Diyalog Hareketinin Hedef ve Sonuçları

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
...FIKIH ALİMİ TALU HOCAMLA DEVAM EDELİM....

[SIZE=+0]“Diyalog sadece ehl-i[/SIZE]
[SIZE=+0] Kitab[SIZE=+0] ile sınırlı
[SIZE=+0]
[SIZE=+0]kalmamalı[SIZE=+0],
[SIZE=+0]ateistlerlede
[SIZE=+0] yapılmalıdır“ [SIZE=+0][SIZE=+0][SIZE=+0][SIZE=+0]

[/SIZE][/SIZE][/SIZE][/SIZE][/SIZE][/SIZE][/SIZE][/SIZE][/SIZE][/SIZE]
Muhterem Hocam ,öncelikle röportaj isteğimizi kabul ettiğinizden dolayı teşekkür ederiz.

Genc::Adam : Bir yazınızda “İslâm’ı tebliğ etmek üzere Müslümanlarla diğer din mensuplarının, hatta dinsizlerin ve ateistlerin diyalog halinde olmasında herhangi bir sakınca yoktur. Daha da ileriye giderek bunun Müslümanlar açısından bir “zorunluluk” olduğunu söylüyorum.” diyerek Diyaloğun İlahi bir emir olduğunu beyan ediyorsunuz. İslamda Diyaloğun yeri nedir ? Diyalog olmadan tebliğ olur mu ?-
Mehmet Talu Hoca :


Aslında tabi ,sorunun içinde kısmen cevabı bulunmaktadır. Zannedersem bu konuda tam anlaşma sağlanamıyor , diyalog yapanlarla diyaloğa karşı çıkanlar arasında bir “diyalog kopukluğu” var, bir takım endişeler var ! Buna taraftar olanlar ile karşı çıkanlar arasında bir diyalog eksikliği var.

Bu diyalog sağlanabilinirse , taraftarlar bunu nasıl yaptıklarını , karşı çıkanlara anlatabilseler karşı çıkanlarda hangi noktalarda karşı çıktıklarını anlatsalar mesele çözülecek kanaatindeyim.

Her iki tarafında halis niyetle olduklarını düşünüyorum. Şu bilinmelidirki ; her müslüman genel olarak kafirleri , ama özellikle Ehl-i kitabı İslam’a çağırmaları vacibtir. Kur'an Ayetlerinin birçoğuna baktığımızda " ya eyyuhennasu" –“ey insanlar” ifadesi ile genele bir ifade var dolaysıyla müslüman , genele davet yapmalı , ancak özellikle Ehl-i Kitabı İslam’a çağırması vacibtir.

Yine Kur'anı Kerimde "Kul " – “söyle” şeklinde başlayan Ayetlere baktığımızda , “kim söyliyecek ?” diye düşünürsek , başta sevgili Peygamberimiz (SAV) söyliyecek ! (Rabbim şefaatine nail eylesin) . Peki günümüzde kim yapacak bu vazifeyi ? tabi ki , başta müslümanların ileri gelenleri olmak üzere tüm Müslümanlar. Sonuç olarak diyebiliriz ki; Kur'anı Kerimde geçen “Ehl-i Kitab” hitabından

İslama daveti anlıyoruz ! Bu davet İslamı en iyi şekilde , en iyi uslubla , güzellikle ikna edip , onların isteyerek İslama girmelerini sağlıyarak olur ki ; buda ancak diyalogla olabilir.Bizler bu daveti en iyi şekilde yapmakla mesuluz !

Biz eğer bu daveti yapmamıza rağmen, karşıdakiler icabet etmese bile bizler en azından görevimizi yapmış ve mesuliyetten kurtulmuş oluruz.

OLAYIN SON NAKTASI VE DAVETE GİTMEMİZİ SON PRAGRAF

ANLATIYOR..

-
[/SIZE]
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
“Mahmut Efendi'nin
Diyalog konusunda
Fethullah Gülen
Hocaefendi hakkında olumsuz bir
beyanı yok!"

[SIZE=+0]Genc::Adam : [/SIZE]
[SIZE=+0][/SIZE]
[SIZE=+0]Mahmut Efendi Hazretleri’nin, Diyalog Hizmetleri öncesinde veya sonrasında , Fethullah Gülen Hocaefendi aleyhinde has dairede bir beyanına şahit oldunuz mu ? Bu konuda birtakım spekülatif yaklaşımlar var ! [/SIZE]

[SIZE=+0]Mehmet Talu Hoca : [/SIZE]
[SIZE=+0]
Efendim , Mahmut Efendi Hazretlerinin (K.S.) , Fethullah Gülen Hocaefendi aleyhinde en ufak bir beyanına şahit olmadım ! Bu hem Diyalog öncesi için geçerlidir , hemde Diyalog sonrası. Hatta , şöyle bir hatıramı hatırlatmamda fayda görüyorum :

Ben İlahiyat Fakültesinden (Samsun) öğretim görevlisiydim , oaradan ayrıldıktan sonra , istanbula geldim .O zamanki şartlar imkanınca ,Fetih İlim Araştırma Vakfında Eğitim müdürü olarak vazifeye başladım. Diyanet İşleri Başkanlığını nezaretinde Kuranı Kerim kurslarında Eğitimci-İdareci olarak görev yaparken ,zannedersem 1989-90 ‘lı yıllardı , birgün Mahmut Efendi Hazretlerine (K.S.) şöyle bir teklifte bulunmuştum :

Hocam , imkanımız var , bu Kur'anı Kerim faaliyetleri yanında , yurtlarda açalım , üniversiteye giden öğrencilere maddi-manevi katkılarımız olsun, onları da yetiştirelim
dedim .

Efendi Hazretleri (KS) bana şöyle dedi : “Bak Talu , o okulları , yurt işlerini Fethullah Gülen Hoca ve onun cemaati , çok güzel bir şekilde yapıyor ! Onlar o boşluğu gayet güzel bir şekilde dolduruyor ! Ama , Kur'anı Kerim , Hafızlık ve diğer Dini İlimler günümüzde gereği gibi yapılmıyor !

Bırak onu en güzel bir şekilde o kardeşlerimiz yapsınlar. Bizde bu işi ; yani Kur'anı Kerim , Hafızlık , Arabçayı ve Dini Eğitimleri en iyi şekilde yapalım !”

Ben Efendi Hazretlerini Bursa İmam Hatib Okulunda okurken ,1969 yılında tanıdım !
O zamandan beri Efendi Hazretlerinin , genel anlamda , hiçbir Cemaat veya Hocası
aleyhinde olarak en ufak bir beyanını duymadım.Varsa tasvib etmedikleri bizzat kendilerine ulaşanbilirse söylemişlerdir.

Yalnız , Fethullah Gülen Hocamız hakkında böyle bir husus yoktur !

Mehmet Talu Hocaefendi ile Diyalog üzerine Röportaj (1)

ŞİMDİ İŞTE KIRILMA NOKTASINA GELDİK:

A ŞAHSI KİME BAĞLI VEYA İNTİSABLI KARDEŞİM B ŞAHSINA...

B ŞAHSI BU İŞİ VE YAPILANLARI NASIL DEĞERLENDİRİYOR KARDEŞİM..

YUKARIDA YAZILAN GİBİ..

A ŞAHSI EĞER TAM İNTİSABLI VEYA BAĞLI İSE FARKLI DÜŞÜNMEMELİ BENCE.

EĞER DÜŞÜNÜYORSA O ZAMAN KUSURA BAKMA A ŞAHSI KARDEŞİM .. YA SEN B YE

İNTİSABLI DEĞİLSİN, VEYA SEN B DEN DAHA İYİ DÜŞÜNÜYORSUN VEYA SEN

YANLIŞSIN KARDEŞİM..

-
[/SIZE]
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
:D

Tamamdır Orhan abim neyse, vicdanım yumuşadı.. İnsanlık hali, olabiliyor demek..

"Benimle Diyalog kuramıyorsun" dememden dolayı da kusurumu bağışla.. Hakkını helal et..
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Açmazlar 1

"Ama ne yazık ki, Risale-i Nur dairesi içinde yer alan kişilerin, Bediüzzaman’dan şu veya bu seviyede istifade etmiş insanların zihin ve icraat haritalarında yer alan bu husus, Kur’ânî temelleriyle birlikte sunulamadığı için, umuma mal olamamış bulunuyor.
Ve işin içine fikir veya uygulama planında sergilenen bazı zaaflar da girince, diyalog-karşıtı kesimler kendilerine gün doğduğunu düşünüyor!
Hele hele, “Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin” meâlindeki Kur’ân âyeti de siyak ve sibakına bakılmaksızın ‘sloganlaştırılmış’ sûrette zihinlerine yerleştirilmişse, bu diyalog-karşıtı söylem, hızını alamayıp ‘diyalog’dan söz eden mü’minleri ‘küfür’le itham edebilecek kadar çirkinleşebiliyor."
METİN KARABAŞOĞLU
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Açmazlar 2

diyalog yelpazesine girenler arasında, hatırı sayılır oranda ‘dünya menfaati’ni arayanların bulunmasıdır. Ki bu durum, vâkıa öyle olsun olmasın, bu söylemin son tahlilde ‘Amerikan şahinleri’nin çıkarlarına hizmet ettiği, yani ‘kullanıldığımız’ duygusu ve intibaı uyandırmaktadır. Ki, haksız biçimde, sığ ve düz bir mantıkla, üstelik bir mü’minler topluluğuna ‘küfür’ izafe edecek derecede haddi aşarak diyalog-karşıtlığı sergileyenler, en ziyade bu ‘intiba’dan nemalanmaktadır.
Bu noktada, ‘Hıristiyanların hakikî dindar ruhanîleri’ ile—diyalogdan da öte—’ittifak’tan söz eden Bediüzzaman’ın, ‘dostumuz ve kardeşimiz’ diye tarif ettiği bir mü’min ‘Amerikan sefiri vasıtasıyla’ bir teşebbüs dile getirdiğinde “Sefirlerin kafası siyasetle meşgul olduğundan ve Risale-i Nur siyasetle alâkası olmadığından, siyasî bir kafa, çabuk takdir edemiyor. Hem Risale-i Nur, müşterileri aramaz; müşteriler onu aramalı, yalvarmalı” dediğini de hatırlayalım.
Hem, hatırlamakla da kalmayalım.
Unutmayalım...
METİN KARABAŞOĞLU
__________________
 

HARIS

Asistan
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Diyalog kelimesi kavram olarak önemli, diyalog kelimesi kullanılmadan önce müslümanlar ne yapıyorlardı. Tebliğ değilmi? Tebliğin hikmet ve güzel öğütle yapılması gerektiğini İslam ahlakı belirlemiyormu? Neden kendi kavramlarımızı değilde, Papanın programı olan bir hareketin kavramını kulanıyoruz madem. Pekala diyelim diyaloğa tebliğ diyorsunuz, o zaman diyalogçuların hareketlerinin olumlu manada bir katkısı gerekmezmi?
Diyalog hareketinden sonra bakın yakın zamanda neler oldu.
Bosnada Müslümanlar yüzbinler adına katledildi,
Çeçenistanda bir islam toplumu yok edilircesine katledildi ve devam ediyor,
Irak işgal edildi, milyonlarca müslüman kanı döküldü,
Filistinde süregiden müslüman katliamı dahada fazlalaştı,
BUNLAR SAVAŞ PLANINDA,
Diğer alanda bir değişiklik yok,
Batılı aşşağılık kafirler, şeytan ayetleri adlı kitap yazdırdı, alçak yazarını bütün batı ve uşak devletleri sahiplendi, Kurana ve Rasululaha ve islami mukaddeslere hakaretler edildi,
Danimarkalı şerefsiz mahlukatlar arsızlıkta ayyuka çıktılar,
En son kendisi ile bizzat diyalog yapılan geberen papa " Yegane hakikat hristiyan katolikliktir " dedi, sürünerek yaşayan alçak papa ise Rasulullah hakkında neler söyledi malumunuz.
Değerli kmardeşlerim hani bu diyalogun meyveleri. Gözlerimizi kapamayalım diyorum.

Kardeşim Öncelikle Bir çok Açısı Mevcuttur... Çağımızda Hıristiyanlık, Masonluk Siyonizm ve Bir Dizi Dinsizlik çeşitli şekillerde hareket etmektedir... Deccali Medyalarda İslam, Kur'an, Peygamberimiz ve Müslümanlar Fitne nazarında ve Kara propagandalar ile körüklenip kötülenmektedir... İslam Hakkında Bilgi sahibi olmayan Dünya'nın Kendisine ait olan bilgilerin İslam Düşmanları tarafından empoze edilmesi vesilesiyle ''Hak Din'' olan İslam'ı Tebliğ Etmeden önce bazı fitne yalan ve deccali haberleri ortadan kaldırma zorunluluğu oluşmaktadır...

Diyalog Bu Amaca hizmet eden Çağımızdaki Zaruri bir Kavramdır...

Diyalog Siyasi Malzeme olarak kullanıldığı için Zihinler bulanmaktadır... İlimde cahil olan sadece sempatizanı olan kardeşlerimizin yaptığı eksikler/hatalar/yanlışlar'da eklenince işin içinden çıkılmaz hal alır... Savunma psikolojisi ile Yapılan işlerin Amel-i salih olduğunun bilinci içerisinde korumaya çalışır... Bu Vesile ile Diğer Müslüman Kardeşlerimiz Konuların ''Amaç'', ''Gaye'', ''Hangi mülahazaya göre'' olduğunu anlamak için istişare acizane şarttır...

Şüpheler İslam Tavizinde ise ''Emri Bil Mağruf'' emri uyarınca kardeşlerimizi uyarmak... Bir Müslümanın vazifesidir... Lakin bir Müslüman'ın Kalbindeki Merhamet ve Allah korkusu ile bilmediğini yahut ne amaçla söylendiğini bilmediğinden doğrudan Fitne nazarı ile saldırmaması gerekir... ! Haşa Tekfir etmemesi gerekir... !

Bir diğer yandan Amel-i Salih olduğuna şahid olmuş kanaat getirmiş Diyaloğu Savunma Psikolojisi ile koruyan kardeşlerimizde Tekrar tekrar gözden geçirmeli... Yapılan hata/eksiklik/yanlışlıkları kavramalı ve istişare hatta eleştiriye karşı sabırlı olmalı tabiri caiz ise Körü Körüne savunmaya kalkmamalı İlmi yüksek seviyelerden cevaplama yoluna gitmelidir...
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
HOCAEFENDİ’NİN PAPA İLE GÖRÜŞMESİ

Bilindiği gibi Fethullah Gülen Hocaefendi 1998 senesinde sabık Papa, Jean Paul ile Vatikan’da bir görüşme yapmış ve bu görüşme içte ve dışta çeşitli kesimler tarafından eleştirilmişti.

Röterdam İslam Üniversitesi Rektörü sayın Prof. Ahmed Akgündüz Bediüzzaman ve Küreselleşme adlı sempozyumda bu görüşmenin etkisini bir cümle ile çok güzel özetliyor.

Akgündüz hoca, Türkiye’den gelen bir dindar yazarın kendisini ziyareti sırasında dinler arası diyalog çalışmalarını ve bu görüşmeyi tenkit etmesi üzerine ona şöyle cevap verdiğini söylüyor;

Hocaefendi’nin Bediüzzaman’dan aldığı dersle yaptığı o görüşme bugün Müslümanların Avrupa’daki yolunu açmıştır

deyince muhatabım özür diledi ve

meğer ben bilmiyormuşum” dedi.


Salih Okur
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
açmazlar 3

"Bu satırların yazarı da aslında diyaloga taraf olmakla beraber, son yıllarda diyaloga bu kadar sıkça vurgu yapılmasından da rahatsızdır. Zira, bu uğurda, bir çok ölçü kaçmakta ve bir çok gönül kırılmaktadır. ‘Dışarı’ tabirini hakkedecek biri, hoş görülürken; ‘içeri’den birilerinin kalpleri kırılmakta ve gıybet sınırları çok çok aşılmaktadır. Söz gelimi bir hristiyana karşı gösterilen hoşgörü, bir müslümandan esirgenebilmektedir."
AHMET NAZLI
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Açmazlar 4

"Risale-i Nur’dan ve müellifinin hayatından hareketle dile getirdiğimiz bu tez, diyalog ve hoşgörünün ‘merkezden muhite’ olması gerektiği; yani, diyalog ve hoşgörümüzden en fazla nasibi en ziyade yakınımızda olanların alması gerektiği üzerineydi. ‘Öteki’yle diyalog ve ‘öteki’ne hoşgörü, elbette olması gereken bir keyfiyetti ve bir faziletti. Ama ‘öteki’ olmayan biriyle; yanımızdaki, yakınımızdaki, dahası içimizdeki bir mü’minle hoşgörü ve anlayış temelinde gelişen bir diyalog tesisi daha zordu. Zira, ‘öteki,’ ötekiydi son tahlilde; “Sen yoluna, ben yoluma” diyebileceğimiz biriydi. Sabah-akşam beraber olduğumuz, aynı hizmet alanında yürüdüğümüz, bu anlamda duruşu ve görüşü ile bize ‘rakip’ olabilecek biri değildi. Dolayısıyla, onunla diyalog daha kolaydı. Buna karşılık, içimizden biriyle olan diyalog biçimimiz, diyalog çabamızın içtenliği ve derinliğini sınama imkânı vermekteydi. Ki, işte Bediüzzaman, bu sınamada bir yüzakı örneği sunmuştu bize. Her iki İhlas Risalesi’nde koyduğu ölçüler, mektuplarında dile getirdiği ölçüler; dahası, talebelerine ve kardeşlerine, ve mesleken aynı hizmet çizgisi içinde yer almayan sair mü’minlere davranış biçimi, bu noktada son derece manidardı."

Metin KARABAŞOĞLU
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Açmazlar 5

Açmazlar 5
İnsanlara, “Tarafımızdan takdir görmek istiyorsan, öncelikle öbür tarafta olmalısın. Baştan bizim tarafımızda olursan veya bizim tarafa geçersen bu iltifatları göremezsin” mesajını veriyoruz âdeta.
Bunun yanında, bizim hakikat eri, alnı secdeli, eli kalem tutan ve hak söyleyen, dili hakikatten başkasına dönmeyen kardeşimize, ağabeyimize, ablamıza, âlimimize, entellektüelimize, “Hizmetimize hakkaniyetli bir eleştiri getirdi” veya “getirebilir” diye, ambargo koyuyor, sansür uyguluyor, dedikodunun en çirkinlerine dahi başvurup kulaktan kulağa ona kulak vermeme, söylediklerine kulak kapama, yazdıklarını okumama, okunmasını engelleme direktifleri yayarak aramızdan dışlayabiliyoruz. Uzlaşma diye farklı kutupları biraraya getirmeye soyunan bizden birileri, kendi içinde uzlaşmaya razı olamadıklarını farkedemiyorlar. Uzak olana bu kadar yakın olan niceleri, yakınında olanlara bu kadar uzak!
Kendilerine methiyeler dizdiğimiz, imkânlarımızı sonuna kadar önlerine serdiğimiz bu insanlar ne yardan ne serden misali hem birilerinin tarafında görünüp onlardan nimetleniyor, hem de bir-iki cümle ile bizim tarafa uzanıp ‘pazarlarını genişletiyor’lar. Biz ise, bunu bile bile, elimizdeki hakikatler sanki onların teveccühlerine muhtaçmış gibi, bu hakikatlerin sanki onlar tarafından onaylanmaya ihtiyacı varmış gibi bir eziklik içerisinde vakarımızdan vazgeçebiliyoruz. Yani, bu insanlar bizim tarafta görünmekle bir bedel ödemiyorlar. Aksine, imkanlarına imkan katıyorlar. Oysa ki bizim gibi düşünmeyen mü’min kardeşimiz zaten ‘karşıdakiler’in mutlak ambargosuna maruzken, bir de kardeşlerinin sahip çıkmamasıyla ortada kalakalıyor. İki defa bedel ödemek zorunda bırakılıyor.
Bu oyun bitmeli.
Bu haksızlık, bu kadir bilmezlik, bu ‘mü’minlere karşı öfke, karşıdakilere karşı sevgi’ tablosu semtimizden çekip gitmeli...
İNCİ ŞİRVAN
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
HASAN KARDEŞ SENDEN BİR ÖZÜR ALACAĞIM VAR.. VERMEDEN SENLE VE

YAZDIKLARINLA MUHATAB OLMAM BEN..biraz enaniyet yapim bari..


SEN ÜSTADIN SÖZÜNÜ TERS VE KÖTÜ YORUMLAYAN BİR KİŞİYE

DESTEKLEDİN Mİ DESTEKLEME DİN Mİ.... DESTEKLEDİN

VE TEŞEKKÜR ETTİN DEĞİL Mİ KARDEŞİM..SAĞOLASIN...

--YAZDIĞIN AÇMAZLARINLA SENİ BAŞ BAŞA BIRAKIYORUM...BAK BİZ ÜÇ KİŞİ KONUŞUYORUZ DEĞİL Mİ...
 

Satuk Buğra

Profesör
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
1,121
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
53
Diyalog bir papa programıdır ve bu programda yer alan herkesde papanın memurudur. Sonuçlarıda ortadadır. İslamı devlet olarak islam ülkelerinde kurulmasının önüne geçme hareketidir.
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
“Yeni Mesaj Grubu
o ifadeleri
sarf etmiş ise ,
yanlış yapmıştır"


Genc::Adam :

Diyaloğa karşı çıkan Yeni Mesaj Grubunun , Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında “gizli kardinal” , “Müslümanları Hıristiyanlaştırıyor” ,” Amerikan ajanı” ve Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri için “İngiliz ajanı” , “2.Lawrence” şeklindeki ifadelerine kendi medya organlarında ve internet sitelerinde şahit olmaktayız. Mümin olduğunu beyan eden bir kişinin , başka bir mümini bu tarz tekfir etmesinin dinimizdeki yeri nedir ?


Mehmet Talu Hoca :

Şimdi , ben bu tarz ifadeleri görmüş değilim. Dolaysıyla bu ifadeler varmı yokmu bilmiyorum, şayet bu ifadeler söylenmiş ise , elbette bir müslüman hakkında bunu söylemek yanlıştır.Bu ifadeleri kabul etmek mümkün değildir. Ben şunu görüyorum , iki tarafında birbirlerini anlamadan kulaktan gelme ifadelerle ağır ithamlarda bulunduklarını görüyorum. Diyaloğa karşı çıkanlar hakkında karmatiler , anarşistler , hariciler vasfediliyor , onlarda anlaşılan bu şekilde mukabele ediyor. Mümine tekfir etmek çok tehlikelidir.Allah korusun kendisi kafir olur , kafirin kafir olmadığını dile getirmekte küfürdür. Ehl-i sünnet uleması , kelimeyi küfür söyleyene hemen kafir demeyi uygun bulmuyor , mümkünse uyarıp o kişiyi kurtarma yolunu seçiyor !

Genc::Adam :

Karmati , Harici ve Anarşist tesbiti ile Diyaloğa körü körüne karşı çıkan , Diyaloğun hiçbir şekilde İslam’da yeri olmadığını beyan eden zümreler için sarf edildiğini görüyoruz, yoksa Diyalog ile ilgili samimi ve yapıcı endişeler taşıyan kardeşlerimiz için sarfedilmediğini , makalenin içeriğinden anlıyoruz ! Yoksa , o listeye Siyonistleri ve bir takım evangelistleride eklemek mümkündür.

Mehmet Talu Hoca :

Konu açılmışken şunu da ifade etmeden geçemiyeceğim : Haydar Baş’ın , Hocaefendiye yazmış olduğu mektub genel manada kabul edilebilinir bir mektubtur , yanlış hatırlamıyorsam “tesettür teferruattır” gibi söylemleri de içeren mektubu kast ediyorum.

Genc::Adam :

Hocaefendi “tesettür fur’uata ait bir meseledir” dedmişti , Hürriyet gazetesinin bir Yazarı bunu “tesettür teferruattır“ şeklinde dile getirdi , ne hikmetse bazıları Hocaefendinin usul’e ait bir meselesini değilde , Hürriyetteki bu yoruma göre Hocaefendiyi yargılamaya çalıştı…Neyse , röportajımıza devam edelim…


Genc::Adam :

Kur’an-ı Kerim, Hz.Musa (AS) mı firavun gibi birisine gönderirken “Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır, yahut korkar.” (Taha, 44) demektedir. “Kavl-i leyine” emrinin günümüze bakan yönleri nelerdir ?


Mehmet Talu Hoca :

Kur’an-ı Kerim , burda çok önemli bir tebliğ ve davet usulune işaret ediliyor. Söylediğimiz hakikatı , o hakikatte bir değişiklik yapmadan onlara nazik bir şekilde söylemektir. Yoksa , kırıcı bir uslubla değil.Günlük muamelerlerimize de örnek verebiliriz. Mesela bir kişiden alacağınız varsa ve de sizin de ihtiyacınız varsa , “kardeşim ihtiyacım var bana borcunuzu ödermisiniz” demek var , birde “yahu kardeşim şu borcunu bana versene” sertliğinde söylemek var. Neticede her ikiside aynı olmakla beraber ifade ediş tarzında farklılık var.

Genc::Adam : S

açı olmayan bir insana “Kel” hitabı ile ”saçları dökülmüş” demek gibi herhalde ..

Mehmet Talu Hoca :

Evet , dolyasıyla bizler İslamı tebliğ ederken karşımzıdakilerin seviyesini düşünerek , islamı en iyi bir şekilde olduğu gibi anlatma durmundayız Kaba ve sert davranmaktan kaçınmalıyız. Diğer Ayetlerden de anladığımıza göre , ancak “Harbi” (savaş yaptığımız) olan ve İslama açıktan düşmanlık izhar edenlere karşı sert davranılmalıdır. Ama gerek memleketimizde , gerek yurtdışındaki gayri müslimlerle karşılaştığımızda İslama yumuşak ve seviyeli tebliğ yapmalıdır !

-
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
Diyalog bir papa programıdır ve bu programda yer alan herkesde papanın memurudur. Sonuçlarıda ortadadır. İslamı devlet olarak islam ülkelerinde kurulmasının önüne geçme hareketidir.


...BAK KARDEŞ DÜNYADAKİ GELİŞMELER SENİN DEDİĞİNİN TERSİNİ

SÖYLÜYOR...





AVRUPA'DA EN HIZLI YAYILAN DİN İSLAM



Son yirmi yıldır dünya genelinde Müslümanların sayısında istikrarlı bir artış söz konusudur. 1973 yılında yapılan istatistikler dünya çapında Müslüman nüfusun 500 milyon olduğunu gösterirken, bugün bu rakam 1.5 milyara yaklaşmıştır. Her dört kişiden birinin Müslüman olduğu günümüzde, Müslümanların sayısının tarihte ilk defa Hıristiyanların sayısını geçtiği bildirilmektedir. Müslüman nüfusun sayısının yakın gelecekte daha da artacağı ve İslam'ın dünyanın en büyük dini haline geleceği tahmin edilmektedir. Bu istikrarlı yükselişin nedeni, sadece Müslüman ülkelerin nüfuslarının artış hızı değil, aynı zamanda diğer dinlerden ve kültürlerden pek çok insanın İslam'ı seçmesidir.

Özellikle 11 Eylül 2001 tarihinde Dünya Ticaret Merkezi'ne gerçekleştirilen terör saldırısının ardından İslam'a yöneliş daha da hızlandı. Başta Müslümanlar olmak üzere tüm dünyanın şiddetle kınadığı bu saldırı, bir anda insanların -özellikle Amerikan vatandaşlarının- dikkatlerini İslam'a çevirmelerine neden oldu. İslam'ın nasıl bir din olduğu, Kuran'da nelerin haber verildiği, bir Müslümanın sorumluklarının neler olduğu ve gerçek bir Müslümanın nasıl yaşaması gerektiği Batıda en çok konuşulan konular haline geldi. Bu ilgi doğal olarak pek çok ülkede İslam'a yönelen insanların sayısında önemli bir artış sağladı. Böylece 11 Eylül saldırılarının ardından pek çok kişi tarafından dile getirilen, "bu saldırının dünya tarihinin akışını değiştirecek bir olay olduğu" şeklindeki öngörü, bir anlamda gerçekleşmeye başladı. Uzun bir süredir dünya çapında yaşanan dini ve manevi değerlere dönüş süreci, bu olayla birlikte hak din olan İslam'a dönüş halini aldı.
Bazen bir gazete kupüründe, bazen bir televizyon haberinde duymaya başladığımız bu yönelişle ilgili gelişmeler art arda sıralandığında, yaşananların ne kadar olağanüstü olduğu görülecektir.

Çoğu zaman sadece gündem maddelerinden herhangi biri gibi sunulan bu gelişmeler, aslında İslam ahlakının dünyaya çok hızlı bir şekilde yayılmaya başladığının çok önemli işaretleridir. Tüm dünyada olduğu gibi Avrupa'da da İslam hızlı bir yükseliş içerisindedir ve bu yükseliş özellikle birkaç yıldır daha çok dikkat çekmektedir. Son yıllarda 'Avrupa'da İslam'ın yükselişi', 'Müslümanların Avrupa'daki konumu', 'Avrupa toplumları ve Müslümanlar arasındaki diyalog' gibi ana başlıklar altında toplanabilecek pek çok tez, araştırma ve makale yayınlanmıştır. Akademisyenler tarafından hazırlanan bu yayınların yanı sıra medya da, İslam ve Müslümanlar konusunu oldukça sık ele almıştır. Bu ilginin temelinde hiç şüphesiz Müslümanların sayısının gittikçe artıyor olması yer almaktadır. Üstelik bu artış iddia edildiği gibi yalnızca Müslüman ülkelerden Avrupa'ya yaşanan göçten kaynaklanmamaktadır. Elbette bu göçlerin de Müslüman nüfusun artışında bir etkisi vardır, ancak pek çok araştırmacının bu konuya yönelmesindeki asıl sebep, din değiştirip Müslüman olmayı tercih edenlerin sayısındaki artıştır. Nitekim 20 Temmuz 2004 Tarihli NTV haberlerinde "Avrupa'da en hızlı yayılan din İslam" başlığı altında Fransız İç İstihbarat Dairesi tarafından hazırlanan rapor ele alınmıştır. Raporda; Batılı ülkelerde, özellikle 11 Eylül saldırılarının ardından, İslam dinini tercih edenlerin sayısının daha da arttığı belirtilmiştir. Örneğin Fransa'da sadece geçen yıl Müslüman olanların sayısı, 30 ila 40 bin arasında artmıştır....

Katolik Kilisesi ve İslam'ın Yükselişi

Avrupa toplumları içinde İslam'ı seçerek din değiştirenlerin gittikçe çoğalmasını ilgi ile takip eden kurumlardan biri, merkezi Vatikan'da bulunan Katolik Kilisesi'dir. 1999 yılının Ekim ayında yapılan Avrupa Katolik Kiliseler Toplantısı'nın ana gündem maddesi yeni milenyumda kilisenin hangi pozisyonda olacağını değerlendirmekti. Toplantıya katılan hemen hemen tüm din adamlarının asıl olarak üzerinde durdukları konu ise İslam'ın Avrupa'daki hızlı yükselişi oldu. Toplantıda yapılan konuşmaları sayfalarına taşıyan National Catholic Reporter dergisinin verdiği habere göre, bazı radikal kişiler, Müslümanların Avrupa'da güçlenmesini engellemenin tek yolunun İslamiyet'e ve Müslümanlara karşı hoşgörüden vazgeçmek olduğunu belirtirken, daha objektif ve tutarlı olan kişiler de her iki dinin de mensuplarının aynı Allah'a iman ettiklerinin dolayısıyla bu iki din arasında herhangi bir çatışma veya mücadelenin söz konusu olamayacağının altını çizmişlerdir. Öyle ki toplantının Almanca olarak yapılan bir oturumunda, Almanya Kardinali Karl Lehmann, "İslam'da, pek çok Hıristiyan'ın tahmin ettiğinden çok daha fazla çoğulculuk vardır" diyerek, radikallerin İslam ile ilgili öne sürdükleri iddialarında doğruluk payı olmadığını söylemiştir.
Kilisenin yeni milenyumdaki yeri belirlenirken Müslümanların hangi konumda olacağının dikkate alınması, aslında çok yerinde bir değerlendirmedir. Çünkü Birleşmiş Milletler'in 1999 yılında yaptırdığı bir araştırma, Avrupa'da Müslüman nüfusun 1989 ile 1998 arasında %100'den daha büyük bir hızla arttığını göstermektedir. Bugün Avrupa'da, 3.2 milyonu Almanya'da, 2 milyonu İngiltere'de, 4-5 milyonu Fransa'da, diğerleri de başta Balkanlar olmak üzere Avrupa geneline yayılmış yaklaşık 13 milyon Müslüman yaşadığı bildirilmektedir. Ve bu rakam Avrupa nüfusunun %2'sinden fazlasını oluşturmaktadır.

Avrupa'daki Müslümanların Dini Bilinçleri Artıyor

Avrupa'daki Müslümanlarla ilgili yapılan araştırmaların ortaya koyduğu bir başka gerçek daha vardır: Bir yandan Müslümanların sayısı artarken, bir yandan da Müslümanlar arasında dini bilinçlenme de yaşanmaktadır. Fransız Le Monde gazetesinin Ekim 2001 tarihinde yaptırdığı bir ankete göre Avrupa'daki Müslümanlar, 1994 yılında yapılan araştırmaya oranla daha çok namazlarına devam edip daha çok camiye gitmektedirler, oruç tutanların sayısı da 1994'e oranla çok daha fazladır. Üstelik bu bilinçlenme daha çok üniversite öğrencileri arasında görülmektedir.

Aktüel dergisinde, 1999 yılında yabancı basına dayanarak hazırlanmış bir haberde, Batılı araştırmacıların bundan yaklaşık 50 yıl sonra Avrupa'nın İslam'ın en önemli yayılma merkezlerinden biri olacağını tespit ettikleri yer almaktadır.

İslam Avrupa'nın Ayrılmaz Bir Parçasıdır

Sosyolojik ve demografik araştırmaların işaret ettiği bu gelişmelerin yanı sıra unutulmaması gereken tarihi bir gerçek daha vardır. O da Avrupa'nın İslam ile yeni tanışmadığı, aslında İslam'ın Avrupa'nın ayrılmaz bir parçası olduğudur.
Kuşkusuz Avrupa ile İslam medeniyetleri, birbiri ile yakın ilişki içerisinde olmuş iki medeniyettir. Önce İber yarımadasında kurulmuş olan Endülüs Devleti, daha sonra Haçlı Seferleri ve Osmanlı'nın Balkanları fethi, Avrupa ve İslam toplumları arasında düzenli bir etkileşime neden olmuştur. Ortaçağ karanlığı içine gömülmüş olan Avrupa'daki gelişme ve ilerleme hareketlerinin asıl öncüsünün İslamiyet olduğu bugün pek çok tarihçi ve sosyolog tarafından da dile getirilmektedir. Tıp, astronomi, matematik gibi alanlarda Avrupa'nın oldukça geri olduğunun bilindiği dönemlerde Müslümanların engin bir bilgi hazinesine ve gelişmiş imkanlara sahip oldukları bilinmektedir.

Ortak Bir Kelimede "Tevhidde" Buluşmak


İslam'ın yükselişinin kendisini gösterdiği alanlardan birisi de, son yıllarda hız kazanan 'dinler arası diyalog' çalışmalarıdır. Her üç ilahi dinin de temel çıkış noktasının aynı olduğu ve ortak bir noktada birleşmenin mümkün olduğu görüşünden yola çıkan bu çalışmalar büyük ölçüde başarıya ulaşmış, özellikle Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında önemli bir yakınlaşma söz konusu olmuştur. Allah Kuran'da Müslümanların, Kitap Ehli'ni (Hıristiyanlar ve Yahudiler) ortak bir kelimede buluşmaya davet etmelerini şöyle bildirmiştir:
De ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız bir kısmımızı Rabler edinmeyelim..." (Al-i İmran Suresi, 64)​
Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar, ortak inançlara ve ahlaki değerlere sahiptir. Allah'ın varlığına ve birliğine, meleklerine, peygamberlerine ahiret gününe, cennet ve cehennemin varlığına iman etmek her üç dinin de temel şartlarındandır. Bununla birlikte fedakarlık, alçakgönüllülük, sevgi, hoşgörü, saygı, merhamet, dürüstlük, her türlü haksızlıktan kaçınmak, adil olmak, vicdanlı davranmak gibi güzel ahlak özellikleri de ortak değerlerdendir. Bu nedenle her üç dinin de aynı safta yer alması, yeryüzünde dinsiz ideolojilerin eseri olan çatışmaların, kavgaların ve acıların sona erdirilmesinde son derece önemlidir. Dinler arası diyalog çalışmaları bu açıdan değerlendirildiğinde daha da önem kazanmaktadır. Bu dinlerin temsilcilerini bir araya getiren, ortak seminerler ve konferanslar aracılığı ile barış ve kardeşlik mesajları veren bu girişimler 1990'lı yılların ortalarından bu yana düzenli olarak devam etmektedir.

Kutlu Bir Dönemi Müjdelemek


Tüm bilgiler alt alta konulduğunda, dünya genelinde yoğun olarak İslam'a yöneliş olduğu, İslam'ın dünya gündeminin giderek en önemli konusu haline geldiği açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu gelişmeler dünyanın artık yepyeni bir döneme doğru ilerlerdiğine işaret etmektedir. Bu yeni dönemde, Allah'ın izni ile, İslamiyet önem kazanacak, Kuran ahlakı insanlar arasında dalga dalga yayılacaktır. Bilmek gerekir ki, bu yöneliş tam 14 asır önce Kuran'da müjdelenmiş olan çok önemli bir gelişmedir. Kuran'da Allah şöyle buyurmuştur:
Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler istemese de Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor. Müşrikler istemese de O dini (İslam'ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur. (Tevbe Suresi, 32-33)

Görüldüğü gibi İslam ahlakının yayılması Allah'ın iman edenlere bir vaadidir. Kuran ayetleri dışında Peygamber Efendimizin pek çok hadisinde de Kuran ahlakının dünyaya hakim olacağı bildirilmiştir. Buna göre ahir zaman olarak adlandırılan kıyamet öncesindeki dönemde, insanlar önce haksızlığın, adaletsizliğin, yalanın, sahtekarlığın, savaşların, çatışmaların, kavgaların, ahlaki dejenarasyonun yaygınlaştığı bir dönemi yaşayacaklardır. Bu dönemin ardından ise, Kuran ahlakının dalga dalga insanlar arasında yayılmaya başladığı ve en sonunda tüm dünyaya hakim olduğu Altınçağ gelecektir. Peygamberimiz (sav)'in Altınçağ'ı müjdelediği hadisler ve bazı İslam alimlerinin bu konudaki yorumları şu şekildedir:
Adalet o denli olur ki, uykuda olan bir kimse dahi uyandırılmaz ve bir damla kan bile akıtılmaz. Dünya, adeta Asr-ı Saadet devrine geri döner. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 29)​

... Kurtla koyun birarada oynayacak, yılanlar çocuklara zarar vermeyecektir. İnsan bir avuç tohum atacak, 700 avuç hasat edecektir. Riya, riba, zina, içki kalmayacak, ömürler uzayacak ve emanet zayi olmayacaktır. Kötüler helak olacak, Peygamber Efendimize buğzedecek kimse kalmayacaktır. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 43)​

İnsanlar oldukça hayırlı, yaşantıları gayet rahat olacaktır. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, Ahmed İbn-i Hacer-i Mekki (Heytemi), tercüme: Müşerref Gözcü, s. 54)​

... Eşyayı, malı dağıtacak, fakat bolluktan dolayı kabul eden olmayacaktır... (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s.31)​
Hadislerde de görüldüğü gibi Altınçağ adaletin, bolluğun, bereketin, huzurun, güvenliğin, barışın, kardeşliğin hakim olacağı insanlar arasında sevgi, fedakarlık, hoşgörü, şefkat, merhamet, sadakat gibi duyguların yoğun olarak yaşanacağı bir dönem olacaktır. Peygamberimiz (sav) hadislerinde bu kutlu dönemin Hz. Mehdi'nin vesilesi ile yaşanacağını belirtmiştir. Hz. Mehdi, ahir zamanda gelecek ve tüm dünyayı içinde bulunduğu kaostan, adaletsizlikten ve ahlaki çöküntüden kurtaracaktır. O, inkarcı ideolojileri ortadan kaldıracak, dünyanın dört bir yanında devam eden adaletsizlikleri, zulümleri, terörü sona erdirecek, dinin Peygamberimiz (sav)'in dönemindeki şekliyle yaşanmasını sağlayacak, Kuran ahlakını insanlar arasında hakim kılacak, tüm dünyada huzuru ve barışı tesis edecektir.

Bugün dünya üzerinde yaşanan İslam'a yöneliş ve yeni dönemde Türkiye'ye biçilen rol, Kuran'da ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde müjdelenen dönemin çok yakın olduğunun önemli işaretleridir. Temennimiz Allah'ın bizleri de bu kutlu döneme şahit kılmasıdır.

Önceki Yazı
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
BEKLENEN OSMANLI NASIL GELECEK?
Harun Yahya​
İnsanlığın barışa, huzura ve kardeşliğe en çok ihtiyaç duyduğu bu yıllarda tek çıkar yol güzel ahlaklı, adaletli, inançlı ve vatansever nesiller yetiştirmektir. Bunun yolu ise, modern çağın iletişim araçlarını ve yöntemlerini kullanarak, milli ve manevi değerlerin yüceltilmesidir. Yeni yetişmekte olan Türk gençliği, sahip oldukları Türk ve Müslüman kimliği, Osmanlı mirası konusunda modern kitle iletişim araçları vasıtasıyla bilinçlendirilmelidir. Müslüman-Türk kimliğinin öneminin tam olarak anlaşılması için bu kimliği taşıyan insanların asırlar boyunca tüm dünyaya nasıl nizam verdiği anlatılmalıdır.
Türk Milleti tarih boyunca her biri diğerinden güçlü 16 devlet kurmuş ve bu devletlerin yönetiminde gösterdiği üstün kabiliyetle tüm dünya milletlerine tarih boyunca örnek olmuştur. Selçuklu ve Osmanlı devletleri başta olmak üzere, Müslüman-Türk Milleti'ni güçlü kılan unsurları sadece askeri güçle açıklamak ise mümkün değildir. Dünyanın en karışık ve en hassas bölgesini asırlar boyunca hakimiyeti altında tutan gücün altında o dönemde Kuran ahlakına dayanan bir ahlak anlayışı yatmaktadır.
Rabbimiz tarafından Kuran'da bildirilen bu ahlakın başlıca özellikleri, zulümden ve haksızlıktan uzak durarak dürüst ve mert davranmak, koşullar ne olursa olsun adaleti her zaman ayakta tutmak, hoşgörüden ve uzlaşmadan yana olmaktır. Bu özellikler nedeniyledir ki kendilerine tabi olan halklar da her zaman Müslüman Türklerin yönetiminden razı olmuş, hatta çoğu zaman kendi istekleriyle onların yönetimleri altına girmişlerdir. En geniş anlamda Osmanlı İmparatorluğu'ndaki bu adaletli yönetim sayesinde tüm Balkanlar'ı, Kafkasya'yı ve Ortadoğu'yu kapsayan coğrafyada, üç dine ve muhtelif mezheplere mensup, dilleri, kültürleri, ırkları birbirlerinden tamamen farklı milyonlarca insan bu hakimiyet altında asırlar boyunca huzur içinde yaşamışlardır.
Ancak günümüzde aynı topraklar üzerinde acı, gözyaşı, zulüm ve savaş bir türlü sona ermemektedir. Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar'dan oluşan ve Türkiye'nin tam merkezinde yer aldığı "Osmanlı Coğrafyası" halen çok hareketli ve karışık bir yapıya sahiptir. Osmanlı Devleti'nden sonra bölgede oluşan boşluk henüz doldurulamamış ve gerçek anlamda bir güven ortamı sağlanamamıştır. Bu durum aynı topraklarda asırlar boyunca Osmanlı liderliğinde örnek bir "birlikte yaşama modeli" uygulayan Müslüman Türk Milleti'ne dikkati çekmektedir. Ve bu modelin günümüzde ve gelecekte de sadece Müslüman Türk Milleti tarafından gerçekleştirilebileceği gerçeğini ortaya koymaktadır. Nitekim son yıllarda pek çok devlet adamı, siyaset bilimci ve araştırmacı yazar, başta Osmanlı Devleti olmak üzere, Türk devletlerinin başarıyla yürütmüş olduğu adil yönetim sistemini incelemektedir. Bu incelemelerdeki amaç ise, Türklerin gerçekleştirdiği sistemi temel alan, yeni bir yönetim modeli oluşturmaktır.
Tarih, gerek Ortadoğu’ya, gerek Balkanlar ve Kafkasya'ya kalıcı barışın getirilebilmesinin, Osmanlı mirasının varisi olan Türkiye'nin liderliğinde mümkün olabileceğini göstermektedir. Türkiye'nin liderliğinde oluşturulacak bir birlik, hem çatışmaların sonu olup bölgeye kalıcı barışı getirecek, hem de tüm bölge ülkelerinin güçlü bir ekonomik işbirliği içerisine girmeleriyle tüm halkların yaşam kalitesini yükseltecektir.​
Türk Milleti son derece sağlam ve köklü bir mirasa sahiptir. Önemli olan bu mirasın önemini gereği gibi kavrayabilmek ve geçmişimize sahip çıkarak yüzümüzü geleceğe dönebilmektir.​

Bu bölgede yaşayan devletlerin askeri, siyasi ve ekonomik açıdan en güçlü olabilecekleri model, birbirleriyle çatışmak yerine güçlerini birleştirmeleriyle oluşacak bir modeldir. Ortak bir dış politika bu devletleri dünya siyasetinde büyük bir güç haline getirecektir. Dolayısıyla 21. yüzyıla adım attığımız bu yeni dönemde Türkiye'nin geleceğe dair misyonu, tarihteki Müslüman-Türk devletlerinin büyüklüğüne ve şanına yakışır nitelikte olmalıdır. Üstelik bu misyon tarihte olduğu gibi bugün de Türk Milleti'ni zirveye taşıyacak, hak ettiği lider devletler arasına dahil edebilecek bir misyon olmalıdır. Dünya tarihinin en güçlü devletlerini kurmuş, tüm Akdeniz ve Ortadoğu coğrafyasına nizam vermiş olan Müslüman-Türk Milleti'nin aramış olduğu çözüm ve çıkış yolları, kendi tarihinde mevcuttur.
Asırlar boyunca şanlı devletler kurmuş, 3 kıtaya hükmetmiş bir milletin torunları ve 21. yüzyılda yeni bir cihan devleti kurmaya aday bir milletin bireyleri olarak bizlere düşen ise, Osmanlı'yı Osmanlı yapan tüm maddi ve manevi değerlerin önemini doğru bir şekilde anlamak ve uygulamaktır.
Osmanlı örneği göstermektedir ki, Türk Milleti çok geniş bir coğrafyayı kolaylıkla yönetebilecek bir birikime, yeteneğe ve güce sahiptir. Önemli olan Osmanlı'nın üzerinde yükselmiş olduğu değerleri iyi anlamak, bunları yeniden ve çağımıza uygun şekilde yorumlamak ve uygulamaktır.
Geçmişte olduğu gibi bugün de Müslüman Türk Milleti sabrı, imanı ve güzel ahlakı ile mazlumun yanında, zalimin karşısında yer alacak, farklı kültürlerden ve kökenlerden gelen insanları adalet ve hoşgörü potasında birleştirecek ve tüm dünyanın özlemini çektiği barış ve güvenlik ortamını oluşturacaktır.
21. yüzyıl, Allah'ın izniyle, tüm Müslüman ve Türk halkları için aydınlık bir çağ olacaktır...
Son yıllarda Ortadoğu’da kaos ve karmaşa yaşanması dünya tarihçilerini yoğun şekilde Osmanlı’yı araştırmaya yöneltti.​

11-15 Eylül 2006 tarihleri arasında Türk Tarih Kurumu (TTK) tarafından gerçekleştirilen 15. Türk Tarih Kongresi’ne tam 750 yabancı bilim adamı katılmak için bildiri gönderdi.
Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu, rekor derecedeki katılım talebinin, tarih uzmanları arasında son yıllarda giderek artan Türkiye ve Osmanlı'ya olan ilgiden kaynaklandığını söyledi.
Yusuf Halaçoğlu, bu yılki ilgiyi; “Ortadoğu’da yaşanan olayların geçtiği toprakların Osmanlı coğrafyasında bulunması, tarihçileri bu topraklarda daha fazla araştırma yapmaya itiyor.” sözleriyle açıklarken, Hazırlık Komitesi’nde yer alan Prof. Dr. İlber Ortaylı da, eskiden sadece Avrupalıların ilgi gösterdiği Osmanlı’ya şimdi tüm dünyadan ilgi olduğunu belirtti.​
Çanakkale Savaşı'nda başarıya ulaşılmasının nedeni olarak askerlerimizin İslam ahlakına olan bağlılığı gösterilmektedir.​

Kuşkusuz ki, Türk tarihinin en önemli olaylarından biri Kurtuluş Savaşı’dır. Bu savaşın kazanılmasında ise, Türk Milleti'nin inançlı tavrının çok büyük bir rolü olmuştur. Genç-yaşlı demeden büyük fedakarlıklar gösteren Türk insanı, vatanın müdafasına önemli bir katkıda bulunmuştur.
Çanakkale Savaşı sırasında kahraman ordumuzun da manevi gücüyle ayakta kaldığını gören Atatürk, askerlerimizin kararlılıklarını şöyle ifade etmiştir:​
Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir fütur (yılgınlık) bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuran'ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler, kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren, şaşılacak ve övülecek bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesi'ni kazandıran bu yüksek ruhtur. (Atatürk'ten Seçme Sözler, Derleyen: Cihat İmer, Remzi Kitabevi, 1989, s. 13)
Bu iman vesilesiyledir ki, Türk Ordusu Çanakkale'de binlerce şehit vermesine rağmen en ufak bir gerileme ve sarsılma göstermeden kahramanca mücadele etmiştir.​
Osmanlı modeli tüm dünyada büyük ilgi görüyor​

Dünyaca ünlü belgesel kanalı History Channel tarafından hazırlanan Osmanlı belgeseli geçtiğimiz günlerde ABD'de yayınlandı. Belgeselde Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemleri uzun uzun anlatıldı.

Hakkın ve adaletin koruyucusu olduğu ifade edilen Osmanlı Devleti'nin, bütün din ve inançlara açık olduğu vurgulandı.
Belgeselde Osmanlı'nın fetih politikalarına ayrıntılı olarak değinildi ve fetihlerin dine ve etnik temellere dayalı olmadığı anlatıldı. Ayrıca Kanuni Sultan Süleyman döneminde hazırlanan hukuk sisteminden de övgüyle bahsedildi.​
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
ALTINÇAĞIN ALAMETLERİ
Harun Yahya
Günümüzdeki Fitne, Zulüm, Fesat, Kargaşa ve Çekilen Bu Acılar Altınçağın Doğum Sancısıdır
Son yıllarda dünyanın dört bir yanından savaş, katliam, terör, bombalama, kargaşa ve yıkım haberleri geliyor. Masum insanlar, çocuklar, hamile kadınlar öldürülüyor; camiler, hastaneler, okullar, pazar yerleri bombalanıyor; şehirler yaşanamaz hale getiriliyor; milyonlarca insan bu saldırılardan korunmak için evlerini, yurtlarını terk ediyorlar. Üstelik günler, haftalar geçtikçe bu haberlerde bir azalma olmuyor; barışa, güvenliğe ve huzura doğru hiçbir adım atılmıyor. Tam tersine savaş ve zulüm daha geniş alanlara yayılıyor, yıkım her geçen gün artıyor. Bu haberlerin çok büyük bir bölümü ise Müslüman ülkelerden ya da Müslümanların yoğun olarak yaşadıkları bölgelerden geliyor.
Tüm bu gelişmeler Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in ahir zaman müjdelerini bilen Müslümanlar için çok önemli bir çağın habercisi hükmündedir. Yaşananların her biri Peygamberimiz (sav)’in günümüzden 1400 yıl önce haber verdiği ahir zaman alametlerinin art arda gerçekleşmesinden ibarettir.
Ahir Zamanda Dünyanın Durumu
Peygamberimiz (sav) kıyamet öncesinde, savaşların, çatışmanın, kargaşanın, adaletsizliğin, zulmün, fitnenin artacağı, tüm dünyanın büyük bir kaos içine sürükleneceği bir dönemin yaşanacağını; bu dönemin ise adaletin, barışın, huzurun, sevginin, hoşgörünün, bolluğun ve bereketin hakim olacağı Altınçağ’ın habercisi olduğunu bizlere bildirir.
Peygamberimiz (sav)'in verdiği bilgilere göre ahir zamanın ilk devresinde Allah'ı inkar ederek ateizmi ve dinsizliği telkin eden bir takım felsefi sistemler nedeniyle insanlar arasında büyük bir bozulma yaşanacaktır. İnsanlık yaratılış amacından uzaklaşacak, bunun sonucunda büyük bir manevi boşluk ve ahlaki bozulma oluşacaktır. Büyük felaketler, savaşlar ve acılar yaşanacak ve tüm insanlar bu sıkıntılara son verebilmek için "nasıl kurtuluruz?" sorusunun cevabını arayacaklardır.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerindeki, ahir zaman alametleri olarak bildirilen bu gelişmelerin pek çoğu, günümüzde art arda ve birebir haber verildiği şekilde gerçekleşmiştir. Son zamanlarda dünyada görülen savaş ve çatışmaların, terör, şiddet, anarşi ve kargaşanın, katliamların giderek artmış olması ise, yine ahir zamanın ilk döneminin yaşanmakta olduğunun bir göstergesidir.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerindeki bilgilere göre Allah, bu karanlık dönemin ardından insanları ahir zamanın karmaşasından kurtaracak ve büyük bir kurtuluşa ulaştıracaktır. Allah, güzel ahlaktan uzaklaşan insanları, dejenerasyona uğrayan toplumları doğru yola iletmek için “Mehdi” yani “doğruya götüren” sıfatını taşıyan üstün ahlaklı bir kulunu vesile kılacaktır. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde ve İslam alimlerinin açıklamalarında Hz. Mehdi'nin bu doğrultuda üç büyük sorumluluk üstlendiği bildirilmektedir. Hz. Mehdi öncelikle Allah’ı inkar eden ve dinsizliği destekleyen felsefi sistemlerin fikri olarak çürütülmesini sağlayacaktır. Diğer yandan İslam’ı, Kuran’da ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetinde bildirildiği şekilde özüne döndürecektir. İslamiyet’i tüm bozulmalardan, hurafelerden arındırarak gerçek Kuran ahlakının yaşanmasını sağlayacaktır. Ahir zamanın ilk döneminde insanlığın içerisinde bulunduğu tüm karışıklıklara, toplumsal sorunlara, sosyal sıkıntılara çözüm getirecek, yeryüzünde barış, huzur, mutluluk ve güzel ahlakın hakim olmasına vesile olacaktır. Hadislerde Hz. Mehdi'nin yaşanan tüm bu “fitneleri Allah’ın izniyle mutlaka önleyeceği” şöyle bildirilmektedir:
Fitneleri önlemenin kendisine zor gelmeyeceği ve öldürmenin de onu vazgeçiremeyeceği Ehli Beytime mensup birisi sahip olmadan günler ve geceler bitmeyecektir... (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 12)
Tozlu, dumanlı karanlık bir fitne görülecek, bunu diğerleri takib edecek, ta ki Ehli Beytimden kendisine Mehdi denilen bir zat çıkıncaya kadar. Şayet Ona yetişirsen, Ona tabi ol ve hidayete erenlerden ol. (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 26)
Hz. Mehdi ile aynı dönemde yeryüzüne ikinci kez gelecek olan Hz. İsa ise, özellikle Hıristiyan ve Yahudi dünyasına hitap edecek, onları içine düştükleri hurafelerden sıyrılıp Kuran ahlakını yaşamaya çağıracaktır. Hıristiyanların Hz. İsa'ya uymasıyla birlikte İslam ve Hıristiyan alemi tek bir inançta birleşecek ve dünya “Altınçağ” adı verilen büyük bir barış, güvenlik, mutluluk ve refah dönemi yaşayacaktır.
Ahir Zamandan Zulüm ve Kargaşa Haberleri
*Arap Yarımadasında Karışıklıklar
... Arab yarımadasına inerler, ordular düzenlenir, halife öldürülür, dertler de büyür. Şam surları üzerinde bir münadi “Yaklaşan şerden dolayı vay Arabların haline” der. (Celalettin Suyuti’nin Tasnifinden Hadisler, Ahir Zaman Mehdisinin Alametleri, s. 38)
Yine Araplar arasında keskin kılıç ve insanlar arasında şiddetli ihtilaflar olacaktır... (Mer'iy b. Yusuf b. Ebi bekir b. Ahmet b. Yusuf el-Makdi’si “Feraidu Fevaidi'l Fikr Fi'l İmam El-Mehdi El-Muntazar”; Yaşanan Ahir Zaman)
Arap evlerinden, fitnenin girmediği hiçbir ev kalmayacaktır. (Mer'iy b. Yusuf b. Ebi bekir b. Ahmet b. Yusuf el-Makdi’si “Feraidu Fevaidi'l Fikr Fi'l İmam El-Mehdi El-Muntazar”; Yaşanan Ahir Zaman)
"İnsanlar Şam diyarında toplanıncaya kadar Hz. Mehdi zuhur etmez. Fitne yaygınlaşacak insanlar ondan kurtulmak için bir çıkış yolu arayacaklar fakat bulamayacaklar. Kufe ile Hire arasında katliam olacaktır." (Mer'iy b. Yusuf b. Ebi bekir b. Ahmet b. Yusuf el-Makdi’si “Feraidu Fevaidi'l Fikr Fi'l İmam El-Mehdi El-Muntazar”; Yaşanan Ahir Zaman)
*Kufe Irak'ta bir şehirdir.
*Hire (al Hirah) Kufe'nin güneyinde bulunan tarihi bir şehirdir.
"Zevra denilen yerde bir olay meydana gelecektir."
Dediler ki: "Zevra nedir? Ey Allah'ın Resulü!"
O da şöyle buyurdu: "Doğuda bir şehirdir... " (Ukayli “En-Necmu’s-sakıb fi Beyanı Enne’l Mehdi min Evladı Ali b. Ebi Talib Ale’t-Temam ve’l kamal”; Yaşanan Ahir Zaman)
*Zevra, Irak’ın Kuzeyi ile Türkiye’nin Güneydoğusunu içine alan bir bölgenin adıdır.
*Irak ve Acem’in İşgal Edilmesi
Ana, baba, kız, erkek herkesi öldürür ve Acem ve Irak beldelerini feth ederek ümmete acıklı azap tattırırlar. Bunların arasında fitne, şiddet, helak ve kaçmalar olur. (Celaleddin Suyuti'nin Tasnifinden Hadisler – Ahir Zaman Mehdisinin Alametleri, s. 36)
*Masum Çocukların Öldürülmesi
…Muhammed ümmetinden masum bir çocuk öldürüldüğünde, gökten bir melek 'hak onda (Mehdi'de) ve onun yanında olandadır' diye haykırır. (Sabban İsafur Ragibin, s.154)
*Masum İnsanların Katledilmesi
Masum insanlar katloluncaya kadar Mehdi çıkmayacak ve katliamlara yerde ve göktekiler, artık tahammül edemez bir hale geldiğinde zuhur edecektir... (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 37)
Mehdi her dokuzdan yedi öldürülünceye kadar çıkmaz. Günahsız insanların öldürülmesi onlardandır. (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 35)
Günahsız insanlar öldürülmeden Mehdi çıkmaz. Günahsızlar öldürüldüğünde, onları öldürenlere yer ve gök ehli buğz ederler... (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 35)
*Yaygın ve Arka Arkaya Gelen Fitneler
Çok acıklı durumlar ve elim manzaralar görülür. Fitneler arka arkaya devam eder... Ana, baba, kız, erkek herkesi öldürür... Bunların arasında fitne, şiddet, helak ve kaçmalar olur. Ne zaman bitti denilir, gene de devam eder gider. (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 36)
Hiçbir tarafın ondan mahfuz kalmayacağı bir fitne zuhur edecek, bu fitne kaldığı yerden hemen başka bir tarafa yayılacak ve bu durum bir münadinin semadan seslenerek: "Ey insanlar, emiriniz artık Mehdi'dir" demesine kadar devam edecektir. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 23)
Çok yaygın ve sona ermesi mümkün görülmeyen bir fitne çıkacak... (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 55)
Şu muhakkak ki, yakın gelecekte (birbirini takip eden) birtakım fitneler olacaktır. Sonra tekrar fitneler olacaktır. Sonra yine fitneler olacaktır. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir zamanAlametleri, no. 684, s. 375)
Şam'da fitneler bir taraftan sakinleştikçe, diğer bir taraftan alevlenir. Gökten çağırıcı bir melek "Mehdi emirinizdir. Mehdi Halifenizdir" demedikçe de fitneler bitmez. (Risalet-ül Huruc-ül Mehdi, s. 63)
Kıyamet yaklaştığı zaman ve müminlerin kalbi; ölüm, açlık, fitneler, sünnetlerin kaybolması, bid'atlerin ortaya çıkması, emri bil maruf ve nehyi anıl münker (iyiliği emredip kötülükten menetme) imkanlarının kaybolması gibi sebeplerle zayıfladığı zaman benim evlatlarımdan Mehdi ile Cenab-ı Hak sünnetleri ihya eder (canlandırır). Onun adalet ve bereketi ile müminlerin kalbi ferahlar, Acem (Arap olmayan) ve Arap milletleri arasında ülfet ve muhabbet yerleşir. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 66)
"İnsanlar, şiddetli bir korku üzerinde olmadıkça, Mehdi zuhur etmez. Ondan önce zelzeleler, fitneler, insanların başına gelen belalar ve taun (veba) hastalığı zuhur edecektir." (Mer'iy b. Yusuf b. Ebi bekir b. Ahmet b. Yusuf el-Makdi’si “Feraidu Fevaidi'l Fikr Fi'l İmam El-Mehdi El-Muntazar” )
*Müslümanlarla Yahudilerin Savaşması
Müslümanlarla Yahudiler harb etmedikçe kıyamet kopmaz... (Müslim, Tirmizi)
*Şiddetli Savaşların Olması
...Bunun üzerine insanlar silahlarını sıyırırlar şiddetle çarpışırlar. İşte o zaman semadan kendini belli eden bir el görünür ve savaş ise şiddetlenir. (Celalettin Suyuti’nin Tasnifinden Hadisler, Ahir Zaman Mehdisinin Alametleri, s. 51)
... bu çok şiddetli savaşların ve fitnelerin bulunduğu bir senede olacaktır. (Celalettin Suyuti’nin Tasnifinden Hadisler, Ahir Zaman Mehdisinin Alametleri, s. 51)
*Şehirlerin Harap Edilmesi
"Büyük şehirler dün sanki yokmuş gibi helak olur." (Kitabül Burhan Fi Alametil Mehdiyyil Ahir Zaman, s. 38)
Mamur beldeler harab edilince... kıyametle senin aranda şu iki parmak arası kadar bir mesafe kalmış demektir. (Kıyamet Alametleri, s. 143)
*Dünyanın Karışıklık İçinde Kalması
Dünya hercü merc içinde kaldığında, fitneler zuhur ettiğinde, yollar kesildiğinde, bazıları bazısına hücum ettiğinde, büyük küçüğe merhamet etmediği, büyüğe vakarlı davranmadığında... (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s.12)
*Barışın Sağlanamaması
Bütün kalplerin içine fesat düştüğü için bir kısım halk diğeriyle konuşarak barış ve ittifak gösterileri yaparlar. Fakat kalplerinde barış ile ittifaka muhalif bir durum olduğu bir devir gelmedikçe kıyamet kopmaz. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir zaman Alametleri, no.701, s. 382)
*İnsanların Evlerinden, Şehirlerinden Kaçmaları
"Ey Allah'ın Resulü, Ahlas fitnesi nedir?" "Kaçışmak –yani insanlar arasındaki aşırı düşmanlıklardan dolayı birbirlerine güvenemedikleri için birbirlerinden kaçışmaları- ve insanların mallarının yağma edilmesidir," buyurdu. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir zaman Alametleri, no.714, s. 386)
*Müslümanların Zulüm Görmeleri
Yemin ederim ki bu ümmete öyle (şiddetli) belalar gelecek de, kişi zulümden, gaddarlıktan kurtulmak için sığınacak bir yer bulamayacaktır. Öyle sıkıntılı bir sırada Allah Teala akrabamdan, benim hanedanımdan bir kimseyi gönderecek. (Ölüm-Kıyamet -Ahiret ve Ahir zaman Alametleri, s. 437)
Ebu Ca'fer (ra)'dan şöyle rivayet olunmuştur:
"Siz zulüm görünceye kadar (Mehdi) zuhur etmez." (Mer'iy b. Yusuf b. Ebi bekir b. Ahmet b. Yusuf el-Makdi’si “Feraidu Fevaidi'l Fikr Fi'l İmam El-Mehdi El-Muntazar”)
Rüku ve secdeye giden herkesi cezalandırır. Zulüm, fesad ve fısk çıkarır. Alim ve zahidleri (dünya süs ve makamlarından uzak yaşayan kimseleri) katleder, pek çok şehri de işgal eder. Kan akıtmayı helal kılarak, Al-i Muhammed'e düşman kesilir... (Celaleddin Suyuti'nin Tasnifinden Hadisler – Ahir Zaman Mehdisinin Alametleri, s. 37)
Benden sonra halifeler olur. Halifelerden sonra emirler, emirlerden sonra zalim melikler gelir. Son olarak da Ehl-i Beytimden birisi çıkar. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 84)
Vay bu ümmete, o öldüren zalim meliklerden dolayı. Bu zalimler kendilerine itaat edenler hariç, sessiz kalanları dahi korkuturlar... (Ebu Nuaym'dan; Suyuti, C. II, s. 64)
Burada Müslümanların üçte biri öldürülür... (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 73)
*Cami ve Medreselerin Yıkılması
Süfyani kuru bir vadiden çıkar. Kelp kabilesinden abus çehreli, sert kalpli adamlardan bir ordu düzenler ve bunlar her tarafa zulmederler. O, medrese ve mescidleri yıkar, rüku ve secdeye giden herkesi cezalandırır. (Celaleddin Suyuti'nin Tasnifinden Hadisler – Ahir Zaman Mehdisinin Alametleri, s. 35)
*Ticaret Yollarının Kesilmesi
Ticaret ve yolların kesildiği ve fitnelerin çoğaldığı zaman... (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s.39)
*Dünyada Anarşi ve Terörün Yaygınlayması
Kıyametin hemen yakınında anarşi ve kargaşa günleri vardır. (Suyuti, Cami'üs Sagir, 3/211)
*Evlerinin İnsanlara Mezar Olması
"İnsanlara ölüm gelip evler mezar olduğu zaman halin nice olur", buyurdu? (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir zaman Alametleri, no. 726, s. 392)
*Katliamların Yaygın Olması
Şu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır… Ölümler ve katliamlar yaygın hale gelecek… (Camiü's-Sagir, 3:211, Müsned, 2:492, 4:391, 392)
*Batı’da Karışıklıklar Olması
Mağrib'de (batıda) karışıklıklar, fitneler ve korku olacak. Açlık ve hayat pahalılığı alabildiğine yayılacak. Fitneler çoğalacak. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, İmam Şarani, s. 440)
VAAT EDİLEN KUTLU DÖNEM YAKLAŞIYOR
Peygamberimiz (sav)’in bildirdiği bu zulüm ve fitne haberleri, katliamlar, saldırılar ve karışıklıklar, günümüzde tam da hadislerde tarif edildiği şekilde ve birbiri ardına gerçekleşiyor. Ve bu durum bizlere, ahir zamanın bu ilk sancılı döneminin sona ermek üzere olduğunu, ikinci kutlu döneminin, yani Altınçağ’ın çok yakınlaştığını müjdeliyor.
Hadislerin işaretlerine göre Altınçağ, yarım yüzyıldan fazla sürecek ve Peygamberimiz (sav)'in zamanında yaşanan “Asr-ı Saadet” benzeri bir dönem olacaktır. Altınçağ’da yaşam o denli güzel olacaktır ki, tüm insanlar bu dönemde yaşamış olmayı isteyeceklerdir. "Zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmayacaklar, bu güzelliklerden daha fazla yararlanmak için Allah'tan ömürlerinin uzatılmasını" temenni edeceklerdir. Altınçağ’a duyulan bu özlem Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde şöyle bildirilmiştir:
Onun zamanında, büyükler "Keşke ben küçük olsaydım", küçükler de "Keşke ben büyük olsaydım" diyeceklerdir. (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 17)
Naim b. Hammad, İbni Abbas’dan tahric etti ki:
Zamanı o kadar adil olacak ki, kabirdeki ölüler dirilere imrenecektir... (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, sf. 22)
Peygamberimiz (sav) hadislerinde, insanların dünyada ve ahiretteki kurtuluşlarına vesile olacak çok kıymetli bir insan olan Hz. Mehdi'ye tabi olunmasını bildirmiş ve onun döneminde yaşanacak tüm bu hayırlara işaret etmiştir:
İbni Ebi Şeybe ve Naim b. Hammad Fiten isimli eserde, İbni Mace ve Ebu Naim ise İbni Mes’ud’dan tahric ettiler. O dedi ki:
... O (Mehdi) arza sahib olur ve kendisinden önce baskı ve zulümle dolu olan arzı adaletle doldurur. Sizden O’na kim yetişirse, kar üzerinde sürünerek dahi olsa gelsin, O’na katılsın. Zira O Mehdi'dir. (Celalettin Suyuti’nin tasnifinden Ahir zaman Mehdisinin alametleri, s. 14)
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde Hz. Mehdi döneminde yaşanacak olan bu adil ortam şöyle haber verilmektedir:
... Şu ümmetin Mehdi'si Hasan ve Hüseyin'dendir. Dünya hercü merc içinde kaldığında, fitneler zuhur ettiğinde, yollar kesildiğinde, bazıları bazısına hücum ettiğinde, büyük küçüğe merhamet etmediği, büyük büyüğe vakarlı davranmadığında; Allah, bu sırada, onlardan adavetin (düşmanlığın) kökünü kazıyarak dalalet kalelerini fethedecek ve evvelce benim ayakta tuttuğum gibi, ahir zamanda dini ayakta tutacak, önceden zulümle dolu olan dünyayı adaletle dolduracak birini gönderecektir. (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 12)
Dünya hayatının bir günü kalsa Allahü Teala o günü uzatır, benim Ehli Beytimden bir adam gönderir. Onun ismi benim ismim gibidir. Babasının ismi babamın ismi gibidir. Zulüm ve kötülükle dolmuş dünyayı, adalet ve dürüstlükle dolduracaktır. (Ebu Davud. Tirmizi.) (Büyük Fitne Mesih Deccal, Saim Güngör, Pamuk Yayınları, s. 80) (Ebu Davud ve Tırmizi / Büyük Hadis Külliyatı, Rudani 5. cilt, s. 365)
Onun adaleti heryeri kaplayacak ve insanlar arasında Hz. Peygamberin sünnet-i seniyyesi ile muamele edecektir. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 20)
İnsanlar, Allah'ın Kuran'da inanan kullarına müjdelediği güzelliklerin hepsini bu dönemde yaşayabileceklerdir. Allah ayetinde iman eden müminleri dünyada da güzel bir hayatla yaşatacağını şöyle bildirmektedir:
Erkek olsun, kadın olsun, bir mümin olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)
Altınçağ, Rabbimiz’in müminlere bir lütfudur. Bolluğuyla, bereketiyle, insanlara sağlayacağı her türlü konforuyla ve huzur dolu ortamıyla her Müslümanın ulaşmak isteyeceği bir dönem, iman eden insanlar için dünya hayatında çok üstün bir mükafattır. Bu güzel dönemle müjdelenmek de kuşkusuz tüm Müslümanlar için çok büyük bir şereftir.
http://fikiryazilari.net/hikmetler/hikmetler121.html
Önceki Yazı
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
son.gif

Bu sitede, öncelikle son 30 yılda bilim ve felsefe alanlarında ateizmin büyük bir çöküş yaşadığını, tüm dünyada Allah'a olan inancın güçlendiğini ve dinin yükseldiğini inceledik. Ardından da dinin yükselişinde en önemli rolü İslam'ın oynadığını gördük: İslam'a dönenlerin sayısındaki artışı, devlet adamlarının ve siyasetçilerin İslam'la ilgili açıklamalarını, medyanın İslam'a olan ilgisini ele aldık. Tüm bilgiler alt alta konulduğunda, dünya genelinde yoğun olarak İslam'a yöneliş olduğu, İslam'ın dünya gündeminin giderek en önemli konusu haline geldiği açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu gelişmeler dünyanın artık yepyeni bir döneme doğru ilerlerdiğine işaret etmektedir. Bu yeni dönemde, Allah'ın izni ile, İslamiyet önem kazanacak, Kuran ahlakı insanlar arasında dalga dalga yayılacaktır. Bilmek gerekir ki, bu yöneliş tam 14 asır önce Kuran'da müjdelenmiş olan çok önemli bir gelişmedir. Bir ayette Allah şöyle buyurmuştur:
Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler istemese de Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.
Müşrikler istemese de O dini (İslam'ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur. (Tevbe Suresi, 32-33)
Nur Suresi'nin 55. ayeti de İslam ahlakının tüm dünyaya yayılacağına işaret eden ayetlerden biridir. Ayette şu şekilde buyurulmuştur:
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)
Görüldüğü gibi İslam ahlakının yayılması Allah'ın iman edenlere bir vaadidir. Bu ayetlerle birlikte Peygamber Efendimizin pek çok hadisinde de Kuran ahlakının dünyaya hakim olacağı bildirilmiştir. Buna göre ahir zaman olarak adlandırılan kıyamet öncesindeki dönemde, insanlar önce haksızlığın, adaletsizliğin, yalanın, sahtekarlığın, savaşların, çatışmaların, kavgaların, ahlaki dejenarasyonun yaygınlaştığı bir dönemi yaşayacaklardır. Bu dönemin ardından ise, Kuran ahlakının dalga dalga insanlar arasında yayılmaya başladığı ve en sonunda tüm dünyaya hakim olduğu Altınçağ gelecektir. Peygamberimiz (sav)'in Altınçağ'ı müjdelediği hadisler ve bazı İslam alimlerinin bu konudaki yorumları şu şekildedir:
Adalet o denli olur ki, uykuda olan bir kimse dahi uyandırılmaz ve bir damla kan bile akıtılmaz. Dünya, adeta asr-ı saadet devrine geri döner. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 29)
... Kurtla koyun birarada oynayacak, yılanlar çocuklara zarar vermeyecektir. İnsan bir avuç tohum atacak, 700 avuç hasat edecektir. Riya, riba, zina, içki kalmayacak, ömürler uzayacak ve emanet zayi olmayacaktır. Kötüler helak olacak, Peygamber Efendimize buğzedecek kimse kalmayacaktır. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 43)
İnsanlar oldukça hayırlı, yaşantıları gayet rahat olacaktır. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, Ahmed İbn-i Hacer-i Mekki (Heytemi), tercüme: Müşerref Gözcü, s. 54)
... Eşyayı, malı dağıtacak, fakat bolluktan dolayı kabul eden olmayacaktır... (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s.31)
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
SON GELİŞMELER VE YAKLAŞAN İSLAM BİRLİĞİ
Harun Yahya​
Yakın bir tarihe kadar "İslam Birliği"nden söz etmek, günümüzdeki gelişmelerle kıyaslandığında, çok daha zor olurdu. Çünkü ne dünyanın ne de İslam dünyasının durumu, böyle bir birliğin oluşması için gerekli şartları taşıyordu. Aksine, böyle bir birliğin kurulmasına engel olabilecek pek çok şart vardı. Ancak dünya, 1980'lerden itibaren bir dizi değişim geçirdi ve bunlar bir İslam Birliği'nden söz etmeyi ve bunun kurulması için çalışmayı mümkün kıldı.
Dünya tarihine oranla çok kısa bir süreç olan bu dönemde yaşanan ve İslam Birliği'nin yolunu açan bu büyük değişimleri sırasıyla şu başlıklar altında inceleyebiliriz:
1) Müslümanların Özgürleşmesi
Yeryüzündeki son İslam Birliği, büyük, şanlı Osmanlı İmparatorluğu'ydu. Onun yıkılmasından itibaren, İslam dünyası irili ufaklı devletlere bölündü, bu devletlerin çoğu uzun süre Batılı devletlerin sömürgesi oldular. 1920'lerden itibaren tüm Ortadoğu, Kuzey Afrika, Hint Yarımadası ve Pasifik Müslümanları, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere, Avrupalı sömürgeci devletlerin egemenliği altına girdiler. Orta Asya ve Kafkasya'daki Müslümanlar, çok daha katı bir idarenin, Sovyet Rus diktasının altındaydılar. Balkan Müslümanları, Sırplar ve Hırvatlar gibi gayrimüslim halkların yönetimi altına girdiler, II. Dünya Savaşı'ndan sonra ise bu yönetimler bir de komünist bir ideoloji benimseyerek İslam karşıtı bir yapıya büründüler.
Kısacası 20. yüzyılın önemli bir bölümünde dünya Müslümanlarının büyük bir bölümü sömürgeydi. 1950'lerde ve 60'larda sömürgeciliğin bitmesiyle Müslümanlar da özgürleşmeye başladılar. İngiltere önce Hint Yarımadasını, ardından da Ortadoğu'yu terk etti. Hint Yarımadasında Pakistan ve sonradan Bangladeş adını alacak Doğu Pakistan kuruldu. Ortadoğu'daki Mısır, Ürdün, Irak gibi Müslüman devletler bağımsızlıklarını kazandılar. Kuzey Afrika, uzun ve acı bir süreçten sonra Fransız emperyalizminden kurtuldu. Afrika'daki diğer Müslüman ülkeler de 1960'lı yıllarda birbiri ardına bağımsızlıklarını kazandılar. 1965 yılında da Doğu'da Malezya ve Endonezya bağımsızlıklarını ilan ettiler.
1980'lerin sonunda Komünist Blok'un ve 1991'de SSCB'nin çökmesiyle, bu yönetimlerin idaresi altındaki Müslümanlar da özgürlük kazandılar. Orta Asya'daki Müslüman Türki devletler 1.5 yüzyılı aşkın bir süredir devam eden Rus egemenliğinden kurtularak bağımsız birer cumhuriyet oldular. Komünizmin çökmesi, Balkan Müslümanlarına da özgürlük getirdi. Bosna-Hersek, Sırp egemenliğindeki Yugoslavya'dan kurtuldu ve Avrupa'nın ortasında bir Müslüman devlet olarak sahneye çıktı. Arnavutluk, komünist rejimden kurtuldu.
Bugün çeşitli ülkelerdeki azınlıklar ve Filistin, Keşmir gibi işgal altındaki birkaç Müslüman ülke hariç, dünya Müslümanları kendi siyasi egemenliklerine sahiptirler. Bu büyük siyasi değişim, 20. yüzyıl boyunca mümkün olmayan bir "İslam Birliği"nden söz etmeyi, 21. yüzyılda mümkün kılmaktadır.
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünya siyasetinde yaşanan gelişmelerle, Arnavutluk'tan Malezya'ya kadar uzanan coğrafyadaki Müslüman ülkelerde önemli değişiklikler yaşandı. 1950'li ve 60'lı yıllarda pek çok Müslüman bağımsızlığına kavuştu. 1990'larda ise komünizmin yıkılmasıyla, Müslüman toplumlar daha özgür ve rahat bir yaşama kavuştular.
2) Din Dışı İdeolojilerin Etkisinin Azalması
İslam ülkeleri, yukarıda belirttiğimiz gibi 1950'lerden itibaren bağımsızlıklarını kazanmaya başladılar, ama bağımsızlık her zaman "bilinç" anlamına gelmiyordu. Tam tersine, bağımsızlıklarını kazanan İslam ülkelerinin bazılarında, İslam ahlakının özündeki değerlerle ters düşen ideolojik akımlar güç kazandı.
1950'lerde ve 60'larda Arap dünyasını derinden etkileyen "Arap Sosyalizmi" bunun bir örneğiydi. İslam ahlakında hiçbir şekilde yeri olmayan koyu bir Arap milliyetçiliğine ve yine İslam'da yeri olmayan radikal Marksist söylem ve metodlara dayanan Arap milliyetçiliği, bir anda güç kazandı, ancak hızla geriledi. Arap dünyasına ise sadece zaman kaybı ve gerilim getirdi.
Bunun dışında Müslüman ülkeler farklı kutuplara dağılmışlardır. O dönemde dünya ABD ve SSCB'nin başını çektiği iki kutba ayrılmıştı ve Müslüman ülkeler, ortak hareket etmek bir yana, bu iki kutba neredeyse eşit olarak dağılmış durumdaydılar. Arap ülkelerinin çoğu Sovyetler Birliği'ne yakın duruyordu. Müslüman Mısır, Müslüman Pakistan'la savaş halindeki Hindistan'la ortak hareket ederek "Bağlantısızlar" hareketine öncülük etmekte sakınca görmüyordu.
İslam dünyasının, siyasi, stratejik ve kültürel anlamda gerçekten "İslam Dünyası" olarak teşhis edilmesi ve ortaya çıkması, ancak Soğuk Savaş'ın bitiminden sonra mümkün oldu. Soğuk Savaş varken, "İslam dünyası"ndan söz etmek pek mümkün değildi. Soğuk Savaş'ın ardından ise, "İslam dünyası" önemli bir rol kazandı.
Soğuk Savaş devrinin kalıntılarının İslam dünyasından temizlenmesi süreci ise hala devam ediyor. Bununla birlikte yaşanan gelişmeler, Ortadoğu'da daha hoşgörülü ve demokratik bir iklimin oluşacağını müjdeliyor ve bu da İslam ahlakının anlaşılması, anlatılması ve yaşanması için kuşkusuz çok daha elverişli bir ortam hazırlıyor.
İslam dünyasının geleceğinin dünya barışını ve güvenliğini doğrudan ilgilendirdiği, günümüzde pek çok düşünür tarafından ifade edilmektedir. İslam dünyası yaklaşık 1.2 milyarlık nüfusu -Müslümanlar dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birini oluşturmaktadır-, sahip olduğu yer altı zenginlikleri, coğrafyasının stratejik önemi ile büyük bir güçtür. Bugün gelinen noktada Müslümanların doğrudan veya dolaylı olarak, 21. yüzyıldaki gelişmelerde rol oynayacağı açıkça görülmektedir. Ancak elbette önemli olan, bu rolün, başta İslam dünyası olmak üzere tüm insanlığın faydasına olmasıdır.
3) Uluslararası İlişkilerde Medeniyet Kavramının Önem Kazanması
Soğuk Savaş'ın bitmesi, Müslümanları iki ayrı siyasi kampa ayıran zorunlu bölünmeyi ortadan kaldırdı. Bununla birlikte, siyasi ideolojiler yerine medeniyetlerin ön plana çıkmasını sağladı. Artık insanlar "Kimin tarafındasınız?" sorusuyla değil, "Kimsiniz?" sorusuyla tanımlanır hale geldi. Balkanlar'dan Orta Asya'ya, Uzakdoğu'dan Kuzey Afrika'ya kadar, kendilerini daha önce "sosyalist", "Yugoslav", "Sovyet", "anti-komünist" veya "ulusçu" olarak tanımlayan pek çok insanın bu özellikleri değil, hangi medeniyeti temsil ettikleri önemli hale geldi.
Dünyanın medeniyetler temelinde tanımlanmasının tek nedeninin Soğuk Savaş'ın bitimi olmadığına da dikkat etmek gerekir. Bir diğer önemli neden, tüm dünyada ateizmin çöküşü ve din ahlakının yükselişidir. Bu, son iki yüzyıldır tüm dünyada kültürel bir hegemonya kurmuş olan materyalist felsefenin yeni bilimsel ve toplumsal gelişmelerle çökmeye başlamasıyla yakından ilgilidir. Özellikle bilimsel gelişmeler, materyalizmin dayanaklarını yıkmakta ve böylece insanların Allah'ın varlığının kanıtlarını daha açık biçimde görebilmelerini sağlamaktadır. Allah'a inancın giderek güçlendiği, insanların yeniden din ahlakına yöneldiği bir çağda, kuşkusuz İslam'a olan yöneliş de hızla yükselmektedir.
Bu kutlu görevi üstlenmek isteyen Müslümanlar;

Gelin, Müslümanların arasını bulalım. Birbirinin camisinde namaz kılmayan, selamlaşmayan, birbirinin yazdığı kitabı okumayan, ufak bir fikir farklılığı nedeniyle kardeşine tavır alan Müslümanların arasını bulalım. Bu gibi yapay ayrımlar kalksın. Allah'ın evleri olan camiler, şu veya bu grubun, şu veya bu mezhebin değil, tüm Müslümanların mescidi olsun. Her Müslüman birbiriyle selamlaşsın, birbiri ile sohbet etsin. Birbirine hoşgörü göstersin. Cemaatsel veya kişisel uzlaşmazlıklar son bulsun. Ve tüm Müslümanlar, elbirliği yaparak, tevazu ve hoşgörü içinde, Allah'a daha çok yakınlaşmak, O'nun bizlere lütfettiği İslam dinine daha çok hizmet etmek için çalışsınlar.

Ve Allah'ın bizlere verdiği şu emri hiçbir zaman unutmasınlar:

Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)

4) Müslümanlar Arasındaki İletişim ve Dayanışmanın Artması
İslam Birliği'nin yolunu açan çok önemli bir diğer gelişme ise, 1980'lerden itibaren giderek yükselen, 1990'larda -başta internet olmak üzere- iletişim teknolojisinin gelişmesiyle büyük hız kazanan yakınlaşma sürecidir. Tüm dünyanın birbiri ile yoğun bir kültürel alışveriş içine girmesi ve dünyanın tüm kültürlerinin ortak bir dille iletişim kurmasını sağlayan bu yakınlaşma, dünya Müslümanlarının da bilgiye olan ulaşımlarını kolaylaştırarak birbirleri ile olan temas ve iş birliklerini daha önce görülmemiş biçimde büyütmüştür. Böylece, Müslüman halkların bilinçlenmesinde çok büyük bir vesile olmuştur.
Sadece interneti ele almak bile, Müslümanlar arasındaki iletişimin ne kadar geliştiğini göstermektedir. İnternet teknolojisi, hem tüm insanlar için hem de Müslümanlar için önemli bir nimet olmuştur. İnternet sayesinde yapılan ortak çalışmaların sayısı artmış, bununla birlikte bilgiye ulaşma imkanları da çok genişlemiştir. Böylece İslam dünyası da dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanında okuyan, düşünen, fikirler üreten ve çözümler geliştiren nesiller yetişmektedir. Malezyalı bir sosyal bilimci olan ve çalışmalarını Almanya'daki Freie Universität of Berlin'de sürdüren Farish A. Noor, bu gelişmelerin İslam dünyasındaki etkilerini ele alan bir çalışmasında şu tespitlerde bulunur:
Gelişen iletişim teknolojisi ve bilginin ve enformasyonun serbest akışı sayesinde, Müslümanlar artık İslami ilimlerin doğrudan özüne ulaşmada özgürdürler; İslami düşüncenin temel kitapları ve anlatımları artık uzak kütüphanelerdeki az sayıdaki kitapla sınırlı değildir...
Bunun sonuçlarından biri, İslami yönden bilinçli ve eğitimli yeni kitlelerin gelişmesidir. İslami metinlere ve bilgiye ulaşım aynı zamanda, (akademik sıfatı olmayan) normal Müslümanların da İslamiyet hakkında daha fazla öğrenmelerini, fikir yürütmelerini ve yorum yapmalarını sağlamaktadır. Bu, global İslami ağların kurulması sayesinde, Müslümanlık dünyanın dört bir yanında yaşanmaktadır. (Dr. Farish A Noor, The Caliphate: Coming Soon To A Country Near You? The Globalisation of Islamic Discourse and its Impact in Malaysia and Beyond, Institut fur Islamwissenschaft; Freie Universitat of Berlin, 2000 ; s. 31)
Noor'un ifadesiyle artık "zamanın ve mekanın sınır oluşturmadığı bir İslam dünyası" vardır. (Dr. Farish A Noor, The Caliphate: Coming Soon To A Country Near You?, s. 26)
Sadece internet değil, medya da dünya Müslümanlarını birleştirmektedir. Herhangi bir İslam ülkesindeki bir konu, bir anda tüm İslam ülkelerinde izlenmekte, aynı anda yankı uyandırmakta, oralardaki Müslümanların da ortak meselesi olmaktadır. Tüm bu imkanlar, Allah’ın izniyle Müslüman dünyasının çok daha aydınlık bir geleceğe kavuşabileceğini göstermektedir.
5) Batılıların Osmanlı Arayışları
Yazının başında da belirttiğimiz gibi, kurulacak bir İslam Birliği, hem Müslümanlar hem de gayrimüslimler için pek çok yarar sağlayacak, adil, demokratik ve çağdaş bir yapılanma olacaktır. İslam Birliği'nin kurulması durumunda, başta Batı olmak üzere diğer medeniyetler, dostane ve barışçıl ilişkiler kurabilecekleri, istikrarlı ve güvenilir bir otorite ile muhatap olacaklardır. Sözde Müslümanlar adına ortaya çıkan bazı radikal akımların engellenmesi ve tedavi edilmesi işi, İslam Birliği'nin işi olacak; Batı'nın bu konudaki endişeleri tamamen ortadan kalkacaktır.
İslam Birliği'nin yaklaşmakta olduğunu gösteren önemli alametlerden biri de, bu sözünü ettiğimiz "İslam Birliği ihtiyacı"nın, Batılılar tarafından da fark edilmesidir. Özellikle eski Osmanlı coğrafyası üzerinde bir asırdır devam eden otorite boşluğu teşhis edilmekte ve çözümün de ancak Osmanlı modelinin bir şekilde yeniden hayata döndürülmesiyle mümkün olacağı fikri yankı bulmaktadır.
Bu konuda Batı medyasında yer alan yorumlardan biri, 9 Mart 2003 tarihli New York Times gazetesinde yayınlanan David Fromkin imzalı "A World Still Haunted by Ottoman Ghosts" (Hala Osmanlı Hayaletleri İle Dolu Bir Dünya) başlıklı makaledir. Fromkin Makalesine "Bir hayalet ABD'yi rahat bırakmıyor, bu Osmanlı İmparatorluğu'nun hayaleti" diye başlamış ve bu konuyu detayı ile ele almıştır.
İngiliz gazeteci Timothy Garton Ash ise The Guardian gazetesinde yayınlanan 27 Mart 2003 tarihli makalesinde benzer bir analiz yaptı. Kosova ve Irak’taki sorunları ele alan Ash, "Her iki durumda da, hala, bir yüzyıl sonra bile, Osmanlı İmparatorluğu'nun mirası ile karşı karşıyayız" diyor ve yazısını şöyle noktalıyordu:
Yüzleşelim: (Irak'taki) bu kanlı savaş bittiğinde, 1918 yılına geri dönmüş olacağız, yani büyükbabalarımızın Balkanlar'dan Ortadoğu'ya kadar karşılaştığı soruların çoğuyla ve tam da aynı bölgelerde yüzyüze kalacağız. Ve hala bunlara verebilecek bir cevabımız yok. Bazen, Osmanlı İmparatorluğu'nu yeniden kurmamız gerektiğini düşünüyorum. (The Guardian, 27 Mart 2003)
Dünyaca ünlü bu iki gazetede 2003’te yayınlanan bu makalelerin ardından, aradan geçen üç yıl içinde pek çok gazeteci, yazar ve düşünür de aynı yönde açıklamalar yaptı. Batılıların bile "Osmanlı İmparatorluğu'nun yeniden kurulması gerektiği"ni düşündükleri bir devirde, Müslümanların bu işe dört elle sarılmaları gerektiği aşikardır.
SONUÇ
En başta da vurguladığımız gibi, Miladi takvimde 1980’lerin başına denk gelen Hicri 14. asrın başından itibaren yaşanan bu büyük çaplı gelişmeler, bizi son derece önemli bir sonuca götürmektedir: Müslümanların tarihin önemli bir dönüm noktasında oldukları sonucuna…
Bu durumda bütün Müslüman alemine düşen görev, bu sorumluluğa layık olmaktır. Her Müslüman, ahlakını güzelleştirerek, İslam ahlakının yayılması için elinden gelen çabayı göstermeli ve en güzel şekilde bu kutlu dönem için hazırlanmalıdır. Müslümanların yapmaları gereken en önemli hazırlıklardan biri ise, İslam dünyasının birliğini sağlamak olacaktır. Bunun için;
* Her Müslüman birey, gittiği camide, okuduğu okulda, iş yerinde, ziyaret ettiği internet platformunda, üyesi olduğu vakıfta veya kuruluşta, dünya Müslümanlarının birliği için çaba göstermeli, diğer Müslümanları bu konuda teşvik etmelidir.
* Tüm Müslüman hükümetler, İslam Birliği'ne hazırlanmalıdır. Diğer Müslüman ülkelerle aralarındaki ilişkileri geliştirmeli, bir yandan da gerçek İslam ahlakının kendi ülkelerinde de daha iyi yerleşmesi için kültürel faaliyetlerde bulunmalıdırlar.
* Tüm Müslüman sivil toplum kuruluşları, çeşitli organizasyonlar, vakıflar, medya mensupları, kanaat önderleri; Müslümanlar arasındaki ayrımların giderilmesi, birlik ve beraberliğin sağlanması için çaba göstermelidirler.
* Dünyaya ışık tutacak, güzellik sunacak, yeryüzüne adalet ve barış getirecek o büyük İslam medeniyetinin yeniden yeşermesi tüm Müslümanların duasıdır. Allah'ın izni ile, İslam Birliği'nin kurulması, tüm bu güzelliklere bir vesile olacaktır.
 

HARIS

Asistan
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
--------------------------------------------------------------------------------

AVRUPA'DA EN HIZLI YAYILAN DİN İSLAM



Son yirmi yıldır dünya genelinde Müslümanların sayısında istikrarlı bir artış söz konusudur. 1973 yılında yapılan istatistikler dünya çapında Müslüman nüfusun 500 milyon olduğunu gösterirken, bugün bu rakam 1.5 milyara yaklaşmıştır. Her dört kişiden birinin Müslüman olduğu günümüzde, Müslümanların sayısının tarihte ilk defa Hıristiyanların sayısını geçtiği bildirilmektedir. Müslüman nüfusun sayısının yakın gelecekte daha da artacağı ve İslam'ın dünyanın en büyük dini haline geleceği tahmin edilmektedir. Bu istikrarlı yükselişin nedeni, sadece Müslüman ülkelerin nüfuslarının artış hızı değil, aynı zamanda diğer dinlerden ve kültürlerden pek çok insanın İslam'ı seçmesidir.

Özellikle 11 Eylül 2001 tarihinde Dünya Ticaret Merkezi'ne gerçekleştirilen terör saldırısının ardından İslam'a yöneliş daha da hızlandı. Başta Müslümanlar olmak üzere tüm dünyanın şiddetle kınadığı bu saldırı, bir anda insanların -özellikle Amerikan vatandaşlarının- dikkatlerini İslam'a çevirmelerine neden oldu. İslam'ın nasıl bir din olduğu, Kuran'da nelerin haber verildiği, bir Müslümanın sorumluklarının neler olduğu ve gerçek bir Müslümanın nasıl yaşaması gerektiği Batıda en çok konuşulan konular haline geldi. Bu ilgi doğal olarak pek çok ülkede İslam'a yönelen insanların sayısında önemli bir artış sağladı. Böylece 11 Eylül saldırılarının ardından pek çok kişi tarafından dile getirilen, "bu saldırının dünya tarihinin akışını değiştirecek bir olay olduğu" şeklindeki öngörü, bir anlamda gerçekleşmeye başladı. Uzun bir süredir dünya çapında yaşanan dini ve manevi değerlere dönüş süreci, bu olayla birlikte hak din olan İslam'a dönüş halini aldı.
Bazen bir gazete kupüründe, bazen bir televizyon haberinde duymaya başladığımız bu yönelişle ilgili gelişmeler art arda sıralandığında, yaşananların ne kadar olağanüstü olduğu görülecektir.

Çoğu zaman sadece gündem maddelerinden herhangi biri gibi sunulan bu gelişmeler, aslında İslam ahlakının dünyaya çok hızlı bir şekilde yayılmaya başladığının çok önemli işaretleridir. Tüm dünyada olduğu gibi Avrupa'da da İslam hızlı bir yükseliş içerisindedir ve bu yükseliş özellikle birkaç yıldır daha çok dikkat çekmektedir. Son yıllarda 'Avrupa'da İslam'ın yükselişi', 'Müslümanların Avrupa'daki konumu', 'Avrupa toplumları ve Müslümanlar arasındaki diyalog' gibi ana başlıklar altında toplanabilecek pek çok tez, araştırma ve makale yayınlanmıştır. Akademisyenler tarafından hazırlanan bu yayınların yanı sıra medya da, İslam ve Müslümanlar konusunu oldukça sık ele almıştır. Bu ilginin temelinde hiç şüphesiz Müslümanların sayısının gittikçe artıyor olması yer almaktadır. Üstelik bu artış iddia edildiği gibi yalnızca Müslüman ülkelerden Avrupa'ya yaşanan göçten kaynaklanmamaktadır. Elbette bu göçlerin de Müslüman nüfusun artışında bir etkisi vardır, ancak pek çok araştırmacının bu konuya yönelmesindeki asıl sebep, din değiştirip Müslüman olmayı tercih edenlerin sayısındaki artıştır. Nitekim 20 Temmuz 2004 Tarihli NTV haberlerinde "Avrupa'da en hızlı yayılan din İslam" başlığı altında Fransız İç İstihbarat Dairesi tarafından hazırlanan rapor ele alınmıştır. Raporda; Batılı ülkelerde, özellikle 11 Eylül saldırılarının ardından, İslam dinini tercih edenlerin sayısının daha da arttığı belirtilmiştir. Örneğin Fransa'da sadece geçen yıl Müslüman olanların sayısı, 30 ila 40 bin arasında artmıştır....

Katolik Kilisesi ve İslam'ın Yükselişi

Avrupa toplumları içinde İslam'ı seçerek din değiştirenlerin gittikçe çoğalmasını ilgi ile takip eden kurumlardan biri, merkezi Vatikan'da bulunan Katolik Kilisesi'dir. 1999 yılının Ekim ayında yapılan Avrupa Katolik Kiliseler Toplantısı'nın ana gündem maddesi yeni milenyumda kilisenin hangi pozisyonda olacağını değerlendirmekti. Toplantıya katılan hemen hemen tüm din adamlarının asıl olarak üzerinde durdukları konu ise İslam'ın Avrupa'daki hızlı yükselişi oldu. Toplantıda yapılan konuşmaları sayfalarına taşıyan National Catholic Reporter dergisinin verdiği habere göre, bazı radikal kişiler, Müslümanların Avrupa'da güçlenmesini engellemenin tek yolunun İslamiyet'e ve Müslümanlara karşı hoşgörüden vazgeçmek olduğunu belirtirken, daha objektif ve tutarlı olan kişiler de her iki dinin de mensuplarının aynı Allah'a iman ettiklerinin dolayısıyla bu iki din arasında herhangi bir çatışma veya mücadelenin söz konusu olamayacağının altını çizmişlerdir. Öyle ki toplantının Almanca olarak yapılan bir oturumunda, Almanya Kardinali Karl Lehmann, "İslam'da, pek çok Hıristiyan'ın tahmin ettiğinden çok daha fazla çoğulculuk vardır" diyerek, radikallerin İslam ile ilgili öne sürdükleri iddialarında doğruluk payı olmadığını söylemiştir.
Kilisenin yeni milenyumdaki yeri belirlenirken Müslümanların hangi konumda olacağının dikkate alınması, aslında çok yerinde bir değerlendirmedir. Çünkü Birleşmiş Milletler'in 1999 yılında yaptırdığı bir araştırma, Avrupa'da Müslüman nüfusun 1989 ile 1998 arasında %100'den daha büyük bir hızla arttığını göstermektedir. Bugün Avrupa'da, 3.2 milyonu Almanya'da, 2 milyonu İngiltere'de, 4-5 milyonu Fransa'da, diğerleri de başta Balkanlar olmak üzere Avrupa geneline yayılmış yaklaşık 13 milyon Müslüman yaşadığı bildirilmektedir. Ve bu rakam Avrupa nüfusunun %2'sinden fazlasını oluşturmaktadır.

Avrupa'daki Müslümanların Dini Bilinçleri Artıyor

Avrupa'daki Müslümanlarla ilgili yapılan araştırmaların ortaya koyduğu bir başka gerçek daha vardır: Bir yandan Müslümanların sayısı artarken, bir yandan da Müslümanlar arasında dini bilinçlenme de yaşanmaktadır. Fransız Le Monde gazetesinin Ekim 2001 tarihinde yaptırdığı bir ankete göre Avrupa'daki Müslümanlar, 1994 yılında yapılan araştırmaya oranla daha çok namazlarına devam edip daha çok camiye gitmektedirler, oruç tutanların sayısı da 1994'e oranla çok daha fazladır. Üstelik bu bilinçlenme daha çok üniversite öğrencileri arasında görülmektedir.

Aktüel dergisinde, 1999 yılında yabancı basına dayanarak hazırlanmış bir haberde, Batılı araştırmacıların bundan yaklaşık 50 yıl sonra Avrupa'nın İslam'ın en önemli yayılma merkezlerinden biri olacağını tespit ettikleri yer almaktadır.

İslam Avrupa'nın Ayrılmaz Bir Parçasıdır

Sosyolojik ve demografik araştırmaların işaret ettiği bu gelişmelerin yanı sıra unutulmaması gereken tarihi bir gerçek daha vardır. O da Avrupa'nın İslam ile yeni tanışmadığı, aslında İslam'ın Avrupa'nın ayrılmaz bir parçası olduğudur.
Kuşkusuz Avrupa ile İslam medeniyetleri, birbiri ile yakın ilişki içerisinde olmuş iki medeniyettir. Önce İber yarımadasında kurulmuş olan Endülüs Devleti, daha sonra Haçlı Seferleri ve Osmanlı'nın Balkanları fethi, Avrupa ve İslam toplumları arasında düzenli bir etkileşime neden olmuştur. Ortaçağ karanlığı içine gömülmüş olan Avrupa'daki gelişme ve ilerleme hareketlerinin asıl öncüsünün İslamiyet olduğu bugün pek çok tarihçi ve sosyolog tarafından da dile getirilmektedir. Tıp, astronomi, matematik gibi alanlarda Avrupa'nın oldukça geri olduğunun bilindiği dönemlerde Müslümanların engin bir bilgi hazinesine ve gelişmiş imkanlara sahip oldukları bilinmektedir.

Ortak Bir Kelimede "Tevhidde" Buluşmak

İslam'ın yükselişinin kendisini gösterdiği alanlardan birisi de, son yıllarda hız kazanan 'dinler arası diyalog' çalışmalarıdır. Her üç ilahi dinin de temel çıkış noktasının aynı olduğu ve ortak bir noktada birleşmenin mümkün olduğu görüşünden yola çıkan bu çalışmalar büyük ölçüde başarıya ulaşmış, özellikle Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında önemli bir yakınlaşma söz konusu olmuştur. Allah Kuran'da Müslümanların, Kitap Ehli'ni (Hıristiyanlar ve Yahudiler) ortak bir kelimede buluşmaya davet etmelerini şöyle bildirmiştir:
De ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız bir kısmımızı Rabler edinmeyelim..." (Al-i İmran Suresi, 64)

Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar, ortak inançlara ve ahlaki değerlere sahiptir. Allah'ın varlığına ve birliğine, meleklerine, peygamberlerine ahiret gününe, cennet ve cehennemin varlığına iman etmek her üç dinin de temel şartlarındandır. Bununla birlikte fedakarlık, alçakgönüllülük, sevgi, hoşgörü, saygı, merhamet, dürüstlük, her türlü haksızlıktan kaçınmak, adil olmak, vicdanlı davranmak gibi güzel ahlak özellikleri de ortak değerlerdendir. Bu nedenle her üç dinin de aynı safta yer alması, yeryüzünde dinsiz ideolojilerin eseri olan çatışmaların, kavgaların ve acıların sona erdirilmesinde son derece önemlidir. Dinler arası diyalog çalışmaları bu açıdan değerlendirildiğinde daha da önem kazanmaktadır. Bu dinlerin temsilcilerini bir araya getiren, ortak seminerler ve konferanslar aracılığı ile barış ve kardeşlik mesajları veren bu girişimler 1990'lı yılların ortalarından bu yana düzenli olarak devam etmektedir.

Kutlu Bir Dönemi Müjdelemek

Tüm bilgiler alt alta konulduğunda, dünya genelinde yoğun olarak İslam'a yöneliş olduğu, İslam'ın dünya gündeminin giderek en önemli konusu haline geldiği açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu gelişmeler dünyanın artık yepyeni bir döneme doğru ilerlerdiğine işaret etmektedir. Bu yeni dönemde, Allah'ın izni ile, İslamiyet önem kazanacak, Kuran ahlakı insanlar arasında dalga dalga yayılacaktır. Bilmek gerekir ki, bu yöneliş tam 14 asır önce Kuran'da müjdelenmiş olan çok önemli bir gelişmedir. Kuran'da Allah şöyle buyurmuştur:
Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler istemese de Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor. Müşrikler istemese de O dini (İslam'ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur. (Tevbe Suresi, 32-33)

Görüldüğü gibi İslam ahlakının yayılması Allah'ın iman edenlere bir vaadidir. Kuran ayetleri dışında Peygamber Efendimizin pek çok hadisinde de Kuran ahlakının dünyaya hakim olacağı bildirilmiştir. Buna göre ahir zaman olarak adlandırılan kıyamet öncesindeki dönemde, insanlar önce haksızlığın, adaletsizliğin, yalanın, sahtekarlığın, savaşların, çatışmaların, kavgaların, ahlaki dejenarasyonun yaygınlaştığı bir dönemi yaşayacaklardır. Bu dönemin ardından ise, Kuran ahlakının dalga dalga insanlar arasında yayılmaya başladığı ve en sonunda tüm dünyaya hakim olduğu Altınçağ gelecektir. Peygamberimiz (sav)'in Altınçağ'ı müjdelediği hadisler ve bazı İslam alimlerinin bu konudaki yorumları şu şekildedir:
Adalet o denli olur ki, uykuda olan bir kimse dahi uyandırılmaz ve bir damla kan bile akıtılmaz. Dünya, adeta Asr-ı Saadet devrine geri döner. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 29)
... Kurtla koyun birarada oynayacak, yılanlar çocuklara zarar vermeyecektir. İnsan bir avuç tohum atacak, 700 avuç hasat edecektir. Riya, riba, zina, içki kalmayacak, ömürler uzayacak ve emanet zayi olmayacaktır. Kötüler helak olacak, Peygamber Efendimize buğzedecek kimse kalmayacaktır. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 43)
İnsanlar oldukça hayırlı, yaşantıları gayet rahat olacaktır. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, Ahmed İbn-i Hacer-i Mekki (Heytemi), tercüme: Müşerref Gözcü, s. 54)
... Eşyayı, malı dağıtacak, fakat bolluktan dolayı kabul eden olmayacaktır... (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s.31)

Hadislerde de görüldüğü gibi Altınçağ adaletin, bolluğun, bereketin, huzurun, güvenliğin, barışın, kardeşliğin hakim olacağı insanlar arasında sevgi, fedakarlık, hoşgörü, şefkat, merhamet, sadakat gibi duyguların yoğun olarak yaşanacağı bir dönem olacaktır. Peygamberimiz (sav) hadislerinde bu kutlu dönemin Hz. Mehdi'nin vesilesi ile yaşanacağını belirtmiştir. Hz. Mehdi, ahir zamanda gelecek ve tüm dünyayı içinde bulunduğu kaostan, adaletsizlikten ve ahlaki çöküntüden kurtaracaktır. O, inkarcı ideolojileri ortadan kaldıracak, dünyanın dört bir yanında devam eden adaletsizlikleri, zulümleri, terörü sona erdirecek, dinin Peygamberimiz (sav)'in dönemindeki şekliyle yaşanmasını sağlayacak, Kuran ahlakını insanlar arasında hakim kılacak, tüm dünyada huzuru ve barışı tesis edecektir.

Bugün dünya üzerinde yaşanan İslam'a yöneliş ve yeni dönemde Türkiye'ye biçilen rol, Kuran'da ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde müjdelenen dönemin çok yakın olduğunun önemli işaretleridir. Temennimiz Allah'ın bizleri de bu kutlu döneme şahit kılmasıdır.

Burada 11 Eylül olayının Şer gibi görünüp Hayır Olması Önemli bir noktadır...

Bir Diğer nokta ise abartılı bir yazı olmuş kanaatindeyim... Çünkü Diyaloğun İslami Zaruret olması ve İslam Tebliği Öncesi Ön yargıları kaldırma Çalışmaları olarak güzeldir... Allah c.c. arttırsın...

Lakin Altınçağ'ı bu bölümde kullanmak acizane yanlış ve ihtilaf üretir...
 
Üst