Din...

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Allahü Teala tarafından gönderilen "Din" ya risalet yoluyla ya da nebe (haber) yoluyla gönderilmiştir.

Risalet, Kitap'la gönderilmiş ve gönderilenlere de Rasül denmiştir...

Nebe de, haberle gönderilmiş ve gönderilenlere de Nebi denmiştir...

İster "haber" olsun ve isterse "risalet" olsun, her biri Cebrail'le bir Peygamber'e (seçilen) gönderilmiştir...

Hiçbir risalet ve nebe olmasın ki o bir Peygamber'e indirilmemiş olsun.

Halbuki Allahü Teala'nın her şeye gücü yetendir. Risaletini ve nebesini her bir insana da indirebilirdi. Ama öyle yapmamış, her birini bir Peygamber'e göndermiştir.

İşte, hiçbir Din'in Peygambersiz anlaşılamayacağı ve uygulanamayacağı buradan da bellidir...

Dolayısıyla, Peygamber'in buradaki rolü bir olan Din'in Peygamberimiz tarafından anlaşılmasına ve uygulanmasınadır...

Alimlerin rolü de Peygamber'in din konusunda anlaşılmasına ve uygulanmasına havi sözlerini, fiil ve takrirlerini en iyi ve en güzel bir şekilde bizlere arzetmeleridir...

Bu hal, Kur'an'ın da "sahih bir emri"dir..! Bu da çok önemlidir..!

Dolayısıyla "Sadece Kur'an" sözü "zanni" bir ifadedir.

Zanni bir ifade hiçbir zaman "Sahih bir ayeti" nakzedemez..!

Dolayısıyla nereden bakarsanız bakınız, halan bu eksende mücadele edenlerin tamamında "sapıklık" sözkonusudur ki, bu bağlamda "sarih ayet" de vardır...

Bir olan Din'in, anlaşılırlığında ve uygulanmasında Peygamber'i ve alimleri örnek alanlara selam olsun...
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
İşte, hiçbir Din'in Peygambersiz anlaşılamayacağı ve uygulanamayacağı buradan da bellidir...

Dolayısıyla, Peygamber'in buradaki rolü bir olan Din'in Peygamberimiz tarafından anlaşılmasına ve uygulanmasınadır...

Alimlerin rolü de Peygamber'in din konusunda anlaşılmasına ve uygulanmasına havi sözlerini, fiil ve takrirlerini en iyi ve en güzel bir şekilde bizlere arzetmeleridir...

Bu hal, Kur'an'ın da "sahih bir emri"dir..! Bu da çok önemlidir..!

Dolayısıyla "Sadece Kur'an" sözü "zanni" bir ifadedir.

Zanni bir ifade hiçbir zaman "Sahih bir ayeti" nakzedemez..!

Dolayısıyla nereden bakarsanız bakınız, halan bu eksende mücadele edenlerin tamamında "sapıklık" sözkonusudur ki, bu bağlamda "sarih ayet" de vardır...

Bir olan Din'in, anlaşılırlığında ve uygulanmasında Peygamber'i ve alimleri örnek alanlara selam olsun...
Soru: Zaman zaman dile getirilen ve zâhiren kulağa da hoş gelen “Kur’ân müslümanlığı” tabiri, hususiyle bazı kesimler tarafından telaffuz edilince bir kısım soru işaretlerini netice veriyor. “Kur’ân müslümanlığı” ifadesi doğru mudur, yoksa bu söz ve anlayışın arkasında başka maksatlar mı vardır?Cevap: Bir manada, hepimiz Kur’ân müslümanlarıyız. Çünkü, onun nuru sürekli hayatımıza akıyor ve bizi o besliyor. Evet, bizim can damarımız, havamız ve ziyamız Kur’ân’dır. Ebedlere kadar var olabilmemizin temel direği Kur’ân’dır. Kur’ân, bazen ciddî bir merak ve iştiyakla, kimi zaman da bir tereddüt ve ürperti ile beklediğimiz öbür âlemlerin haritası, tarifnâmesi ve rehberidir. O, insanî kemalât yolunda bizi asla yanıltmayan bir terbiye kitabı, bir mârifet mecmuası ve bir ilimler ansiklopedisidir. Bizim şahsî, ailevî, içtimaî, iktisadî, siyasî ve idarî hayatımızı tanzim eden bir kanunlar külliyatıdır; ihtiva ettiği dua, zikir, fikir ve münâcâtlarla seyr ü sülûk rehberimizdir. Dahası Kur’ân, başta Sünnet olmak üzere diğer şer’î delillerin de kendisine dayandığı temel kaynağımızdır.Bu zaviyeden, her müslim bir Kur’ân müslümanıdır; elhamdülillah, biz de Kur’ân’a göre müslümanız. Gerçi, Kur’ân’ı temsilde hatalarımız ve boşluklarımız bulunabilir; pek çok eksik ve kusurlarımız olabilir, belki bu açıdan sorguya da tâbi tutulabiliriz; en azından bazılarımız itibarıyla Kur’ân’ı hakkıyla temsil ettiğimiz söylenemez. Fakat, yine de -elhamdülillah- biz, Kur’ân’ın müslümanlarıyız.Ne var ki, günümüzde “Kur’ân müslümanlığı” sözü ile, özellikle Sünnet’i ve diğer edille-i şer’iyeyi dışlayarak İslâm’ı yalnızca Kur’ân’a göre yorumlamayı esas edinen bir anlayış nazara verilmektedir. Bu açıdan da, bu tabiri masum bir isimlendirme olarak kabul edemeyiz.
Sünnet-i Seniyye’den Koparılan Kur’ân Mehcurdur!..
Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz Kur’ân ile nefes alıp verir, onunla göklerle irtibata geçer, onunla rahmet damlaları gibi yerdeki varlıkların imdadına koşar, onunla zulmetlerle savaşır ve onunla ışık olur her yana yağardı. Rehber-i Ekmel’in ilk muhatapları olan Sahabe efendilerimiz ashab-ı lisandı; onlar dili çok iyi bilir, neyin ne ifade ettiğini çok iyi anlarlardı. Fakat, nâzil olan ayetler arasında, o firaset ve fetanet insanlarının dahi kendi idrak ufuklarıyla halledemedikleri meseleler olurdu.Dolayısıyla, Ashab-ı Kiram, içinden çıkamadıkları meseleleri hemen Hikmetin Lisan-ı Fasîhi’ne (aleyhi ekmelüttehâyâ vetteslimât) sorarlardı. Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer ve Âişe validemiz (radiyallahu anhüm ecmaîn) gibi zeka, hafıza ve idrak seviyeleri itibarıyla içimizde hayranlık duygularını uyandıran büyük sahabiler bile, pek çok mevzuyla alâkalı “Ya Rasûlallah, bu ne demektir?” “Ya Rasûlallah, şunun manası nedir?” şeklindeki sualleriyle istifsarda bulunurlardı. Demek ki, Sâdık u Masdûk Efendimiz’in rehberliği, ışık tutması, şerhi ve izahı olmasaydı, dini kendilerinden öğrendiğimiz o Sabikûn u Evvelûn dahi Kur’ân’ı kendi başlarına tam olarak anlayamayacaklardı. Zaten, herkes Kur’ân’ı kendi kendine anlayıp ondan hükümler istinbat edecek olsaydı, bir peygamberin gönderilmesine ihtiyaç mı kalırdı?Evet, hiçbir zaman bitip-tükenme bilmeyen o Kur’ân hazinesinin kapılarını açmaya yönelik soruların yanı sıra, Peygamber Efendimiz’in bizzat kendisine tevcih edilen pek çok sual, halledilmesi gerekli olan pek çok müşkil, ümmetiyle alâkalı dînî, içtimâî, iktisâdî, siyasî pek çok mesâil vardı ki, Beyan Sultânı, kalb-i pâki ve lisân-ı nezîhi ile onların hepsini cevaplayıp müşkilleri hall, mübhemleri şerheder; Kur’ân ile gelen pek çok mutlak emri takyîd, mukayyedi ıtlâk, husûsîyi ta’mîm, umûmîyi de tahsîs buyurarak, Kur’ân mesajının yanında kendi ifade ve beyanlarının rükniyetini de ihtarda bulunurdu. Mesela; Kur’ân’da mücmel olarak zikredilen namazı bütün rükünleri, şartları, sünnetleri ve âdâbıyla; haccı ifradı, kıranı, temettü’ü ve bütün teferruatıyla; zekâtı nisâbı, nevileri ve edâ keyfiyetiyle ayrıntılı olarak anlatırdı. Kur’ân-ı Kerim’de genel olarak ele alınan mevzuların istisnalarını gösterir; mutlak olarak zikredilen hükümleri takyîd ederdi. Bazen de ayet-i kerimelerde tek kelime ile dahi temas edilmeyen meseleleri müstakilen hükme bağlardı.Binaenaleyh, ilk asırdan bugüne kadar, Sünnet-i Seniyye, din ve dînî hayata esas teşkil etmesi bakımından hep Kur’ân’la beraber mütâlaa edilmiştir. Öyleyse, ne onu Kur’ân’dan, ne de Kur’ân’ı ondan tecrîd etmek mümkün değildir. Vahy-i gayr-i metluv olan hadisleri devreden çıkarmak ve onları vahy-i metluv olan Kur’ân’dan koparmak da bir yönüyle Kur’ân’ı mehcur hale getirmek demektir. Cenâb-ı Hakk’ın beyanını Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in sünnetini hesaba katmadan ele almak, bir manada, Allah’ın elçisinin vahye dayalı açıklamaları yerine beşerî ve nefsî yorumları ikâme etmek sayılır. Bu aynı zamanda, Kelâm-ı İlâhî’nin, Rasûlullah’a ittiba ile alâkalı emirlerini görmezlikten gelmektir ki, böyle bir anlayışı “Kur’ân müslümanlığı” addetmek de mümkün değildir.Diğer taraftan, İslam uleması, dînî delilleri iki ana başlık altında mütalaa etmişlerdir: Birincisi; Kur’ân, Rehber-i Ekmel’in söz, fiil ve takrîrlerini ihtiva eden Sünnet, İcmâ (İslam fıkhına ait fer’î bir hükümde, muasır bütün müctehidlerin ittifak etmeleri) ve Kıyas (aralarındaki illet benzerliğinden dolayı, iki şeyden birinin hükmünün mislini diğerine de uygulama) olmak üzere “aslî deliller”dir. İkincisi ise, genel olarak Maslahat, Örf, İstihsan, İstishab, Şeru men kablena ve Sahabi kavli gibi şubelere ayrılan “fer’î deliller”dir.Bütün bu delilleri hesaba katmadan Kur’ân’ı kendi enginliğiyle kavrayamazsınız. Kur’ân-ı Kerim’in doğru anlaşılması için, onu Sünnet-i Seniyye’nin rehberliğinde okumak gerektiği gibi, ayetlerin tesbitinden onların hakiki manalarının tayinine kadar pek çok meselede o ilk safı teşkil eden ve ilahî takdire mazhar olan Ashab-ı Kiram’ın mütabakatlarına ve onların tefsirlerine vâkıf olmak da lazımdır. Kalbleri tir tir titreyerek, Allah’ın kelamından O’nun muradını anlamaya çalışan Sahabe efendilerimizin, üzerinde icma ettikleri meseleleri ve kıyas neticesinde ortaya koydukları hükümleri iyi bilmek icap etmektedir.Ashab-ı Güzîn’den sonra da ilk asırlardaki selef-i salihîn efendilerimiz, zamanın değişmesiyle ortaya çıkan hayatla alâkalı boşlukları çeşitli istinbatlarla doldurmuşlardır. Duygu safveti ve ihtiyaç tezkeresiyle İlahi Kelam’a mürâcaat eden bu rabbânîler, icmâ ve kıyas sayesinde, dinin kendi gücünü bir kere daha ifade etmesine zemin hazırlamışlardır. Zamanı, konjonktürü ve değişen şartları gözeterek, içtihada ve istinbata açık yanlarıyla İslam’ı içinde yaşadıkları asrın idrakine göre daha bir gür sedayla seslendirmişlerdir. Bu açıdan da, biz Asr-ı Saadet’ten bugüne dek selef-i salihînin üzerinde hassasiyetle durduğu, yaşadığı, koruduğu, salıkladığı ve sonraki nesillere emanet bıraktığı müslümanlıkla müslümanız elhamdülillah.
http://www.herkul.org/kirik-testi/kuran-muslumanligi-mi/
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
b528.gif
-1- âyet-i azîmesi, ittibâ-ı sünnet ne kadar mühim ve lâzım olduğunu pek kat'î bir surette ilân ediyor. Evet, şu âyet-i kerime, kıyâsât-ı mantıkıye içinde, kıyas-ı istisnâî kısmının en kuvvetli ve kat'î bir kıyasıdır. Şöyle ki:
Nasıl mantıkça kıyas-ı istisnâî misali olarak deniliyor: "Eğer güneş çıksa gündüz olacak." Müsbet netice için denilir: "Güneş çıktı. Öyleyse netice veriyor ki, şimdi gündüzdür." Menfi netice için deniliyor: "Gündüz yok. Öyleyse netice veriyor ki, güneş çıkmamış." Mantıkça, bu müsbet ve menfi iki netice katîdirler.Aynen böyle de, şu âyet-i kerime der ki: Eğer Allah'a muhabbetiniz varsa, Habibullaha ittibâ edilecek. İttibâ edilmezse, netice veriyor ki, Allah'a muhabbetiniz yoktur. Muhabbetullah varsa, netice verir ki, Habibullahın Sünnet-i Seniyyesine ittibâı intaç eder.Evet, Cenâb-ı Hakka İmân eden, elbette Ona itaat edecek. Ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakimi ve en kısası, bilâşüphe, Habibullahın gösterdiği ve takip ettiği yoldur.Evet, bu kâinatı bu derece in'âmât ile dolduran Zât-ı Kerîm-i Zülcelâl, zîşuurlardan o nimetlere karşı şükür istemesi, zarurî ve bedihîdir. Hem bu kâinatı bu kadar mucizât-ı san'atla tezyin eden o Zât-ı Hakîm-i Zülcelâl, elbette, bilbedâhe, zîşuurlar içinde en mümtaz birisini Kendine muhatap ve tercüman ve ibâdına mübelliğ ve imam yapacaktır. Hem bu kâinatı had ve hesaba gelmez tecelliyât-ı cemal ve kemâlâtına mazhar eden o Zât-ı Cemîl-i Zülkemal, elbette, bilbedâhe, sevdiği ve izharını istediği cemal ve kemal ve esmâ ve san'atının en câmi ve en mükemmel mikyas ve medarı olan bir zâta, herhalde en ekmel bir vaziyet-i ubudiyeti verecek ve onun vaziyetini sairlerine numune-i imtisal edip herkesi onun ittibâına sevk edecek. Tâ ki o güzel vaziyeti başkalarında da görünsün.
Elhasıl:
Muhabbetullah, Sünnet-i Seniyyenin ittibâını istilzam edip intaç ediyor. Ne mutlu o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeye ittibâından hissesi ziyade ola. Veyl o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeyi takdir etmeyip bid'alara giriyor.
1- De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin. (Al-i İmrân Sûresi: 31.)
http://www.risaleara.com/oku.asp?id=1279
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Allah herhalde gökten zembille Kuran'i kafamiza indirip "alın size kitap ne haliniz varsa görün" demeyecekti.

Bunun yerine Peygamber gönderdi o da aldigi kitabin gereklerini bizzat kendisi yasadi, uyguladi ve herkese örneklik teskil etti.
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Allah herhalde gökten zembille Kuran'i kafamiza indirip "alın size kitap ne haliniz varsa görün" demeyecekti.

Bunun yerine Peygamber gönderdi o da aldigi kitabin gereklerini bizzat kendisi yasadi, uyguladi ve herkese örneklik teskil etti.

Recmi de uyguladı ama bunu inkar edenler var. Bu sebeple senin bu söylemin havada kalıyor.
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
lafons bosa yasiyon valla :)
bir gram ilerleme yok
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
gerekcelerimi de belirtiyor ve delillendiriyorum

hic beni konuya cekmeye calisma :)
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
bemim de, Kuran'i arkalarina atanlar dusunsun
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Benim delillerim Kuran ve hadislere dayanıyor. Hadis inkar edenler düşünsün.

Ben sahih hadisleri inkar etmiyorum, hadi oyle varsayalim. Ama sen konuyla alakali Kuran'in ayetlerini inkar ediyor ve
Peygamberin soyledigi iddia edilen sozlerini Allah'in sozune tercih ediyorsun. Allah'in ayetini bir keciye kurban ediyorsun.

Simdi soruyorum; bu duruma göre hangimiz daha buyuk bir cürüm isliyor?

Yatacak yerin yok lafons :)
 

Aşk Şairi

Kıdemli Üye
Katılım
11 Nis 2007
Mesajlar
3,286
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Web sitesi
www.haksairi.com
Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin;
sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider.
Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.

8/ENFÂL-46



 
Üst