dinle NEY'İ..........

  • Konbuyu başlatan BeHReM
  • Başlangıç tarihi
B

BeHReM

Guest

Dinle ney’i​


Durgun, kapalı bir öğleden sonra. Ne yazmak geliyor içimden ne okumak tek satır. Kendi durgunluğumdan korkarım her zaman, öylesine hazırlıksızım. Durgunluktan ziyade hareket, kıpırtısızlıktan ziyade kelimelerle aram iyi oldum olası, harfler ve kelimeler ve cümleler, hatta ve hatta şu bildiğimiz noktalama işaretleri, bedenlerini sallaya sallaya sihirli bir raksla salınır gözümde.
Severim onları, onlarla yaratabileceğim hikayeleri. Kelimelerin yanında azalır evhamlarım, sakinleşirim. Beni ürküten kelimeler değil, sessizlik. Som, kalın, kaskatı sessizlik. Bir tek onunla nasıl başa çıkacağımı bilemem. Susarak kavga eden insanlar vardır, tepkisini anlaşılması mümkün olmayan bir sessizlikle gösteren, en çok onlardan ürkerim. Kaosa aşinayım da kosmos bana tuhaf mı tuhaf gelen. Nizam ve huzur.. ikisine de yabancıyım.

Durgun, kapalı, sessiz bir öğleden sonra. Kararıyor içim kelimesiz kalmışçasına. Ama çok değil birazdan değişecek ruh halim. Değişecek aniden. Ney üflemeye geldi bir dost. “Dinle”, dedi “Neden şikayet etmekte...”

Ney beni büyülemiştir her zaman. Her müzik aleti, ister Batılı olsun ister Doğulu, bakana dinleyene, dokunana evvela işlevini, yani müziği çağrıştırır. Ney hariç. Neyde kestiremezsiniz baktığınız bir müzik aleti mi yoksa hâlâ nefes alıp veren bir can mı, daha yeni doğadan kopartılmış, bir dal sazlıktan yeni çıkmış ve sanki her an ona geri dönmeyi bekleyen. Müzikten ziyade “doğa” kokar ney ilk bakışta, buram buram tabiat. Konuştuğunda bile bir yanı suskundur neyin ve belki de bu yüzden, dinlerken içim gider, her an susacak gibi gelir, susuverecek. Nefes almaya bile ürkersin ney dinlerken, ürkütmemek için onu. Öylesine nazenin ve öylesine kudretli aynı zamanda. Ve hayret edersin nasıl olur da hem bu kadar kırılgan, hassas, duygusal, nazenin hem de böylesine dirayetli, kararlı, metanetli, ilkeli, cesur olabilir bir can. Ney yumuşaklıkla kararlılığın karışımı. Başlıyor terennüm. Dem sesleri. Neyzenlerin tabiri ile “buzağı” sesleri....

“Sen sen ol, neye sakın su verme”, diyor dostum. Garip bir tılsımı var bu lafın. Şu hayatta suyla kuruyan, suyla hayat değil ölüm bulan tek şey ney olsa gerek. “Ney’e su verirsen alışır, hani dudakların çatladığında ıslatıp durursan daha beter edersin ya, onun gibi bir parça. Islata ıslata kurutursun. Sesler bozulur. Ney kurursa sesi de kurur. Sonra bir de bakmışsın çatlayıvermiş orta yerinden.” Suyla değil, badem yağıyla ıslatıyor dostum neyini. Saf badem yağı...

Ney neyzenin ruh halinden etkilenir. Değerli araştırmacı akademisyen Cem Behar’ın da belirttiği gibi “Bir neyzenin neşesi olmaz, karnı aç veya tok olur, yanında refakat ettiği sazların akordu pest ya da dik olursa neyzenin çıkardığı sesler mazbut ve hakiki ney sesi olmaz.” “Keyifsizsem keyifsiz çıkar neyin sesi. Hani çocuğunun yanında kavga etmemeye dikkat edersin ya, ben de içimi temizlemeden neyi elime almamaya özen gösteririm.” diyor dostum. Yoksa ney kızar. Yoksa ney kırılır. Yoksa ney darılır.

Sümerler zamanında da vardı ney. Dünyanın en eski kavimlerinden olan Aztekler de tıpkı Mevleviler gibi sema icra eder, ney üflerlerdi, nice Aztek mezarında ve kalıntısında sadece o dönemin uygarlığından değil, neyden de izler bulundu. Keza eski Mısır’dan kalma mezarlarda da mumyaların yanında da vardı ney. Hep vardı.

Durgun ama aydınlık bir öğleden sonra. Ney üflüyor dostum, ruhunu üflüyor bir neyzen ve ben bilmediğim, alışkın olmadığım bir huzurla dinliyorum kana kana.

ELİF ŞAFAK
 
B

BeHReM

Guest


Duy Şikayet Etmede Her An Bu Ney



Duy şikayet etmede her an bu ney,
Anlatır hep ayrılıklardan bu ney.

Der ki feryadım kamışlıktan gelir,
Duysa her kim, gözlerinden kan gelir.

Ayrılıktan parçalanmış bir yürek
İsterim ben, derdimi dökmem gerek.

Kim ki aslından ayırmış canını,
Öyle bekler, öyle vuslat anını.

Ağladım her yerde hep ah eyledim,
Gördüğüm her kul için dostum dedim.

Herkesin zannında dost oldum ama,
Kimse talip olmadı esrarıma.

Hiç değil feryadıma sırrım uzak,
Nerde bir göz, nerde bir candan kulak?

Aynadır ten can için, can ten için,
Lakin olmaz can gözü her kimsenin.

Ney sesi tekmil hava oldu ateş,
Hem yok olsun, kimde yoksa bu ateş!

Aşk ateş olmuş dökülmüştür ney'e,
Cezbesi aşkın karışmıştır mey'e.

Yardan ayrı dostu ney dost kıldı hem,
Perdesinden perdemiz yırtıldı hem.

Kanlı yoldan ney sunar hep arz-ı hal,
Hem verir Mecnunun aşkından misal.

Ney zehir, hem panzehir, ah nerde var,
Böyle bir dost, böyle bir özlemli yar?

Sırrı bu aklın bilinmez akl-ile,
Tek kulaktır müşteri, ancak dile.

Gam dolu günler zaman hep aynı hal,
Gün tamam oldu, yalan, yanlış, hayal.

Gün geçer yok korkumuz, her şey masal,
Ey temizlik örneği sen gitme, kal!

Kandı her şey, tek balık kanmaz sudan,
Gün uzar, rızkın eğer bulmazsa can.

Olgunun halinden ah, anlar mı ham?
Söz uzar, kesmek gerektir vesselam.

(Farsça, çev: F. Halıcı)

Mevlana Celaleddin Rumi




 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
Ney gibi zehir ve panzehiri kim gördü? Kim ney gibi dost ve istekli gördü?

''dinle bu ney neler hikayet eder
ayrılıklardan nasıl şikayet eder''
(MEVLANA)

Mevlana'nın eserlerinde geçen ney,aslında"İnsan-ı kamil"i temsil etmektedir. Sazlıktaki bir kamışın ney haline gelene kadar geçirdiği devreler,insanın olgunlaşmasını,yani"nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye"basamaklarını ifade eder. Ney başlangıçta kamış olarak bulunduğu sazlıktan ayrılmış ve bu ayrılık,onun nasıl acı feryadına sebep olmuşsa;ruhlar aleminden gelip balçıktan yaratılmış bedene,yani ten kafesine giren"kamil insan"da da geldiği ruhani aleme hasret başlamıştır. Bu hasreti;riyazat,murakabe,tefekkür,ilahi aşk ve çilelerle yoğrulan insan zamanla olgunlaşır,seviye bulur;nihayet"kamil"hale gelir. Sazlık içindeki kamışlar arasından çıkarılan ney,usta bir el tarafından usulüne uygun şekilde kesilir.İçi boşaltılıp,kurutulur.Daha sonra,ateşle delinerek baş ve son kısmına demir boğumlar yerleştirilir.Bir müddet bu halde bekletildikten sonra ney;neyzenin nefesinden üflenen nefha ile dinleyenlerin kalbi seviyelerine göre güzel sesler,hayret ve hikmetler yaymaya başlar. Mevlana hazretleri,"Ney"in,insanların kalplerine göre farklı tesirler meydana getirdiğini,yine onun dilinden şöyle anlatmaktadır:"Ben her cemiyette,her mecliste inledim,durdum.Kötü huylu olanlarla da,iyi huylu olanlarla da düşüp kalktım.Herkes kendi anlayışına göre banim yarim oldu.Fakat içimdeki esrarı araştırmadı."..Hazret başka bir beytinde"İçimi dökecek,beni anlayacak bir kişinin hasretiyle gidiyorum!.."İnsan da kemal yolunda hep bu safhalardan geçer. Selam ve Dua ile......
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
Ney Ve Ney

Neyden ateş düştü ve âlemi duman bürüdü.”

Sevgilinin yanağına yaklaşmak isteyen, Ney gibi olmalıydı. Ney, gizli sırlar aşikâr ediyordu. İnsan oğlu dünyadan öncesini hatırlar gibiydi. Can, geldiği âleme dönmek iştiyakında idi. Bir ara şeffaf bir ölüm sükûnu ortalığı kapladı. Mevlâna ölüme hayat vaadediyordu:



“Ölünüz.. ölünüz.. Bu aşkta ölünüz.

Bu aşkta ölürseniz hakiki ruha kavuşursunuz.

Ölünüz.. ölünüz... Bu ölümden korkmayınız.

Bu topraktan kurtulup göklere yükseliniz.

Ölünüz.. Ölünüz... Bu buluttan kurtulunuz.

Buluttan kurtulup parlak ayı görürsünüz.

Susunuz.. susunuz... Susmak ölüm gibidir.

Susarak feryat ediniz hakiki yaşamak budur.”
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
Ney, sazlıkta biten alelade bir kamış değildir. Ney. âşığın elinde ateştir, gönüldür. Allah sırrıdır.
Derler ki. Peygamber Davut, bir gün bir sazlıktan geçiyormuş. Bu sırada hafif bir rüzgâr esmeye başlamış. Kamışlar başlamış ötmeye.. Ama ne ötüş! Hazreti Davud olduğu yerde çivilenmiş kalmış. Bu ses, ne ilâhî ses, ne içten terennüm.. Bir tanesini koparmış, dudaklarına götürmüş, başlamış üflemeye.. Bundan sonra Allah'a olan âşk ve muhabbetini bu kamışla dile getirmiş. Bu kamış O'nun elinde kamış olmaktan çıkar, âşk haline gelirmiş. Davud'un ilâhîleri ve pek meşhur davudî sesi, terennümleriyle yanık nefesi ve sesiyle, feryad eden bir âşk misali ney ile ilgili olsa gerek.

ney sevenlere
ERCAN IRMAK: DAVET
albümünü tavsiye ediyorum:)
 
B

BeHReM

Guest
SEMA VE NEY


Bir aşk efsanesidir sema, ney kendi dilinde bu efsaneyi anlatır.

Sema âşıkların gıdasıdır semada sevgiliyle buluşma hali vardır diyen Mevlana “hal ehlinin gönüllerini sevgi arıtır” demektedir. Semaya giren dünyadan çıkar. Aşkın kollarını boynuna dolaması sonucu semazen sema ederek aşkı kucaklar ve bağrına basar.

Mevlana’ya göre; aşk olmayınca neşe ve sevinç artmaz. Buluttan denize yüz damla düşer ama aşk harekete geçmedikçe hiç biri sedefte inci olamaz. Aşkla taş yürekler bile yumuşar, yumuşar da gönül taş bile olsa mücevher kesilir. Âşıkların gönülleri ateşe benzer, bedenleri mangala. Aşk uçuşuna dünya dardır.

Sema aslından uzak düşen bir canın kıvranışını, çırpınışını ifade eder. Semazene, aynı dertten muztarip olan ney eşlik eder.Ney ve semazen birbirlerini en iyi anlayan iki dostturlar.Semazenin yüreğini oyan aşk ateşi ile neyin de içini oyan ateş aynı ateştir. Ayrılığı en çok onlar yaşamıştır. Ney kamışlıktan, asli vatanından ayrılmış, can da mutlak varlıktan ayrı düşmüştür. Ve o ayrılan mekana doğru çeken ilahi bir tılsım vardır.

Sema sevgilide fani olma gayretidir. Sevgiliye olan naz ve niyazdır. Pervanenin ateşe uçmak için sıçramasıdır.

Mevlana’ya göre neyin çıkardığı sesler ilahi aşkın ateşleridir. İçine üfürülen maddi soluk değildir. Bir kimsede bu ateş olmazsa o yok olsun daha iyidir. Ney çevreye aşk ateşleri saçmaktadır. Sema bu ateşi bu koru yelpazelemektir.

Ney mürşid-i kamildir. Kuşlara uçmayı öğreten bir üstattır. Neyin sesi, kişinin Rabbisiyle arasında olan perdeleri yırtar kulun âşık olduğu Allah’ı seyretmesini temin eder.

Ney yerinden ayrı düşmüş olan herkesin dert arkadaşıdır. Onun ses perdeleri bizim hicaplarımızı yırtmıştır. Mevlana’ya göre sema;”Kendinden geçmek ve Hakk’a vasıl olmak suretiyle “Bela” sesini işitmektir. Gömlekten Yusuf’a vasıl olma kokusunu duymak suretiyle Yakub’un derdine deva olmaktır. Allah’la bir olma zamanını yakalama sırrıdır.

Sema maddi alemden mana alemine bir yolculuk bir dalıştır.

Sema güzellikler senfonisi, bir temaşa abidesidir.

Güneşin sıcaklığının tesiriyle denizden uçan buharlar havada bulut olur. Sonra dağlara ovalara yağmur halinde düşerler. Bundan çaylar dereler ırmaklar nehirler oluşur. Fakat oradan buradan yakından uzaktan toplanıp çıktıkları yer olan denize kavuşurlar. Nehirler ırmaklar dereler taşarak coşarak denize kavuşuncaya kadar dert ve hicranla feryat eder dururlar. Aynı derdin feryadını Yunus “Beni bir dağda buldular/Kolum kanadım kırdılar/Dolaba layık gördüler/Derdim vardır inlerim” şeklinde ifade ederek dağların duygularına tercüman olur.

Sema “Gene gel gene, ne olursan ol, ister kafir ol, ister ateşe tap, ister puta, ister yüz kere tevbe etmiş ol , ister yüz kere bozmuş ol tevbeni, umutsuzluk kapısı değil bu kapı, nasılsan öyle gel” seslenişiyle bütün gönüllere bir kucak açmadır.

Sema, semadaki ay gibi güneş gibi dünya gibi olmak onların dillerince onların hallerince bir seyir, bir niyazdır.

Sema “medresem dünyam tekkem alem” diyen mana erinin aşkında doruğa ulaşmasıdır.

Ney ayrılığa isyan borusu çalış, sema sessiz bir başkaldırıştır.

Sema varlıktan yokluğa geçiş, kozayı yırtıp kelebekleşmedir.

Ney’e üflenen her nefes aşığın ateşine üflenen bir soluktur. Üflendikçe ateş artar ve kabına sığmaz. Eriyen âşık semayla öteler ötesine uçarak yükselir.

Sema bir şeb-i arus’tur ney de bu düğünü ilan eder.

Sema göklere merdiven dayamaktır, aşığın miracıdır.

Sema aşkından sarhoş olan aşığın mecnunlaşmasıdır.

Ney şekli ile elif gibi vahdeti temsil eder, sema da iki iken bir olmak, vahdet-i vücuda ulaşmaktır.



Âşık için ney bir bahanedir, her ses sevgiliden bir davettir, sema bu davete icabettir.

Velhasıl ney aşkın özü, özetidir. Sema beyaz bir dilekçedir.
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
Hz. Mevlânâ’ nın fesefesinde ney, “insan-ı kâmil” in (yani bir takım merhalelerden geçerek olgunlaşmış insanın) sembolüdür ve aşk derdini anlatmadadır. Benzi sararmış, içi boşalmış, bağrı dağlanarak delikler açılmış, ancak Yüce Yaratıcı’ nın üflediği nefesle hayat bulan, tıpkı insan gibi geldiği yere özlem duyan ve delik deşik olmuş sînesinden çıkan feryâd ve iniltileri ile insanlara sırlar fısıldayan bir dosttur. Bu sebeple ney, mevlevîlerce kutsanmış ve “ nây-ı şerîf ” diye anılmıştır.


Ney, kanla dolu bir yoldan bahsetmede,

Mecnûn’ un aşkından hikâyeler anlatmadadır.”
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
çok güzel bir başlık açtın BEHREM
paylaştıkların gerçekten çok güzell
ney denince zaten ilk akla gelen MEVLANA
(NEY GİBİ BİR ADAMDI DESİNLER ARDIMDAN)
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
Gönlümüzün sesi, içimizdeki duygularımızın yansıması

NEY;
İnsanla çok örtüşen, insan sesine en yakın enstrüman. O Mevlevilikteki yaşam biçimiyle çok uygun. Çünkü hiç aracısız bir enstrüman.

aşk ateş olmuş dökülmüştür neye,
cezbesi aşkın karışmıştır meye.

insanı özüne döndüren kusursuz çalgı, yaşamın sırrını sölediğine inanılır.
sazdan yapılan ney hikayeye göre diğer sazlardan, rüzgardan, özgürlüğünden ayrıldığı için sesi öyle acı, buğulu çıkarmış.

Alevin gözyaşıdır bu, susuyor şimdi sesi,
Ağlıyor aşk ile ālem, budur aşkın hevesi.
Sanırım can veriyor ney, sönüyor son nefesi,
Bak neler söyletiyor Hazret-i Mevlânâye!

Ney, sazlıkta biten alelade bir kamış değildir. Ney. âşığın elinde ateştir, gönüldür. Allah sırrıdır.

Alevden nefesi ile hıçkıran, yanık ve perişan ney.. İlâhî bir selsebil aşkla dolu gönül. Mevlâna'nın, "Benim sırrım, feryadımdan uzak değil; fakat gözde, kulakta o nur yok. Ten candan, can da tenden gizli değil. Lâkin canı görmek için izin yok.." diye dile getirdiği âşk sembolü.. Ney için Mevlâna der ki:
Gizli sırlarını söylemede cihanın O yanık ney, o yanık ney, yanık ney,. Ney nedir? O busesi güzel cananın, Öptüğü şey, öptüğü şey, öptüğü şey.
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
Kudsi Erguner Ensemble


Kudsi Erguner (Ney)
Derya Türkan (Kemençe)
Hakan Güngör (Kanun)
Alper Uzkur (Tanbur)
Renaud Garcia Fons (Kontrbas)
Pierre Rigopoulos (Vurma Çalgılar)

cemal reşit rey'de bu akşam saat; 20:00
konser var ilgilenen arkadaşlara duyrulur!!!

iletişim: Cemal Reşit Rey Konser Salonu
0 212 232 98 30
 
B

BeHReM

Guest
BU NASIL BİR GECE Kİ

HER TARAF NEY OLMUŞ



Eski “ihya geceleri” de böyle sohbetle başlardı. Zamanın yahut zamansızlığın, mekânın, yahut mekânsızlığın şiiri okunur, tasavvuftan, evliya menkıbelerinden söz açılır, mesnevi öğretilir, ney üfleninceye kadar sohbete devam edilirdi.

Gene öyle oldu. Yurdun dört köşesinden gelen, uzak diyarlardan misafir olan birkaç Mevlâna âşığı büyük veliyi hasretle andılar.

Bir çelebi, mesnevinin ilk on sekiz beytinin mânasını. açıkladı. İranlı Prof. Müçteba Minovi, Mevlâna’nın aşkla dolu şiirlerini okudu, çok güzel okudu, şiirlerden kudüm ve ney havası geliyordu.. Gecenin en güzel konuşmasını yapan Prof. Dr. Anne Marie Schimmel, Hz. Mevlâna’da “Zaman ve zamansızlık” üzerine söz açtı. “Mevlâna yeryüzünün güneşidir” dedi. “O zaman içinde zamansızlığı yaşamayı bilmişti, daimilikteki şimdiyi bulmuştu” dedi. “Dua ederken Yaradan ile insan arasındaki perdeler kalkar, Mevlâna dua ahlâkını bir ömre hayat üslubu olarak seçmiştir” dedi. Semaın, zamansızlığı arayış, masiva’dan mavera’ya geçiş olduğunu anlattı.

Sonra birdenbire kendimizi bir ihya gecesinin içinde bulduk:

Kubbe-i Hadra’nın mavi alevli siluetinin ardında garip bir kırmızı, gül gibi, mahzun ay ışığı vardı. önde, Mevlâna Türbesinin gölgesinde diz çökmüş hayaller... . Cânlardı bunlar. Demek yatsı namazını kılmışlar, birer birer gelmişler, kırmızı post üstünde oturan Dededen destur almışlar, o da:

“Hûû, demişti. Çevresini sarmışlardı.

Dede Efendi:

“Aşk olsun” demişti. Cânlar:

“Eyvallah!” demişlerdi.

Alaca karanlıkta Kur’an okunuyordu. Alaca karanlıklardan bir başka sabah büyüyordu.

Dede:

“Fatiha!” dedi.

Mevlevi terbiyesince eğilip yeri öptü. Cânlar da hep yeri öptüler.

Kani Karaca’nın sesinde yeni, Itrî’nin rast makamında eski, alabildiğine taze havalar ve ledünni hâtıralarla Naat perde perde yükseldi.

Ya Hazret-i Mevlâna Hak dost diye başlayan Naat Mevlâna’nın diliyle “Ya Resûl Allah Habib-il Hâlik-ı yekta Tuh” diye devam ediyor, Hz. Peygamberimiz Efendimizi sena ediyordu.

Naat bitti. Ney başladı. “Ayrılıklardan şikâyet ediyordu” ney “Beni kamışlıktan ayırdılar da herkes benimle ağladı” diyordu. “İştiyak derdini anlatabilmem için parça parça olmuş bir yürek isterim” diye feryat ediyordu. “Ben her cemiyette ağladım, iyilerle fenalarla arkadaş oldum benim sırrımı anlamadılar, sırrım feryadımdan uzak değildi, fakat her kulakta onu anlayacak nûr yoktur” diyordu.

“Aşkın ateşi neye düştü. Onun perdeleri, perdelerimizi yırttı” diye inliyor, “Ney gibi zehiri ve panzehiri kim gördü?” diye soruyordu. Ney, “Kan dolu yolu, Mecnun’un aşk hikâyelerini söylüyor”du...

Herkes susmuş, herkes bütün kulak kesilmişti. Yüzyılların derinliğinden koca Mevlâna sesleniyordu:

Ey hoş sadalı ney! Sen gönlümü aldın. Senin için boşalmıştır, sen karışık gönülleri de boşaltır ve teskin edersin.

................................
 
B

BeHReM

Guest
Neyden ateş düştü ve âlemi duman bürüdü.”

Sevgilinin yanağına yaklaşmak isteyen, Ney gibi olmalıydı. Ney, gizli sırlar aşikâr ediyordu. İnsan oğlu dünyadan öncesini hatırlar gibiydi. Can, geldiği âleme dönmek iştiyakında idi. Bir ara şeffaf bir ölüm sükûnu ortalığı kapladı. Mevlâna ölüme hayat vaadediyordu:



“Ölünüz.. ölünüz.. Bu aşkta ölünüz.

Bu aşkta ölürseniz hakiki ruha kavuşursunuz.

Ölünüz.. ölünüz... Bu ölümden korkmayınız.

Bu topraktan kurtulup göklere yükseliniz.

Ölünüz.. Ölünüz... Bu buluttan kurtulunuz.

Buluttan kurtulup parlak ayı görürsünüz.

Susunuz.. susunuz... Susmak ölüm gibidir.

Susarak feryat ediniz hakiki yaşamak budur.”



İncelen, hafifleyen, insanı âlemi berzaha sürükler gibi olan ney sesi birdenbire neylerin sesi haline geldi. Yükseldi yükseldi.. Mezar taşlarını andıran serpuşlar kımıldadı, hırkalar mezar tümsekleri gibi sarsıldı, Cânlar ney sesinde İsrafil sûrunu duyan ruhlar misali silkindiler, ellerini yere vurup doğruldular. Sür, “kalkınız!” emrini duyurmuştu. Cânlar “mahşer velvelesi arasında buluşmuş şefaat dilemek üzere arayışa başlamışlardı. Mevlâna’yı hatırlamamak mümkün mü?

“Kefenini yırtmış ve kulaklarını korku kaplamış olan kimse için sûr nefhası önünde beyin ve kulak kalır mı?

Sen o zaman nereye baksan beni göreceksin. Ben insan suretindeyim. Sakın yanlışlık etme ruh çok lâtif, aşk çok gayretlidir.”

Ney kurtuluşa çağırıyordu, ezan gibiydi, kudüm aşka dem tutuyordu. Devir başladı. Dede efendi önde, dervişleri arkada kafile halinde yürümeye başladılar.

Bu kırmızı post Makam-ı Muhammedî’dir. Onun önünden Cânlar üç kere geçtiler. Geçerken birbirlerine karşı dururlar ve karşılıklı iki kaşları arasına bakarlardı. Bu; âlemin sırrının nazardan nazara nakli demekti. Üçüncü devir tamamlandı, ney ve kudüm, âyin-i terennüm ederken canlar birer birer hırkalarını çıkardılar. Sağ elleriyle yere bıraktılar. Bu, beşeri sıfatlardan sıyrılmak, nefisten kurtulmak, bütün iyilik ve kötülüklerle aşikâr olmaktır. Bu meydanda yalnız temiz kalplerin, mümin gönüllerin gülü açar.

“Yarın mahşere hesap korkusu ile yüzleri sararmış insanlar gelir. Ben orada aşkı ortaya koyar, hesabımı bundan sorunuz derim.”

Dede’nin eli öpüldü, kollar göğüs üstünde çaprazlanarak niyaza duruldu ve Makam-ı Muhammedî önünden baş kesip geçen canlar bir adım ötede nûra pervane oldular: Sema başladı...



Semâ, âşık ruhların dinlendiği yerdir.

Onu canının içinde canı olanlar bilir.



Semâ ârâm-ı cân-ı âşıkânest

Kesi dânet ki ûra can-ı cânest



Kollarını göğüslerinin üstünde, niyaz üzere çaprazlayan aşıklar dönmeye başladılar. Gönüllerinden beyaz kuşlar uçurmuşçasına elleri havalandı. Kollar kelebek gibi, tennureler çiçek gibi açıldı. Nur-u Muhammedî pervaneleri aşka dem tutmaya başladılar. Beyaz eller göklere yükseldi, kollar (1âm elif) gibi, kelime-i şahadetin (lâ) sı gibi açıldı. Yaradandan başkası (lâ) idi (hiç) idi.

Canlar sağ ellerinin avuçlarını havaya doğru, açmış öyle dönüyorlardı, sol avuçlarını yere çevirmişlerdi. Sağ ele (feyz-i ak*des) yağıyor, aşıklar sol elle bunu dağıtıyorlardı: Bir de, sağ el Rahmet-i İlâhiye açılmış, sol el bundan gayrisine kapanmıştı.Hûû!. diyorlardı. Yalnız (sen) diyorlardı. “Sen her şeysin, senden gayri her şey hiç!” diyorlardı. Masiva’yı unutmuş gibiydiler, belki. Ma*vera’da teneffüs ediyorlardı.



“Biya biya ki tuî cân-ı cân-ı sema” demişti Mevlana.

“Gel.. Gel!. Sen (Sema)ın canının camsın...

Yüz bin yıldız seninle gönlümü aydınlatır.

Gel.. Sen (Sema) göğündeki aysın” diye bağırmıştı:

“Sema’a girdiğin zaman iki cihanın da dışındasın.

Sema iki cihandan dışarıdadır.”



Diye ilan etmişti. Cânlar fezada döner gibiydiler. Yıldızlar gibi, atomla kâinat arasında bir yerde dönüyor, dönüyor, dönüyorlardı. Bal rengi yüzler rüyaya dalmıştı, gözler süzülmüştü, kirpiklerden yıldız kırıntıları dökülüyordu. “Her taraf nay olmuştu” ve kudüm sesine hûû! rüzgârları karışıyordu. Yüzler; tennûrelerle, hırkaların uçan beyaz bulutlarına ilişen aylar gibiydi. Bir beyaz sakallı, bir mehip, bir körpecik yüz, bir görünüp bir kayboluyordu. Güvercin eller, bulutlar arasında pervaz ediyordu.

Mevlâna sözüdür.



“Bugün sema var, sema var, semâ var,

Nur var, ışık var, ışık var, ışık var.”



Bir Mevlana şiiri daha:



“Semâ askerlerinin başı her gün

Sabâ rüzgârı gibi sema gülistanına gelir

Tûti ve bülbül kendi âlemine dalar

Ve her ağaç semâ meyvalarile sallanır.”



Cânlar nûra peyk olmuş seyyareler misali döne döne dört devir yaptılar. Dört selâm, dört niyaz... Çünkü Efendimiz, mahşer gününde günahkâr kullar için dört defa niyazda bulunacaklar, dördüncüsünde Cenab-ı Hak, afv ve mağfiret müjdeleyecek.

Pir, (Makam-ı Muhammedî) huzurunda niyazı bitirip semâzenler arasına katıldı. Kollarını açmadan sağ eliyle hırkasının yakasını tutarak ortada, olduğu yerde dönmeye başladı.Canlar etrafında halka olup dönerlerdi. Pırıl pırıl bir gök manzumesinde halka halka aşk ışıyordu. Ayinde söz eridi, ses azaldı uzak bir ney sesine tennûre hışırtısı ve güvercin topuklu bir rüya uçuşu karıştı.
 
B

BeHReM

Guest
Mevlana diyor ki:

“Altı bucakta da Allah’ın nûru var! dediler, halktan bir ses:

- O nûr nerededir?

Yabancı sağına, soluna baktı, göremedi.

Bir ses yükseldi:

- Bir an sağsız-solsuz bak!”



Aşk pervaneleri sağsız ve solsuzdular öyle bakıyorlardı. Dakikalar zamanlar içre büyümüş zamanlardan bir saatlik zaman geçmişti. Bu müddeti dönerek geçirenler, zamanda zamansızlığı arayanlar birdenbire oldukları yerde durup kaldılar. Kur’an okunuyordu. Tennûreler bedenlere dolandı, Cânlar baş kesip hürmetle oturdular..

Kubbe-i Hadra’nın çinilerinde yeşil bir Selçuk sabahı uyandı. Konya şehrinin sokak lambaları birer birer dinlendi. “Söndü” demeyeceğiz. Mevlâna sevgisinin dilinde ışıklar söndürülmez, dinlendirilir, yanmaz; uyandırılır. Kapıyı örtmek yoktur. Sınamak vardır.

Sevmek için gözler, gönüller gibi, eller yüzler gibi, diller de temizlenmelidir. Şeb-i arusdan 685 sene sonra sadece bir ihya gecesi gösterisi bile bir ince medeniyetin dilini ve yaşama sevincini insana telkin ediyor. Bu sanatkârane terbiyeyi, bu mana ahlâkının aşk üslubunu sevmeye, anlamaya hazırız. Kimdi bu güzel disiplinin yüce siması? Hz. Mevlâna nereden gelmiş, nereye gitmişti?





KUBBE-İ HADRÂ



Ney, kudüm, ûd uyumuşlar şimdi.

Okur Evrâd'ını kuşlar şimdi.



Hepsi "Mevlâ" diye çarpardı, yazık,

O yürekler soğurmuşlar şimdi!



Mesnevî nerde, nasıldır Divân?

Çeşmelerdir, kurumuşlar şimdi!



Yolcusuz, Kubbe-i Hadrâ'ya gelen

Şu inişler, şu yokuşlar şimdi...



Bîhaber öyle ki, bilmem; ne yazar,

Ne okurlar okumuşlar şimdi?



Tozlar altında mı, göklerde midir

O keramet, o buluşlar şimdi?



Rahlelerden el açar Arş'a duâ

Okur Evrâd'ını kuşlar şimdi!
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
İnsanin Ney Gİbİ AĞlayiŞi Ve İnleyİŞİ
GÖrÜnÜŞte Bİr Zehİrdİr Ama Çareye
GÖtÜrdÜĞÜ İÇİn
En GÜzel İlaÇ Ve Tİryaktir
Neyİn,İnleyİŞİne Benzeyen Dualarimiz
Ve YakariŞlarimizin Sayesİnde Sevgİlİ'nİn
Yoluna DÜŞerİz Kİ, YakariŞlarimizin Ne Kadar
Dost Ve MÜŞtak OlduĞunu GÖsterİr...
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
MESNEVİ DERYASINDAN-NEY'İN HİKAYESİ
dostbil bildirdi::
Mevlana'nın eserlerinde geçen ney,aslında"İnsan-ı kamil"i temsil etmektedir. Sazlıktaki bir kamışın ney haline gelene kadar geçirdiği devreler,insanın olgunlaşmasını,yani"nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye"basamaklarını ifade eder.

Mevlana'nın eserlerinde geçen ney,aslında"İnsan-ı kamil"i temsil etmektedir. Sazlıktaki bir kamışın ney haline gelene kadar geçirdiği devreler,insanın olgunlaşmasını,yani"nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye"basamaklarını ifade eder. Ney başlangıçta kamış olarak bulunduğu sazlıktan ayrılmış ve bu ayrılık,onun nasıl acı feryadına sebep olmuşsa;ruhlar aleminden gelip balçıktan yaratılmış bedene,yani ten kafesine giren"kamil insan"da da geldiği ruhani aleme hasret başlamıştır. Bu hasreti;riyazat,murakabe,tefekkür,ilahi aşk ve çilelerle yoğrulan insan zamanla olgunlaşır,seviye bulur;nihayet"kamil"hale gelir. Sazlık içindeki kamışlar arasından çıkarılan ney,usta bir el tarafından usulüne uygun şekilde kesilir.İçi boşaltılıp,kurutulur.Daha sonra,ateşle delinerek baş ve son kısmına demir boğumlar yerleştirilir.Bir müddet bu halde bekletildikten sonra ney;neyzenin nefesinden üflenen nefha ile dinleyenlerin kalbi seviyelerine göre güzel sesler,hayret ve hikmetler yaymaya başlar. Mevlana hazretleri,"Ney"in,insanların kalplerine göre farklı tesirler meydana getirdiğini,yine onun dilinden şöyle anlatmaktadır:"Ben her cemiyette,her mecliste inledim,durdum.Kötü huylu olanlarla da,iyi huylu olanlarla da düşüp kalktım.Herkes kendi anlayışına göre banim yarim oldu.Fakat içimdeki esrarı araştırmadı."..Hazret başka bir beytinde"İçimi dökecek,beni anlayacak bir kişinin hasretiyle gidiyorum!.."İnsan da kemal yolunda hep bu safhalardan geçer. Selam ve Dua ile......
 

^diyar^

susss gönlüm!!!
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
1,742
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
Yine söylenir ki. Hazredi Muhammed (S.A.V). Allah sırrını yalnız can yoldaşı Hz. Ali'ye söylemiş, kimseye ifşa etmemesini sıkı sıkıya tenbih etmişlerdi. Hz. Ali, bu ilâhî sırrı, bir süre içinde gizlemiş, fakat sırrın ateşine, ağırlığına dayanamamış, yüreği parça parça olmuş, çöllere düşmüştü. Bir gün, perişan sahrada dolaşırken, kör bir kuyuya rastlamış. içini yakan, kavuran ilâhî sırrı bu kuyuya boşaltmış, ferahlamıştı. Kısa bir süre sonra, kuyudan, âb-ı hayat gibi sular taşmış, vâha haline gelmiş, ağaçlar, kamışlar bitmişti. Ney bu sazlıkta biten bir kamıştı. Erbabının elinde bu kamış dile geliyor, ilâhi sırları ifşa ediyordu. İşte birçokların meyhane sazı haline getirdiği ney. böyle ilâhi bir sırrın davetçisi olarak tanınıyordu.
Alevden nefesi ile hıçkıran, yanık ve perişan ney.. İlâhî bir selsebil aşkla dolu gönül. Mevlâna'nın, "Benim sırrım, feryadımdan uzak değil; fakat gözde, kulakta o nur yok. Ten candan, can da tenden gizli değil. Lâkin canı görmek için izin yok.." diye dile getirdiği âşk sembolü.. Ney için Mevlâna der ki:
Gizli sırlarını söylemede cihanın O yanık ney, o yanık ney, yanık ney,. Ney nedir? O busesi güzel cananın, Öptüğü şey, öptüğü şey, öptüğü şey.
 

Turkbeyi

Ordinaryus
Katılım
27 Eyl 2007
Mesajlar
2,960
Tepkime puanı
273
Puanları
83
Konum
Karaman
karamanlitf0.jpg
 
Üst