kalmıştır; dilerse onu affeder ve onu ilk gruptan sayarak cennetine koyar, dilerse de ona, yine kendisinin belirlediği ölçüde azap eder ve sonra da cennete koyar. Fakat tevhid üzere ölen hiç kimse, ne kadar büyük günah işlemiş olursa olsun, cehennemde ebedi olarak kalmayacağı gibi küfür üzere ölen kimse de, ne kadar hayırlı ameller işlemiş olursa olsun, cennete giremeyecektir. Özetle hak mezhebin bu meseledeki görüşü budur. Nitekim Kitap, Sünnetin delilleri ve ümmetin muteber icmaı, bu prensipte birleşmekte; kesin bilgiyi ifade eden naslar, bu hususta tevatüre ulaşmaktadır. Eğer ilk bakışta bu temel ilkeye aykırı gibi görünen bir hadis varsa, şeri nasların arasını uzlaştırabilmek için bu yönde tevil edilmesi gerekir”


Ehli sünnet itikadına ters düşen bu oyunları bozmamız kaçınılmazdır...



Yarası olan gocunuyor muş değil mi?

 

|SEÇKiN|

Profesör
Katılım
25 May 2010
Mesajlar
812
Tepkime puanı
133
Puanları
0
Konum
İstanbuL
Dünyanın En büyük Ehli Sünnet Alimleri Tarafından Zamanın müceddidi ilan edilen Mahmut Ustaosmanoğlu

bu ve bunun gibi konuların ortak paydası bakın, gelip nereye dayanıyor...

bilmem mes'ele anlaşılabiliyor mu?
binlerce yazı, söz, konuşma... taranarak ve cımbızlanarak oluşturulan literatürden şunu söylemek istiyor muhterem abilerimiz:

mahmut efendi!
sadece o...
başka yok!
ya onu yüceltir, kabul edersiniz... yanında yöresinde durursunuz... ya da,

damgayı bastık mı, good by!
 

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
Diyalogculara Açık Mektup

SELÂM, hidâyete tâbi’ olanlara olsun!... Bundan sonra: Hakkımdaki şikâyetleriniz ve sızıltılarınız kulağıma geldi. “Bu adam bizimle niçin uğraşıyor? Biz diyalog ve hoşgörü yapıyorsak onun buna karışmaya hakkı var mı? Herkes kendi yolunda gitsin, o bize karışmasın, biz ona karışmayalım...” şeklinde konuşuyormuşsunuz.
Derim ki:

Diyalog ve hoşgörü konusu bir Müslüman olarak beni çok yakından ilgilendirmektedir. Böyle bir konuda susmam mevzuubahis olamaz. Çünkü mesele şahsımla değil dinimle alakalıdır.

Sizler, yani Diyalogcular ve Hoşgörücüler 14 asır boyunca görülmemiş bir bid’at çıkartmış bulunuyorsunuz.

Diyalog ve hoşgörü doktrini, ideolojisi veya akımı:
– Kur’ân’a aykırıdır.
– Sünnete aykırıdır.
– Ondört asırlık icmâ-i ümmete aykırıdır.
– İslâm dininin usûlüne (temellerine, asıllarına, zarurî hüküm ve ilkelerine) aykırıdır.
– Tevhid’e aykırıdır.

Benim böyle bir durumda susmam mümkün değildir.
En uygun şekilde tenkit etmem, uyarmam gerekmektedir.
Sizler “Âmentüde Ehl-i Kitab ile İttifakımız Var” diyorsunuz. (Bu başlıkla 17 Nisan 2000 tarihinde bir İstanbul gazetesinde çıkan yazı.) Bu iddia temelden yanlıştır, çürüktür.

Ehl-i Kitab ile Allah’a iman konusunda aramızda çok derin ihtilâf vardır. Tevhid inancı ile Teslis akidesi birbiriyle asla bağdaşmaz. Siz nasıl olur da Allah’a iman konusunda onlarla aramızda ittifak vardır diyebiliyorsunuz? Sadece “Allah’a inanıyorum” demekle iş biter mi? Eski cahiliye Arapları hem Allah’a inanıyorlar, hem de putlara tapıyorlardı. Hindistan’daki Mec’usîlerin on bine yakın put-tanrısı vardır. Onlar da Allah’a inanıyorlar. Allah’a hakkıyla, dosdoğru inanmak ancak ve ancak Muhammed Mustafa aleyhissalâtü vesselâmın getirdiği İslâm dininin itikad hükümlerini kabul etmekle olur.
“Üzeyr Allah’ın oğludur...”, “İsâ Allah’ın oğludur ve tanrıdır...” diyenlerle kesinlikle ittifakımız olamaz. Böyle iddialar küfürdür.

Yine diyorsunuz ki, “Onlar da Peygamberlere inanıyor, biz de inanıyoruz. O halde peygamberlik konusunda da onlarla ittifakımız vardır...” Bu iddia da yanlıştır, bâtıldır. Ehl-i Kitab’ın bir kısmı Hazret-i İsa’ya ve Hazret-i Muhammed’e inanmıyor. Bir kısmı ise Hazret-i Muhammed’e inanmıyor. Peki, bu durumda onlarla aramızda nasıl ittifak oluyor.

Siz şaşırdınız mı ki, “Hazret-i Muhammed’i yalanlayan inkârcılarla ittifak halindeyiz” diyorsunuz?

Peygamberlere imanın tam ve sahih olması için BÜTÜN Peygamberlere iman etmek gerekir. Böyle bir iman sadece Müslümanlarda vardır. Ehli Kitap en son ve en büyük Peygamberi inkâr etmektedir. Kendi kitaplarında onun geleceğine dair bunca işaret bulunmasına rağmen.

Siz “Ehl-i Kitab ile ilahî kitaplar konusunda ittifak halindeyiz...” diyorsunuz. İnsanın bu söz karşısında dili tutuluyor. Siz nasıl böyle bir iddia ile ortaya çıkabilirsiniz? Onlar Kur’ân-ı Kerim’i inkâr ediyorlar, “Kur’ân ilahî kitap değildir, uydurmadır” diyorlar ve siz hâlâ ittifaktan bahs ediyorsunuz.

Mısır’daki Sağır Sultan bile duydu, elbette siz de duymuşsunuzdur. 11 Eylül’de İkiz kulelerin yıkılması hâdisesinden sonra Amerikalı Protestan papazlarının ileri gelenlerinden biri Peygamberimiz için “O bir teröristtir” hakaret ve hezeyanını savurdu. Soruyorum: Siz bu agresif ve Ebû Cehil tabiatlı adamla ittifak halinde misiniz, onun bu sözünü doğru buluyor musunuz?

Hayır, bin kere hayır! Maalesef Ehl-i Kitab ile aramızda ittifak değil, ihtilaf vardır.
Biz Müslümanlar BÜTÜN Peygamberlere inanıyoruz.

Biz Müslümanlar Peygamberler hakkında nezih ve temiz inanışlara sahibiz. Onlar gibi “Hazret-i Lût’un iki kızı babalarını sarhoş ettiler ve onunla yatıp gebe kaldılar” demiyoruz. Biz Hazret-i Süleyman’ın hâşâ âhir ömründe putperest olup putlara taptığını iddia etmiyoruz. Biz Hazret-i Davud’un, karısı ile yatmak için Urya’yı savaşa gönderip öldürttüğü gibi çirkin bir iddia ileri sürmüyoruz.

Biz Müslümanlar Tevhid inanışına sahibiz. Allah’ın bütün kemâl sıfatlarla sıfatlı olduğunu ve noksan sıfatlardan münezzeh bulunduğuna inanıyoruz.
Biz Allah’ın Musa ve İsa Peygamberlere (ikisine de selam olsun) Tevrat ve İncil adında iki kutsal kitap göndermiş olduğuna iman ediyoruz.

Siz nasıl olur da Allah’a oğul isnad edenlerle, Hazret-i Muhammed’i yalanlayanlarla, Kur’ân’a düzmece kitap diyenlerle, İslâm’a uydurma din diyenlerle bir olabiliyorsunuz. Gerekçelerinizi anlatın bize. Kendinizi müdafaa edin. Tabiî edebilirseniz...
Sizi tenkit etmek, sizi uyarmak, Müslümanları uyarmak bizim için zarurî bir vazifedir. Bırakalım ne yaparlarsa yapsınlar dememize imkân yoktur.

Sizi tenkid etmek ve uyarmak bir “Emr bi’l-mâruf ve nehy ‘ani’l-münker” vazifesidir. Bunu terk edersek günahkâr oluruz, sorumlu oluruz.
Hem bu din kumaş, siz makas değilsiniz ki, 14 asırdır olmayan bir bid’ati çıkartacaksınız da biz susacağız.

Ey Hoşgörü ve Diyalog taraftarları! Sizi bütün milletin dinleyeceği bir açık oturuma dâvet ediyorum.
Bu açık oturum bîtaraf bir televizyon kanalında yapılacak ve yine bîtaraf ve ciddî bir sunucu tarafından idare edilecektir.
Açık oturumda üç Ehl-i Sünnet âlimi, üç de Diyalogcu ve Hoşgörücü bulunacaktır. Gündemde şu sorular bulunacaktır.
1. Allah’a inanç konusunda Ehl-i Kitab ile aramızda ittifak mı vardır, yoksa derin bir ihtilâf ve uçurum mu vardır? Tevhid ile Teslis bağdaşır mı?
2. Peygamberlere ve Son Peygamber Muhammed aleyhissalatü vesselama iman konusunda onlarla aramızda ittifak mı vardır, yoksa ihtilaf ve uçurum mu vardır?
3. İlahî kitaplar ve Kur’ân-ı Kerim konusunda onlarla ittifak halinde miyiz, yoksa ihtilaflı mıyız?
4. Din konusunda aramızda ittifak mı vardır, ihtilaf mı?

İsmini vermek istemediğim İstanbul gazetesinde o yazının yayınlanmasından bu yana beş sene geçti ve herhangi bir düzeltme yapılmadı. Demek ki, Sizler o yazının içeriğini (muhtevasını) aynen kabul ediyorsunuz.
İslâm dini kimsenin babasının malı değildir. Hiçbir cemaatin, zümrenin fırkanın, hizbin Kur’ân’a, SÜNNETE, İCMÂ-İ ÜMMETE aykırı bir iddiada bulunmaya hakkı yoktur.
Biz Müslümanların vazifesi Diyalog ve Hoşgörü yapmak değil, TEBLİĞ VE DÂVET yapmaktır.

Diyalog ve hoşgörü konusunda çok garip rivayetler gelmektedir kulağımıza:
* Bu işin Vatikan’dan çıktığı söyleniyor.
* Bu meselenin arkasında agresif misyonerlerin ve Siyonistlerin olduğu iddia ediliyor.
* Bunun, Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası olduğu hakkında rivayetler var.
* Bu iş için Haçlıların ve Siyonistlerin büyük paralar harcadığı ve dağıttığı söyleniyor.
* Hazret-i Peygambere “O bir teröristtir” diyenlerin Müslümanların başına, kendi emellerine hizmet edecek “evcil” bir halife getirmek istedikleri rivayet ediliyor.
Diyalog ve Hoşgörü faaliyet ve propagandalarına paralel olarak “Ehl-i Kitab da Cennette girecektir...” şeklinde yoğun bir propaganda başlatılmıştır. Bu iddia temelden yanlıştır, bâtıldır. Bir kimseye Hazret-i Muhammed’in risâleti haberi ulaşmış olsa, o kişiye İslâm, Kur’ân, Tevhid anlatılmış olsa ve bu kişi bunları inkâr ve reddetse o kesinlikle cennetlik olamaz.

Böyle bir iddia Kitabullah’a, Resûlün Sünnetine, İslâm’a aykırıdır.
Fetret devrinde bir kişi Lâ ilahe illallah derse o kişi muvahhid olur ve cennete girebilir ama Hazret-i Muhammed’in peygamberliğini ve dinini duymuş ve öğrenmiş olan bir kimse bu inancı inkâr ederse cennete giremez.
Birtakım Diyalogcular, Hoşgörücüler, Reformcular, Dinde Yenilikçiler, Dinde Değişim taraftarları bu inançları ile sanki yeni bir din çıkartmış olmaktadır.

“Biz Müslümanız” demekle iş bitmiyor. Hindistan’da zuhur eden yalancı PeygamberMirza Gulam Ahmed de Ben Müslümanım diyordu ve O’na tâbi olanlar da Müslüman olduklarını iddia ediyordu. Ama değildiler. Çünkü, İslâm’ın bin zarurî hükmünden 995’ini kabul etmiş olsalar, beşini etmeseler Müslüman sayılmazlar. Onlar Mirza Gulam Ahmed Kadiyanî’nin nebi olduğunu, kendisine çeşitli dillerle ilahî vahiy geldiğini iddia ediyorlar, İngilizlerin menfaatine İslâm’ın cihad farizasının kalktığını söylüyorlardı. Bu yüzden Hindistan ulemasının fetvasıyla Müslüman olmadıklarına dair karar verilmiştir. Namaz kılsalar da, oruç tutsalar da, hacca gitseler de...
Ey Diyalogcular ve Hoşgörücüler!
Kendinize güveniyorsanız teklif ettiğim açık oturumu kabul ediniz.

Mehmet Şevket Eygi
 

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
Diyalogculara Üstaddan Reddiye
Ey uyanık iken uyuyanlar! Ve uykuda iken kendini ayık zannedenler!

Sakın mimsiz medenilere müsamaha-yı diniye ile ve kendinizi onlara

benzeterek yanaşmayınız.


Güya zannedersiniz ki, bizim ile onların arasında bir köprü vazifesini

görüp de muvasalayı te'min edecekmişiniz ve aramızdaki pek derin dereyi

dolduracakmışsınız

Kella!... Yanlış düşünüyorsunuz.Çünkü mü'minler ile

kafirler arasında olan mesafe hadsizdir. Ve mabeynimizdeki(aramızda)

dere nihayet derindir. Bu nihayet uzun mesafeyi ve şu derin dereyi dolduramazsınız!..Belki ya ONLARA İLTİHAK EDİP GİDERSİNİZ VEYAHUD

DALALETİN EN UZAK DEREKESİNE DÜŞÜP iSLAMİYETTEN UZAKLAŞIRSINIZ.''
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
Yahu müslümanlar kafirlerden zulüm görüyorlar.Bu Fethullahçıların gıkı çıkmıyor.Ula siz ne edeceksiniz dinlerarası dialoğu?.Müslümanları bir araya getirin daa.Başka bir şey istemiyoruz.Yaptıklarınızı Allah boşa çıkaracak galiba sizin...
 

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
Bana Niçin Öfkeleniyorsunuz?
Siz Müslüman, ben Müslüman ve siz bana çok kızıyor, köpürüyorsunuz. Acaba bu öfkenin sebepleri, gerekçeleri nedir? Kur’ân’a, Sünnete, Şeriata, fıkha, ahlâk-ı İslâmiyeye aykırı bir şeyler mi yazmışım?.. Hayır, böyle bir şey yok… Olursa ve uyarılırsam hemen hatâmı kabul ederim.
Araştırdım, siz bana şu sebeplerden dolayı kızıyormuşsunuz:
1. Siz bir cemaate mensupmuşsunuz, ben o cemaatin bazı fikir, görüş ve inançlarını (isim vermeden, şahsîleştirmeden) tenkit ediyormuşum…
2. Siz bir “Hazret-i Muhtereme” bağlı imişsiniz. O zatın hiç günah işlemediğine, hatâ yapmadığına, yanılmadığına, mâsum/ismetli olduğuna inanıyormuşsunuz. Benim bazı tenkitlerimin ucu ise o Hazretü’l-Hazerat hazretlerine dokunuyormuş…
3. Siz, Hz. Muhammed Aleyhisselamı, Kur’ân-ı Kerim’i, İslâm dinini inkar eden kafirlerin ehl-i necat (kurtuluş ehli) ve ehl-i cennet olduğuna inanıyormuşsunuz; ben ise bu inançların İslâm ile, Kur’ân ile, Sünnet ile bağdaşmadığını yazıyormuşum. Böylece size ve “dostlarınıza” zarar veriyormuşum…
4. Para, madde, dünya konusunda yazdıklarım dolaylı olarak sizi rahatsız ediyormuş…
Bu sebeplerden ve gerekçelerden dolayı rahatsız olup bana düşmanlık ediyorsanız ben ne yapabilirim?
Doğrudan doğruya yapmadığım, isim vermediğim, şahsîleştirmediğim anonim tenkitlerim dolayısıyla kimseden korkacak ve çekinecek değilim. Bunları iyilik için, salâh için yapıyorum.
Yanlışım varsa açık imza ve adres, telefon numarası vererek gerekçeli şekilde yazın, çok uzun olmamak şartıyla bu sütunlarda basayım. Lütfen şu sorularıma cevap veriniz:
* Siz, Teslis’e inananlarla, Müslümanların Allah inancı birdir diyorsunuz. Bu görüşünüz ve inancınız İslâm’a tamamen zıttır. Kur’an-ı Kerim’de Teslis inancının yanlış olduğu sarih şekilde beyan buyrulmuştur.
* Bir kimse, Peygamberimizin risâletini, davetini, Kitabını, dinini duysa, öğrense, bilse ve bunlara iman etmese, İslâm’ın öğretilerine göre o kişi ehl-i necat ve ehl-i cennet olmaz.
Bana kızıp köpürmekle, sövüp saymakla yukarıda açıkladığım yanlış inançları doğrulamak mümkün müdür?
Bu konularda yanlış düşünmediğinizi, sapık inançlar sergilemediğinizi, gücünüz yetiyorsa ispat edin. Mümkün değil ispat edemezsiniz. Çünkü bunlar Yüce İslâm dinine zıt bozuk inançlardır.
Yarın, ahiret aleminde Yüce Huzurda ne cevap vereceksiniz?
Allah, Kitabında tek hak dinin İslâm olduğunu beyan buyuruyor, siz ise üç hak İbrahimî din bulunduğunu söylüyorsunuz. İslâm dünyasının icazetli büyük fakihlerine, müftülerine, allamelerine sorunuz. Bakalım ne diyecekler?
Bozuk inançlar sergileyen Diyalogcular niçin, bütün milletin seyredeceği bir açık oturuma katılmıyorlar? Böyle bir toplantı yapılmasını defalarca teklif ettim. Gündemi daha önceden belli olacak. İhtilâflı/tartışmalı konular açık seçik yazılacak. Öyle mugalata yapmak, havanda su dövmek, lastikli konuşmak yok.
Temiz Müslümanların Amerika ve İsrail’le iş birliği yapması mümkün müdür? Onlar Irak’ta bir milyon Müslüman’ı katlettiler. Filistin’de yapılanları görüyoruz.
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bir Müslüman’ın kabul edip destekleyeceği bir proje midir?
Amerikan ve Yahudi parasıyla İslâm’a hizmet edilebilir mi? (Almayanlara bir şey dediğim yok, sözüm alanlaradır… Almayanlar gocunmasınlar…)
Bendeniz dokuz köyden kovulmuş bir insanım, yaşım ilerledi, herhangi bir dünyevî bir emelim yoktur. Gerçek İslâmiyet’i, Ehl-i Sünnet Müslümanlığını, gerçek Kur’ân Müslümanlığını savunuyorum. Bu savunma esnasında uğrayacağım hakaretler, maruz kalacağım düşmanlıklar ve tükürükler benim için şeref olacaktır.
Mehmet Şevket Eygi
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir

İlk adresi tıkladım gördüğüm reklam ı burada yazmama Terbiyem müsade etmez. Vucudunu satan Erkek reklamı zor kapattım.

Gelelim 2,3 ncü adreslere

Cübbeli Hoca nın ilmine saygım vardır fakat son sosyal atakları KENDİ CENEATİNİ RAHATSIZ ETMİŞTİR Mahmud efendiyide.

Ayrıca

SİZ KİMSİNİZ ki


Yalnızca biryerlere saldırmak için poroglanmış kişilere benziyorsunuz ilim olarak ORHAMCANM çok ciddi cevaplar verdi SİZ ve SİZİN GİBİLERE ben ilmen cevap vermicem AVAM cevap vericem.

BUGÜN TÜRKİYE de yok edilmek istenen İki Büyük Gurup var biride Mahmud efendi ve Cemeati şu zamanları bunlara ayırsanız da GÜCÜNÜZÜ doğru yolda harcasanız ALLAHIN verdiği AKIL NİMETİNİ KULLANAMUYAN siz ve sizin gibiler.

AL, SENİN ADAMININ OYUNLARI, İYİCE DOYA DOYA SEYRET!....

[video=dailymotion;x77e3t]http://www.dailymotion.com/video/x77e3t_papazlari-cennete-gonderdyler_news#from=embed[/video]


Ehl-I Sünnet’in, Selef ve Halefin hak mezhebinin görüşü şudur: Muvahhid olarak ölen kimse her hâl ü kârda cennete girecektir. Eğer çocuk ve deli gibi günahsız biriyse yahut ergenlik çağından itibaren delirmiş ya da şirk gibi günahlardan gerçek manada tevbe etmiş, tevbesinden sonra da hiçbir günah işlememiş biriyse veya hiçbir günaha bulaşmamış bir bahtiyar ise, işte bu tür insanların hepsi de cehenneme kesinlikle girmeden cennete gireceklerdir.

Şu kadar var ki cehenneme girmemekle birlikte oraya uğramaları da (vürûd) söz konusudur. Her ne kadar bu ‘uğrama’nın manası tartışmalı da olsa bizce doğru olan görüş, ‘cehennemin üzerine kurulmuş olan sırat köprüsünden geçmek’ anlamınadır. –Allah bizleri bundan ve diğer çilelerden muhafaza buyursun-. Büyük günah işlediği halde tevbe etmeden ölen kimsenin işi ise, Allah’
ın dilemesine kalmıştır; dilerse onu affeder ve onu ilk gruptan sayarak cennetine koyar, dilerse de ona, yine kendisinin belirlediği ölçüde azap eder ve sonra da cennete koyar. Fakat tevhid üzere ölen hiç kimse, ne kadar büyük günah işlemiş olursa olsun, cehennemde ebedi olarak kalmayacağı gibi küfür üzere ölen kimse de, ne kadar hayırlı ameller işlemiş olursa olsun, cennete giremeyecektir. Özetle hak mezhebin bu meseledeki görüşü budur. Nitekim Kitap, Sünnetin delilleri ve ümmetin muteber icmaı, bu prensipte birleşmekte; kesin bilgiyi ifade eden naslar, bu hususta tevatüre ulaşmaktadır. Eğer ilk bakışta bu temel ilkeye aykırı gibi görünen bir hadis varsa, şeri nasların arasını uzlaştırabilmek için bu yönde tevil edilmesi gerekir”


Ehli sünnet itikadına ters düşen bu oyunları bozmamız kaçınılmazdır...



Yarası olan gocunuyor muş değil mi?


YARALI olan siz ve sizin gibiler.

Hangi konuyu açtın GERÇEK İSLAM DÜŞMAN ları için.

Siz ve sizin gibiler yalnızca MÜSLÜMAN KARDEŞLERİNİZİ SİYASİ TARAFGİRLİK uğruna TENKİT edersiniz.

Ne diyeyim.

ALLAH şahid.
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir

AL, SENİN ADAMININ OYUNLARI, İYİCE DOYA DOYA SEYRET!....

[video=dailymotion;x77e3t]http://www.dailymotion.com/video/x77e3t_papazlari-cennete-gonderdyler_news#from=embed[/video]


Ehl-I Sünnet’in, Selef ve Halefin hak mezhebinin görüşü şudur: Muvahhid olarak ölen kimse her hâl ü kârda cennete girecektir. Eğer çocuk ve deli gibi günahsız biriyse yahut ergenlik çağından itibaren delirmiş ya da şirk gibi günahlardan gerçek manada tevbe etmiş, tevbesinden sonra da hiçbir günah işlememiş biriyse veya hiçbir günaha bulaşmamış bir bahtiyar ise, işte bu tür insanların hepsi de cehenneme kesinlikle girmeden cennete gireceklerdir.

Şu kadar var ki cehenneme girmemekle birlikte oraya uğramaları da (vürûd) söz konusudur. Her ne kadar bu ‘uğrama’nın manası tartışmalı da olsa bizce doğru olan görüş, ‘cehennemin üzerine kurulmuş olan sırat köprüsünden geçmek’ anlamınadır. –Allah bizleri bundan ve diğer çilelerden muhafaza buyursun-. Büyük günah işlediği halde tevbe etmeden ölen kimsenin işi ise, Allah’
ın dilemesine kalmıştır; dilerse onu affeder ve onu ilk gruptan sayarak cennetine koyar, dilerse de ona, yine kendisinin belirlediği ölçüde azap eder ve sonra da cennete koyar. Fakat tevhid üzere ölen hiç kimse, ne kadar büyük günah işlemiş olursa olsun, cehennemde ebedi olarak kalmayacağı gibi küfür üzere ölen kimse de, ne kadar hayırlı ameller işlemiş olursa olsun, cennete giremeyecektir. Özetle hak mezhebin bu meseledeki görüşü budur. Nitekim Kitap, Sünnetin delilleri ve ümmetin muteber icmaı, bu prensipte birleşmekte; kesin bilgiyi ifade eden naslar, bu hususta tevatüre ulaşmaktadır. Eğer ilk bakışta bu temel ilkeye aykırı gibi görünen bir hadis varsa, şeri nasların arasını uzlaştırabilmek için bu yönde tevil edilmesi gerekir”


Ehli sünnet itikadına ters düşen bu oyunları bozmamız kaçınılmazdır...



Yarası olan gocunuyor muş değil mi?


Bana Niçin Öfkeleniyorsunuz?
Siz Müslüman, ben Müslüman ve siz bana çok kızıyor, köpürüyorsunuz. Acaba bu öfkenin sebepleri, gerekçeleri nedir? Kur’ân’a, Sünnete, Şeriata, fıkha, ahlâk-ı İslâmiyeye aykırı bir şeyler mi yazmışım?.. Hayır, böyle bir şey yok… Olursa ve uyarılırsam hemen hatâmı kabul ederim.
Araştırdım, siz bana şu sebeplerden dolayı kızıyormuşsunuz:
1. Siz bir cemaate mensupmuşsunuz, ben o cemaatin bazı fikir, görüş ve inançlarını (isim vermeden, şahsîleştirmeden) tenkit ediyormuşum…
2. Siz bir “Hazret-i Muhtereme” bağlı imişsiniz. O zatın hiç günah işlemediğine, hatâ yapmadığına, yanılmadığına, mâsum/ismetli olduğuna inanıyormuşsunuz. Benim bazı tenkitlerimin ucu ise o Hazretü’l-Hazerat hazretlerine dokunuyormuş…
3. Siz, Hz. Muhammed Aleyhisselamı, Kur’ân-ı Kerim’i, İslâm dinini inkar eden kafirlerin ehl-i necat (kurtuluş ehli) ve ehl-i cennet olduğuna inanıyormuşsunuz; ben ise bu inançların İslâm ile, Kur’ân ile, Sünnet ile bağdaşmadığını yazıyormuşum. Böylece size ve “dostlarınıza” zarar veriyormuşum…
4. Para, madde, dünya konusunda yazdıklarım dolaylı olarak sizi rahatsız ediyormuş…
Bu sebeplerden ve gerekçelerden dolayı rahatsız olup bana düşmanlık ediyorsanız ben ne yapabilirim?
Doğrudan doğruya yapmadığım, isim vermediğim, şahsîleştirmediğim anonim tenkitlerim dolayısıyla kimseden korkacak ve çekinecek değilim. Bunları iyilik için, salâh için yapıyorum.
Yanlışım varsa açık imza ve adres, telefon numarası vererek gerekçeli şekilde yazın, çok uzun olmamak şartıyla bu sütunlarda basayım. Lütfen şu sorularıma cevap veriniz:
* Siz, Teslis’e inananlarla, Müslümanların Allah inancı birdir diyorsunuz. Bu görüşünüz ve inancınız İslâm’a tamamen zıttır. Kur’an-ı Kerim’de Teslis inancının yanlış olduğu sarih şekilde beyan buyrulmuştur.
* Bir kimse, Peygamberimizin risâletini, davetini, Kitabını, dinini duysa, öğrense, bilse ve bunlara iman etmese, İslâm’ın öğretilerine göre o kişi ehl-i necat ve ehl-i cennet olmaz.
Bana kızıp köpürmekle, sövüp saymakla yukarıda açıkladığım yanlış inançları doğrulamak mümkün müdür?
Bu konularda yanlış düşünmediğinizi, sapık inançlar sergilemediğinizi, gücünüz yetiyorsa ispat edin. Mümkün değil ispat edemezsiniz. Çünkü bunlar Yüce İslâm dinine zıt bozuk inançlardır.
Yarın, ahiret aleminde Yüce Huzurda ne cevap vereceksiniz?
Allah, Kitabında tek hak dinin İslâm olduğunu beyan buyuruyor, siz ise üç hak İbrahimî din bulunduğunu söylüyorsunuz. İslâm dünyasının icazetli büyük fakihlerine, müftülerine, allamelerine sorunuz. Bakalım ne diyecekler?
Bozuk inançlar sergileyen Diyalogcular niçin, bütün milletin seyredeceği bir açık oturuma katılmıyorlar? Böyle bir toplantı yapılmasını defalarca teklif ettim. Gündemi daha önceden belli olacak. İhtilâflı/tartışmalı konular açık seçik yazılacak. Öyle mugalata yapmak, havanda su dövmek, lastikli konuşmak yok.
Temiz Müslümanların Amerika ve İsrail’le iş birliği yapması mümkün müdür? Onlar Irak’ta bir milyon Müslüman’ı katlettiler. Filistin’de yapılanları görüyoruz.
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bir Müslüman’ın kabul edip destekleyeceği bir proje midir?
Amerikan ve Yahudi parasıyla İslâm’a hizmet edilebilir mi? (Almayanlara bir şey dediğim yok, sözüm alanlaradır… Almayanlar gocunmasınlar…)
Bendeniz dokuz köyden kovulmuş bir insanım, yaşım ilerledi, herhangi bir dünyevî bir emelim yoktur. Gerçek İslâmiyet’i, Ehl-i Sünnet Müslümanlığını, gerçek Kur’ân Müslümanlığını savunuyorum. Bu savunma esnasında uğrayacağım hakaretler, maruz kalacağım düşmanlıklar ve tükürükler benim için şeref olacaktır.
Mehmet Şevket Eygi

SİZ diyerek asılsız ithamlarda bulunmayın.Bu ithamlarınız ahirette karşınıza çıkacaktır.

Porogramlanmış ezberi dışında hiç bir şeyi bulunmayan 9 Köyden kovulmuş üye.

Sşize ne tikürürüm nede hakaret ederim çünkü SEVİYENİZE inmem.

Fakat siz sözlerinizle alıntılarınızla hem Küfrettiniz ve daha Önemlisi beni ve bizleri DİNDEN ÇIKARTINIZ ve Onmilyonlarca kişiden oluşan Cemeati bakalım bu Vebal Ahirette karşınıza ne çıkaracak.

DOKUZ KÖYDEN kovulmuşta kendini birşey zanneden üye.

Dikkat et te başka yerden kovulmayasın çünkü Tamiri çok zor.

DOĞRULARI söylermişte yaaa doğru tektir İSLAM DÜŞMANLARINI PASİFİZE ETMEK MÜSLÜMAN KARDEŞLERİNE SALDIRMAK değil.
 

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
DOKUZ KÖYDEN kovulmuşta kendini birşey zanneden üye.

Dikkat et te başka yerden kovulmayasın çünkü Tamiri çok zor.


Yukardaki videonun mantıklı bir izahı varsa alalım lütfen, boş keseden sallamaya benzemez bu işler...

Eee doğru söyleyeni 9 köyden kovarlar ne yaparsın..


Ben size ilmi reddiye aktarın diyorum siz hakaretten başka birşey bilmiyorsunuz heralde Sn. agbi...

Resulullah(sav) Efendimiz buyuruyor ki: 'Gerçek Mü'min hastalıkla, fakirlikle ve Hakirlikle imtihan olunur.'

Elhamdulillah bu düşüncelerimizden dolayı hakir görülsekte Ehli sünneti haykıracağız inşaAllah...
 

Ehl-i Sünnet

Kıdemli Üye
Katılım
5 Şub 2011
Mesajlar
3,061
Tepkime puanı
139
Puanları
0
“Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü” Hareketinin Seyrettiği İstikâmet:

Ahmed Ali Aksoy F. Gülen Hocaefendi’nin Favorit Mecmuasındaki Mülâkâtı ve Bazı İfâdeleriyle Alâkalı Mülâhazalarımız
“Evet, aynı kökten geldikleri, aynı temel esaslara sahip bulundukları, aynı kaynaktan beslendikleri halde, asırlarca rakip dinler olarak yaşamış bulunan İslâm, Hıristiyanlık ve Mûse¬vîlik arasın-da başlayan, hattâ eski Hind ve Çin dinlerini de içine alacak şekilde gelişen diyalog teşebbüsleri¬nin olumlu netice-ler verdiği müşâhede olunmaktadır." (F.Gülen, Zaman, 04 Ekim 2004)
“Odessalı Hıristiyanların ise el¬bette rehberleri, din büyükleri vardır ve onla-ra söylenmesi gerekeni söyle¬mektedirler. Bir Müslüman, yani dinle¬rin temel birliğine inanan biri olarak, onların söylediklerinin bir Müslü¬man’ın söylediğinden ve söyleyece¬ğinden farklı olacağını düşünmüyo¬rum” (F.Gülen, Favorit, Nîsân 2009)
“Kâfire kâfir demek mü’minin vazi¬fesi değil. Kâfir demek insanın insanlığına saygısızlıktır.” (F.Gülen’le 11 Gün. s. 87)
“Biz renk körleriyiz” (F. Gülen’den naklen M. Şener)
“Bütün dinler buluşuyor, biz hepi¬miz kardeşiz” (4. Türkçe Olimpiyad finali)
---------------------------------------------------------------
Malumları, son zamanlarda Türkiye’nin gündemine giren ve üze-rinde harâretli tartışmaların cereyan ettiği mevzûlardan birisi de “Dinler-arası Diyalog ve Hoş¬görü” hare-keti olmuştur. Daha evvel pek âşinâ olmadığımız bu nev zuhûr mevzû, bilhâssa 1995’den sonra sür’atli bir inkişâf kaydetmiştir. Bunda, F.Gü len hocaefendinin son derece aktif bir rol oynadığı da herkes tarafın-dan bilinmekte ve kabûl edilmekte-dir.

“Dinlerarası Diyalog ve Hoş¬görü” hareketi; F. Gülen hocaefen-dinin; dînî bir cemâatin lideri olup, geniş bir nüfûz sâha¬sına sâhip olduğu; maddî-mânevî sevk ve idâresinde muhâfazakâr gazete, mecmua, radyo ve televiz¬yon gibi mühim neşir vâsıtalarıyla berâber dershâneler, kolejler ve üniversite-lerin de bulunduğu; kezâ, sevenle-rinin yurt içinde ve yurt dışında bir hayli aktif faaliyetler ifâ ettikleri; mühim bir finans müesse¬sesine sâhip bulunduğu da dikkate alındı-ğında, daha da ayrı bir ehemmiyet arz etmektedir.

Tabii bu arada “Dinlerarası Di-yalog ve Hoşgörü” hareketi ile alâkalı olarak zihinleri meşgûl eden; vuzûha kavuşmasını arzu ettiğimiz bazı “sisli” ve “mübhem” noktala-rın varlığı da, te’vil ve inkârı mümkin olmayan bir vâkıa olarak cümlenin mâlumu olsa gerek.

Meselâ, Vatikan’a gidilerek Pa-pa’nın ziyâret edilmesi ve; “Dinler-arası Diyalog İçin Papalık Konse-yi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyo-ruz”; “İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlar-dır.” gibi ifâdeler… On dört asırlık İslâm târihininin hiçbir safhasında emsâline rastla¬nılmayan bir ziyâret olup, son derece hayret ve endişey-le karşılanmışdır..

Bunların, yani bu “sisli” ve “mübhem” noktaların, birtakım “istifhamlara” sebebiyet verdiğini; kezâ bunlara karşı bazı “ithâm” ve “iddiâlar”ın mevcûdiyetini de ifâde etmeliyiz…

Yine bu “ithâm” ve “iddiâlar”ı ciddiye aldığımızı, daha doğrusu ciddiye almak mecburiyetinde bu-lunduğumuzu ve bunların tatmin edici cevablarının gâyet sarîh ve net olarak ortaya konulmasında mutlak zarûret olduğunu da ifâde etmek isteriz. Zira, zihinlerde mey¬dana gelen birtakım “şübhe”, “tereddüd”, hatta “teşevvüşler” var ki, bunlar, doğrudan halkımızın imân ve i’tikâdâtının sıhhat ve fesâdıyle alâkalıdır. Bu cihetle de hayâtî ehemmiyet arzetmektedir.
Evet, yukarıda işaret ettiğimiz hususlarla alâkalı olarak, Gülen hocaefendinin, Ukrayna’da münte¬şir Favorit mecmuasıyla Nisân 2009’da yaptığı mülakattaki, iki süâle karşı verdiği cevabı merkeze alıp, sonra da bu cevablarla şöyle veya böyle alâkalı gördüğümüz bazı hususları zikrederek mevzûyla alâkalı mülahazalarımızı arz etmek istiyoruz.
“Süâl: Hz. Îsâ’nın kişiliği İs¬lâm Dini’nde nasıl yorumlan¬maktadır?”
(…)

“Hz. Îsâ’ya ve Hz. Muham¬med’e, Kur’an’a ve İncil’e inan¬mayan bir Musevî yine Musevî-dir; Hz. Muhammed’e ve Kur’an’a inanmayan bir Hıristi¬yan yine Hıristiyan’dır ama, Hz. Îsâ’ya, Hz. Musa’ya, Hz. Davud’a, Hz, Sü-leyman’a, Hz. İbrahim’e, kısaca herhangi bir peygambere, bunun gibi İncil’e, Tevrat’a, Zebur’a inanmayan bir kimse asla Müs-lüman olamaz; bunlardan birine bile inanma¬mak, kişiyi İslâm dai-resinin dı¬şına çıkarır. Bundan dolayıdır ki, İslâm, kendinden önceki İlâhî gelenekleri asla dış-layıcı olma¬mış, onları kucakla-mış, birinci sorunun cevabında arz edilmeye çalışıldığı üzere, onların men¬suplarını Ehl-i Kitap olarak te¬lâkki etmiş, kendilerine ona göre davranmıştır.”

Ehemmiyetine binân şu ifâde¬lere dikkatleri çekmek istiyoruz:
“Hz. Îsâ’ya ve Hz. Muham¬med’e, Kur’an’a ve İncil’e inan¬mayan bir Musevî yine Musevî-dir” ,
“Hz. Muhammed’e ve Kur’an’a inanmayan bir Hıristi¬yan yine Hıristiyan’dır” cümlele¬rinin, “hâsıl-ı tahsîl”den başka bir mâna ifâde etmediğini, ancak büyük bir hakikatin ketmedildiğini ifâde etmek isteriz. Hakikati sak¬lamak ve ifâde etmekden imtinâ etmek, takdir edersiniz ki, büyük bir vebâl ve talihsizlikdir.

Şimdi bir de bu ifâdeleri, aşağı¬daki süâle karşı verilen şu cevab ile beraber mütâlea edelim:
“Odessalı Hıristiyanların ise elbette rehberleri, din büyükleri vardır ve onlara söylenmesi ge-rekeni söylemektedirler. Bir Müs-lüman, yani dinlerin temel birliği-ne inanan biri olarak, onla¬rın söylediklerinin bir Müslü¬man’ın söylediğinden ve söyle¬yeceğinden farklı olacağını dü¬şünmüyorum…”

Yani, “onların söylediklerinin bir Müslüman’ın söylediğinden ve söyleyeceğinden farklı ola¬cağını düşünmüyor”muş Hocae-fendi.

İşte o süâl ve cevabı:
Süâl: “Bütün dünya insanlığı için faydalı gayretlerde bulunan biri olarak, Odessa’lı Hıristiyan¬lara ne söylemek ve onlardan ne gibi dileklerde bulunmak ister¬siniz?”
Cevap: “Estağfirullah, bin de-fa estağfirullah. Yukarıda arz etmeye çalıştığım gibi, kimseye bir şey söyleme, yol gösterme mevkiinde değilim. İnsanlık için faydalı gayretlerde bulunduğum şeklindeki sözünüzü de sadece bir dua ve sizlerin bir teveccühü, hüsnüzannı olarak kabul edebili¬rim. Odessalı Hıristiyanların ise elbette rehberleri, din büyükleri vardır ve onlara söylenmesi ge-rekeni söylemektedirler. Bir Müs-lüman, yani dinlerin temel birliği-ne inanan biri olarak, onla¬rın söylediklerinin bir Müslü¬man’ın söylediğinden ve söyle¬yeceğinden farklı olacağını dü¬şünmüyorum. Hz. Îsâ gibi, bizim nazarımızda ülü’l-azm, yani tarih boyu gelmiş peygamberler ara¬sında en büyük beş peygamber¬den biri olan bir zatın ardından gitmek, onu takip etmek, yapıla¬bilecek en güzel şeylerdendir.”

“Bir Müslüman, yani dinlerin temel birliğine inanan biri ola¬rak…” ifâdesinin oldukça “muğ¬lak” ve “sisli” bir ifâde olduğunu; zihinlerinde “tevhîd-i edyân” takın-tısı olanlara medâr olacak birtakım “vehim” ve “vesvese¬lere” sebebi-yet vereceğini ifâde etmeliyiz. Yani, günümüzdeki muharref Yahudilik ve Hıristiyanlık ile İslam dini arasında bir “temel birliği”nden bahsetme-nin abes olduğunu söylemeye hiç hâcet var mıdır, bilmem ki?
Az-çok tahmin ediyoruz; “Efen-dim, Hocaefendi, onunla yok şunu kasdetmişdi, yok bunu kasdetmişdi…” diyerek bir takım mazeretlere sığınmak sûretiyle teselli bulmak ve avunmak iste¬yenler olacakdır. Ancak bunlara, nâfile tesellilerden ibârettir diyebili¬riz.

Sormak İstiyoruz:
“Odessalı Hıristiyanların ise elbette rehberleri, din büyükleri vardır ve onlara söylenmesi ge-rekeni söylemektedirler. Bir Müs-lüman, yani dinlerin temel birliği-ne inanan biri olarak, onla¬rın söylediklerinin bir Müslü¬man’ın söylediğinden ve söyle¬yeceğinden farklı olacağını dü¬şünmüyorum” diyen Hocaefen-di’ye, müsaadeleriyle şu hususu ehemmiyetle sormak iste¬riz:
“Odessalı Hıristiyanların reh-berleri, din büyükleri…” diye işâret ettiğiniz papazların, Odessalı Hıristiyanlara, Hz. Îsâ’nın “ilah” olduğunu, hem de “üç ilah’dan biri” olduğunu bugüne kadar söy-ledikleri gibi, bugün dahi söylemek-te olduklarını, hiç mi duymadınız, hiç mi işitmediniz?!. Duymadığınızı, işitmediğinizi kabul etmek mümkin olmadığına göre, bunu neyle izah edeceksiniz?
İsterseniz, “Odessalı Hıristi¬yanların rehberleri, din büyük¬leri” Hıristiyanlara neler “söylü¬yorlar”mış, bir görelim.

İşte onların imân esas¬ları:


"Görünen ve görünmeyen varlıkları Yaradanı, yeri ve göğü yaratan, Her şeye Kadir Tanrı Baba'ya inanıyorum. Tanrının biricik Oğlu tek Rab ve ezelde Baba'dan doğmuş olan Mesih İsâ'ya inanıyorum: O Tanrı'dan gelen Tanrı, Nur'dan Nur, Ger¬çek Tanrı'dan Gerçek Tanrı'dır. Yara-tılmış olmayıp, Baba ile aynı öz-dedir ve her şey onun aracılı¬ğıyla yaratılmıştır…." (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, Fransızca'dan tercü-me eden: Dominik Pamir, s. 64)

“Bir Müslüman, yani dinlerin temel birliğine inanan biri ola¬rak, onların (yani papazların) söyledik-lerinin bir Müslüman’ın söyledi-ğinden ve söyleyeceğin¬den farklı olacağını düşünmüyo¬rum” diyen-lerin, diyebilenlerin, tam bir “küfür” ve “şirk” mani¬festosu olan bu ifâ-delere dikkat ve basîretle nazar buyurmalarını isteriz.

Ve ayrıca şunu sormak isteriz; bu ifâdelerde, zımnen küfrü takrir etmek gibi bir tehlikeyi “îhâm” eden mânâ yok mudur? Bunu sez-mek için dehâ sahibi olmak mı la-zım geliyor acaba?!. Neticesi son derece muhâtaralı bir vartaya düş-me tehlikesinden hiç mi endişe edilmiyor?
Hemen yukarıda görüldüğü üze-re “bir müslümanın söylediği ve söyleyeceği” ile, “onların (papaz-ların) söyledikleri ve söy¬leyecekleri” o kadar farklıdır ki; “müslümanın söylediği ve söy¬leyeceği” “imân” ve “tevhîd” olup, “onların (papazların) söyle¬dikleri ve söyleyecekleri” ise mutlak “küfür” ve “şirk”den ibâretdir. Kur’ân’ın ifâdesiyle birisi “nûr”, diğeri ise “zulümât”dır. Hocaefendi hakkında, “nûr” ile “zulümât” arasındaki o azîm “fark”ın farkına varamamasını tasavvur etmek mümkin olmadı¬ğına göre, bunun izahı ne ve nasıl olabi-lir ki? Cevabının ne olduğunu elbet-te bilmek isteriz.

Evet, “fark” o derece kat’î, o derece sarîhdir ki; “ebyenü mi-ne’ş- şems”. Binaenaleyh böyle bir söze terettüb edecek dinî-şer’î hükümden Allaha sığını¬rız.
Yine şu ifâdedeki vehâmete dik-katleri çekmek isteriz:
“Hz. Îsâ gibi, bizim nazarı¬mızda ülü’l-azm, yani tarih boyu gelmiş peygamberler arasında en büyük beş peygamberden biri olan bir zatın ardından git¬mek, onu takip etmek, yapılabi¬lecek en güzel şeylerdendir.”

Demek ne demekdir? Evet, bun-lar bir müslümana karşı söyle¬nebilir. Ancak buradaki muhatablar ise Hıristiyanlardır.

Bu söz, onlara zımnen: “Küf¬rünüze devam edebilirsiniz!.” Manasını tazammun etmez mi?
Bu ifâde de, i’tikâdî cihetten son derece tehlikeli bir ifâdedir. Zira Hıristiyanlar, “ardından git¬tiklerini” vehmettikleri zât’a yani Hz. Îsâ’ya “ülûhiyyet” pâyesi ver-mek suretiyle O’nu “ilâh” ola¬rak kabul etmektedirler. Bu sebeble mutlak “kafir” oldukları Kur’ân: 5/72,73; 9/30’da sarâhaten beyân buyrulmaktadır:

“Andolsun ki, ‘Allah kesin¬likle Meryem oğlu Mesîh’dir’ diyenler kâfir olmuşlardır….” (Kur’ân: 5/72)
“Andolsun ‘Allah üçün üçün¬cüsüdür’ diyenler de kâfir ol¬muşlardır…” (Kur’ân: 5/73)
Vâkıa bu iken:
“Hz. Îsâ gibi (…) bir zatın ar¬dından gitmek, onu takip etmek, yapılabilecek en güzel şeyler¬dendir.” demek ne demekdir? Evet, bunlar bir müslümâna karşı söylenebilir. Ancak buradaki muha-tablar ise Hıristiyanlardır.

Bu söz, onlara zımnen: “Küf¬rünüze devam edebilirsiniz!” mânasını tazammun etmez mi? Ve yahut da, –hafizenallah- “küfre rıza küfürdür” hükmüne girerse?! Böy-le bir felakete nasıl cür’et edi¬lebilir?!. Bunlar hiç kale alınmıyor mu?

Avâmm-ı nâs (aslı yazılacaksa “m” iki defa yazılmayacak mı?))bunu nasıl anlar, neye hük¬mederler? Bunların dikkate alın¬ması icap etmez mi? Ya birilerinin hatalı anlamasına sebebiyet veri¬lirse? Buna terettüb edecek dinî ve şer’î hüküm hiç hesâb edilmiyor mu acaba?
Hasbeten lillah şunu hatırlat¬mak isteriz:
Bu ifâdelerle “kimlere, ne mal-zemeler verildiğinin” farkın¬dalar mı acaba?!.

Yine diyorlar ki:


“İslâm, kendinden önceki İlâhî gelenekleri asla dışlayıcı olmamış, onları kucaklamış, (…) onla-rın mensuplarını Ehl-i Kitap ola-rak telâkki etmiş, kendilerine ona göre davranmıştır.”
Bunun da son derece muğlak bir ifâde olduğunu söylemek iste¬riz. Bu ifâdeye ileride yine dönece¬ğiz. Ancak burada şu kadarını ifâde etmek isteriz:

Daha düne kadar talebelerin ba-rındığı apartman dâirelerinde bütün talebelere okutulup takrir edilen “Çağdaşlık mı İnhirâf mı” isimli kitabın 184. sahifesinde aynen şu ifâdelere yer alıyordu:
“Hz. İbrâhim’den sonra risâlet, Hz. İshâk’ın soyundan yürümüş ve gelen her peygam¬ber İslâm’ı temsil etmiş olmakla birlikde, Tevrât’ı tahrif eden, tev-hidi şirke dönüştüren İsrâiloğulları büyük çoğunlu¬ğuyla Hz. Îsâ’ya da inanmayıp, neticede Yahudiler olarak ehl-i kitab olma durumuna düşmüş¬lerdir. Hz Îsâ’dan sonra, ona iman ve ittibâ edenler de za¬manla büyük ihtilaflara düşmüş ve neti-cede İncil tahrifata uğra¬dığı, hat-ta elde Hz. Îsâ’ya nâzil olan İncil diye bir kitab kalma¬dığı gibi, tevhîd de teslise dö¬nüştürülmüştür.”

Bu paragrafda geçen iki nok¬taya dikkatleri çekmek isteriz:
Bir; “tevhidi şirke dönüştüren İsrâiloğulları…”
İki; “tevhîd de teslise dönüş¬türülmüştür.”
Hocaefendinin ““İslâm, ken¬dinden önceki İlâhî gelenekleri asla dışlayıcı olmamış, onları kucaklamış” derken “İslâm”a kimleri kucaklatmış oluyor; dikkat buyurula:
“Tevhidi şirke dönüştüren” müşrikleri; “tevhîdi teslise dö¬nüştüren” ve “Allah kesinlikle Meryem oğlu Mesîh’dir” diyen kâfir/müşrikleri…

Kendileri, on dört asırlık İslâm tarihinde bir ilke imza atmak sûre¬tiyle Papaları, patrikleri, haham¬ları… “kucaklamak”da bir beis görmeyebilirler. Kendileri onları “kucakladı” diye, elbette “İs¬lâm”ın da onları kucaklaması icap etmez.

Hocaefendi; “onların men¬suplarını Ehl-i Kitap olarak te¬lâkki etmiş, kendilerine ona göre davranmıştır” derken de “tevhîdi şirke dönüştüren”, “tevhîd”i “de teslise” “dönüştür”enler için, yani lafın Türkçesi müşrikler için “Ehl-i Kitap olarak telâkki etmiş, kendi-lerine ona göre davranmış¬tır” demek sûretiyle onlara, ol¬duklarından başka bir statü ver¬meye gayret etmiş oluyor ki, bu ifade ile verilmek istenilen mesaj, ne yazık ki, doğru değildir; haki¬katleri hevâ ü hevese fedâ etmekdir. Bununla kimlerin gönlü¬nün alınacağı, kimlerin memnun edileceği, izâhdan vâreste olsa gerek.

Dinî mes’elelerde, hele de bu mes’eleler i’tikâda taallük eden mes’eleler ise, orada bu gibi tavizkâr davranışlar aslâ tecviz edilemez.
Kur’ân’a rağmen Ehl-i Kitab için herhangi bir statü ta’yin ve tesbit etme cür’eti, hiç kimsenin haddine düşmemişdir.

Esasen Hocaefendi ve ondan mülhem olsa gerek, en yakınındaki kadro arasında Ehl-i Kitab ile alâ-kalı olarak Kitab ve Sünnet ile te’lifi mümkin olmayan yepyeni bir telakki ve zihniyetin hâkim oldu¬ğunu görü-yor ve bu sakîm zihniye¬tin kabûlü için olağan üstü gayret¬lerin sahne-lendiğini müşâhede ediyoruz.

Bu cümleden olmak üzere, Hocaefendi'nin mânevî başkanı bulunduğu "Gazeteciler ve Ya¬zarlar Vakfı KADİP" bünyesinde yapılan bir konuşmadan aşağıya nakledeceğimiz hususlar, iddiamızı te’yid eder mahiyettedir. Vatikan temsilcisi George Marovitch, Dozideos Anagnasdopavios ve Yusuf Altıntaş gibi Kilise ve Hav-ra mensublarının huzurlarında Prof. Karaman tarafından yapılan konuşma, "Polemik Değil Diya¬log" ismiyle neşredilen kitabdan aynen iktibas ederek naklettiğimiz şu ifadelere lütfen dikkat buyurula:

1)“Bütün insanların Müslü¬man olmaları’ dinin, Kur’ân’ın hedefi değildir.” (Polemik Değil Diyalog, s. 41);
2) “Müslümanların çoğu ‘Pey-gamberin, bütün din sâlikle¬rini İslâm’a çağırdığına’ inanırlar” (Polemik Değil Diyalog, s. 35);
3) “Peygamberimiz ‘Yahudiler mutlaka Müslüman olsun!’ demi¬yor, ‘Hıristiyaanlar mutlaka Müs-lüman olsun!’ demiyor.” (Po¬lemik Değil Diyalog, s. 35);
4) “Diyaloğun hedefi, tek bir dine varmak, dinleri teke indir¬gemek olmamalı” (Polemik Değil Diyalog, s. 36);
5) “Kur’ân-ı Kerîm’de Ehl-i kitabla ilgili devamlı vurgulanan şey; Allah’a iman, âhirete iman ve amel-i salihdir. Kur’ân birçok âyet-te bunu söylüyor; yani ‘Pey¬gambere iman edin’ demiyor.” (Polemik Değil Diyalog, s. 37);
6) “Ben diyorum ki, İslâm, Ehl-i kitâba, tek seçenek olarak –son dinin mensubu olma mana¬sında- Müslüman olmaya çağır¬mıyor. ‘hanifiyyet’ (Hz. İbrahim çezgisindeki tevhîde ve bu ma¬nada İslâm’a) çağırıyor. (Polemik Değil Diyalog, s. 37);
7) “Bu arada şu var, hani kor¬kulan şey, böyle dersek, böyle inanırsak ‘Hıristiyan ve Musevi Müslüman olmaz’ deniyor, bun¬dan endişe ediliyor.

“-E olmazsa olmasın.
“-Peki, ama Kur’ân bunları Müslüman olmaya davet ediyor.
“-Acaba? (Polemik Değil Diya¬log, s. 36)
Bir makalemizde bunlardan bahsederek tenkid etmemiz üze¬rine, Prof. Karaman bize cevab vermiş ve konuşmasında üç görüşden bahsettiğini, yukarıdaki ifadelerinin de bu üç görüşden birisi olduğunu söyleyerek aynen şöyle demişdir:
“Kendim üçüncü görüşü be¬nimsediğimi söylemedim ve sa-vunmadım, yalnızca naklettim ve delillerini verdim. Ayrıca bu gö-rüşün de savunulabileceği kana-atindeyim.” (Yeni Şafak, 22.8.2008)

Prof. Karaman, o konuşma¬sında “Kendim üçüncü görüşü benim-sediğimi söylemedim ve savun-madım” diyor. Ancak ce¬vabî yazı-sında “Ayrıca bu görü¬şün de savunulabileceği kanaa¬tindeyim” diyorlar ki, aradaki tezada dikkatleri çekmek isteriz.
Prof. Karaman’a; yukarıda ge¬çen bilhâssa 2, 3 ve 7. bendlerdeki ifadeleri üzerinde bir def’a daha teemmül ve tezekkür etmelerini tavsiye ediyoruz. Takdir kendile¬rine âiddir.

Sanki Necib Fazıl’ın 1949’da Büyük Doğu’da:
“Heeeeey, heeeeey, heeeeey Müslüman Türk topluluğu!!!” diye haykırarak ifade ettiği “Pey¬gamber ve şeriat farkı ihtilafını kaldırıp, sadece Allahın varlığı ve birliği üzerine müesses yeni bir din sevdası”nın hayata geçi¬rilmeye çalışıldığı hissine kapılmakdan, doğrusu kendimizi alamıyoruz.

Kur’ân Ne Diyor?

Kurucan Ne diyor?

Ahmet Kurucan diyor ki:
“Kur'anî perspektifi esas alarak inanç bağlamında insanların kate¬gorilerine bakalım önce. Genel anlamda Kur'an'a göre insanlar Müslüman, kâfir/müşrik ve ehl–i kitap olmak üzere üçe ayrılır. Sabiiler, münafıklar vb. inançları da hesaba katacak olursak üç rakamı-nı çoğaltabiliriz. Ama biz genel anlamda meseleye bakaca¬ğımız için bunu Müslüman, kâ¬fir/müşrik ve ehli kitapla sınırlandı¬rılmasının daha doğru olacağını düşünüyoruz. (…) Müslümanlar yukarıda izah ettiğimiz teorik te¬mellerden uzakla-şarak karşı tarafı ehli kitap olması-na rağmen kâfir diye adlandırmıştır. Bu yanlışlığı müdafaa edecek deği-lim; ama şu kadarını da ifâde etme-den geçe¬meyeceğim: Zannediyo-rum bu adlandırmada dönemin tarihsel şartlarının ciddi rolü var.” (Ahmet Kurucan, Zaman, 15.5.04)

Bu ifâdeye göre insanlar, “Müs-lüman, kâfir/müşrik ve ehli kitap” olarak tasnif ediliyor ve Ehl-i Kitab küfür dairesinin haricinde kabul ediliyor. Bununla da kalma¬yıp;
“Müslümanlar yukarıda izah ettiğimiz teorik temellerden uzak¬laşarak karşı tarafı ehli kitap ol-masına rağmen kâfir diye ad¬landırmıştır. Bu yanlışlığı müda¬faa edecek değilim” demek cür’etinde bulunuyor.

Galiba Ehl-i Kitab ile diyalog aşkı bu ifâdelerin sahibini o denlû kör ve o denlû sağır hale getirmiş ki, söylediklerinin nereye vardığı¬nın farkında değil.
Halbuki, Ehl-i Kitab’ı bizâtihi Kur’ân’da tekfir eden Allah Teâlâ hazretleridir. Bu sebeble A. Kurucan, “Bu yanlışlığı müdafaa edecek değilim” derken, kimi yan-lışlıkla itham ettiğinin farkında değil. el- Iyâzü billah!..

Oysa, aynı A. Kurucan, apart¬man dâirelerinde barındırılan tale¬beler için tertibedilen seminer ça-lışmalarında ders kitabı olarak itti-haz edilen ve Hocaefendinin te’lifi olduğu söylenilen “Çağdaşlık mı İnhiraf mı” isimli eserde (s. 184) yer alan şu ifadeleri öğretiyordu talebe-lere:
“Hz. İbrâhim’den sonra risâlet, Hz. İshâk’ın soyundan yürümüş ve gelen her peygamber İslâm’ı temsil etmiş olmakla birlikde, Tevrât’ı tahrif eden, tevhidi şirke dönüştü¬ren İsrâiloğulları büyük çoğunlu¬ğuyla Hz. Îsâ’ya da inanmayıp, neticede Yahudiler olarak ehl-i kitab olma durumuna düşmüşler¬dir. Hz Îsâ’dan sonra, ona iman ve ittibâ edenler de zamanla büyük ihtilaflara düşmüş ve neticede İncil tahrifata uğradığı, hatta elde Hz. Îsâ’ya nâzil olan İncil diye bir kitab kalmadığı gibi, tevhîd de teslise dönüştürülmüştür.”

Kur’ân Ne Diyor?
“Andolsun ki, ‘Allah kesin¬likle Meryem oğlu Mesîh’dir’ diyenler kâfir olmuşlardır….” (Kur’ân: 5/72)
“Andolsun ‘Allah üçün üçün¬cüsüdür’ diyenler de kâfir ol¬muşlardır…” (Kur’ân: 5/73)
Görüldüğü üzere, Kur’ân’da Ehl-i Kitab sarâhaten tekfir edil¬mektedir. Hatta Râzî gibi bazı mü-fessirlere göre Hıristiyanlar sadece “kâfir” olmayıp, aynı za¬manda “müşrik”dirler. Nitekim Tevbe: 30’un tefsiri sadedinde Faruddîn Râzî diyor ki:

“Bil ki Allah Teâlâ, önceki âyet-te, Yahudi ve hırıstiyanların, kendi-sine iman etmediklerini belir¬tince, bu âyette de bunun sebebini beyan etmişdir. Zira Cenab-ı Hakk, onla-rın, Allah’a bir oğul nisbet ettiklerini nakletmişdir. Binaen aleyh, kim ilâh hakkında böyle bir şeyi tecviz eder-se, o hakikatde ilâhı inkar etmiş demekdir. Yine Cenab-ı Hakk, her ne kadar şirki söyleme yolları farklı ise de onların müşrikler gibi olduk-larını beyan etmişdir. Çünkü, puta tapanlarla, Mesîh’e veya başkasına tapanlar arasında bir fark yokdur. Zira şirk, insanın Allah’ın yanında başka mâbûd veya mâbûdlar edin-mesi demekdir. Binâenaleyh, böyle bir şey tahakkuk edince, şirk de sâbit olur. Hatta biz iyi düşünürsek, puta tapanların küfrünün, Hıristiyan-ların küfründen daha hafif olduğunu anlarız. Çünkü puta tapan, “Bu put âlemin yaratıcısı ve âlemin ilâhıdır” demiyor, aksine onu Allah’a ibade¬tine vâsıta yapıyor. Ama Hıristi¬yanlara gelince, onlar Allah hak¬kında hulûl ve ittihadı kabul edi¬yorlar ki, bu son derece çirkin bir küfürdür. Böylece, hulûle inanan¬larla diğer müşrikler arasında bir farkın bulunmadığı sabit olmuş olur.” (Faruddîn er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr Mafâtîhu’l- Ğayb tercümesi, Prof. Dr. Suat Yıldırım ve arkadaşları, c. 11, s. 479)
اعلم أنه تعالى لما حكم في الآية المتقدمة على اليهود والنصارى بأنهم لا يؤمنون بالله ، شرح ذلك في هذه الآية وذلك بأن نقل عنهم أنهم أثبتوا لله ابنا ، ومن جوز ذلك في حق الإله فهو في الحقيقة قد أنكر الإله ، وأيضاً بين تعالى أنهم بمنزلة المشركين في الشرك ، وإن كانت طرق القول بالشرك مختلفة ، إذ لا فرق بين من يعبد الصنم وبين من يعبد المسيح وغيره لأنه لا معنى للشرك إلا أن يتخذ الإنسان مع الله معبوداً ، فإذا حصل هذا المعنى فقد حصل الشرك ، بل إنا لو تأملنا لعلمنا أن كفر عابد الوثن أخف من كفر النصارى ، لأن عابد الوثن لا يقول إن هذا الوثن خالق العالم وإله العالم ، بل يجريه مجرى الشيء الذي يتوسل به إلى طاعة الله . أما النصارى فإنهم يثبتون الحلول والاتحاد وذلك كفر قبيح جداً ، فثبت أنه لا فرق بين هؤلاء الحلولية وبين سائر المشركين ، ( تفسير الرازي، ج: 7، ص:499 )
Yine İbn Hazm da “el-Fisal fi’l- Milel…” isimli eserinin C. 3, s. 111’de diyor ki;
اليهود والنصارى وهم كفار بلا خلاف من أحد من الأمة ومن أنكر كفرهم فلا خلاف من أحد من الأمة في كفره وخروجه عن الإسلام
“Yahudi ve Hıristiyanların küf-rü hakkında ulemâ-i ümmetden hiç kimseden hilâf vâkı’ olmadığı gibi, keza onların küfrünü inkar eden kimsenin küfrü ve İslâm dininden çıkmış olması husû-sunda da hiçbir ihtilâf olmamışdır.”

Yani, Yahudi ve Hıristiyanların küfründe hiç ihtilâf olmadığı gibi, keza, onların küfrünü kabul etme-yenlerin küfründe de ihtilâf olmamışdır.
Nitekim “Tehzîb’ü Risâleti’l-Bedri’r- Reşîd”de de
أو لم يكفر من دان بغير الاسلام كالنصارى، أو شك فى كفرهم، أو صحح مذهبهم..

“Yahut kim Nasârâ gibi İs-lâm’dan başka bir dîn üzerinde olanları tekfîr etmezse; yahut onla-rın küfründe şübhe ederse; veya mezhebleri doğrudur, derse... tekfîr olunur” (s.12) deniliyor.
Zaten, Allah Teâlâ Kur’ân’da on-ların küfrünü sarâhaten beyan bu-yururken, onun hilâfına bir iddiâda bulunmak, kimin haddi olabilir ki?. Meğer ki, bazıları gibi “diyalog” aşkıyla mest-i lâ ya’gıl olsun.

Yine Hocaefendi’nin mânevî hi-mâyelerinde faaliyet gösteren Ga-zeteciler ve Yazarlar Vakfı bünye-sinde bulunan KADİP tarafından Türkçe/Rusça olarak neşredilen DA mecmuasında, yukarıda ifâde etmeye çalışdığımız zihniyetin pro-pagandasına şâhid oluyoruz:
“İslâm’a göre inançsızlar ate-istler ve putperestlerdir. Allah’ın kendilerine Kitab verdiği Yahudi-ler ve Hıristiyanlar ise inançlıdır.” (İman Valeriya Porohova, DA diyalog Avrasya, sayı 21)
Yukarıdaki “inançsızlar”ı, her-halde kâfir; “inançlı”ları da mü’min olarak anlamak lazım. Bu takdirde, Ehl-i Kitab, evvela kâfir olmakdan kurtarılıyor; bununla da iktifâ edilmeyip mü’min oldukları iddia ediliyor.

Burada hem A. Kurucan ve hem de DA mecmuasındaki makale sahibi İman Valeriya Porohova’ya şun hatırlatmak isteriz:

“Ebû Hanife rehimehullah şöyle buyurdu:
-Said b. El-Müseyyeb’den ba-na ulaşdığına göre, kâfirleri bu-lundukları mevkie indirmeyen onlar gibidir.” (İmam-ı Â’zam’ın Beş Eseri, tercüme, Prof. Dr. Mustafa Öz, İFAV, 3. baskı 2002, s. 43)
Keza, Mayıs 2004’de, Mar-din’de icrâ edilen milletlerarası “Dinler ve Barış” sempozyumun-da, çan ve ezân refâkatinde Rum, Ermeni ve Süryânî Patrikleriyle, Yahudi Hahamı’nın peşine takılıp, sembolik sırat köprüsünden geçi-lerek, haşr meydanına ve oradan da cennete girme merasimi ve bu merasimin aynı anda, 142 televiz-yondan canlı olarak bütün dünyaya gösterilmesi de aynı zihniyetin bir başka ifâdesi olsa gerek.

Mezkûr sempozyum ile alakalı olarak medyaya intikal eden “DİNLER KARDEŞTİR” haberini okuduğumuz zaman gözlerimize inanamamış idik.

Yine 2004’de FKM’de icrâ edilen “Dinler ve Barış Sempozyu-mu’nda, Papaz Hans Küng’ün şu ifâdesi dile getiriliyordu:

“Dinler arası barış olmadan, dünya barışı gerçekleşemez. Diyalog olmadan, dinler arası barış gerçekleşemez.”

Lütfen söyler misiniz; dinler na-sıl barışacak? Hak dîn İslâm, bâtıl dinlerle nasıl barışmış olacak. İslâm, onların da birer hak din ol-duğunu mu kabul edecek? Bunun bir “Tevhîd-i edyân” projesi oldu-ğunu anlamamak için, ancak ebleh olmak lazım. Sözü uzatmaya lüzûm var mı? Gerisini siz tasavvur ediniz.

Böylece, “Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü”nün, nasıl bir sevdâ peşinde olduğunu da ayân beyân anlamış oluyoruz. “Dünya barı-şı”ndan bahsedenler, zamirlerinde nelerin gizlendiğini bu ifâdelerle az-çok ortaya koymuş oluyorlar.

Bunun son derece karanlık bir proje olduğunu anlamak için her-halde dâhi olmaya ihtiyaç olmasa gerekdir.

Bir Başka Misâl:
“Mardin, Alon'un da bu utangaç-lıkla söylediği gibi hepimize 'Bu üç dinin üstünlük taslanmadan nasıl birbirleri ile bağlantılı iç içe geçmiş olduğunu gösterdi.'
“Yeter ki rasyonel ve pragmatik bir model olarak da önümüzde bulunan İbrahim'in ayak izlerini takip edelim; Mardin, Urfa, İstanbul, Roma, Kudüs ya da Mekke, aslında hepsi aynı izin peşinde…” (Eyüb Can, Zaman, 14.4.2000)

Şu ifâdedeki vehâmete dikkatleri çekmek isteriz:
“Bu üç dinin üstünlük tas-lanmadan…”
Halbuki Kur’ân-ı Kerîm’de Allah Teâlâ buyuruyor ki:
“O Allahtır ki O, Rasûlü’nü hi-dâyet kânunu (Kur’ân) ve hak (tevhîd) dîni ile bütün dinlerin üzerine geçirmek için gönderdi, müşrikler isterlese hoşlanmasın-lar!” (Kur’ân: 9/33)
“O, odur ki Rasûlünü hidâyet rehberi ve hak diniyle (Hakk’ın diniyle) gönderdi, onu her dînin üstüne çıkarmak için!. Şâhid olarak da Allah yeter! (Kur’ân: 48/28) (Her iki âyet-i celîlenin meâli, Elmalılı Hamdi Efendi tefsirinden ikti-bas edilmişdir.)

“Bu üç dinin üstünlük tas-lanmadan…” ifâdesini kullanan şahsın, kendi dîni hakkında ne denlû cehâlet içinde olduğunu; buna rağmen nâsıh-ı a’zâm rolleri-ne bürünerek âleme akıl verme cür’et ve küstahlığında bulunduğu-nu söylemeye hâcet var mı?!
Ancak, bu şahsa, böylesine va-hîm ve sakîm bu fikrin kimden veya kimlerden mülhem olduğunu da hesaba katmanın lüzûmuna işâret etmek isteriz.

Yani “rakip dinler olarak ya-şamış bulunan İslâm, Hıristiyan-lık ve Musevilik”den dem vuranla-rı…
“Aynı kökten geldikleri, aynı temel esaslara sahip bulundukları, aynı kaynaktan beslendikleri halde asırlarca rakip dinler olarak yaşa-mış bulunan İslâm, Hıristiyanlık ve Musevilik arasında başlayan diya-log çalışmalarının, eski Hind ve Çin dinlerini de içine alacak şekilde gelişeceği günler uzak değildir” diyenleri…

(M, Fethullah Gülen’in, Milletlerarası Diyalog Derneği tarafından 29-30 Nisân 2005 tarihlerinde Wisconsin-Madison Üniversitesi'nde gerçekleştirilen "İslâm ve Diyalog" konulu konferansa gön-derdiği mesaj, Zaman 21 Ağustos 2005, Pazar)

İslâm, Hıristiyanlık ve Musevi-lik’in “Aynı kökten geldikleri, aynı temel esaslara sahip bulundukla-rı, aynı kaynaktan beslendikleri” şâyet doğru ise; o halde buna ne diyeceksiniz:
"Görünen ve görünmeyen varlıkları Yaradanı, yeri ve göğü yaratan Her şeye Kadir Tanrı Baba'ya inanıyorum. Tanrının biricik Oğlu tek Rab ve ezelde Baba'dan doğmuş olan Mesih İsâ'ya inanıyorum: O Tanrı'dan gelen Tanrı, Nur'dan Nur, Gerçek Tanrı'dan Gerçek Tanrı'dır. Yara-tılmış olmayıp, Baba ile aynı öz-dedir ve her şey onun aracılığıyla yaratılmıştır…." (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, Fransızca'dan tercü-me eden: Dominik Pamir, s. 64)

İslâm’ın esası; “Lâilâhe illellah, Muhammedü’r-Rasûlullah” keli-me-i tayyibesinde ifâdesini bulan tevhîd-i İlâhî ve risâlet-i Muham-medî’dir. Yukarıdaki şirk manifesto-sunun bu esas ile ne alâkası var!

E. Can’a göre:
“Mardin, Urfa, İstanbul, Roma, Kudüs ya da Mekke, aslında hep-si aynı izin peşinde…” imiş.
“Roma”, yani Vatikan… Nasıl oluyor da, “Küdüs”, ya da “Mekke” ile aynı izin peşinde oluyormuş?!.
Bu sakîm mantığın sahibi E. Can’a; “İslâmiyet ile Hıristiyanlık arasında fark nedir” diye bir süâl vâki olasa, acaba ne cevab verirler ki?

Hatırlatmak isteriz: “Allah nez-dinde hak din İslâm’dır.” (Kur’ân: 3/19)
“Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) aslâ kabul edilme-yecek ve o, ahrette ziyân eden-lerden olacakdır.” “ (Kur’ân: 3/85
1453’deki İddiâ:
1453 isimli mecmûada yer alan şu ifâdeye dikkatleri çekmek isteriz:

"Semâvî dinlerin buluştuğu İstanbul'da, şehre mühürlerini vuran Müslümanlık, Hıristiyanlık ve Musevilik. Bu üç ayrı din ne-dir? Aynı kaynaktan beslenen, birbirine çok yakın ancak yakla-şımları farklı, ama ayrı pencere-den aynı bahçeye açılan kalb ve inanç gözü değil midir? İşte İs-tanbul bu farklılıkların tümünü yozlaştırmadan, incitmeden bü-tün görkemi ile bünyesinde bu-luşturan bir şehir. Camiler, kilise-ler, sinagoglar bu potanın içinde özgürce yükselen inanç âbidele-ri" ifâdesi, basîret sâhiblerine her şeyi ayân beyân ortaya koymakta-dır. Allah aşkına lütfen;
"Bu üç ayrı din nedir?"süâline verilen şu cevaba bakı-nız:

"Aynı kaynaktan beslenen, birbirine çok yakın ancak yakla-şımları farklı, ama ayrı pencere-den aynı bahçeye açılan kalb ve inanç gözü değil midir?
Yani İslâm ile Hıristiyanlık ve Musevilik arasındaki fark sadece "aynı bahçeye" "ayrı pencere-den" bakmakdan ibaret miş(!).

Yani "aynı kaynaktan bes-len"me ve "aynı bahçeye açılan kalb ve inanç gözü" olma gibi bir yakınlık ve "aynı"lıkdan bahsedil-mek sûretiyle, bunlar arasındaki fark, "var" ile "yok" arası bir nok-taya ircâ edilmiş oluyor ki, imân sahibi bir müslümânın, böyle bir şeyi ne kabûl etmesi, ne de tasav-vur etmesi mümkindir. Ne yazık ki, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bu dalâlete âlet ediliyor.
Sonra; "kiliseler, sinagoglar" nasıl olup da " inanç âbideleri." oluyormuş? Bâhusûs "inanç" keli-mesi, "imân" ve “i’tikâd” kelimele-rine mukabil kullanılmaktadır. Dolayısıyle " kiliseler, sinagoglar bu potanın içinde özgürce yükse-len inanç âbideleri." cümlesi; "kiliseler, sinagoglar bu potanın içinde özgürce yükselen imân/ i’tikâd âbideleri" mânâsına gelir ki, böyle bir ifâde, -neresinden bakar-sanız bakınız- mahzâ dalâlettir.

Bütün bunlar bir araya getirilip beraberce mütalea edildiği zaman, ortaya çıkan neticeyi tasvib etmek mümkin değildir; zira "takrîb-i edyân"a benzer bir ucûbe çıkıyor ortaya. Ne yazık ki, bu “ucûbe” zihniyetin bir kısım mehâfilde, fev-kalâde itibâr görüp, himâye edildi-ğini görüyoruz.

Ve Hocaefendi Devam Ediyor:
“İslâm, kendinden önceki İlâhî gelenekleri asla dışlayıcı olma-mış, onları kucaklamış…” der-ken, İslâm’ın bugünkü Hıristiyanlık ve Yahudiliği “kucaklamış” oldu-ğunu mu imâ veya işâret edilmeye çalışılıyor acaba?
Şâyet böyle ise bu mantığa gö-re, İslâmiyet’in; kendisine âid imân ve i’tikâd esaslarını tasdik ve ikrar etmeyen Yahudi ve Hıristiyanları “kucaklaması” icap eder ki, o takdirde bunların Kur’ân tarafından hiçbir şübhe ve tereddüde mahal bırakmayacak tarzda (Kur’ân: 5/72,73; 9/30) tekfir edilmeleri ne ile ve nasıl izah edilecekdir?

Ve bu durumda: “İslâm, ken-dinden önceki İlâhî gelenekleri asla dışlayıcı olmamış, onları kucaklamış…” diye iddiâda bu-lunmak, Kur’ânî hakîkatler karşı-sında ne mânâ ifâde eder?
Sormak isteriz; Peygamberimiz aleyhisselâm, kimlerle harb etmiş-di? O günkülerle bugünküler ara-sında ne gibi bir fark var acaba?
Hulefâ-i Raşidîn, eshab-ı güzîn kimlerle karşı harb etmişlerdi? Hak-larında; “küffâra karşı ğayet şedîd, aralarında ise ğayet mer-hametlidirler” diye medh-i İlâhî vâkı’ olanlar kimler idi? Ve bu “şid-det” kimlere karşı idi?

Unutulmamalıdır ki; İslâm ancak hakkıyle kendi mensublarını “ku-caklar” ve “kucaklayabilir”.
Yine “Kâfire kâfir demek mü’minin vazifesi değil. Kâfir demek insanın insanlığına saygı-sızlıktır” (F.Gülen’le 11 Gün, s. 87) diyenlere;
“De ki: Ey kâfirler! Tapmam o taptıklarınıza…” hıtâbı ile başla-yan, Kur’ân-ı Kerîm’in 109. sûre-i celîlesini hatırlatmak isteriz. Ayrıca bu sûre-i celîlenin isminin de “Sûretü’l-Kâfirûn” olduğunun bilinmesini isteriz.

Bu hakikat karşısında; “Kâfire kâfir demek mü’minin vazifesi değil. Kâfir demek insanın insan-lığına saygısızlıktır” ifâdesinin ki me râci olduğunu sormak isteriz.
Temenni ederiz ki, böyle bir ifâ-de Hocaefendi’den sâdır olmamış dır.
Hocaefendi’ye isnâd ve izâfe edilen “Biz renk körleriyiz” ifâde-sinin de son derece “muğlak”, “mübhem” ve her tarafa çekilmeye müsaid bir tabir olduğunu ifâde etmeliyiz. Zira “renk”, “fark”ı ifâde eder. “Fark”a itibar edilmemesi mümkin mi? Elbette hak ve bâtıl din ve mezhebler arasındaki derîn farklar vardır. Buna karşı kim istiğ-na gösterebilir?

Mezkûr mülakat şu cümlelerle sona ermektedir:
“Şahsımla röportaj adına sorduğunuz sorulara cevaplarım aşağıdadır. Saygılarımla arz eder, sağlık ve afiyetler dilerim.”
Bu satırlardan da anlaşılacağı üzere, yukarıdaki cevabî ifâdeler, hemen süâle muhatab olunduğu anda irticâlen ve şifâhî olarak veril-memiş olup daha sonra üzerinde iyice düşünülerek, teemmül edile-rek, tabir câizse anhâsı-minhâsı hesâb edilerek tahrîri/yazılı olarak hazırlanmış bir cevab olmasındaki inceliğe de ayrıca dikkatleri çekmez isteriz.

Hâsılı Kelâm
Buraya kadar ifâde etmeye çalışdığımız “vahîm” ve bir o kadar da “muhâtaralı” husûslar, bir Müs-lüman için aslâ ve sûret-i kat’ıyyede tasavvur edilmesi mümkin değildir. Bunların Kitab ve Sünnet’in ışığın-da tahlil edilip, delillerinin zikredil-mesine, takdir edersiniz ki, bu ma-kalenin hacmi müsâid değildir. An-cak şu kadarını söylemek isteriz ki; bunların -ehlince malum olan- dinî ve şer’î hükümleri karşısında bîgâ-ne kalmak gibi bir lüksümüz yokdur. Bildiğimiz doğruları, mutlaka söy-lemek mükellefiyetimiz vardır. Yu-karıda arz etmeye çalışdığımız tesbitler karşısında ürpermemenin mümkin olmadığına inanıyoruz. Bununla beraber yanlış bir şey söylemiş isek, derhal tashihine müheyyayız. Hem hatadan rucû etmeyi, hem de özür beyan etmeyi biliriz.
Bütün samimiyetimizle şunu ifâ-de etmek isteriz ki; “Dinlerarası Diyalog ve hoşgörü” namı altında icra edilen hareket, tamamen bir “taviz” mevzûu haline gelmişdir. Mazeret olarak da; şayet bu “taviz-ler” verilmeseydi, bugün bütün dünyayı kucaklayıcı hizmetlerde gelinen nokta, ve kat’edilen mesâ-feye ulaşmak mümkin olur muydu, gibi bahânelerin ileri sürüldüğünü görüyoruz.
Bu mâzeretlerin ne dereceye kadar makbul ve mûteber olup olmadığını; İsrâ: 73 ve Kalem: 8 ve müteâkip âyet-i celîlelerinin ışığın-da, nasib olursa, inşallah bir başka makalede arz etmek istiyoruz.


http://www.gurabamecmuasi.com/Gurab...-hogoerue-hareketinin-seyrettii-stikamet.html
 

Mahpeyker

Kıdemli Üye
Katılım
2 Eyl 2009
Mesajlar
4,456
Tepkime puanı
742
Puanları
0
işte hoşgörünün arkasında yatan gerçekler

kuranda , ne hıristiyanlığın ne de yahudiliğin hiç bir hükmü yoktur

"Allah indinde din ancak islamdır "
 
Üst