Dinî hayatımızı düşerek mi, yükselerek mi

m-angel

Nam-ı diğer TÜRBEDAR
Katılım
20 Eyl 2007
Mesajlar
1,629
Tepkime puanı
260
Puanları
0
Yaş
55
Daha kolay anlaşılması için soruyu şöyle de sormak istiyorum:
-Ramazan öncesi şu devrede günlük hayatımızı yükselerek mi yaşıyoruz, yoksa düşüşe geçerek mi?
Günün sorusu bu gibi geliyor bana. 'Bunu anlamak mümkün mü?' diyebilirsiniz. Maneviyat büyüklerinin yaptıkları değerlendirmelere bakınca böyle bir tespitin mümkün olduğunu görmekteyiz. Dinî hayatınızda yükselme mi var yoksa düşüş mü? Yani tekamül mü söz konusu, yoksa tesafül mü?
Büyükler diyorlar ki:
-İşlediğiniz sevaplardan ciddi şekilde seviniyor, maruz kaldığınız günahlardan da aynı ciddiyette üzülüyorsanız manevi hayatınızda düşüş yok, demektir.
Böyle değil de durum bunun tam aksine ise, yani:
-İşlediğiniz sevaptan sevinmiyor, maruz kaldığınız günahtan da üzülmüyorsanız, düşüş başlamış, irtifa kaybederek yaşanıyor demektir. Çünkü, sevabından dolayı sevinmek, günahından dolayı da üzülmek imanın özelliğindendir. Bu özelliğini koruyan kimse, kendisini sevindirecek sevapları yapmaya istek duyacak, üzecek günahlardan da uzak kalmaya gayret gösterecektir. Kaybetmediği üzülme ve sevinme duygusu, ona bu azmi ve gayreti verecektir. Hep yükselerek devam edecektir.
Düşüş ne zaman başlar?
-İşlediği günahtan dolayı ciddi bir üzüntü duymuyor, tövbe istiğfara gerek görmüyor, sevaptan dolayı da mutluluk hissetmiyor, şükür duygusuna girmiyor.. Nerede ise 'Benden adam olmaz.' diyerek günahla sevap nazarında eşit hale geliyor. Böyle ümitsiz hallerde hızlı şekilde irtifa kaybı başlamış demektir. Bu düşüşün sonu nereye kadar iner kestirilemez. Çünkü onu düşüşten caydıracak vicdan sızısı, pişmanlık duygusu yok olmuştur iç dünyasında..
Bu meselenin üzerinde çok duran maneviyat âlimleri konuyu şöyle özetliyorlar:
-İşlediğiniz sevaptan ne kadar seviniyorsanız o kadar müminsiniz, irtikap ettiğiniz günahlardan da ne kadar pişmanlık hissediyorsanız o kadar Müslüman'sınız! Meselenin özü budur.
Nitekim bir adam Resulullah Efendimiz'e (sas)gelerek günahlar karşısında irkilme, sevaplar karşısında da sevinme hissini sormuş. Efendimiz'in açıklaması ise şu mealde olmuştur:
-İmanı kuvvetli mümin günahını üzerine yıkılacak dağ gibi büyük görür, hep tövbe, istiğfar halinde olur. İmanı zayıf kimse ise günahlarını burnu ucuna konmuş sinek gibi basite alır, tövbe istiğfar gereği duymaz.
Öyle ise bu önemli konuyu nefsimize bakan yanıyla şöyle bağlayalım:
-Mümkün oldukça hayatımızda bizi sevindirecek sevabı çoğaltmalı, yine mümkün oldukça bizi üzecek günahı da azaltmalı, hatta günahımızı üzerimize yıkılacak dağ gibi büyük görmeli, hep vicdan azabı çekmeliyiz. Şayet düşüşe geçen bir hayata yönelmek istemiyorsak. Neden böyle olmalıyız? Çünkü sevabından sevinen insan, kendisini sevindiren şeyi eninde sonunda daha çok yapmaya yönelir. Günahından üzülen insan da, kendisini üzen şeyi eninde sonunda hiç yapmamaya yönelme gereği duyar. Böylece bu duygular, insanın manevi hayatını düşüşten kurtarır, istikametine yönelmesine sebep olur. Yeter ki imanın işareti olan sevabından sevinip günahından üzülme duyguları zayıflamasın. Önümüzde kutlu Ramazan ayı var. İnşallah hep yükselecek, hep İslami aşk ve şevkle irtifa alacağız. Buna şimdiden seviniyor, hazırlanma gereği duyuyoruz. Çünkü Ramazan'da irtifa kaybeden başka aylarda yükselemez. Onun için zihnî hazırlığımız kesin ve kati olmalıdır...
Ahmet Şahin / Zaman
 
Üst