Dinlerarası Hoşgörü tuzağı

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
KARDEŞ ÜSTADIN TALEBESİ A. BADILLI ABİMİZ BAK NE DİYOR...

*******

Şimdi Bediüzzaman Hazretleri hayatta iken, şu oldukça genişletilen diyalog dedikleri şeyle bir münasebeti olup olma­dığı, İslam şeriatı açısından bunun bir mahzuru olup olmadığı nok-tasını dinin usulünü bilenlere bırakarak, onun iki teşebbü­sünü anlatalım:

Birincisi:

Şubat 195l’de Üstad’ın izin ve müsaadesiyle talebesi İnebolulu Salahaddin Çelebi, İslam hattıyla yazılmış Risale-i Nurlardan derlenmiş Zülfikar kitabını, Hıristiyanlığın bir nevi dinî reisi olan Papa’ya, müellifi Hz. Bediüzzaman na­mına göndermiş. Zülfikar kitabını teslim alan Papalık Başka­tibi de, Hz. Üstad’a mektupla şu mukabelede bulunmuştur.
“Papalık Makam-ı Âlisi
Kalem-i Mahsusu Başkitabet
No: 232247
Vatikan Dairesi
22 Şubat 1951
“Efendim!
“Zülfikar nam el yazısı olan güzel eseriniz, İstanbul’daki makam-ı vekâleti vasıtasıyla Papa Hazretlerine takdim edil­miştir. Bu nazik saygınızdan dolayı gayet mütehassis oldukla­rını bildirirken, üzerinize Cenab-ı Hakkın lütuflarını diledikle­rini tebliğe beni memur ettiklerini arzeylerim. Bu vesileyle saygılarımı sunarım efendim.
İmza
Vatikan Beyin Başkatibi”[29]

Papa’ya gönderilen Zülfikar kitabı neydi, neden bahsedi-yordu?

Cevap:

Zülfikar kitabı üç ana bölümden ibaret çok harika bir kitaptır. Bu bölümler:
1. Kur’an’ın Allah(cc) kelamı olup mu’cizatlı olduğu.
2. Risalet-i Muhammediyenin hakkaniyetinin harika hüc­cet ve delillerle ispatı.
3. İnsan öldükten sonra, tekrar dirilip haşrolunacağının is-patlarından ibaret bir kitap.
Nur risaleleri içinden hususiyle bu kitabı seçip gönderme­sinin herhalde ve elbette bir mana ve bir hikmeti vardı. Kur’an, Risalet-i Ahmediye ve haşir gibi, imanın üç büyük rükünlerini Hıristiyan aleminin reisine tebliğ etmesi herhalde bir vazife idi.

İkinci Teşebbüsü:

1953 yaz aylarında, yanına üniversiteli talebelerinden birisini alarak, İstanbul Fener Patriği Athenagoras ile görüşmüştür. Bu görüşmede Hazret-i Üstad Patrik’e sormuş: “Hıristiyanlığın din-i hakikisi olan tevhid ve nübüvveti kabul ettiğiniz gibi; Hz. Muhammed’i(asm) de pey­gamber ve Kur’an-ı Kerim’i de kitabullah olarak kabul ederse­niz ehl-i necat olacaksınız.”

Patrik Athenagoras cevabında: “Ben kabul ediyorum.” de­yince, Bediüzzaman: “O halde siz bunu dünyanın diğer ruhani reislerine de söylüyor musunuz?”

Patrik: “Söylüyorum amma, onlar kabul etmiyorlar” demiş.[30]

Bediüzzamanın Papa’ya gönderdiği Zülfikar kitabıyla, Hıristi-yanların başı ve reisine yazılı bir tebligatta bulunduğu gibi, şu Fener Patriği’ne de şifahi bir tebligatta bulunmuştur.

Şu iki mühim teşebbüs, yani İslam dini adına İslamın temel akidesini tebliğinde olsun, yazımızın üst taraflarında eserlerinden yaptığımız alıntılardaki manalar olsun dinimize, İslam akidesine ters düşen yanlış bir şey var mıdır?..

Şeriat, usuliddin ve akaid ilimlerine dayanarak “Vardır!” diyen varsa, hemen fikir meydanına çıksın görüşelim. Kuytu köşelerde, karanlık mihrakların emirber neferliğinde fısıltı ile şeriatsız bir şekilde konuşmasınlar.

mhtml:http://www.ittihad.com.tr/gunes.mht#_Toc153276810

29] Emirdağ Lâhikası, s. 62.; Mufassal Tarihçe-i Hayat, C. 3, s. 2042.
[30] Şu ahirki hadisenin izahatı için bkz.: Mufassal Tarihçe-i Hayatı, C. 3, s. 1837.



Diyalog ve Hoşgörü KONUSU İÇERİSİNDE....

,,

,,,
 
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
79
Tepkime puanı
0
Puanları
0
...ÜSTAD FECR-İ SADIK GÖRÜNDÜ GÜZEL GÜNLER YAKINDIR DERKEN NE ANLATMAK İSTEDİ...BİLEN VARSA VE ANLATIRSA MEMNUN OLURUM...


Aslında can alıcı soru bu olsa gerek.

Bu sorunun cevabı aslında birçok şeyin konumunu, birçok olayın seyrini değiştirecektir.

Benzer bir soru da Bediüzzaman'ın: "...Şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek gür sada İslam'ın sadası olacaktır..." derken ne anlatmak istediğidir.

Aslında her iki soru da mahiyet olarak hemen hemen aynı.

İkinci sorunun cevabını bu konuya VAKIF bir kardeş vermişti yıllar önce.

Verdiği cevap ise malesef şu an konuşulanlar noktasında ümit kırıcı, hayal kırıcı mahiyette idi: "İslam'ın sadası zaten 14 asırdır en gür sadadır. Zira Allah katında en muteber sada zaten O'dur. Diğerlerinin hükmü yoktur...".

VAKIF kardeş de öyle sıradan bir risale-i nur talebesi değildi. Risale-i nurlara kendini vakfetmişlerdendi.

Şimdi çık bakalım işin içinden.

"Kelebek Etkisi" diye bir film vardı. Aslında bir cihette KADER MESELESİ'ni çok güzel izah ediyordu.

Belki bilmeyen vardır. Hani bilimadamları diyorlar ya: "Filanca bataklıktaki bir sineğin kanadını çırptığı esnada oluşan ters rüzgar, bir sene sonra meydana gelecek kasırganın sebebi oluyor.". Sineğin yerine kelebeği koyarsanız buna "Kelebek Etkisi" deniyor.

"Sinek Etkisi" demeyi pek yakıştıramamışlar galiba. Ne de olsa mide bulandırıyor.

(Duydum. Benim gibi.)
 

ozdemir

Üye
Katılım
14 Ara 2006
Mesajlar
53
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
68
Web sitesi
www.antiarabesk.com
KARDEŞ ÜSTADIN TALEBESİ A. BADILLI ABİMİZ BAK NE DİYOR...

*******

Şimdi Bediüzzaman Hazretleri hayatta iken, şu oldukça genişletilen diyalog dedikleri şeyle bir münasebeti olup olma­dığı, İslam şeriatı açısından bunun bir mahzuru olup olmadığı nok-tasını dinin usulünü bilenlere bırakarak, onun iki teşebbü­sünü anlatalım:

Birincisi:

Şubat 195l’de Üstad’ın izin ve müsaadesiyle talebesi İnebolulu Salahaddin Çelebi, İslam hattıyla yazılmış Risale-i Nurlardan derlenmiş Zülfikar kitabını, Hıristiyanlığın bir nevi dinî reisi olan Papa’ya, müellifi Hz. Bediüzzaman na­mına göndermiş. Zülfikar kitabını teslim alan Papalık Başka­tibi de, Hz. Üstad’a mektupla şu mukabelede bulunmuştur.
“Papalık Makam-ı Âlisi
Kalem-i Mahsusu Başkitabet
No: 232247
Vatikan Dairesi
22 Şubat 1951
“Efendim!
“Zülfikar nam el yazısı olan güzel eseriniz, İstanbul’daki makam-ı vekâleti vasıtasıyla Papa Hazretlerine takdim edil­miştir. Bu nazik saygınızdan dolayı gayet mütehassis oldukla­rını bildirirken, üzerinize Cenab-ı Hakkın lütuflarını diledikle­rini tebliğe beni memur ettiklerini arzeylerim. Bu vesileyle saygılarımı sunarım efendim.
İmza
Vatikan Beyin Başkatibi”[29]

Papa’ya gönderilen Zülfikar kitabı neydi, neden bahsedi-yordu?

Cevap:

Zülfikar kitabı üç ana bölümden ibaret çok harika bir kitaptır. Bu bölümler:
1. Kur’an’ın Allah(cc) kelamı olup mu’cizatlı olduğu.
2. Risalet-i Muhammediyenin hakkaniyetinin harika hüc­cet ve delillerle ispatı.
3. İnsan öldükten sonra, tekrar dirilip haşrolunacağının is-patlarından ibaret bir kitap.
Nur risaleleri içinden hususiyle bu kitabı seçip gönderme­sinin herhalde ve elbette bir mana ve bir hikmeti vardı. Kur’an, Risalet-i Ahmediye ve haşir gibi, imanın üç büyük rükünlerini Hıristiyan aleminin reisine tebliğ etmesi herhalde bir vazife idi.

İkinci Teşebbüsü:

1953 yaz aylarında, yanına üniversiteli talebelerinden birisini alarak, İstanbul Fener Patriği Athenagoras ile görüşmüştür. Bu görüşmede Hazret-i Üstad Patrik’e sormuş: “Hıristiyanlığın din-i hakikisi olan tevhid ve nübüvveti kabul ettiğiniz gibi; Hz. Muhammed’i(asm) de pey­gamber ve Kur’an-ı Kerim’i de kitabullah olarak kabul ederse­niz ehl-i necat olacaksınız.”

Patrik Athenagoras cevabında: “Ben kabul ediyorum.” de­yince, Bediüzzaman: “O halde siz bunu dünyanın diğer ruhani reislerine de söylüyor musunuz?”

Patrik: “Söylüyorum amma, onlar kabul etmiyorlar” demiş.[30]

Bediüzzamanın Papa’ya gönderdiği Zülfikar kitabıyla, Hıristi-yanların başı ve reisine yazılı bir tebligatta bulunduğu gibi, şu Fener Patriği’ne de şifahi bir tebligatta bulunmuştur.

Şu iki mühim teşebbüs, yani İslam dini adına İslamın temel akidesini tebliğinde olsun, yazımızın üst taraflarında eserlerinden yaptığımız alıntılardaki manalar olsun dinimize, İslam akidesine ters düşen yanlış bir şey var mıdır?..

Şeriat, usuliddin ve akaid ilimlerine dayanarak “Vardır!” diyen varsa, hemen fikir meydanına çıksın görüşelim. Kuytu köşelerde, karanlık mihrakların emirber neferliğinde fısıltı ile şeriatsız bir şekilde konuşmasınlar.

mhtml:http://www.ittihad.com.tr/gunes.mht#_Toc153276810

29] Emirdağ Lâhikası, s. 62.; Mufassal Tarihçe-i Hayat, C. 3, s. 2042.
[30] Şu ahirki hadisenin izahatı için bkz.: Mufassal Tarihçe-i Hayatı, C. 3, s. 1837.



Diyalog ve Hoşgörü KONUSU İÇERİSİNDE....

,,

,,,




buna ister tebliğ de,ister diyalog kimse karşı çıkmaz...
çıkmıyoruzda,bizim karşı çıktığımız konular çok farklı
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
bu konuda bir kaç hadisi şerif alıyorum:

Resulullah (asm.) kendisinden sonra gelecek ‘kardeşleri’ni bir başka hadis-i şerifte şöyle dile getirmişti.

Ebu Hureyre’nin bildirdiğine göre, bir gün “Resulullah (asm.) kabristana geldi ve:

Ey müminler yurdunda yatanlar, selam üzerinize olsun. İnşaallah biz de size kavuşacağız buyurdu”.

Sonra hasretle iç geçirerek:

Kardeşlerimi öyle göreceğim geldi ki” diye ekledi.

Yanında bulunan sahabeler: “Ey Allah’ın Resulü biz senin kardeşlerin değil miyiz? dediler. Resulullah (asm.): “Sizler ashabımsınız, kardeşlerim henüz gelmiş değildir.” buyurdu.

Yukarıda geçen hadislerde olduğu gibi burada da Resulullah, ashabdan bir kısmı ile Medine kabristanı yanından geçerken kendisinden sonra gelecek “İhvanı’nı görme arzusunu” ve onlara olan hasretini ifade etmektedir. Çünkü dünyada onları görmesi mümkün olmayacaktır.

Onlar Resulullah buradan göçtükten sonra, şu veya bu zamanda, Allah dilediğinde hayat sahnesine çıkacaklardır. Onlarla ancak ahirette görüşmek nasip olacaktır.

Sahabeler, onun hasretini bir nebze olsun söndürmek için, kendilerinin ona olan yakınlıklarını bildiklerinden,

“Biz senin kardeşlerin değil miyiz?”

diye sormuşlardır. Fakat Resulullah (asm.) onlara “Ashab” diğerlerine “ihvan”(kardeş) ünvanı vermiştir. Resulullahın devrinde onu görenler, sohbet edenler sahabe veya ashab diye anıldığı ve ashab sözü onlar için çok kullanıldığı gibi ihvan, kardeş veya kardeşler sözü de sonra gelecekler arasında çok kullanılacak, belki de onlar hangi ırktan veya beldeden olursa olsun birbirlerine “kardeş!” diye hitap edeceklerdir.

İslam ve imanla birbirlerini soy kardeşten daha çok sevecekler, mesleklerinin esası, kardeşlik olacak, birbirlerine en fedakar kardeş, en civanmert arkadaş olacaklardır. Yani sonradan geleceklerin en önemli özellikleri ve mesleklerinin en mühim esası, İslâm kardeşliği olduğu için, Resulullah (asm.) onlara kardeş, ihvan, kardeşler ünvanını vermiş, bu kimselerin sonlarının iyi olacağına, imanla kabre gireceklerine de bir işaret vardır. (3)

,,
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
1) “Ümmetimin Evveli mi Sonu mu Hayırlıdır Bilinmez”:

Ammâr b. Yasirden:

“Ümmetim mübarek bir ümmettir, evveli mi yoksa sonu mu daha iyidir bilinmez.” (1)

Burada ümmetin ilki ile sonu arasında bir benzerlik kuruluyor. Nasıl ilk zamanlar islamı yaşamak için büyük zorluklar, işkenceler çekilmiş, ilk sahabeler müşrik toplumda yadırganmış, tahkir edilmiş, kınanmış, Rasulullaha Mecnûn (deli) denilmiş, ona uyanlar çeşitli sıkıntılara işkencelere maruz kalmışlar.

Toplumda garipsenmişler, akılsızlıkla suçlanmışlar, hatta vatanlarından sürülmüşler. Bütün bu meşakkatlerin, acıların, ıstırapların sevabı ve kazancı da bir o kadar çok olmuş. İşte ümmetin sonu, ahir zamanda inananların durumu da ilklerine benzeyecek ve onlara yakın olacak. Ümmet ifsad olacak, bozulacak, bidalar ve dalaletler her yerde kendini gösterecek, her yere girecek.

Böylece, İslâma sarılanlar, sünnete ve Kurâna hizmet edenler, toplumda garipsenecek, tahkir edilecek, herkes onları tenkit edecek, onlar kafaları çalışmamakla, topluma uyumsuzlukla suçlanacak, hatta toplumdan dışlanmaya çalışılacaklar.

Çoğunluğun maddi manevi engelleyici baskısı altında, zor şartlarda Amel-i Salihin sevabı çok olacak, zorluk artınca sevap artacak.
.
.
.
.
Rasulüllah (SAV) ümmetinin bir başından bir de sonundan söz etmektedir. Çünkü başı ile sonu hayır, sevap, amellerdeki bereket bakımından “matar” adlı yağmur gibi olacaktır. Yağmurun faydası kendine ihtiyaç duyulduğunda, her şey yağmuru istediği bir zamanda ve ihtiyaç kadar yağdığında meydana gelir. Zamansız ve ihtiyaç duyulmayan bir zamanda, haddinden fazla yağan yağmur zararlı da olabilir.

Rasulüllah (SAV) bir başka hadis-i şerifte de:

“Ümmetim , evveli mi sonu mu hayırlıdır kesin bilinmeyen yağmur gibidir.” (10)

Burada da Rasulüllah (s.a.v) sahabelerle ahir zamanda gelecek fıskın, günahların, kebairin, şerlerin zuhurunda, dinin hükümlerini uygulayacak kimseleri hayır cihetinde sahabelere benzetmektedir.

http://www.sorularlaislamiyet.com/subpage.php?s=article&aid=5165

,,

,,
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
buna ister tebliğ de,ister diyalog kimse karşı çıkmaz...
çıkmıyoruzda,bizim karşı çıktığımız konular çok farklı

kardeş sizin düşüncelerinizi de alalım o zaman..

****


Dinler Arası Diyalog
Prof.Dr. Alaaddin BaşarDİNLER ARASI diyalog konusunda şöyle veya böyle düşünenleri bir an için unutalım ve böyle bir fikirle ilk defa karşılaştığımızı varsayarak diyaloğa karşı tavrımızın nasıl olması gerektiğini belirlemeye çalışalım.

Yeryüzündeki tek hak din olan İslâm’ın mensupları olarak böyle bir diyaloğa, öncelikle, “Evet” dememiz beklenir; ancak, burada önemli olan, söz konusu diyaloğu kimin kimlerle yapacağıdır.

Bu görüşmelerde Müslümanları temsil edecek kişilerin İslâm’ın temel hükümlerini harfiyen yaşamaları, bu dinin güzellikleriyle kalplerini, akıllarını, bütün duygu ve latifelerini kemâle erdirmeleri, muhtaçların karşısına böylece çıkmakla onlara yaşayışıyla fiilen ders vermeleri gerekir. Bunu başarılabilirlerse, Üstad Bediüzzaman’ın şu şartlı müjdesi de, Allah’ın izniyle, gerçekleşecek demektir:

“Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalâtını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyet’e girecekler. Belki, Küre-i Arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyet’e dehalet edecekler.” (Tarihçe-i Hayat)


devamı

http://www.nurpenceresi.com/moduller.php?modul=makale&op=1&id=104

,,
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
sormak istediklerinizin cevabı burada da olabilir mi....

*******

Diyalog nedir, ne değildir?

Diyalog kelimesi, bazılarının tüylerini ürpertiyor ve önyargılarına irticai kelime olarak kazınmış durumda.

Peki diyalog nedir, ne değildir?

Kavram kargaşası, algılamaya en büyük engeldir. Diyalog insan olmanın gereğidir ve insani ilişkidir. Bu anlamda dinler arasında değil farklı dinlere ve inanışlara mensup insanlar arasında diyalog olabilir.

Birbiriyle konuşarak ortak paydaları bulmak ve farklı noktaları gündeme getirmeme şartıyla yapılan insani bir danışma yöntemidir.

Yoksa diyalog dinlerarası ittifak veya tek bir din oluşturma aracı değildir. Bilinmeyen öteki olmaktansa bilenen öteki olmaya çalışmak, karşısındakini olduğu gibi kabullenme ve kendimizi de olduğumuz gibi benimsetmedir.

İnsan merkezli ve eksenli bir barış dünyası kurabilmenin ilk adımıdır diyalog. Yoksa başkasının dinini değiştirme girişimi değildir.



Hıristiyan misyonerler ve müslüman teblig erleri, eğer diyaloğu 'karşısındakinin dinini çürütüp kendi dinine çekme' olarak algılarsa diyalog değil monolog olur, münakaşa başlar; hoşgörü ve tolerans unutulur, insani bir meleke olan konuşarak uzlaşma ve birbirine saygı gösterme kültürü rafa kaldırılır.


Bazıları, ' konuşmak zorunda değiliz' diye düşünebilir. 'Onların dini onlara, bizimki bize' diye ayetle izah getirebilir. 'Onlardan dost ve veli edinmeyin, sırlarınızı paylaşmayın' ayetlerine dikkati çekerek diyalog kuranları küfre girmekle suçlayanlara rastlayabilirsinz. 'Küfür tek milletdir' diye kestirip atabilirler.

Kuran'ın mealinden okuduğu bir kaç ayetle alim kesilebilir, içi boşaltılmış cihad teriminin arkasına saklanıp savaş naraları atabilirler. Diyalog yapmayı her müslüman ve erkeğe helede bu devirde farz olan cihadı dışlamak olarak görebilirler. ....devamı aşağıdaki linkte.....

http://www.sonsaniye.net/yazar9175.htm

***
 

ozdemir

Üye
Katılım
14 Ara 2006
Mesajlar
53
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
68
Web sitesi
www.antiarabesk.com
50 kere yazdım,bir kere daha yazmak istemiyorum,neyin peşine düşüyorsanız düşün,nereye giderseniz gidin,kimene...
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
50 kere yazdım,bir kere daha yazmak istemiyorum,neyin peşine düşüyorsanız düşün,nereye giderseniz gidin,kimene...

kardeş niye kızıyorsun yavv..

bak sormak istediğini açıkca anlatmayınca ben de alıntılar yaptım..biraz daha bilgi edinip sorun diye...

ama kızacağınıza düşünmemiştim....kusura kalmayın...

,,
 

kul emir

Profesör
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
2,862
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
yalnızlık ülkesinden
yok ya bundan sonra yazacam bu bir kemal abdullah klasiğidir diye :) her konusunda birilerine sataşıyor ya :) haklı nedir ona göre çok merak ediyorum
 

ozdemir

Üye
Katılım
14 Ara 2006
Mesajlar
53
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
68
Web sitesi
www.antiarabesk.com
kimseye kızdığım falan yok,sorular sorduk cevaplar istedik,hep alıntı yazılar,hep sataşmalar hatta bazen hakaretlere uğradık...

benim feytullah gülen'e gıcığım yok kardeşim,ama bunu takip ettiğini zannedenler çok meymenetsiz çıktılar,siz üstünüze alınmayın,bu forumu veya bu başlığı kasdetmiyorum...

bende sıkıldım doğal olarak,insanlar bir şeyi savunabilir,ama samimi olduklarına inandırmak zorundalar diye düşünüyorum...

kusura bakmayın..
 

manifesto

Yasaklı
Katılım
23 Ara 2006
Mesajlar
0
Tepkime puanı
334
Puanları
0
Konum
Kocaeli
özdemir : bu fkirde olan insanların deyişmeyeceğini biliyorum...baksanıza yazılan yazıdan çok kişilere karşı çıkılıyor
Başka insanları değiştirmek ile vakit kaybedeceğine kendinle ilgilenmelisin..
Değişmesi gereken belkide sensin.
özdemir : hep dedim,ve demeye devam edeceğim...bukafadaki insanlar koyundan farkısdır hiç bir şey anlatmanıza gerek yok
Burada kendini tarif etmişsin sanırım..
Fazileti kendinden mef'um..
özdemir : işiniz gücünüz laf salatası...neyinize inanalım,ayrıca toplumun içine sinmeyen,türkiye de sadece bir grubun idare ettiği bir oluşumu sanki herkes benimsemiş,olay tamamen doğalmış,hatta islama uygunmu ve bu oluşuma katılmayanlar islama uymuyormuş gibi bir hava estiriyorsunuz
Laf salatası yapan sensin gibi... Sen oturduğun yerden bütün dünyada yapılmaya çalışılan hizmetleri eleştiriyorsun birde bu çalışmaları yapanları LAfazanlıkla suçluyorsun.. TEZAT..iş ve eylem onlarda ya sen?
 

kemalali

Profesör
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
1,560
Tepkime puanı
10
Puanları
0
yok ya bundan sonra yazacam bu bir kemal abdullah klasiğidir diye :) her konusunda birilerine sataşıyor ya :) haklı nedir ona göre çok merak ediyorum

Benim kimse sataştıgım yok. Gerçekleri göstermek. bana göre degil İslama göre haklı haklı haksız haklı bunu belirmek bizim ne haddimize. İtirazın Mezhepte, Tarikatta,Cemaatte şart dedigimden beri var. Bahene etmeyi bırak artık. Ayetlerle getirdiğim başka konuya klasik diyorsun. Dinin klasigi olmaz. Bir tana d. a. diyalogu tasvip eden alim getiremezler. Ancak Oryantalist,reformist. Nabza göre konuşan, taviz veren ilahiyatçı getirirler.
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
Benim kimse sataştıgım yok. Gerçekleri göstermek. bana göre degil İslama göre haklı haklı haksız haklı bunu belirmek bizim ne haddimize. İtirazın Mezhepte, Tarikatta,Cemaatte şart dedigimden beri var. Bahene etmeyi bırak artık. Ayetlerle getirdiğim başka konuya klasik diyorsun. Dinin klasigi olmaz. Bir tana d. a. diyalogu tasvip eden alim getiremezler. Ancak Oryantalist,reformist. Nabza göre konuşan, taviz veren ilahiyatçı getirirler.

SELAMLAR GÜZEL KARDEŞİM..

SİZCE BEDİÜZZAMAN (RA) HAZRETLERİ BİR ALİM OLARAK YETMEZ Mİ...

YOKSA SİZ ONU ALİM OLARAK MI KABUL ETMİYORSUNUZ..

ÜSTAD BIRAKIN DİYALOGU **İTTİFAK EDİN ** DİYOR..

TABİİ Kİ ANLAMAMA DURUMUNUZU KAPATMAK İÇİN SİZDE GÖZÜNÜZÜ KAPATMAK İSTİYORSUNUZ... AMA BİLMİYORSUNUZ Kİ DÜNYANIZ KARARIYOR...

,,
 

kemalali

Profesör
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
1,560
Tepkime puanı
10
Puanları
0
SELAMLAR GÜZEL KARDEŞİM..

SİZCE BEDİÜZZAMAN (RA) HAZRETLERİ BİR ALİM OLARAK YETMEZ Mİ...

YOKSA SİZ ONU ALİM OLARAK MI KABUL ETMİYORSUNUZ..

ÜSTAD BIRAKIN DİYALOGU **İTTİFAK EDİN ** DİYOR..

TABİİ Kİ ANLAMAMA DURUMUNUZU KAPATMAK İÇİN SİZDE GÖZÜNÜZÜ KAPATMAK İSTİYORSUNUZ... AMA BİLMİYORSUNUZ Kİ DÜNYANIZ KARARIYOR...

,,

Elbette Alim asrın müceddi oldugunu kabul ediyorum. Bediüzzaman d. a. d.iyalog yapmadı. O günkü savaş sartlarından dolayı ittifak edin demiştir heralde. Bediüzzamanın adını alet etmeyin. Neyde ittifak edecegiz.

http://www.ihvan-forum.com/showthread.php?p=152295#post152295

http://arsiv.zaman.com.tr/2000/04/15/guncel/all.html
 

kemalali

Profesör
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
1,560
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Dinler arası Medeniyetler arası diyaloğa karşı çıkan arkadaşların Tezlerini merak ediyorum..
Bu hareketin yerine neyi bina etmeyi düşünüyorlar acaba..
Dinler arası medeniyetler arası çatışmayı mı..
Diyaloğa karşı çıkmak çatışmalara destek olmak demekdir..

D. a. diyaloga karşı çıkanlar çatışma istemedi istemiyor. Bunu idda etmek Hem yalan hem iftiradır. Müslümanları kolay lokma haline getirmek. İslamın dışında medeniyet yok.

Nitekim, diyalogun mimarlarından olan diyalog toplantılarında hep komisyon başkanlığına getirilen bir ilahiyat profesörü “Ben yurt dışına gittiğim zaman sık sık Kiliselere gidiyorum; çok da lezzet ve zevk alıyorum” diyor.
Aynı Prof. diyalog konusunda da, “Efendim, diyalog ve hoşgörü devam edecekse, Hıristiyanlarla konuşurken sizin kitabınız bozulmuş, sonradan değiştirilmiş; en hakiki din benim dinim demeyeceksiniz.” diyor.
 

Satuk Buğra

Profesör
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
1,121
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
53
Doğruya doğru, doğruya yanlış diyecek halimiz yok.
 

kemalali

Profesör
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
1,560
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Dinler Arası Diyalog Tuzağı

BEYAN DERGİSİ

Dinler Arası Diyalog Tuzağı

Dinin lügat mânası: Ceza, ivaz yani karşılık olarak verilen şey ya da bedel. Aziz olmak, itaat etmek. Verâ ve takva. Istılahta ise: Allah ile kulları arasındaki münasebetleri tanzim eden nizam. Iman ve amel mevzuu olarak, insanlara Cenab–ı Hak tarafından teklif olunan hak ve hakikat kanunlarının heyet–i mecmuasıdır. Cenab–ı Hakk'ın dergah–ı ulûhiyyetine kulluk edasına vesile ve medar olan ibadet. (Abdullah Yeğin, "Islâm–Ilim–Edeb–Felsefi Yeni Lügat", Hizmet Vakfı Yayınları, s.107)


Istılah olarak dinin anlamı: "Yüce Allah'ın, kullarının kendisi vasıtası ile hakka ulaşmaları için peygamberleri aracılığı ile akıl sahibi insanlara tebliğ ettiği, onları dünya ve âhiret mutluluğuna kavuşturan sistem, Allah'ın koyduğu hükümler" anlamındadır. Bu anlamıyla din hem inanç konularını hem de amelî konuları kapsamaktadır. Din bazen her peygamberin getirdiği "millet" hakkında da kullanılabilir. Din, Allah'tan geldiği için "Allah'ın dini" şeklinde Allah'a; peygamber tarafından tebliğ edildiği için "peygamberin dini" şeklinde de peygambere; ona uyup bağlandıkları için de, mesela "Müslümanların dini" şeklinde bir ümmete izafe edilebilir." (Rağıb el–Isfahânî, "el–Müfredât fî Garîbi'l–Kur'an", Kahire 1381/1961, s.174; Tanevî, "Keşşâfu Istılâhâti'l–Fünûn", Kalkuta 1862'den Istanbul 1404/1984 tıpkı ba–sım, 1, 503)


Allahın Kullarına Göndediği Din Tek Bir Dindir


İlk insan ve ilk peygamberle başlayan din olayı bugünlere kadar gelmiş, günümüzden dünyanın son gününe kadar da devam edecektir. Ilk anında nasıl başladı ise, son anına kadar aynı ölçüde ilkelerle devam edecektir. Neydi Allah tarafından ilk insana verilen dinin özü?
Bir olan Allah'a iman etmek… Her türlü noksan sıfattan beri olan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyin O'na muhtaç olduğu Allah'ın, kullarına gönderdiği ve muhteviyatında her iki cihan mutluluğu bulunan ve daha çok ebedî hayatı kazanmak için konulmuş olan birçok emir ve yasağın bulunduğu kurallar bütünü, bir kurum, din.
Ilk insan Âdem Aleyhisselâm ile başlayan insanlık tarihi boyunca, Allah tarafından gönderilen din, ilke ve prensip olarak tektir. Âdem Aleyhisselâm'a gönderilen din ile Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gönderilen din aynı dindir. Ilk ve son peygamberin arasında gelip geçen peygamberlerin dini de aynıdır. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:


"Allah nezdinde hak din Islâm'dır..." Âl–i Imrân,19


"Göklerde ve yerlerdekiler, ister istemez O'na teslim olduğu hâlde onlar (Ehl–i kitap), Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki O'na döndürüleceklerdir." Âl–i Imrân, 83


"De ki: Biz, Allah'a, bize indirilene, Ibrahim, Ismail, Ishak, Yakub ve Yakub'un oğullarına indirilenlere, Musa, Isa ve (diğer) peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırdetmeyiz. Biz ancak O'na teslim oluruz." Âl–i Imrân, 84


"Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki, kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, âhirette ziyan edenlerden olacaktır." Âl–i Imrân, 85


Peygamberlerin Şeriatlerindeki Farklılıklar

Allah tarafından insanlığa gönderilen tek din olan Islâm, özde tevhid akidesinde bir olmakla beraber insan yaşamına dair uygulamalarında bazı küçük farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklar, bazı küçük ayrıntılarda bulunmaktadır. Örneğin, Nuh Aleyhisselâm'ın tebliğ ettiği din Islâm dinidir. İbrahim Aleyhisselâm'ın tebliğ ettiği din de İslâm dinidir. Ancak her iki tebliğin, uyguladıkları şeriatta bazı küçük farklılıkları bulunmaktadır. İbrahim Aleyhisselâm'ın tebliğ ettiği İslâm dini ile Musa Aleyhisselâm'ın tebliğ ettiği İslâm dininin uygulamalarında bazı farklılıklar bulunmaktadır. Musa Aleyhisselâm'ın tebliğ ettiği İslâm dini ile İsa Aleyhisselâm'ın tebliğ ettiği İslâm dininin uygulamalarında da bazı farklılıklar bulunmaktadır.
Peygamberlerin şeriatlarındaki farklılıkların nedeni, bir değil birkaç sebepten kaynaklanmaktadır. Bir sebebi; dünyanın sosyo–ekonomik ve teknolojik gelişmesine bağlı olarak, o günkü dünya şartlarıdır. Bir başka sebebi de coğrafî şartlardır. Bir diğer sebep ise; peygamberin gönderildiği kavmin özel durumudur.
Peygamberlerin şeriatlarındaki farklılıklara bakacak olursak, bir kısmının yiyecek içeceklerindeki yasak, diğer şeriatta serbest olmuştur. Bir kısmında aile ilişkileri ve evlilik usûlleri farklı olmuştur. Bir kısmında miras hukuku farklı olmuştur.
Farklılıklar sosyal hayatta olmuştur. Tevhitte, itikatta, iman da zerre kadar değişiklilik yoktur ve olmamıştır.


Bedenin Hayat Kaynağı Yiyecek Ve İçecekler Ruhun Hayat Kaynağıda Din (İnanç)


İnsan var olduğu günden bu yana, yerküre üzerinde varlığını sürdürebilmesi için gerekli olan temel ihtiyaçları, onun var olması için olmazsa olmazları da beraberinde yaratılmıştır. Insanın, dünya hayatını sürdürebilmesi için başta hava, su, yiyecekler ve içecekler insan yaşamı için olmazsa olmazlardandır. Maddî plandaki bu olmazsa olmazların yanında, mânevî planda yer alan olmazsa olmaz unsur, dindir.
Din insan hayatının vazgeçemeyeceği, olmazsa olmazlarındandır. Nasıl ki bedenin, varlığını sürdürebilmesi için suya, havaya, yiyecek ve içeceklere ihtiyacı varsa, ruhun da inanmaya, bir şeye inanıp tapınmaya, ona bağlanmaya öyle ihtiyacı vardır. Nasıl ki bedenin zahirî hayat kaynağı yiyecek ve içeceklerdir. Din, inanç da ruhun hayat kaynağıdır.
Bunun içindir ki, ilk insanla başlayan insanlık tarihinin günümüze kadarki seyrine baktığımızda karşımıza binlerce değişik inanç ve din çıkmaktadır. Bu değişik din ve inançlar, insan ruhunun, din ve inanca olan zarurî ihtiyacından ortaya çıkmıştır.
Bu din ve inanç grupları, insanın fıtrî temel ihtiyacı olan inanma ihtiyacını gidermiştir. Acizlik ve çaresizlik içinde bulunan insan, bu acziyetinden kurtulmak için sığınacağı bir yer aramış, işte o yer de inanç limanı olmuştur.
Inancın altında yatan en büyük gerçek, insanın acziyetinden başka bir şey değildir. Acizlik içinde bulunanların, darda kalanların, hastaların tek sığınağı inançlarıdır. Işte bu inanç olmasa, insanlık olmaz, insan yaşamı devam etmez ve dünya hayatı olmaz.

Yaratıcı, kullarının kendisine karşı olan görev ve yükümlülüklerini yerine getirecekleri ilke ve prensipleri koyarken, her zamanki gibi kullarını düşünmüş ve bu taleplerin uygulanmasının kolaylaşması için "inanma arzu ve isteğini" insanın fıtratına yerleştirmiştir. Böylece insan için inanç zarurî bir ihtiyaç olmuştur.

Dünyaya gelip geçmiş insanlar içinde inancı olmayan bir tek insan yoktur. Akla şu soru gelebilir: Ateizmi benimseyenler, (hâşâ) Yaratıcı'yı inkâr edenler var. Evet, Yaratıcı'yı inkâr eden gruplar olmuştur. Bu inkârcılık yani ateizm de bir inançtır. Yaratıcı inancına sahip olmayan insan, fıtrattan gelen inanç ihtiyacını, inançsızlığı inanç hâline getirerek gideriyor. Bir kısmı ateşe, puta, dağa, taşa, yıldıza taparken, bir kısmı da yaratılışı reddederek, inançsızlığı kendine inanç olarak seçiyor.
 

kemalali

Profesör
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
1,560
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Gerçeği Olmayanın Sahtesi De Olmaz


Bir tek din, bir tek inanç ve iman edilecek hakikat vardır. Her şeyin yoktan yaratıcısı olan Allah ve O'nun kullarına gönderdiği kurtuluş reçetesi din: Islâm dini. Bu en büyük hakikatin dışında kalan bütün inanç ve dinler bâtıldır, sahtedir, uydurmadır.

"Gerçeği olmayan bir şeyin sahtesi de olmaz." sözü bir kaidedir. Evet, her ne olursa olsun, gerçeği, hakikati yoksa sahtesi de olamaz. Bir başka ifade ile; her bâtıl ve sahte, netice itibarıyla bir gerçeğe ve hakikate dayanır.
Bütün sahte dinlerin ve inançların aslı, bir olan Allah ve O'nun indinde tek din olan Islâm dinidir.< Bu sahte din ve inanç gruplarını üç maddede toplayabiliriz:


Hak din olan Islâm dininin tahrif edilmesiyle ortaya çıkan sahte dinler. Yahudilik ve Hıristiyanlık bunun en güzel iki örneğidir. Bu iki dinin aslı, Islâm dinidir. Musa Aleyhisselâm'ın dini Islâm dini, ona inananlar da Müslümandır. Keza Isa Aleyhisselâm'ın dini de Islâm'dı, ona inananlar da Müslümandı. Ancak bu iki peygamberin kavimleri zaman içinde dinlerini tahrif ederek aslından uzaklaştırdılar. Aslından uzaklaşıp tahrif edilen Islâm dini, bir tarafta Yahudilik oldu, diğer taraf da Hıristiyanlık olarak ortaya çıktı.


Fıtrattan gelen inanma ihtiyacını gidermek için, insanoğlu kendi dinini kendisi meydana getirdi. Bu grup inanç sahiplerinin, bazen insanın ulaşamayacağı şeylere, bazen de kendi elleri ile yaptıkları şeylere tapındıklarını görmekteyiz. Aya, yıldıza, güneşe, göğe tapınmaları gibi. Yer cisimlerine tapanlar da olmuştur; ateşe, dağa, taşa, denize, değişik hayvanlara ve hatta şeytana. Kendi elleri ile yaptıklarına tapanlar dahi vardır. Bu grup inanç sahiplerinin en ilginç olanları, insana tapanlardır. Insana tapanların, en açık örneği Nemrud ve Firavun'dur.


Üçüncü grup, inançsızlar grubudur. Günümüz tabiriyle ateistler. Bir başka ifade ile de yaratılışa inanmayanlar. Bu grup insanlar, ruhlarındaki fıtrattan gelen inanma ihtiyacını, inançsızlığı inanç yaparak gidermektedirler.

İlâhî Dinler - Semavî Dinler Yanılgısı


Günümüzde sıkça kullanılan ve büyük çoğunluğun inanıp söylem hâline getirdiği bir husus var ki, bilinçle ve şuurla söylendiğinde Müslümanın dinden çıkmasına sebep olacak türdendir. Ilâhî dinler ya da üç semavî din. "Üç ilâhî din", "üç semavî din" demek, Allah tarafından gönderilen üç çeşit, üç değişik din demektir ki, bu bir noktada küfürdür. Allah Kur'an–ı Kerîm'de şöyle buyuruyor:

"Allah nezdinde hak din Islâm'dır." (Âl–i Imrân, 19) Allah kendi katında tek din olduğunu ve bu tek dinin de Islâm dini olduğunu açıkça beyan ediyor. Bu beyan karşısında, üç ilâhî dinden bahsetmenin ne anlama geleceğini akıl sahiplerine havale ediyoruz.
Müslümanların bu cümleleri kullanmaktan kaçınmaları gerekir. Islâm dininden başka bir din arayan ya da Islâm dininden başka bir dine meşruluk kazandırmaya çalışanlara, bakın Rabbimiz nasıl sesleniyor:
"Kim, Islâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki, kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, âhirette ziyan edenlerden olacaktır." (Âl–i Imrân, 85)
Tek gerçek ve hak din Islâm'dır. Onun dışındaki dinlerin tamamı batıldır, sahtedir, uydurmadır. Bu durum son derece açık ve nettir.

Dinler arası diyalog kavramı son derece yanlış, hatalı ve tehlikeli bir sözdür. Bu sözün perde arkasında, arka planında hangi samimi niyet, hangi haklı gerçek saklı olursa olsun, "dinler arası diyalog" kavramını meşru kılmaya gerekçe olamaz.
Yukarıda açıkladığımız üzere birkaç sebepten dolayı dinler arası diyalog olamaz.

Birinci sebep: Allah "Islâm'dan başka din yok" buyuruyor. Allah'ın kabul etmediği, reddettiği, sahte, uydurma dinleri, meşru kılarak, muhatap almak, Islâm dinine uygun bir hareket değildir.

Ikinci sebep: Hiçbir haklı gerekçe, bir asılın, sahtesini muhatap almasını gerektirmez. Bir asıl, bir gerçek, kendisinin sahtesini muhatap aldığında kendi varlığını kendi gerçekliğini tartışma konusu yapmış olur. Bugün itibarıyla baktığımızda dinler arası diyalog çalışmalarının sonucu, bu tezimizin haklılığını ortaya çıkarmıştır.

Üçüncü sebep: Bir asıl, bir gerçek, bir hakikat, kendisinin sahtesini muhatap aldığında, sahtesine meşruluk kazandırmış olur. Tek hak din olan Islâm, bâtılı muhatap aldığında, bâtıl dinlere meşruluk kazandırmış olur. Bugün özelikle ülkemizde bu durumu yaşamaktayız.
 

kemalali

Profesör
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
1,560
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Üç Beş Papaz Müslüman Olacak Diye Yüz Binlerce İnsan Hıristiyan Oldu

Dinler arası diyalog iki gerekçe ile yapılabilir. Bu iki gerekçenin zahirî ve bâtınî boyutları olabilir. Arka plandaki gerekçesi, Hıristiyan ve Yahudî âlemi ile yakınlık kurarak, onların Müslüman olmalarını sağlamak olabilir. Kalpleri ve niyetleri bilen Allah'tır. Niyetlerin hâlis ve samimi olduğunu düşünerek, dinler arası diyaloga öncülük edenlere şu soruyu sormaya mecburuz: Üç beş papaz, haham Müslüman olacak diye (!) yüz binlerce Müslümanın Islâm dininden uzaklaşmasına zemin hazırladığınızın farkında mısınız? Muhatapları bu sorunun cevabını vermek durumundadır.
Görünüşte hangi haklı sebebe dayandırmaya çalışılırsa çalışılsın, dinler arası diyalogun haklılığını hiçbir tez ortaya koyamaz.

Resûlullah Dinler Arası Diyalog Yapmadı

Her mü'minin beşerî noktada tek gerçek lideri, önderi ve ışığı olan Kâinatın Efendisi bu konuda ne yaptı? Bize neyi miras bıraktı? Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizin, dinler arası diyalog noktasında hiçbir faaliyeti olmadığı gibi, bu hareketi önerecek bir söz de ondan sadır olmamıştır. Bu konuda Resûlullah'a atfedilen ve dinler arası diyaloga zemin teşkil ettirmeye çalışılan mübarek mektuplar vardır.
Onun yazdığı mektuplar vardır. Ama bu mektuplar, bir diyalog çağrısı değil; davet mektuplarıdır. Dinler arası diyalog yerine, "dinlere tebliğ", "dinlere davet" sözleri kullanılsa ve bu sözlerin de içerikleri doldurulsa, amaç hâsıl olur. Fakat ne yazık, görünen o ki, dinler arası diyalog faaliyetlerinde Hıristiyan ve Yahudî din âlimlerinin ve dinlerinin reklam ve tanıtımları yapılarak, Islâm topraklarında onlara meşrutiyet sağlanmaktadır. Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, hayatının hiçbir döneminde böyle bir diyaloga girmiş değildir. Bırakın diyalogu, Allah ve Resûlü, Yahudî ve Hıristiyanları dost edinmeyi bile yasaklamıştır.
 
Üst