ismail
Yeni
- Katılım
- 3 Mar 2007
- Mesajlar
- 20,475
- Tepkime puanı
- 2,063
- Puanları
- 0
- Yaş
- 45
ENGİN NOYAN'A SORDUK!
İslam’da tiyatro var mı yok mu?
Tiyatro Sanatçısı ve Yazar Engin Noyan ile konuştuk. Kompleksli hangi konu ne varsa sorduk. Bugünki konumuz: bale ve dans..
Öncelikle, şöyle bir yaklaşım sergileyelim. Dünyada herkesin Müslüman olduğunu düşünelim. Bale, bir sanat olarak, böyle bir sistemde kendine yer bulamaz, çünkü İslam açısından düşünüldüğünde, kıyafet, yapılan dans uygun değil. Doğru mu?
Tabi, büyük bir ihtimalle olmaz.
Dolayısıyla, İslam baleye karşı?
Belirli sebeplerden dolayı, anlaşılabilir gerekçelerle uygun görmez. İslamî bir sanat olarak yer almaz bale.
Peki, bu durumda, bale olmayacak dedik, resim-müzik-heykel-dans gibi sanatlara baktığımızda, bunlar da kısıtlanır, değil mi?
Tabi, zaten hayata baktığımızda birçok şey değişir. Hayatın geneline baktığımızda, yapılabilir gibi görülen şeylerin ne kadarı törpüleniyorsa, sanat da o kadar törpülenir. Ama İslam’da özellikle sanatta ‘şuna şuna bir şeyler yapalım’ diye bir planlama yok. Hayatın neresinde ne kuralı koymuşsa, sanatta da o geçerli. Aynı şey. Ama İslam sanatı kısıtlamaz. Onu tarif ederken, doğru ifade kullanalım. Âlemlerin Rabbi yüce Allah’ın (cc) dini İslam’dan bahsediyoruz. Onu bir netleştirelim. Çünkü bir de, bir İslam daha var yani, feodal yapının geliştirdiği, törelerle, vs ile gelişen bir “avam İslamı” var ki, o çok karıştırılıyor fakat ikisi aynı şey değil. Allah’ın (cc) yaptığı bütün kısıtlamaların, daha doğrusu bize kısıtlamaymış gibi gözüken sınırlandırmaların, bir tek amaca hizmet ettikleri kanaatindeyim. Bu amaç da, insanın zihnen ve bedenen bir bütün olarak özgürleşmesine hizmet eder. İnsanı kölelikten kurtarır. İnsanın özgürleşmesi, özgür iradesiyle tevhidi benimsemesi için, olmazsa olmaz şarttır. Özgür olmayan insan, dinî vecibelerini yerine getiremez. Fizikî vecibelerden bahsetmiyorum.
Ama sınırlı olan bir insanın özgür olduğunu nasıl söylüyoruz? Bu, özgürlüğü kısıtlamıyor mu?
İnsan zaten sınırlı bir varlık. Bir kere, her şeyden önce fiziğiyle sınırlı. Mesela 100 metreyi 1 saniyede koşamazsınız. 9.5, 9.4, 9.6 gibi koşabilirsiniz. Bir saniyede koşamazsınız. Çünkü ortada bir fizikî bedenimiz var. Bu bedenin havaya karşı direnci var. Bu bedenin yapacağı bir sürat var. Yani, biz limitli, sınırlı varlıklarız. En gelişmiş, en soyut mekanizma olan insan aklının bile sınırları var. Akıl çok kolay yanılabiliyor, çok kolay sapabiliyor, basit bir kimyevî müdahale aklın sınırlarını patlatıyor, akıl saçmalamaya başlıyor bir anda. Var olanı yok gibi görüyor, yok olanı var gibi görüyor. Adam bazı şeyler kurguluyor, binanın 325. katından kendini aşağıya atıyor, uçacağım ben diye. Bizim kuşağımız bunu yaşadı. Arkadaşlarımız yaşadı bunu, öldüler adamlar. Akıl normalde böyle bir şey yapmaz, ama akıl da sınırlı. Dolayısıyla biz zaten sınırlı varlıklarız. Allah (cc), bu sınırlı varlığın, bu kendi sınırları içinde özgür hareket edebilmesi için, başka hiçbir şeyin kölesi olmaması için, bazı kurallar, bazı sınırlamalar koyuyor.
Bu sınırlamaların gerekliliğini insan, kendi aklıyla bulamaz. İnsan aklının sustuğu yerde vahiy konuşur. Vahiy bize omlet yapmayı öğretmez, vahiy bize denizaltı gemisi yapmayı öğretmez. Vahiy bize teleskop yapmayı öğretmez. Vahiy bize, bu tür akıl yoluyla bulunabilecek şeyleri öğretmez. Eğer böyle bir şey olmasaydı, vahyi kabul etmeyen kâfirler, bilimsel yolla hiçbir şey yapamazlardı.
Bir omleti kötü yaparsın, ikinci defasında da kötü yaparsın, üçüncü defada doğru yaparsın. Eğer doğru yaptığını kayda geçirirsen, o doğru yaptığını herkes o kayıtları okuyarak, ondan yararlanarak doğru omlet yapabilir. Vahiy, aklın sustuğu yerde, aklın kendi imkânlarıyla çözüm üretme imkânına sahip olmadığı, çözüm ürettiğini zannettiğinde ise, ürettiği çözümün çok büyük bir ihtimalle yanlış olacağı devrededir. Vahiy bunun için var. İnsan, özgür olma eğilimindedir. Allah (cc), yaratanını bilme ve ona kulluk etme fıtratını insanın içine yerleştirmiştir. Çünkü her insanın kulluk etme eğilimi vardır, bu eğilim olmazsa rabbine kulluk etmez. Mühim olan o insanın kulluk etme eğilimini nereye yönlendirdiği. Esas sorun burada. İnsanların çok büyük bir kısmı, önce kendi nefislerine kölelik ederler. Onun zevklerine uyarlar. Allah (cc) bunun doğru olmadığını söylüyor. Hevâ dediği şey budur işte. Nefse uymak, budur. Hatta bununla ilgili çok çağrıcı bir ifade kullanır Kur’an’da, beni düz duvara tırmandıran ifadelerden birisidir o: “nefsini ilah edinme” ifadesi. “Rab” da değil, “ilah edinme”. Tapmak yani, ilah olarak. Çoğumuz bunu yaparız. Ama insanın, ilahî iradeyi kavrayabilmesi, varlık âlemiyle uyumlu ve o sistemin bir parçası olarak anlamlı bir hayat sürebilmesi için, bu iradeyi ortaya koyabilmesi için, özgür olması lazım.
Özgür olmayan insan, bu iradeyi ortaya koyamaz. Ama bizim özgürlük anlayışımız çok farklı. “Ben ne istersem onu yaparım”la başlar, maddeye bağımlı olmamak, patrona isyan etmek, devlete kafa tutmak, aileye kafa tutmak, ya da herhangi bir baskı sistemine kafa tutmak… diye devam eder. Ama böyle bir şey değil bu. Mübarek Kur’an, bunu çok daha büyük çapta anlatıyor. Bütün bu bağımsızlıkların, bütün bu kurtuluşların özünde yatan bir tek şey var. Allah (cc), çok çarpıcı bir ifadeyle, zihnim yanıltmıyorsa, Zariat suresindedir o, 56. ayettir üstelik; “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler/ibadet etsinler diye yarattım”. Bu ayeti kerimeyi doğru anlamak lazım.
Allah’ın (cc) hâşâ bizim namaz kılmamıza, bir takım gösterilerde bulunmamıza ihtiyacı yok. Ben şimdi kalkıp desem ki, “etmiyorum sana kulluk” desem, âlemlerin rabbi olan Allah (cc), karalar bağlayıp da, “bir kişi daha eksildi bizim kadrodan, demirbaş listesinden düştüm Hacı Engin Noyan’ı, bir daha o bana kulluk etmeyecek” mi diyecek yani? Allah’a (cc) kulluk etmemek mümkün mü? İnsan kendini anlatır canım, başka çaren yok ki.
Bütün varlık âlemi, rabbine kulluk eder sonuçta, rabbine müslimdir. Başka çaresi yoktur insanın. Allah bize diyor ki, “kendi iradenle karar ver”. İrade sahibi iki tane varlık var, aklı ve dolayısıyla iradesi olan. Birini biz bilmiyoruz, mübarek Kur’an bunun varlığından bahsetmese ve “bu vardır” demese, beni hiçbir kuvvet, bunların varlıklarına inandıramaz. Adına cin denilen varlıklar. Allah “var” dediği için ben zaten ona iman ediyorum. Yoksa cin görülemez, “cenne” olan, yani, üstü kapalı olan, demektir zaten. Ama bir şey biliyorum; bunlar var ve bunlar akıl, dolayısıyla irade ve bu sebeple de sorumluluk sahibi varlıklar. Bir de, benim türdeşlerim var, adına insan denilen. Beni hayvandan ayıran en büyük şey o, benim aklım iradem. Hayvan namaz kılmak mecburiyetinde değil, kulluk derseniz zaten ediyor. Bizden daha iyi kulluk ediyor. Şimdi, insanın bu varlık âlemindeki prensibi olan “Allah’a kulluk edebilme prensibi”ni iradesiyle yerine getirebilmesi için, özgür olması lazım. Allah’ın (cc) koyduğu bütün sınırlamalar, bizi özgürleştirici, bizi geliştirici sınırlamalardır. Bu sınırlamaların hiçbirini tanımamış olarak (ama tanımamışı bilmemiş olarak değil, bilinçli bir tanımamaktan bahsediyorum, “tanımıyorum seni” anlamında) hayatının çok büyük bir kısmını, bu sınırlamaların tamamını reddederek geçirmiş bir insan olarak söylüyorum bunu. Sonradan bu sınırlamaları yaşamaya başlayan ve bu sınırlamaların ne demek olduğunu idrak eden bir insan olarak söylüyorum.
Din insanı köleleştirmeye karşı. İnsanı köleleştiren her şeye karşı. Koyduğu bütün sınırlamalar onunla alakalıdır. Biraz ciddi incelediğiniz anda, görürsünüz bunu.
Yani, sonradan bu sınırlamaları yaşadınız ve özgürleştiniz?
Evet. Biz sonradan gelmeyiz ya, bize hâlâ mübtedî diyorlar. Biz sonradan gelmeyiz ya, hâlâ mü’min kategorisine terfi edemedik. Bizim gibi mübtedîlere sorarlar “Müslüman olmakla hayatında ne değişti” diye. En çok sordukları soru “nasıl oldu” sorusudur, hayatımızda ne değişti sorusu üçüncü sorudur. Benim verdiğim cevap hep aynıdır: “Özgürleştim”. Özgür bir insan oldum. Rahat düşünmeye başladım, olayları kavramaya başladım. Bunların hepsi, Allah’ın (cc) koyduğu sınırlamalar sayesindedir. Şimdi, bale sanatını içerden yaşamış bir adam olarak söylüyorum. Bale sanatı, her şeyi bir tarafa bırakalım, insan anatomisine %100 aykırıdır. İnsanın anatomik yapısını çarpıtır, bozar. Güzellik adına, estetik adına bozar. Bağışlayın, ben babanız yaşında adamım, daha rahat konuşurum yanınızda, bu durumun, Çinli kadınlar daha erotik kalça salınımı sergilesinler diye, ayaklarını küçücük yaşta cendereye sokarak deforme etmekten hiçbir farkı yoktur.
Bir adamın bale dansçısı olup olmadığını yüz metreden görsem hemen anlarım. Çatısının, yürüyüşünün bozukluğundan anlarım. İnsan, ondan sonra normal bir şekilde yürüyemez çünkü. Balede, bir bale dansçısı adayının ilk öğrendiği pozisyonu bir takdir edin. Gözünden yaşlar gelerek öğrenmek zorunda kaldığı birinci pozisyonu bir inceleyin. Sadece birinci pozisyondan bahsediyorum. Bunu incelediğinizde, insan yapısına fizik anlamında ne kadar aykırı olduğunu göreceksiniz. Diğerlerinden bahsetmiyorum bile.
O zaman, başta bahsettiğimiz, herkesin Müslüman olduğu bir dünyada dans da olmayacak?
Dans olur.
Yani, şimdiki formatlarıyla olmayacak.
Kim demiş onu canım?
Halkoyunları bile tehlikeli ama, kadın-erkek kol kola giriyor mesela..
Bir dakika. Sırf erkeklerin oynadığı halkoyunları yok mu?
O zaman kadına yasak..
Kadınlar kendi aralarında oynamıyorlar mı? Bir tiyatrocu olarak, hiç kına gecesine katılmadınız mı?
Ama orada, eşit bir sınırlamadan bahsedilmiyor. Erkekler her tarafta oynasın halkoyununu, kadınlar kendi aralarında oynasın, deniyor.
Niye? Gayet de eşit bir sınırlama var. Erkekler de her tarafta oynamasın canım. Erkekler niye kadınların karşısında oynuyor ki? Kadına tesettür var da, erkeğe yok mu? Bu ne ayıp bir şeydir yani. Erkeğin tesettür imtihanı, kadınınkinden bin defa daha zordur. Kadına, tesettür konusunda kural koymuş Allah (cc), ölçü belli orada. Erkeğe de hiçbir şey söylemiyor. Ama yok mu, var. Erkek de tesettüre riayet etmek mecburiyetinde. Ben tesettürü sadece fizikî bir örtünme olarak da ele almıyorum. Tesettür çok daha geniş kapsamlı bir şeydir. Edep örtünmesidir. Şimdi bir erkek, dans etmekle, karşısındaki kişiye erotik bir mesaj verir mi, vermez mi?
Dansa göre değişir sanırım.
Ama mümkündür. Ben, dans yoluyla birilerine erotik bir mesaj verebilir miyim?
Tabi, mümkündür.
Elbette. Şimdi deniyor ki, “erkeklerin kadınlar karşısında dans etmesinde bir mahsur yok”. Ne demek canım? Belki kadın o dansı izlediğinde bir erotik dalgalanma oluşuyor? Ben bu riske nasıl girebilirim ki? Hatta, erkek bir başka erkeğe de erotik mesaj verebilir. Bizim çok dikkatli olmamız gerekir. Mümin çok hassas olmalı. Büyük bir ihtimalle, danstaki soyut anlatımın feriştahını Müslümanlar yapacaktır. En üst zirveye onlar tırmandıracaklardır. Yazıyla, görselliği ve soyutluğu nasıl tepeye tırmandırdılarsa, aynı durum.. Görsel anlatımda, tablosal anlatımda “niçin Hz. Muhammed’in (sav)’in resmi yok” deniyor. Ötesi var. Sadece resmi değil. Ben onu okuduğum zaten sesinin tonu, yürüyüşündeki ahenk, hepsi bir arada. Büyük İslam peygamberi Hz. İsa’ya edilen zulmün haddi hesabı yoktur. Bir Müslüman sanat tarihçisi bir incelese, dünyada kaç çeşit Hz İsa (as)’ı resmettiğini söyleyen kaç çeşit resim vardır? Ben, amatörce küçük bir deneme yaptım. Sarışını var, esmeri var, zenci olanı var. Sarışının kendi içinde ela gözlüsü var, mavi gözlüsü var, kahverengi gözlüsü var, kara gözlüsü var. Esmerin içinde göz kategorileri var. Uzun boylusu var, kısa boylusu var. Kepçekulaklısı var, kargaburunlusu var. Çeşit çeşit var. Bu büyük İslam peygamberinin sureti bunlardan hangisidir canım?
Tabi, onların deyişiyle 2000 yıldan bahsediyoruz.
Biz de yaklaştık, 1500 yıldan bahsediyoruz. (Gülüyor) Dolayısıyla, bu durum insanın hayal gücünü kısıtlamaktan başka bir işe yaramaz. Hayal gücünü sınırlar sadece. Ama bende öyle bir şey yok. Ben eminim, ikimizin de kafasında Rasulullah (sav)’e ait bir görüntü vardır ve ikimiz de aynı görüntüye sahip olduğumuzu düşünürüz. Ama eğer ikimizin kafasındaki görüntüyü görselleştirmek mümkün olsaydı, çok da birbirine benzeyeceğini düşünmüyorum. Ama geneli itibariyle, biz ikimiz de Rasulullah’ın aynı görüntüsüne sahip olduğumuza eminiz. Ya benim sanatsal özgürlüğüm ne kadar gelişmiş ya, ne kadar ileri bir seviyedeyim. Bir ressamın kölesi değilim ben.
Ama, sonuç itibariyle, sınırlamamız var..
Bu sınırlamalar bunlardır işte. Müslüman bu sınırlamalara “ah keşke olmasaydı” gözüyle bakmaz. İdrak etmiş, imanını içselleştirmiş bir mümin ya da mümine “ah olmasaydı” diye bakmaz. O meşhur fıkrada olduğu gibi. Yani, seneye inşallah yaşayacağız onu, Ramazanda, yazın ortasında, ağzımız dilimiz şiştiğinde, damağımız kuruduğunda, lökür lökür su içen bir adamı gördüğümüzde, Karadenizli kardeşlerimize atfedilir, tenzih ederim tamamını, “ula dininizin gıymetini bilin” dediği.. Bir mümin böyle bir şey söylemez. Bir mümin dili ağzında şişmiş vaziyette, susuzluktan kıvranırken, bir insnanın şakır şakır su içtiğini gördüğünde, ona der ki, “Ah zavallı. Keşke sen de benim gibi olsaydın” Çünkü hayvan da su içer. Susadığı zaman su içmeme iradesini ortaya koyabilmek, insan denen varlığa mahsustur. Hiçbir hayvanı sorumlu tutamazsınız. Diğer insanlara da dua edersiniz, Allah size de hidayet nasip etsin, diye.
Sonuç olarak, “Müslüman baleyi sevmez” diyebilir miyiz?
Müslüman baleyi sevmez, evet. Çok uzun yıllar bale seyretmiş, baleye katkıda bulunmuş, bilfiil içinde bulunmuş bir insan olarak söylüyorum: Ben bugün bale seyretmiyorum, seyredemiyorum. Rahatsız oluyorum.
http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=5325
İslam’da tiyatro var mı yok mu?
Tiyatro Sanatçısı ve Yazar Engin Noyan ile konuştuk. Kompleksli hangi konu ne varsa sorduk. Bugünki konumuz: bale ve dans..
Öncelikle, şöyle bir yaklaşım sergileyelim. Dünyada herkesin Müslüman olduğunu düşünelim. Bale, bir sanat olarak, böyle bir sistemde kendine yer bulamaz, çünkü İslam açısından düşünüldüğünde, kıyafet, yapılan dans uygun değil. Doğru mu?
Tabi, büyük bir ihtimalle olmaz.
Dolayısıyla, İslam baleye karşı?
Belirli sebeplerden dolayı, anlaşılabilir gerekçelerle uygun görmez. İslamî bir sanat olarak yer almaz bale.
Peki, bu durumda, bale olmayacak dedik, resim-müzik-heykel-dans gibi sanatlara baktığımızda, bunlar da kısıtlanır, değil mi?
Tabi, zaten hayata baktığımızda birçok şey değişir. Hayatın geneline baktığımızda, yapılabilir gibi görülen şeylerin ne kadarı törpüleniyorsa, sanat da o kadar törpülenir. Ama İslam’da özellikle sanatta ‘şuna şuna bir şeyler yapalım’ diye bir planlama yok. Hayatın neresinde ne kuralı koymuşsa, sanatta da o geçerli. Aynı şey. Ama İslam sanatı kısıtlamaz. Onu tarif ederken, doğru ifade kullanalım. Âlemlerin Rabbi yüce Allah’ın (cc) dini İslam’dan bahsediyoruz. Onu bir netleştirelim. Çünkü bir de, bir İslam daha var yani, feodal yapının geliştirdiği, törelerle, vs ile gelişen bir “avam İslamı” var ki, o çok karıştırılıyor fakat ikisi aynı şey değil. Allah’ın (cc) yaptığı bütün kısıtlamaların, daha doğrusu bize kısıtlamaymış gibi gözüken sınırlandırmaların, bir tek amaca hizmet ettikleri kanaatindeyim. Bu amaç da, insanın zihnen ve bedenen bir bütün olarak özgürleşmesine hizmet eder. İnsanı kölelikten kurtarır. İnsanın özgürleşmesi, özgür iradesiyle tevhidi benimsemesi için, olmazsa olmaz şarttır. Özgür olmayan insan, dinî vecibelerini yerine getiremez. Fizikî vecibelerden bahsetmiyorum.
Ama sınırlı olan bir insanın özgür olduğunu nasıl söylüyoruz? Bu, özgürlüğü kısıtlamıyor mu?
İnsan zaten sınırlı bir varlık. Bir kere, her şeyden önce fiziğiyle sınırlı. Mesela 100 metreyi 1 saniyede koşamazsınız. 9.5, 9.4, 9.6 gibi koşabilirsiniz. Bir saniyede koşamazsınız. Çünkü ortada bir fizikî bedenimiz var. Bu bedenin havaya karşı direnci var. Bu bedenin yapacağı bir sürat var. Yani, biz limitli, sınırlı varlıklarız. En gelişmiş, en soyut mekanizma olan insan aklının bile sınırları var. Akıl çok kolay yanılabiliyor, çok kolay sapabiliyor, basit bir kimyevî müdahale aklın sınırlarını patlatıyor, akıl saçmalamaya başlıyor bir anda. Var olanı yok gibi görüyor, yok olanı var gibi görüyor. Adam bazı şeyler kurguluyor, binanın 325. katından kendini aşağıya atıyor, uçacağım ben diye. Bizim kuşağımız bunu yaşadı. Arkadaşlarımız yaşadı bunu, öldüler adamlar. Akıl normalde böyle bir şey yapmaz, ama akıl da sınırlı. Dolayısıyla biz zaten sınırlı varlıklarız. Allah (cc), bu sınırlı varlığın, bu kendi sınırları içinde özgür hareket edebilmesi için, başka hiçbir şeyin kölesi olmaması için, bazı kurallar, bazı sınırlamalar koyuyor.
Bu sınırlamaların gerekliliğini insan, kendi aklıyla bulamaz. İnsan aklının sustuğu yerde vahiy konuşur. Vahiy bize omlet yapmayı öğretmez, vahiy bize denizaltı gemisi yapmayı öğretmez. Vahiy bize teleskop yapmayı öğretmez. Vahiy bize, bu tür akıl yoluyla bulunabilecek şeyleri öğretmez. Eğer böyle bir şey olmasaydı, vahyi kabul etmeyen kâfirler, bilimsel yolla hiçbir şey yapamazlardı.
Bir omleti kötü yaparsın, ikinci defasında da kötü yaparsın, üçüncü defada doğru yaparsın. Eğer doğru yaptığını kayda geçirirsen, o doğru yaptığını herkes o kayıtları okuyarak, ondan yararlanarak doğru omlet yapabilir. Vahiy, aklın sustuğu yerde, aklın kendi imkânlarıyla çözüm üretme imkânına sahip olmadığı, çözüm ürettiğini zannettiğinde ise, ürettiği çözümün çok büyük bir ihtimalle yanlış olacağı devrededir. Vahiy bunun için var. İnsan, özgür olma eğilimindedir. Allah (cc), yaratanını bilme ve ona kulluk etme fıtratını insanın içine yerleştirmiştir. Çünkü her insanın kulluk etme eğilimi vardır, bu eğilim olmazsa rabbine kulluk etmez. Mühim olan o insanın kulluk etme eğilimini nereye yönlendirdiği. Esas sorun burada. İnsanların çok büyük bir kısmı, önce kendi nefislerine kölelik ederler. Onun zevklerine uyarlar. Allah (cc) bunun doğru olmadığını söylüyor. Hevâ dediği şey budur işte. Nefse uymak, budur. Hatta bununla ilgili çok çağrıcı bir ifade kullanır Kur’an’da, beni düz duvara tırmandıran ifadelerden birisidir o: “nefsini ilah edinme” ifadesi. “Rab” da değil, “ilah edinme”. Tapmak yani, ilah olarak. Çoğumuz bunu yaparız. Ama insanın, ilahî iradeyi kavrayabilmesi, varlık âlemiyle uyumlu ve o sistemin bir parçası olarak anlamlı bir hayat sürebilmesi için, bu iradeyi ortaya koyabilmesi için, özgür olması lazım.
Özgür olmayan insan, bu iradeyi ortaya koyamaz. Ama bizim özgürlük anlayışımız çok farklı. “Ben ne istersem onu yaparım”la başlar, maddeye bağımlı olmamak, patrona isyan etmek, devlete kafa tutmak, aileye kafa tutmak, ya da herhangi bir baskı sistemine kafa tutmak… diye devam eder. Ama böyle bir şey değil bu. Mübarek Kur’an, bunu çok daha büyük çapta anlatıyor. Bütün bu bağımsızlıkların, bütün bu kurtuluşların özünde yatan bir tek şey var. Allah (cc), çok çarpıcı bir ifadeyle, zihnim yanıltmıyorsa, Zariat suresindedir o, 56. ayettir üstelik; “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler/ibadet etsinler diye yarattım”. Bu ayeti kerimeyi doğru anlamak lazım.
Allah’ın (cc) hâşâ bizim namaz kılmamıza, bir takım gösterilerde bulunmamıza ihtiyacı yok. Ben şimdi kalkıp desem ki, “etmiyorum sana kulluk” desem, âlemlerin rabbi olan Allah (cc), karalar bağlayıp da, “bir kişi daha eksildi bizim kadrodan, demirbaş listesinden düştüm Hacı Engin Noyan’ı, bir daha o bana kulluk etmeyecek” mi diyecek yani? Allah’a (cc) kulluk etmemek mümkün mü? İnsan kendini anlatır canım, başka çaren yok ki.
Bütün varlık âlemi, rabbine kulluk eder sonuçta, rabbine müslimdir. Başka çaresi yoktur insanın. Allah bize diyor ki, “kendi iradenle karar ver”. İrade sahibi iki tane varlık var, aklı ve dolayısıyla iradesi olan. Birini biz bilmiyoruz, mübarek Kur’an bunun varlığından bahsetmese ve “bu vardır” demese, beni hiçbir kuvvet, bunların varlıklarına inandıramaz. Adına cin denilen varlıklar. Allah “var” dediği için ben zaten ona iman ediyorum. Yoksa cin görülemez, “cenne” olan, yani, üstü kapalı olan, demektir zaten. Ama bir şey biliyorum; bunlar var ve bunlar akıl, dolayısıyla irade ve bu sebeple de sorumluluk sahibi varlıklar. Bir de, benim türdeşlerim var, adına insan denilen. Beni hayvandan ayıran en büyük şey o, benim aklım iradem. Hayvan namaz kılmak mecburiyetinde değil, kulluk derseniz zaten ediyor. Bizden daha iyi kulluk ediyor. Şimdi, insanın bu varlık âlemindeki prensibi olan “Allah’a kulluk edebilme prensibi”ni iradesiyle yerine getirebilmesi için, özgür olması lazım. Allah’ın (cc) koyduğu bütün sınırlamalar, bizi özgürleştirici, bizi geliştirici sınırlamalardır. Bu sınırlamaların hiçbirini tanımamış olarak (ama tanımamışı bilmemiş olarak değil, bilinçli bir tanımamaktan bahsediyorum, “tanımıyorum seni” anlamında) hayatının çok büyük bir kısmını, bu sınırlamaların tamamını reddederek geçirmiş bir insan olarak söylüyorum bunu. Sonradan bu sınırlamaları yaşamaya başlayan ve bu sınırlamaların ne demek olduğunu idrak eden bir insan olarak söylüyorum.
Din insanı köleleştirmeye karşı. İnsanı köleleştiren her şeye karşı. Koyduğu bütün sınırlamalar onunla alakalıdır. Biraz ciddi incelediğiniz anda, görürsünüz bunu.
Yani, sonradan bu sınırlamaları yaşadınız ve özgürleştiniz?
Evet. Biz sonradan gelmeyiz ya, bize hâlâ mübtedî diyorlar. Biz sonradan gelmeyiz ya, hâlâ mü’min kategorisine terfi edemedik. Bizim gibi mübtedîlere sorarlar “Müslüman olmakla hayatında ne değişti” diye. En çok sordukları soru “nasıl oldu” sorusudur, hayatımızda ne değişti sorusu üçüncü sorudur. Benim verdiğim cevap hep aynıdır: “Özgürleştim”. Özgür bir insan oldum. Rahat düşünmeye başladım, olayları kavramaya başladım. Bunların hepsi, Allah’ın (cc) koyduğu sınırlamalar sayesindedir. Şimdi, bale sanatını içerden yaşamış bir adam olarak söylüyorum. Bale sanatı, her şeyi bir tarafa bırakalım, insan anatomisine %100 aykırıdır. İnsanın anatomik yapısını çarpıtır, bozar. Güzellik adına, estetik adına bozar. Bağışlayın, ben babanız yaşında adamım, daha rahat konuşurum yanınızda, bu durumun, Çinli kadınlar daha erotik kalça salınımı sergilesinler diye, ayaklarını küçücük yaşta cendereye sokarak deforme etmekten hiçbir farkı yoktur.
Bir adamın bale dansçısı olup olmadığını yüz metreden görsem hemen anlarım. Çatısının, yürüyüşünün bozukluğundan anlarım. İnsan, ondan sonra normal bir şekilde yürüyemez çünkü. Balede, bir bale dansçısı adayının ilk öğrendiği pozisyonu bir takdir edin. Gözünden yaşlar gelerek öğrenmek zorunda kaldığı birinci pozisyonu bir inceleyin. Sadece birinci pozisyondan bahsediyorum. Bunu incelediğinizde, insan yapısına fizik anlamında ne kadar aykırı olduğunu göreceksiniz. Diğerlerinden bahsetmiyorum bile.
O zaman, başta bahsettiğimiz, herkesin Müslüman olduğu bir dünyada dans da olmayacak?
Dans olur.
Yani, şimdiki formatlarıyla olmayacak.
Kim demiş onu canım?
Halkoyunları bile tehlikeli ama, kadın-erkek kol kola giriyor mesela..
Bir dakika. Sırf erkeklerin oynadığı halkoyunları yok mu?
O zaman kadına yasak..
Kadınlar kendi aralarında oynamıyorlar mı? Bir tiyatrocu olarak, hiç kına gecesine katılmadınız mı?
Ama orada, eşit bir sınırlamadan bahsedilmiyor. Erkekler her tarafta oynasın halkoyununu, kadınlar kendi aralarında oynasın, deniyor.
Niye? Gayet de eşit bir sınırlama var. Erkekler de her tarafta oynamasın canım. Erkekler niye kadınların karşısında oynuyor ki? Kadına tesettür var da, erkeğe yok mu? Bu ne ayıp bir şeydir yani. Erkeğin tesettür imtihanı, kadınınkinden bin defa daha zordur. Kadına, tesettür konusunda kural koymuş Allah (cc), ölçü belli orada. Erkeğe de hiçbir şey söylemiyor. Ama yok mu, var. Erkek de tesettüre riayet etmek mecburiyetinde. Ben tesettürü sadece fizikî bir örtünme olarak da ele almıyorum. Tesettür çok daha geniş kapsamlı bir şeydir. Edep örtünmesidir. Şimdi bir erkek, dans etmekle, karşısındaki kişiye erotik bir mesaj verir mi, vermez mi?
Dansa göre değişir sanırım.
Ama mümkündür. Ben, dans yoluyla birilerine erotik bir mesaj verebilir miyim?
Tabi, mümkündür.
Elbette. Şimdi deniyor ki, “erkeklerin kadınlar karşısında dans etmesinde bir mahsur yok”. Ne demek canım? Belki kadın o dansı izlediğinde bir erotik dalgalanma oluşuyor? Ben bu riske nasıl girebilirim ki? Hatta, erkek bir başka erkeğe de erotik mesaj verebilir. Bizim çok dikkatli olmamız gerekir. Mümin çok hassas olmalı. Büyük bir ihtimalle, danstaki soyut anlatımın feriştahını Müslümanlar yapacaktır. En üst zirveye onlar tırmandıracaklardır. Yazıyla, görselliği ve soyutluğu nasıl tepeye tırmandırdılarsa, aynı durum.. Görsel anlatımda, tablosal anlatımda “niçin Hz. Muhammed’in (sav)’in resmi yok” deniyor. Ötesi var. Sadece resmi değil. Ben onu okuduğum zaten sesinin tonu, yürüyüşündeki ahenk, hepsi bir arada. Büyük İslam peygamberi Hz. İsa’ya edilen zulmün haddi hesabı yoktur. Bir Müslüman sanat tarihçisi bir incelese, dünyada kaç çeşit Hz İsa (as)’ı resmettiğini söyleyen kaç çeşit resim vardır? Ben, amatörce küçük bir deneme yaptım. Sarışını var, esmeri var, zenci olanı var. Sarışının kendi içinde ela gözlüsü var, mavi gözlüsü var, kahverengi gözlüsü var, kara gözlüsü var. Esmerin içinde göz kategorileri var. Uzun boylusu var, kısa boylusu var. Kepçekulaklısı var, kargaburunlusu var. Çeşit çeşit var. Bu büyük İslam peygamberinin sureti bunlardan hangisidir canım?
Tabi, onların deyişiyle 2000 yıldan bahsediyoruz.
Biz de yaklaştık, 1500 yıldan bahsediyoruz. (Gülüyor) Dolayısıyla, bu durum insanın hayal gücünü kısıtlamaktan başka bir işe yaramaz. Hayal gücünü sınırlar sadece. Ama bende öyle bir şey yok. Ben eminim, ikimizin de kafasında Rasulullah (sav)’e ait bir görüntü vardır ve ikimiz de aynı görüntüye sahip olduğumuzu düşünürüz. Ama eğer ikimizin kafasındaki görüntüyü görselleştirmek mümkün olsaydı, çok da birbirine benzeyeceğini düşünmüyorum. Ama geneli itibariyle, biz ikimiz de Rasulullah’ın aynı görüntüsüne sahip olduğumuza eminiz. Ya benim sanatsal özgürlüğüm ne kadar gelişmiş ya, ne kadar ileri bir seviyedeyim. Bir ressamın kölesi değilim ben.
Ama, sonuç itibariyle, sınırlamamız var..
Bu sınırlamalar bunlardır işte. Müslüman bu sınırlamalara “ah keşke olmasaydı” gözüyle bakmaz. İdrak etmiş, imanını içselleştirmiş bir mümin ya da mümine “ah olmasaydı” diye bakmaz. O meşhur fıkrada olduğu gibi. Yani, seneye inşallah yaşayacağız onu, Ramazanda, yazın ortasında, ağzımız dilimiz şiştiğinde, damağımız kuruduğunda, lökür lökür su içen bir adamı gördüğümüzde, Karadenizli kardeşlerimize atfedilir, tenzih ederim tamamını, “ula dininizin gıymetini bilin” dediği.. Bir mümin böyle bir şey söylemez. Bir mümin dili ağzında şişmiş vaziyette, susuzluktan kıvranırken, bir insnanın şakır şakır su içtiğini gördüğünde, ona der ki, “Ah zavallı. Keşke sen de benim gibi olsaydın” Çünkü hayvan da su içer. Susadığı zaman su içmeme iradesini ortaya koyabilmek, insan denen varlığa mahsustur. Hiçbir hayvanı sorumlu tutamazsınız. Diğer insanlara da dua edersiniz, Allah size de hidayet nasip etsin, diye.
Sonuç olarak, “Müslüman baleyi sevmez” diyebilir miyiz?
Müslüman baleyi sevmez, evet. Çok uzun yıllar bale seyretmiş, baleye katkıda bulunmuş, bilfiil içinde bulunmuş bir insan olarak söylüyorum: Ben bugün bale seyretmiyorum, seyredemiyorum. Rahatsız oluyorum.
http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=5325