Dindaşlık (din kardeşliği)
İslâm’da «din kardeşliği» nin çok önemli bir yeri vardır. O kadar ki, din farkının bir sonucu olarak hiçbir anlam taşımayan öz kardeşlik bağı, hem siyasal, hem hukuksal açıdan askıda kalır. Hatta Müslüman olan kar*deş (yüce şerîatın kuralları içerisinde) gerekirse İslâm’ın kutsal he*defleri ve stratejileri uğrunda, Müslüman olmayan diğer kardeşini feda etmek duru*munda kalabilir! Nitekim İslâm’ın altın çağı olan Hz. Peygamber (sav) in devlet başkanlığı döneminde müşriklere karşı yapı*lan savaşlar sırasında bu konuda çarpıcı örnekler yaşanmıştır.
Allah Teâlâ, bütün Müslümanları kardeş ilan etmiştir. Bu kar*deş*lik evrenseldir. Dolayısıyla ne milliyet, ne dil, ne gelenek ve kültür gibi bölge*sel, et*nik ve ırksal farklılıklar; ne de siyasi, coğrafi sınırlar ve re*jimler, olu*şa*bile*cek bu bağı engelleyemez. Kurulmuş ise onu bozamaz. Bu ne*denle dünya*daki bütün mü’minler aynı vücudun organları gibi*dirler. Sonuç olarak on*lardan birinin karşılaştığı bir sorun, bütün mü’minleri ya*kından ilgilen*dirir.
İslâm'da «din» kavramının getirdiği en kapsamlı konulardan biri de işte bu «din kardeşliği» kuralıdır. Bu kural sayesindedir ki dünya Müslümanları çağlar boyu her türlü yıkıcı ve yıpratıcı sebeplere rağmen daima ümmet bilinciyle yaşamış ve kardeşçe yardımlaşarak bunu bize kadar ak*ta*rabilmişlerdir. Allah Teâlâ'nın bütün insanlara her iki ci*handa mutlu ola*bilmeleri için Hz. Muhammed (sav) aracılığıyla gön*derdiği son mesajı Kur’ân-ı Kerîm'in, insanlığa iletilmesi ve yüce şerîatın hayata geçirilmesi ancak din kardeşliği şemsiyesi altında yapılacak dayanışma ve sergilene*cek erdemlerle, mümkün olabilecektir.
Bu nedenle, Müslümanların ümmet bilincine bağlı olarak din kar*deş*liği açısından taşıdıkları sorumluluk büyüktür.
İslâm’da «din kardeşliği» nin çok önemli bir yeri vardır. O kadar ki, din farkının bir sonucu olarak hiçbir anlam taşımayan öz kardeşlik bağı, hem siyasal, hem hukuksal açıdan askıda kalır. Hatta Müslüman olan kar*deş (yüce şerîatın kuralları içerisinde) gerekirse İslâm’ın kutsal he*defleri ve stratejileri uğrunda, Müslüman olmayan diğer kardeşini feda etmek duru*munda kalabilir! Nitekim İslâm’ın altın çağı olan Hz. Peygamber (sav) in devlet başkanlığı döneminde müşriklere karşı yapı*lan savaşlar sırasında bu konuda çarpıcı örnekler yaşanmıştır.
Allah Teâlâ, bütün Müslümanları kardeş ilan etmiştir. Bu kar*deş*lik evrenseldir. Dolayısıyla ne milliyet, ne dil, ne gelenek ve kültür gibi bölge*sel, et*nik ve ırksal farklılıklar; ne de siyasi, coğrafi sınırlar ve re*jimler, olu*şa*bile*cek bu bağı engelleyemez. Kurulmuş ise onu bozamaz. Bu ne*denle dünya*daki bütün mü’minler aynı vücudun organları gibi*dirler. Sonuç olarak on*lardan birinin karşılaştığı bir sorun, bütün mü’minleri ya*kından ilgilen*dirir.
İslâm'da «din» kavramının getirdiği en kapsamlı konulardan biri de işte bu «din kardeşliği» kuralıdır. Bu kural sayesindedir ki dünya Müslümanları çağlar boyu her türlü yıkıcı ve yıpratıcı sebeplere rağmen daima ümmet bilinciyle yaşamış ve kardeşçe yardımlaşarak bunu bize kadar ak*ta*rabilmişlerdir. Allah Teâlâ'nın bütün insanlara her iki ci*handa mutlu ola*bilmeleri için Hz. Muhammed (sav) aracılığıyla gön*derdiği son mesajı Kur’ân-ı Kerîm'in, insanlığa iletilmesi ve yüce şerîatın hayata geçirilmesi ancak din kardeşliği şemsiyesi altında yapılacak dayanışma ve sergilene*cek erdemlerle, mümkün olabilecektir.
Bu nedenle, Müslümanların ümmet bilincine bağlı olarak din kar*deş*liği açısından taşıdıkları sorumluluk büyüktür.