Sosyolojinin kurucusu kabul edilen Auguste Comte insanın düşünsel evrimde 3 aşama geçirerek tek tanrıcılığa ulaştığını söyler. Ona göre:
1.Basamakta; İnsan, çevresindeki eşyayı canlı, akıllı varlıklar olarak düşünmüştü; putçuluk(Fetişizm dönemi),
2.Basamak’ta; İnsan çevresindeki olayların görünmez varlıklarca yöneltildiğine inandı, politeizm(Çok tanrıcılık),
3.Basamak’ta bu görünmez varlıkların tek ve büyük bir irade’nin yönetimi altında bulunduğu inancına vardı; tek tanrıcılık/Monoteizm (Prof.Dr. Veysel Sönmez, 2008 , Anı Yayıncılık).
Din, dinlemekten gelir. İnsanlar dinlediler birbirlerinden bir şeyler öğrendiler, korktular, sevindiler veya daha fazla meraklandılar. Dinlediklerinin tesiri ile çeşitli ayinler yaptılar, ritüeller veya toplumsal kurallar koydular. Bu durum inasanın cevap bulamadıklarına bir cevaptı. Zira insan, aklının yetmediği, cevaplarını bulamadığı soruların cevaplarını dinlerin içinde buldu.
Ayrıca dinler insanların kendilerini daha rahat hissetmesini sağlıyordu, bu sayede ortak bir kültür elde edip anlaşmazlıkları gideriyor, ahlak, hukuk ve hatta yaptırım sağlıyorlardı. Bu anlamda Dinin lügat anlamı da Cezâ, mükâfat, ibâret, âdet, hâl, hüküm hesap, itâat boyun eğme şerîat kânun, yol mezhep, millet manasındadır.
İnsanların putçuluk sonrası edindiği pagan dinleri çok tanrılı dinlerdir. İnsanların Avcı toplayı toplum konumları zamanında başlamış, çiftçi üretici, tarım toplumları olduğu zamanlarda da hiyerarşi ve toplumsal manevi ihtiyaç gereği devam etmiştir. Urfa/Göbekli tepe kazıları bize avcı toplayıcı toplumları döneminden başlayarak toplumların bir simgesel pagan dini geliştirdiklerini kanıtlamıştır.
Aslında pagan dinleri üretim ve doğayla bütün içinde yaşanan dönemlerde ortaya çıkmıştır. Pagan rahipleri doğayı bilir, araştırır, ekin zamanını hesaplar, astronomiyle uğraşır. Genellikle, pagan dinler doğayı izler, öğrenir, önemser, onunla başa çıkmak için gözlem kuleleri kurar, mevsimlere yenik düşmemek için takvim oluşturur, şifalı bitkileri araştırır. Bugün pozitif bilimler dediğimiz birçok bilim pagan dinlerin ve rahiplerin etkinlik alanlarıdır. Örneğin Aristonun Oregon'u yıllar boyunca felsefi manada mantığın, matematiğin ve bilimsel yöntemlerin yönünü belirlemiştir. Farabi'nin Aristnun eserlerini Arapçaya çevirmesiyle beraber, İslam uygarlığında bilimsel anlamda önemli değişiklikler meydana gelmiş, Bağdat okulu (hikmet evi) açılmıştır. İbn-i Haldun, İbn-i Sina, İbn-i Rüşd gibi pekçok islam bilgini bu okullardan yetişmiştir. Tek tanrıları dinlerden daha önce var olan Pagan dinleri yokluk dönemlerinde veya devletleşme süreçlerinde çaresiz olarak sapkınlaşmıştır. Çünkü bilim bazen çaresiz kalabilir. İlkel bilimin yerini batıl inançlar, adaklar vs alabilir. Ancak bu pagan dinlerin değil insan denen canlının düşünce yapısında bulunan bir anlamlandırma, cezalandırma, sorun çözmeye çalışma güdüsünden gelir. İnsan aynı insan ise Bugüne kadar bildiğiniz pagan dinlerinin çaresizlik durumlarında farklı tepki verebilir mi? Tüm bunlara rağmen; ilk yazıyı kim buldu? İlk gözlem kulesini kim inşaa etti? İlk matematiği kim kullandı? İlk pusulayı? İlk barutu? İlk çeliği kim dövdü? İlk sıfırı kim yazdı? İlk mısır tanesini kim evcilleştirdi?
Sümer ve Devamında Babil inanışlarından hareketle Tanrı marduk’un Diğer tanrıları öldürmesi, yine eski mısır da firavunların tüm yetkileri ellerinde toplama kaygısı ve rahipleri dizginleyebilme isteği ile Aton adında tek bir tanrıya indirgemesi, hep tek tanrılı dinlerin kökenini oluşturur. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Akhenaton)
Arabistan’da İslam’ın doğduğu kuzey taraflarında toprak verimsiz tarımsal üretimin çok düşük olması kabileler tarzında bir örgütlenmeyi meydana getirmişti. Elbette bu tarz bir ekonomik yapı adetleri gelenek ve görenekleri etkiliyordu. Mülkiyet nasıl klanın ortak malıysa suç ve cezada ortaktı. Kabileler arası kavgalar kaçınılmaz olarak çok fazlaydı su meselesi vb. en ufak şeyde bir kişinin şiddete başvurması sonucu bir cinayet gerçekleşirse iki kabile hemen vuruşurdu. Akrabalık çok önemliydi. Kabilenin içinde katı bir hiyerarşi vardı. Ama ilginçtir tam bir demokrasi vardı. Kabilenin ortak kararıyla kabile reisi seçilirdi sonra da bu reislerin biri hepsinin başı olurdu. Kervanlar vardı ve bu kervanları zaman zaman yağmalayanlar oluyordu. Kervanların ve ticaretin güvenliğinin sağlanması Mekkeliler için hayati bir önem taşıyordu. Eğer ticaret yollarının güvenliği sağlanacaksa bu ancak Arapları bir çatı altında toplamak ve bir devlet kurmakla mümkündü. Arapları bir araya getirecek tek güçte eski çağlarda olduğu gibi dindi, Tanrının seçilmiş kulu olmak idi.
Bu suretle Arap yarımadasında da pek çok peygamber çıktı. Esved, Tuleyha, Secah ve Müseylime gibi sahte peygamberler buna örnektir. (Doç. Dr. Bahriye ÜÇOK ,Ankara Üniversitesi yayınları, islamdan dönen sahte peygamberler,1967). Sırf Hz. Muhammed döneminde dahi sahte peygamberler vardır. Zira peygamberlik ayrıcalık demektir.
Peki, günümüzde ayrıcalık isteyen adamlar bitti mi? Kendini peygamber ilan eden ya da öyle olmadığını iddia etse bile kendine çeşitli dini vasıflar yükleyip kendileri için kudret ve menfaat elde etmeye çalışanlar bitti mi?
Son olarak;
Fransız düşünür Blaise Pascal demiş ki; Aztek tanrılarına sunulan insanlar, kanlı Haçlı savaşları, cadılık suçlamasıyla yakılan kadınlar, tarifsiz işkencelerle öldürülen “sapkınlar” ve asılsız söylentiler yüzünden toplu halde katledilen Museviler… “Dinsel inançlara sığmadıkça insan kötülüğü böylesine zevkle ve acımasızca asla yapamaz”
Saygılar efendim…


