Dil ve Edebiyat Dergisi

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
dil-ve-edebiyat-nisan.jpg

Âlim Bir Şair: Nev’î




Derginin editörü Mehmet Kamil Berse, Ömer Hayyam’ın, mısralarıyla söze başlıyor: “Bu evren her gece ne gömlekler diker / Kimini gelen, kimini giden giyer. / Her gün nice sevinçlerle dolar dünya, / Nice dertler toprağa karışır gider. / Sevgiyle yoğrulmamışsa yüreğin, / Tekkede manastırda eremessin. / Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada, / Cennetin, cehennemin üstündesin.”
Ardından, “Erdemli insan bulunduğu toplulukta kendisinin sahip olduğu meziyeti, kendisinde ortaya çıkan hayati kıymeti etrafındakilerle paylaşır. Ahlaken en kötü durumdaki toplumlarda bile faziletin kıymeti az çok bilinir ve takdir görür.
Bir milletin büyüklüğü, varlığının asli kanunlarına uymasından kaynaklanır.
Modern toplumlarda bozulmanın ve çöküntünün nedeni içlerindeki fazilet kaynağını yok etmeleri ve hayatın getirdiği kurallara bağlı kalmak istememeleridir.
Anlaşmazlığın, karşılıklı kinin hüküm sürdüğü yerde en lüzumlu faziletler; nezaket, sabır, affetme ve kardeşçe sevgidir. Sevgiyle yola çıktığınızda dönüp dolaşıp geleceğiniz yer yine sevgi olacaktır. Gençlerimize, öğrencilerimize sevgiyi, aşkı kısaca erdemli yaşamayı öğretmeliyiz. Öğretmeliyiz ki; gelecek nesillerimiz kardeşliğin, dostluğun, birlikteliğin içinde yaşasınlar. Gök kubbe altında birlikte yaşamanın hazzını duysunlar.” diyerek sevgi ve faziletin önemine dikkat çekiyor.
Prof. Dr. Hayati Develi, “Türkçenin Geleceği” ve Prof. Dr. Hikmet Özdemir, “Dilimizin Zenginliği” başlıklı yazılarıyla, dil konusunda bilgi dağarcığımızı zenginleştiriyorlar. Derginin “Ayın Dosyası” başlıklı bölümünde bu ay, Nev’î tanıtılıyor. Doç. Dr. Mustafa Nejat Sefercioğlu’nun kaleme aldığı, “Âlim Bir Şair” başlıklı dosyayı ilgiyle okuyacaksınız.
Üzeyir İlbak, “Düşünmeye ve Yazmaya Kelime Gerek”; Dr. Ayhan Güldaş, “Melali Anlayan Nesil”, Mustafa Miyasoğlu “Tanzimat Döneminin Dört Romanı” ve Alim Yıldız, “XX. Yüzyılda Türk İslam Edebiyatı” adlı makaleleriyle katkıda bulunuyorlar.
Mehmet Kamil Berse, bu ayki gezi yazısında Kudüs gezisindeki izlenimlerini anlatmayı sürdürüyor. Berse, “Sanki Dünyanın Bir Özeti” başlıklı yazısında, Kudüs’ün semavi dinler için önemini irdeliyor.
Yine bu sayıda, kültür ve edebiyat hayatımıza renkli kişilikleri ve eserleriyle derin izler bırakmış olan Münir Nurettin Selçuk ve Erol Güngör birer yazıyla yâd ediliyorlar. Recep Garip, “Beyaz Kokulu Yârim”; Sinan Yıldız, “Sürmeli Ceylanım” adlı hikâyeleri; Sadettin Kaplan, “Çiçeğe Durdu Ağaçlar” ve Cüneyt Gündoğdu “Bir Kumral Başak” adlı denemeleriyle derginin nisan sayısına konuk oluyorlar.
Yavuz Bülent Bakiler, Kâmil Uğurlu ve Cumali Ünaldı Hasannebioğlu birer şiirle dergiye katkıda bulunuyorlar. Murat Oktay, bu ay üç kitabın tanıtımıyla kitapseverlere seçenekler oluşturuyor. Faaliyetler bölümünde, “DED’de Mehmet Akif Günleri” başlığı altında Dil ve Edebiyat Derneği şubelerinde gerçekleşen Mehmet Akif Ersoy’u anma toplantıları ele alınıyor.
Çıktığından itibaren artarak zenginleşen muhtevasından, kâğıt ve baskı kalitesinden ödün vermeyen Dil ve Edebiyat dergisinin 28. sayısı, bayilere ve abonelere dağıtıldı.
Nice güzel sayılara…

 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45

Şiir Hayattır

Dil ve Edebiyat Dergisinin Haziran Sayısı Çıktı…

Dil ve Edebiyat dergisi Haziran sayısında zengin bir içerik yanı sıra bazı değişiklik ve yeni yüzlerle okuyucularını selamlıyor.

Derginin edebiyat ve kültür çevrelerinde yetkinlik kazanmasında büyük emeği olan Mehmet Kamil Berse, yürüttüğü editörlük görevini yine ilmi ve edebi çalışmaları ile dikkat çeken Hüseyin Altuntaş’a devretti. Altuntaş, giriş yazısında Berse’nin dergiye yaptığı katkıları hatırlattıktan sonra Dil ve Edebiyat’ı daha iyi noktalara taşımanın uğraşı içinde olacaklarının altını çiziyor.

Derginin Haziran sayısında; kapağa da başlık olan “Şiir Hayattır” başlıklı yazısında Recep Garip, şiirin hayatla, toplumla ilişkisini; şairin kimlik ve duruşunu sorguluyor. Yazısında, “Hayat şuurlu yaşamayı gerektirir. Şiir, şuursuz insanların işi değildir… Nietzsche’nin dediği gibi “üstlerde” bir yerdedir şair. Yukarıdan, bakmaktadır. Şiirleri, sezgide, bakışta güçlü olduğu oranda hayatı etkileyecektir. Kartalların göklerdeki ihtişamı aşağılarda olan biteni görmelerinden kaynaklıdır.” ifadelerine yer veren Garip’in metni bir açıdan manifesto olarak da değerlendirilebilir.

Ayın Konusu başlığı altında “Kanunî’nin En Sevdiği Şair Hayali Bey” başlıklı, Prof. Dr. Cemal Kurnaz’ın kaleme aldığı ve şairin hayatı, Divan’ı üzerine derinlikli bir inceleme yer alıyor. Derginin müdavimleri için arşiv niteliği taşıyan Ayın Konusu bu ayda yine eski edebiyat geleneğimizle bağlar kurmaya çalışıyor.

Dil ve Edebiyat’ın dil yazılarını Haziran sayısında; Prof. Dr. Zeynep Korkmaz ve Rekin Erten hazırlarken; Mehmet Şadi Polat, Oğuz Çetinoğlu Hüseyin Cahit Yalçın’ın 30’lu yıllarda hazırladığı Fikir Hareketleri dergisini inceliyor. Mustafa Miyasoğlu’nun, vefatının 50. yılı dolayısıyla Peyami Safa’nın romanları üzerine kaleme aldığı yazısı ile birlikte dergide; Nurettin Durman, Erdal Sarıçam ve Muhammet Nur Doğan gibi şairler mısralarıyla yer buluyor.

Mehmet Kamil Berse, bu ayki gezi yazısında Anadolu’nun ortasında bir İstanbul kasabası olarak nitelediği Osmancık’a (Çorum) ilişkin gözlemlerine yer veriyor. Berse, bölgenin fiziki görünümden tarihi dokusuna edebi temsilcilerine kadar geniş bir yelpazede Osmancık’ı yansıtıyor.

Dil ve Edebiyat dergisi daha birçok yazar ve bölümüyle okuyucuların ilgisine sunulurken, gelecek sayılarında yeni yazar ve şairlerin katkılarını bekliyor.

 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
En üstün şair Nesimi mi?


Prof. Dr. Kemal Yavuz Dil ve Edebiyat dergisinin Ağustos sayısında çok tartışılacak bir iddiayı gündeme getiriyor. Yavuz, Ali Şir Nevaî’nin, Nesimî’yi bütün şairlerden üstün gördüğüne ilişkin bir görüşünü aktarıyor.


http://www.addthis.com/bookmark.php?v=250&username=xa-4caf2d9a752ef9b9




Günümüz edebiyat dünyası geleneksel Türk şiirinden nasıl yararlanacak? Bu, elbette uzak geçmişimizi daha yakından tanıyarak cevap verebileceğimiz bir soru. Dergimiz Dil ve Edebiyat bu anlamda, divan edebiyatını tanıma, daha yeni nesiller içinse sıcak bir tanışma faaliyetini her ayın dosyası ile sürdürmeye devam ediyor.

Dil ve Edebiyat, her ay; birçok farklı, sıra dışı ve özgün karakterin nakışlarıyla süslenmiş bir dünyaya, geleneksel şiirimizin dünyasına misafir oluyor. Genel karakterini, temel özelliklerini, öne çıkan yönlerini belirlemeye çalışıyor.

Dil ve Edebiyat’ın bu çabaları, sıcaklarla boğuştuğumuz Ağustos ayında şair Nesimî’nin estetiğine yöneliyor. Nesimî’nin şiirinin ve edebî değerinin değerlendirildiği dosyada, Prof. Dr. Kemal Yavuz şairin özgün yönlerine dikkat çekiyor. Yavuz’un tespitine göre Nesimî, divan şiirinin en yetkin kalemlerinden biri. Yavuz, Ali Şir Nevaî’nin bütün şairlerden üstün gördüğüne ilişkin bir görüşünü de aktarıyor.


“Türk edebiyatını sadece kendi devri ile değil, bütün zamanları ile yaşadığı asra kadar inceden inceye gözlemleyen ve bütün şairleri süzgeçten geçirircesine birbirleri ile karşılaştıran Türk edebiyatının büyük şairi, Türkçe âşıkı Ali Şir Nevaî de Nesimî’yi bütün şairlerden üstün görür” diyen Yavuz, gerek mazmunları, şiirin unsurlarını kullanış biçimi gerekse şiire tuyuğ gibi yeni tür ve şekilleri getirmesiyle Nesimî’nin ayrıcalıklı bir yer edindiği görüşünde.

“Şiirimizin Özgün Nakışçısı” olarak takdim edilen ve kapağa taşınan dosya dışında dergide dikkat çeken birçok yazı bulunuyor.

Üzeyir İlbak’ın yazısı bunlardan biri. İlbak, yazısında şehir-medeniyet ilişkisi üzerine düşünceler geliştiriyor ve son dönemde gelişen postmodern bir duruma eleştiri getiriyor. İlbak, özellikle bir moda hâlinde, belli şehirlerle özdeşleşen sembollerin çeşitli amaçlarla başka şehirlerde de inşa edilmesinin doğurduğu sakıncalara dikkat çekiyor.

Okuyucuların ilgisini çekeceği düşünülen bir diğer yazıyı Mustafa Miyasoğlu kaleme alıyor. Miyasoğlu, bir yazı dizisi şeklinde, genişleyerek devam edeceği anlaşılan yayın ve kültür dünyasına ilişkin hatıralarını anlatmaya İstanbul’a geldiği ve yayın dünyasına girdiği 70’li yıllarla başlıyor. Yakın dönem Babıali ortamının aydınlatılmasına ilişkin vesika niteliğindeki yazının başlığı “İstanbul Akşamları”.

Dil ve Edebiyat dergisinin söyleşi sayfalarının önemli bir başka konuğu var bu ay: Yavuz Bülent Bakiler. Türkçeyi doğru kullanma konusundaki hassasiyetleri ile bir TV programı da yapmış olan Bakiler, millet olmanın yolunun dil ve edebiyattan geçtiğinin altını çiziyor.

dil-ve-edebiyat-210.jpg


Dergide yer alan diğer bazı yazı başlıkları ve yazarlarıysa şöyle:


FETHETMEK ve ZAPT ETMEK
Sadettin Kaplan / ŞİİR VE İMGE Recep Garip / PÎR-İ SÂNİ MUSTAFA ÇERKEŞÎ Prof. Dr. Hikmet ÖZDEMİR / ÖZENTİNİN YAYGINLAŞTIRDIĞI YALANCI BİR SÖZCÜK: TREND Yard. Doç. Dr. Bedri Aydoğan / YANGIN KAVMİNDEN BİR YAZAR: HULKİ AKTUNÇ Dr.Fatih Özdemir / MÎZAN DERGİSİ Oğuz Çetinoğlu, Mehmet Şadi Polat.

Dil ve Edebiyat, dergi editörü Hüseyin Altuntaş’ın giriş yazısında belirttiği, yaz mevsiminin bunaltıcı sıcağında karşınıza içeriğiyle sıkmayacak, güzel yazılarıyla içinizi serinletecek bir formatla okuyucuya sunuluyor. A’dan Z’ye, Şenol Tanju’nun hazırladığı Edebiyat Musahabeleri gibi yeni bölümlerinin yanı sıra Selçuk Eser’in tasarımı ve mübarek Ramazan ayının en güzel bir şekilde idrak edilmesi temennisiyle Dil ve Edebiyat dergisi raflardaki yerini alıyor.
 

Ded.zafer

Üye
Katılım
5 Ağu 2011
Mesajlar
1
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Dil ve Edebiyat Ağustos Sayısı

En Üstün Şair Nesimî mi?
Hzl.Zafer Özdemir
[email protected]


Prof. Dr. Kemal Yavuz Dil ve Edebiyat dergisinin Ağustos sayısında çok tartışılacak bir iddiayı gündeme getiriyor. Yavuz, Ali Şir Nevaî’nin, Nesimî’yi bütün şairlerden üstün gördüğüne ilişkin bir görüşünü aktarıyor.


Günümüz edebiyat dünyası geleneksel Türk şiirinden nasıl yararlanacak? Bu, elbette uzak geçmişimizi daha yakından tanıyarak cevap verebileceğimiz bir soru. Dergimiz Dil ve Edebiyat bu anlamda, divan edebiyatını tanıma, daha yeni nesiller içinse sıcak bir tanışma faaliyetini her ayın dosyası ile sürdürmeye devam ediyor.
Dil ve Edebiyat, her ay; birçok farklı, sıra dışı ve özgün karakterin nakışlarıyla süslenmiş bir dünyaya, geleneksel şiirimizin dünyasına misafir oluyor. Genel karakterini, temel özelliklerini, öne çıkan yönlerini belirlemeye çalışıyor.
Dil ve Edebiyat’ın bu çabaları, sıcaklarla boğuştuğumuz Ağustos ayında şair Nesimî’nin estetiğine yöneliyor. Nesimî’nin şiirinin ve edebî değerinin değerlendirildiği dosyada, Prof. Dr. Kemal Yavuz şairin özgün yönlerine dikkat çekiyor. Yavuz’un tespitine göre Nesimî, divan şiirinin en yetkin kalemlerinden biri. Yavuz, Ali Şir Nevaî’nin bütün şairlerden üstün gördüğüne ilişkin bir görüşünü de aktarıyor. “Türk edebiyatını sadece kendi devri ile değil, bütün zamanları ile yaşadığı asra kadar inceden inceye gözlemleyen ve bütün şairleri süzgeçten geçirircesine birbirleri ile karşılaştıran Türk edebiyatının büyük şairi, Türkçe âşıkı Ali Şir Nevaî de Nesimî’yi bütün şairlerden üstün görür.” diyen Yavuz, gerek mazmunları, şiirin unsurlarını kullanış biçimi gerekse şiire tuyuğ gibi yeni tür ve şekilleri getirmesiyle Nesimî’nin ayrıcalıklı bir yer edindiği görüşünde.
“Şiirimizin Özgün Nakışçısı” olarak takdim edilen ve kapağa taşınan dosya dışında dergide dikkat çeken birçok yazı bulunuyor.
Üzeyir İlbak’ın yazısı bunlardan biri. İlbak, yazısında şehir-medeniyet ilişkisi üzerine düşünceler geliştiriyor ve son dönemde gelişen postmodern bir duruma eleştiri getiriyor. İlbak, özellikle bir moda hâlinde, belli şehirlerle özdeşleşen sembollerin çeşitli amaçlarla başka şehirlerde de inşa edilmesinin doğurduğu sakıncalara dikkat çekiyor.
Okuyucuların ilgisini çekeceği düşünülen bir diğer yazıyı Mustafa Miyasoğlu kaleme alıyor. Miyasoğlu, bir yazı dizisi şeklinde, genişleyerek devam edeceği anlaşılan yayın ve kültür dünyasına ilişkin hatıralarını anlatmaya İstanbul’a geldiği ve yayın dünyasına girdiği 70’li yıllarla başlıyor. Yakın dönem Babıali ortamının aydınlatılmasına ilişkin vesika niteliğindeki yazının başlığı “İstanbul Akşamları”.
Dil ve Edebiyat dergisinin söyleşi sayfalarının önemli bir başka konuğu var bu ay: Yavuz Bülent Bakiler. Türkçeyi doğru kullanma konusundaki hassasiyetleri ile bir TV programı da yapmış olan Bakiler, millet olmanın yolunun dil ve edebiyattan geçtiğinin altını çiziyor.
Dergide yer alan diğer bazı yazı başlıkları ve yazarlarıysa şöyle: FETHETMEK ve ZAPT ETMEK Sadettin Kaplan / ŞİİR VE İMGE Recep Garip / PÎR-İ SÂNİ MUSTAFA ÇERKEŞÎ Prof. Dr. Hikmet ÖZDEMİR / ÖZENTİNİN YAYGINLAŞTIRDIĞI YALANCI BİR SÖZCÜK: TREND Yard. Doç. Dr. Bedri Aydoğan / YANGIN KAVMİNDEN BİR YAZAR: HULKİ AKTUNÇ Dr.Fatih Özdemir / MÎZAN DERGİSİ Oğuz Çetinoğlu, Mehmet Şadi Polat.
Dil ve Edebiyat, dergi editörü Hüseyin Altuntaş’ın giriş yazısında belirttiği, yaz mevsiminin bunaltıcı sıcağında karşınıza içeriğiyle sıkmayacak, güzel yazılarıyla içinizi serinletecek bir formatla okuyucuya sunuluyor. A’dan Z’ye, Şenol Tanju’nun hazırladığı Edebiyat Musahabeleri gibi yeni bölümlerinin yanı sıra Selçuk Eser’in tasarımı ve mübarek Ramazan ayının en güzel bir şekilde idrak edilmesi temennisiyle Dil ve Edebiyat dergisi raflardaki yerini alıyor.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
28469.jpg


Halkın şiiri mi, 'Yüksek Zümre'nin şiiri mi?


Dil ve Edebiyat dergisi, Eylül sayısında tartışma yaratan, gündem oluşturan konu ve yazılarla yeniden okurun karşısına çıktı.

Haber Merkezi / TİMETURK

Dil ve Edebiyat Derneği tarafından yayımlanan ve beğeniyle takip edilen Dil ve Edebiyat Dergisinin 33. sayısı raflardaki yerini aldı.

Dergi bu sayısında da okuyucularına yeni ufuklar sunuyor.

Dil ve Edebiyat'ta dergisinin 33. sayısında neler var?

İşte editörün kaleminden derginin içeriği:

Geçen sayımızda Prof. Dr. Kemal Yavuz tartışma yaratan bir iddiayı gündeme getirmiş ve Ali Şir Nevayî’nin, Nesimî’yi bütün şairlerden üstün gördüğüne ilişkin bir görüşünü aktarmıştı.

Bu sayımızda da yine tartışma yaratan, gündem oluşturan konu ve yazılarla karşınıza çıktığımızı düşünüyoruz.

Ayın Dosyası’nı, Prof. Dr. A. Atilla Şentürk’ün hazırladığı ve “dünyasının içine girdiğinizde, size hoşça vakit geçirten bir meddah yahut usta bir orta oyuncusu veya yerine göre bir ressam yahut karikatürcü olduğu görülecektir” dediği Zâtî’nin hayatı ve sanat anlayışı oluşturuyor.

Prof. Şentürk, klasik Türk şiiri üzerinde bir ön kabüle dönüştürülmeye çalışılan bir yanılgıya da dikkat çekiyor.

Klasik şiirimizin halktan uzak, İran ve Arap taklitçisi bir edebiyatın ürünü olarak takdim edilmeye çalışılmasını da eleştirerek bunun yanlış bir kanaat olduğunu Zâtî’nin eserleri ve kişiliği üzerinden örnekler vererek açıklıyor.

Şentürk, bu anlayışı, son yüzyılın yerli kültür ve geleneklere uzak yetişen aydınlarının “Eğer ben bu şiiri anlayamıyorsam, halk hiç anlayamaz, dolayısıyla bu şiir halkın şiiri olamaz” şeklinde geliştiridiği çarpık bir mantığın ürünü olabileceğini ileri sürüyor.

İçinde doğup büyüdükleri ırmağa yabancı kalan aydınlarımızın yanıltıcı etkilerini tamamen engellemek elbette mümkün değil…

Türk edebiyatının ve kültür hayatının en önemli araştırmacılarından biri olan Beşir Ayvazoğlu da benzer etkilerden şikâyetçi…

“Bu toprağın kültürüne ve değerlerine kendilerini en yabancı hisseden aydınların içinde bile, bu kültürün bir vicdan azabı gibi konuştuğundan, derinlere yürümüş bir kıymık gibi onları sürekli rahatsız ettiğinden eminim” dediği kendisiyle yaptığımız söyleşiyi kültür ve edebiyat tarihimize düşülmüş önemli bir dipnot olarak okuyabilirsiniz.

Dergimizde yer alan diğer yazar ve şairlerden bazıları ise şunlar:

Prof. Dr. Hikmet Özdemir, Recep Garip, Özcan Ergiydiren, Mustafa Miyasoğlu, Şenol Tanju, Servet Tiken, Ömer Solak…

dil-ve-edebiyat-4124.jpg


İrtibat:
www.ded.org.tr
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
'Dil ve Edebiyat' dergisinin 38.sayısı çıktı




Şubat 2012

Dil ve Edebiyat dergisi, Şubat sayısıyla edebiyat dünyamızın zengin coğrafyasında mekik dokumaya devam ediyor. Dil ve Edebiyat; Militarist Modernleşme/Batılılaşmanın Huzursuz Dünyası, Orhan Okay ile Söyleşi, Âkif Yılı Etkinlikleri ve Âkif Hakkında Yeni Yayınlar gibi başlıkları son sayısında kapağına taşıyor.

Üzeyir İlbak tarafından kaleme alınan Militarist Modernleşme/Batılılaşmanın Huzursuz Dünyası başlıklı yazı, kültür tartışmalarının da odak kavramlarından olan “ötekileştirme zihniyetini” sorguluyor. İlbak, ötekileştirme zihniyetinin tarihî arka planına giderek gündelik hayattan edebiyat ortamına kadar geniş bir alana sirayet eden tahrip edici yaklaşımın âdeta foyasını ortaya çıkarmayı deniyor. Modernleşmenin, Fransız İhtilali’yle suni kimlikler ürettiğini ve bunların yeryüzünde farklı kültür ve medeniyetlerin iletişimini kesen fay hatlarına dönüştüğünü belirtiyor. Dil ve Edebiyat dergisinin Şubat sayısında yer alan derinlikli yazısında İlbak; farklılıkları ötekileştirici bir unsur olarak değil, değer üretici ve mevcut birikimi daha da değerli kılıcı bir katkı aracına dönüştürebilmenin imkânlarını aramayı öneriyor. Toplumu kendilerine ait “dinî, etnik, kültürel” kodlarına müdahale etmeden bir arada tutabilmenin ilham verici dilini geliştirmeye çağırıyor. Modernleşme tecrübeleri ile iki asrı aşan bir süreçte dünyanın stratejik kültürel merkezinin taşındığını düşünen İlbak, “Akdeniz medeniyeti dünya kültür mirasının ana çekirdeğidir” diyor.

Üzeyir İlbak’ın kuşatıcı makalesi yanında Dil ve Edebiyat’ın ilgi çeken sayfaları arasında Prof. Dr. Orhan Okay ile gerçekleştirilen bir söyleşi de yer alıyor. İlmî çalışma ahlakı, eleştiri kültürü ve edebiyat-musiki ilişkisi gibi konularda açıklamalarda bulunan Okay, edebiyat-musiki ilişkisi bağlamında kendisine yöneltilen soruya “Doğrusunu isterseniz günümüzün şartlarında müzik zevkini kaybettim” şeklinde cevap veriyor. Edebiyat dünyamızın duayenlerinden Orhan Okay’ın dikkat çekici açıklamaları Dil ve Edebiyat dergisinin Şubat sayısında.

Dil ve Edebiyat, son sayısında yer verdiği yazılarla 2011 Âkif Yılı’nın bir anlamda muhasebesini yapıyor. Mustafa Miyasoğlu’nun “Âkif Yılı Etkinlikleri ve Âkif Hakkında Yeni Yayınlar” yazısı bunlardan biri ve hem düzenlenen etkinlikleri hem de ortaya konan eserleri değerlendiriyor. Dosya içinde görüşleri yer alan farklı isimler, 2011 Âkif Yılı’nın arzulanan hedefe yaklaşmaktan uzak olduğu noktasında birleşiyorlar.
Dil ve Edebiyat dergisi, gerek derinlikli makaleleri ve ilgi çekici söyleşileri gerekse tartışma yaratan dosyaları ve sayfalarını açtığı hikâye, şiir ve deneme gibi edebî ürünleriyle dopdolu bir sayı ile raflardaki yerini alıyor.

Dil ve Edebiyat dergisinde yer alan bazı yazılar:
Edebiyat ve Mizah (A’dan Z’ye) / Biliriz (şiir) Atilla Maraş / Sevgililer Günü’nün Tarihçesini Ne Kadar Biliyoruz? Prof. Dr. Fuat Yöndemli / Dedemin Bahçesi Çıtırık Salih Koca / Edebiyat ve Sanatta Hilyeler Prof. Dr. Hikmet Özdemir / Şeyyâd Hamza Prof. Dr. Kemal Yavuz / Tevazuun İhtişamı Sadettin Kaplan / Kanun Metinlerindeki Dil Yanlışları / Fikri Akyüz / Soğuk ve Palto (hikâye) Üzeyir Süğümlü

Zafer Özdemir



İrtibat:
Dil ve Edebiyat Dergisi
Feshane Caddesi Nu: 3 Eyüp İstanbul
0 212 581 69 12
http://www.ded.org.tr
[email protected]
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Yeni anayasanın dili nasıl olmalı?

dil-ve-ed.jpg



Dil ve Edebiyat dergisi 40. Sayısında, ülkemizin bazı önemli bilim adamı, hukukçu ve edebiyatçılarıyla “Yeni Anayasanın Dili”ni masaya yatırıyor.


Dil ve Edebiyat dergisi 40. sayısında (Nisan 2012) “Yeni Anayasanın Dili”ni masaya yatırıyor. Bir dosya halinde ele alınan konu, ülkemizin bazı önemli bilim adamı, hukukçu ve edebiyatçıları tarafından müzakere ediliyor.
Derginin genel yayın yönetmeni Üzeyir İlbak’ın “Coğrafyanın Ruh Atlası Kelimenin Aidiyet Destanı” başlıklı yazısıyla açılan dosyada Servet Armağan, Hamza Zülfikar, Abdurrahman Eren, Ahmet Turan Alkan ve Yusuf Akçay’ın makaleleri yer alıyor.
Üzeyir İlbak söz konusu yazısında, bir anayasanın “kuşattığı coğrafyada yaşayan insanların ruh ikliminden” beslenmesi lazım geldiğini, dolayısıyla “onların hayat tarzlarından ve kültürlerinden” derlenen bir ruhla kaleme alınmasının anlamlı olacağını belirtiyor. Bu çerçevede, anayasaların “etnik, dinî, millî-ulusalcı ve ideolojik sembollerden arındırılması” gerektiğini söyleyen İlbak, yeni anayasanın “imparatorluk bakiyesi” bir ülkeyi geleceğe taşıyacak özellikleri ihtiva edecek şekilde düzenlenmesinde fayda görüyor.
Türkçesi düzgün olsun!
“Türkiye’nin Anayasa Deneyimleri ve Yeni Anayasanın Dili” başlıklı makalesiyle dosyaya katkıda bulunan Servet Armağan, 1982 Anayasası başta olmak üzere T.C.’de işlevsel olan anayasaları kısaca değerlendirdikten sonra, “değiştirilemeyen maddeler” konusunu tartışmaya açıyor. Armağan, 1982 Anayasasının “değiştirilemez” ve “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” şeklindeki maddelerinin kalıcılığından yana bir tavır sergiliyor. Üstelik “modern demokratik anayasalarda” böylesi hükümlerin yer almadığını da belirterek. Makalesinin sonraki bölümlerinde “1982 Anayasası’ndaki Bazı Dil Hatalarının Örneklerle Gösterilmesi”ne yer veren Armağan, yeni anayasanın “Türkçesi düzgün bir anayasa” olmasını temenni ediyor!
Anayasa hukukçusu Servet Armağan’dan sonra dil profösürü Hamza Zülfikar ise “Anayasa Dili ve Bir Dönemin Tartışmaları” başlıklı yazısında 1945 Anayasası’nın dilini problemli bulurken, 1982 Anayasası’nı kapsamlı ve zengin bulmaktadır. Dilin sadeleşmesi çalışmalarını merkeze alan yazısını Hamza Zülfikar şöyle bitiriyor: “… umarım ki yeni Anayasa dil uzmanlarınca yazım, terim, dil ve anlatım açısından gözden geçirilir. Batı dillerinden Türkçeye geçen kelimelerin Türkçelerine yer verilir, bundan sonra çıkarılacak kanun ve yönetmeliklere örnek olur.”
Devleti sınırlandırmalıdır
İstendik bir anayasanın hayatî yönlerine (hak, adalet, özgürlük, eşitlik, vb.) pek değinilmeyen bu yazıdan hemen sonra gelen ve Abdurrahman Eren tarafından kaleme alınan “Anayasanın Dili, Kimliğidir” başlıklı yazıda yer yer umut verici satırlar bulabiliyoruz. “Anayasaların temel amacı ‘toplumu biçimlendirmek’ değil; devleti ‘sınırlandırmaktır’” diyen yazar, dilinin de buna uygun bir formu taşımasını temenni etmektedir.
Dosyanın keyifli yazısı ise bir deneme üstadından: Ahmet Turan Alkan, “Kanun Yazıcılığı Edebiyatına Dair” başlıklı yazısıyla, o bilindik üslubunu konuşturuyor: “Şimdi yeni bir anayasa yapmak heyecanı içindeyiz ve ‘Yeni anayasanın dili nasıl olmalı?’ gibi önemli ve hayati bir sualin tartışıldığına şu ana kadar hiç şahit olmadım.” diyen üstat, iki maddelik bir tavsiye eklemeyi de ihmal etmiyor.
Anayasanın esası…
Bu dosyayla Dil ve Edebiyat dergisi, önümüzdeki dönemde daha çok tartışılacak olan yeni anayasa meselesine dil merkezli olarak yaklaşan ilk yayın oldu. Umarız devamı gelir. Özellikle açık ve anlaşılır, bu arada oldukça kısa bir anayasa metni bu tür müzakereler sonucu ortaya çıkarılabilir. Fakat esasen bir anayasanın Hakk’a müstenit bir içerik taşıması birinci şarttır.
Dil ve Edebiyat dergisinin iletişim bilgileri: 0212 581 69 12; [email protected]

Cevat AKKANAT yazdı
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Dil ve Edebiyat Dergisi mayıs sayısı çıktı!
“Fetih, o devir Osmanlı şiirinde âdeta yaşanmamış derecede suskun geçilmiştir.”

277845.jpg


Ömrünü Türk edebiyatına adamış İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Atilla Şentürk’e ait bu sözler, okurlarının karşısına “Fetih Dili”ni kapak ve dosya konusu yaparak çıkan Dil ve Edebiyat dergisinin Mayıs sayısında yayımlanan Osmanlı Şiirinde İstanbul’un Fethi adlı makalede dile getiriliyor.
Bugün sadece toplumumuzun duygu dünyasında geniş yer edinmekle kalmayıp dünya tarihi açısından da bir dönüm noktası olarak görülen İstanbul’un fethinin Osmanlı şiirinde yeterince işlenmemiş olmamasına dikkat çeken Şentürk, konuyu tarihî, edebî kaynakları çerçevesinde ele alıyor.
İstanbul’un Türkler tarafından fethi, tarihin akışını değiştirecek derecede büyük bir hadise olup böyle bir değişimin özellikle fetihten sonra İstanbul’a akın eden ilim adamları ve şairler arasında heyecan oluşturmaması, kabul edilebilecek bir durum değildir.” diyen Şentürk, “Türk ve dünya tarihinin dönüm noktalarından biri sayılabilecek ‘Fetih’, o devir Osmanlı şiirinde âdeta yaşanmamış derecede suskun geçilmiştir.” tespitini yapıyor.
Şentürk makalesinde ayrıca şöyle diyor: “Daha sonraki dönemde şairlerin sıradan bir ada yahut hisarın fethini dahi en heyecanlı ve detaylı ifadelerle aktaran mısralarına karşılık geriye dönüp de İstanbul’un fethiyle ilgili manzum ve mensur eserlere göz gezdirildiğinde, böylesine parlak bir hadisenin izlerinin son derece sönük kaldığı görülür.”
Prof. Dr. Atilla Şentürk, sadece sorgulamakla yetinmiyor elbette, kaynaklar çerçevesinde durumun edebî, tarihî, sosyolojik nedenlerini masaya yatırıyor.
Dil ve Edebiyat dergisi, bu sayısında Fetih Dili başlıklı dosyaya hayli hacimli bir yer ayırıyor. Prof. Dr. Kemal Yavuz Fatih Devrinde Türk Edebiyatı’nı yazarken, Prof. Dr. Kazım Yetiş de İstanbul’un Fethi ve İstanbul ile İlgili Türk Şiirinde Bir Gezinti başlıklı makalesinde okuyucuyu nostaljik bir gezintiye çıkarıyor. Dosyada yazıları yer alan diğer isimler Önder Bayır, Nevzat Bayhan, Üzeyir İlbak ve Mustafa Özçelik... Bayır, fethin tarihî yönünü ele alırken Bayhan fethin bir gönül dili geliştirdiğini belirtiyor. İlbak ise, fethin İslam medeniyetinde ne anlama geldiğini sorgulayarak güncel tartışmaların ötesine geçmemiz gerektiğine işaret ediyor ve hadiseye medeniyet perspektifinden bakmayı öneriyor: “İstanbul’un fethi dünyayı ve dünya medeniyetini yeni bir aşamaya sevk etmiş; imparatorluklar başkentine yeni bir medeniyet aşısı yaparak evrensel bir ruhun dirilişine öncülük etmiştir. İçine geldiği ve getirdiği farklılıkları ötekileştirmeden bütünleştirmiştir”. Hacimli fetih dosyasının içinde dikkatleri çeken bir diğer eser de önemli bir şiir… Nâzım Hikmet’e ait ve “Sekiz Yüz Elli Yedi” başlığını taşıyan bu şiir, ideolojik kimliğiyle tartışılan bir şairin İstanbul’un fethine tarih düşürmesi açısından özel bir önem taşıyor.
Dil ve Edebiyat dergisi her geçen gün içeriğini zenginleştirmeyi ve yeni isimlerle gücüne güç katmayı sürdürüyor. Dergide dikkat çeken bu isimlerden biri Ömer Lekesiz… Lekesiz, Sezai Karakoç’un Hızırla Kırk Saat şiirinde imgelerin nasıl geliştirildiğine yoğunlaşıyor: Hızırla Kırk Saat Şiirinde Kültürel İmgelerin İhyası ve İmhası başlıklı yazısı orijinal yaklaşımıyla önem arz ediyor. Dil ve Edebiyat dergisinde yer alan edebiyatımızın önemli bir diğer ismi Adnan Özer… Özer, Gustavo Adolfo Becquer’in İspanyolca aslından bir şiir çevirisiyle dergide yer alıyor.
Dil ve Edebiyat dergisinin Mayıs sayısında yer alan yazı ve şiirler bunlarla sınırlı değil elbette… Ancak hepsi de dergiyle buluşanların sahip olabilecekleri zenginlik olarak kalsın diyelim ve okurları Dil ve Edebiyat’ın yenilenen tasarımı ve daha beğeniyle takip edecekleri içeriğine davet edelim.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
66567_447185955341938_1713815803_n.jpg


Dil ve Edebiyat’ın Mavera dergisinin ele alındığı bu sayısında okuyucuların ilgisini çekecek Cahit Zarifoğlu’na ait iki özel mektup da yer alıyor. Bununla birlikte dergide diğer yazı türleri de ihmal edilmedi. Bu sayıda da yine çeşitli hikâyeler, gezi yazısı, şiir ve denemeler okurların ilgisine sunuluyor. Dergi, amacını okuyucularına her edebî türden tadımlık lezzetler sunmak olarak açıklıyor.

Mavera Dergisi Özel Sayısı’nda yer alan yazı, söyleşi ve yazarlar:
Üzeyir İlbak, Tefekkür Kaleleri Olarak Bizde Dergicilik
Mavera Bir Ekip Hareketidir, Rasim Özdenören ile söyleşi (Üzeyir İlbak)
... Nazif Gürdoğan, Sonsuzluk Kervanı’nda Bir Kültür ve Sanat Dergisi Mavera
Mavera’nın Çıkış Gerekçesi, Mavera dergisi sayı 1
Mustafa Özçelik, BirEdebiyat Mektebi Olarak Mavera Dergisi
Mehmet Atilla Maraş, Mavera
Ömer Lekesiz, Benim Güzel Eşiğim
Düşünce ve Edebiyat Dergileri Üzerine Atasoy Müftüoğlu ile söyleşi (Üzeyir İlbak)
Hüseyin Yorulmaz, Mavera ve Akabe
Mustafa Yürekli, Mavera’nın Önderliği ve Cahit Zarifoğlu
Nurettin Durman, Mavera Dergisi Vesilesiyle
Zafer Acar, Komplekssiz ve Komple Bir Dergi
Bahtiyar Aslan, Mavera Hikâyeleri mi, Hikâyeciliği mi?
Aykut N. Kelebek, Mavera’nın Entelektüel Birikimi
M. Şadi Polat-OğuzÇetinoğlu, Mavera dergisi
Devamını Gör


 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
DİL VE EDEBİYAT SES VERMEYE DEVAM EDİYOR


[TR]
[TD]Yayınlanan her sayısı bir önceki sayısından ileri noktalara taşınan dergiye verilen emekler gözden kaçmıyor...


[TR]
[TD]
[/TD]
[/TR]

[/TD]
[/TR]
[TR]
[TD]
Dil ve Edebiyat Dergisi kültür dergiciliğinde hazırladığı dosyalar ve kapak konularıyla dikkatleri çekmeye devam ediyor. Son sayısında Şair Hilmi Yavuz ile önemli bir söyleşiye imza atılmış.

Söyleşide, dinlerin medeniyetleri, ulusların ise kültürleri ürettiğini dile getiren Yavuz, İslam medeniyeti üzerine görüşlerini ise ayrıntılı biçimde aktarıyor. Kimlik meselesi konusunda sentezci yaklaşımları eleştiren Yavuz, “Sentez, birbirinin karşıtı olan tez ve antitezin kendi kimliklerinden vazgeçerek yeni bir kimlikte birleşmeleri demektir. Bunun peşine düşmek kadar vahim bir şey yoktur. Sentez diye bir şey olamaz! Sentez olursa bunun adı Gilles Deleuze’nin kavramsallaştırmasıyla “ayırıcı sentez” şeklinde olur” diyor.
Din, medeniyet, dil ve kültür ilişkisi
Dil ve Edebiyat dergisinde Zafer Özdemir’in sorularını cevaplayan Yavuz’a ait bir diğer metin “Din ve Medeniyet; Dil ve Kültür İlişkisi” başlığını taşıyor. Yavuz burada da dil, medeniyet, kültür ve din kavramları üzerinde duruyor ve bu dört kavramın birbirleriyle olan ilişkisine dair tespitlerde bulunuyor. Dil ve Edebiyat dergisinde yer alan ve kapağa da taşınan bir diğer metin Mircae Eliade üzerine. Ömer Lekesiz Din ve Sanat Arasındaki Köprü: Mircea Eliade başlıklı yazısıyla dergide yer alıyor. Mustafa Yürekli, Nevzat Bayhan, Zafer Acar şiirleriyle; Erol Yılmaz, Nuhan Nebi Çam hikâyeleriyle; Merve İlbak, Asım Gültekin deneme yazılarıyla ve Özkan Özgür mizah yazılarıyla Dil ve Edebiyat dergisinin diğer konukları.

[/TD]
[/TR]
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
"Dil ve Edebiyat" Dergisi






Dil ve Edebiyat Dergisi’nin “Tarihdeş Bir Milletin Yolculuğu” konulu 53.sayısı çıktı.


Aynı tarihi paylaşmak sadece geçen zamanı birlikte yaşamak değil aynı havayı aynı suyu ortak bir mekânda yoğurup adına medeniyet denilen bir birlikteliği inşa etmektir. Üzeyir İlbak “Tarihdeş Bir Milletin Yolculuğu”nu anlatırken “Ahlat Şehitliği ile Çanakkale Şehitliği bu coğrafyayı paranteze alan en özel mekanlardır” demekte ve bütün reelpolitik söylemleri, endişeleri, ithamları yersiz kılacak bir gerçekliği hatırlatmaktadır.


Ülkemiz edebiyat ve kültür hayatının toplumsal gelişmelerle ilişkisi belki de her toplumdan daha fazladır. Bunun yaşadığımız coğrafyada son iki asırdır dinmeyen çalkantılı, sancılı toplumsal değişmelerle yakından ilgisi bulunmaktadır. Son dönemde ve özellikle de “barış süreci”nde edebiyata da yüklenecek misyon bu paralelde ve onun yaşananlara duyarsız ve ilgisiz kalamayacağı şeklindedir. Bu durumun en açık tanığı elbette zaman olacaktır.

Dil ve Edebiyat dergisi 53’üncü Mayıs 2013 sayısında tarihin tanık olduğu sürece katkı sunan bir sayı ile çıkıyor. Üzeyir İlbak’ın “Tarihdeş Bir Milletin Yolculuğu” başlıklı yazısını kapağına taşıyarak; İlbak’ın “Ahlat Şehitliği ile Çanakkale Şehitliği bu coğrafyayı paranteze alan en özel mekanlardır” cümlesinde ifadesini bulan ortak yaşanmışlıklarla dolu en az bin yıllık bir parantezi açmaya davet ediyor.
Dil ve Edebiyat dergisindeki yazısında dergimiz Genel Yayın Yönetmeni Üzeyir İlbak, özellikle “barış süreci”nde yaşanan gelişmeleri medeniyet perspektifinden ele alıyor. İlbak bu bakış açısıyla meseleyi kavramsal ve duygusal yönlerden kuşatıcı bir yaklaşımla değerlendirmeye çalışıyor.
İlbak yazısına “Hemdert olmak”ı hatırlatarak başlıyor: “Hemdert olmak, felaketlerin, ıstırapların, cehalet ve aymazlıkların ülkemiz coğrafyasında inşa ettiği düşmanlıklardan etkilenen ana-baba-kardeş insanlarımızın dert ve kayıplarını sayısallaştırmadan, karşılıklı istatistik verileri üzerinden gönülleri daha fazla karartmadan hepsiyle özdeşleşerek bir başlangıç yapmaktır.”
Bu ifadeler, “etnik ve dinî kimlikler üzerinden” yapılan suni tanımlamalarla “cendereye sıkışmış/sıkıştırılmış halimizden da kurtuluşun anahtarı gibi sunuluyor.
İlbak’ın yazısında üzerinde durduğu temel problem özellikle Cumhuriyet’le birlikte “bin yıllarla tanımlanan ortak tarih”in yok sayılmış ve “son seksen yılda görmezden gelinmiş” olmasıdır. “Tanzimat’la başlayan ‘ötekileştirme’ ve ‘tek-tip insan üretme’ çabası Cumhuriyet’in ilanından yirmi yıl sonra anayasaya konularak bu coğrafyanın insanları isyan ettirici bir etnik homojenlik cenderesine sıkıştırılmıştır.”
Yazıda çeşitli raporlardan yapılan alıntılarla bu sıkışma, sıkıştırma hâli örneklendiriliyor: 1940 yılında yayımlanan CHP Azınlıklar Raporu’undan yapılan alıntı şöyle:
“Vilayet ve kaza merkezlerinde, hükûmet ve belediye dairelerinde ve diğer kuruluşlarda, okullarda, çarşı ve pazarlarda Türkçeden başka dil kullananların cezalandırılması. Bölgeye gidecek yabancı kişi ve kuruluşların hükümetten izin almaları gerekmektedir. Ermeni mülklerine yerleşmiş Kürtler, yerleştikleri yerlerden çıkartılarak eski yerlerine veya batı bölgelerine gönderilmeli ve demografik yapı değiştirilmelidir. Dersim bir an evvel Kürtlüğe karışmaktan kurtarılmalıdır. Olağan mahkemelerde ve sıkıyönetim mahkemelerinde asker ve sivil ‘yerli’ hâkim [yani Kürt] bulunmayacaktır. Görkemli hükûmet konakları kurulmalıdır. …Kürtler Türkleştirilmelidir! Kürt meselesi Türkiye’nin en mühim meselesidir. Yol yapımına öncelik verilmelidir. Asimilasyonun ilk şartı dil öğretmektir.”
İlbak, “Ötekileştirme ve yargılamadan mahkûm etme devlet politikası hâline getirilerek sistematik bir şekilde uygulandı ve son bir asır, bu coğrafyada yaşayan dini ve etnik topluluklara zehir edildi.” tespitini yaptıktan sonra benzer yaklaşımın yakın dönemde de sergilendiğini şu cümlelerle belirtiyor: “Bulgar zulmüne ve Belen sürgünlerine resmî ağızlardan ağıt yakıldığı günlerde Diyarbakır cezaevinde işkence sesleri duvar dışına taşıyor, köylerde dışkı yedirme merasimleri düzenleniyordu.”
Ortak tarihi yok sayma anlayışıyla üretilen politikalar, uygulamaların aksine yazıda belirtildiği gibi “Anadolu çok kültürlü, çok dinli, çok topraklı kadim medeniyetlerin art arda ve bir arada yaşadığı coğrafya”dır. “Bu topraklar” İlbak’ın ifadesiyle “Anadolu, Mezopotamya, Kafkasya, Akdeniz ve Karadeniz’dir. Anadolu medeniyeti ve kültürleri, semavi dinlerden de beslenerek birbirlerini etkilediler, geliştirip, büyüttüler ve temasta bulundukları Avrupa medeniyetlerini de etkilediler. Anadolu, Akdeniz havzasının ve Ege kültür varlığının tüm değerlerini kendi muhteva hamurunda yoğurarak derleyip toparladı, büyülü bir bireşim meydana getirdi.”
İlbak bunun üzerinde şu hatırlatma/uyarıyı yapıyor: “‘Otuz yıllık’ aymazlık üzerinden bu coğrafyanın insanlarına ve tarihi birikimine öfke kusanlar, biraz durup bu coğrafyanın şehitliklerine göz atmalı ve aynı inançla bir Fatiha okumalı. Bilinmeli ki, Ahlat Şehitliği ile Çanakkale Şehitliği bu coğrafyayı paranteze alan en özel mekanlardır. Anadolu’nun doğu kapısında da batı kapısında da birlikte şehit olduk; kanlarımız bu topraklara anlam kazandırdı. Alpaslan’ın Cuma hutbesini birlikte dinledik Anadolu’nun Malazgirt kapısında… Buğday çorbasını paylaşan mektepli çocuklarla Çanakkale’de ‘süngü taktık’. 1071’de ortak rüyanın adı Anadolu’ydu. 1918’de de aynı rüya için Anadolu’nun en batı noktası Çanakkale’de bin yıllık ortak rüya yok olmasın diye birlikte şehit olduk; karındaşlığın ötesinde bir kardeşlikle, kanlarımızı yatacağımız topraklara katık ve gelecek yaparak. Son büyük ortak rüya Çanakkale mücadelesinin üzerinden bir asır bile geçmeden ellerimizle rüyalarımıza katran döktük.”
Aslında “Tarihdeş Bir Milletin Yolculuğu” yakın geçmişteki suni durumun geçiciliğine vurgu yapıyor. Gelecek perspektifini de böylece çiziyor: “birlikte yaşama kültürüne aşina bu topraklar Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Kafkas, Arap, Süryani, Asuri… dil ve kültürleriyle birbirini aşılayarak daha da zenginleşmeye devam edecekler. Anadolu, mevcut dil ve kültür zenginliğini yeni değerlerle besleyerek daha da büyütecektir. Farklılıklar bu toprakların zenginliği olmaya devam edecektir.”
“Geleneğimize dönüp bu toprakların kadim halklarıyla ‘eşit’ yurttaşlar olarak barışmak, helalleşmek, her bir topluluğun kendisi kalarak, kültürlerini yaşatarak ve her bir değerin “Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, bilenler için gerçekten ayetler vardır” [Kur’an 30/22] hakikati gereği, farklılıkların ‘yaratılmış bir ayet olduğu’ gerçeğini benimseyerek yeni bir asrın ilk çeyreğinde gelecek büyük vizyon sahibi ülke idealine katkı vermek zorundayız.”
Dil ve Edebiyat dergisi 53’üncü sayısında Üzeyir İlbak’ın “Tarihdeş Bir Milletin Yolculuğu” başlıklı yazısını kapağına taşıyarak tarihi sürece katkı sunan bir sayı ile çıkıyor.
Dil ve Edebiyat dergisinde öne çıkan diğer başlıklar ise şöyle:
Müçtehit Şair: Sezai Karakoç/ Zafer Acar
Bir Gönül Şairi: Yunus Emre/ Mustafa Özçelik
Necip Fazıl’ın Sinema Anlayışı ve Senaryo Romanları/ Mustafa Miyasoğlu
Otobüs –günlük- / Özkan Şahin
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Dil ve Edebiyat, 54





“Tarihi Anlatmaya Değil Anlamaya Çalışıyorum” konulu Dil ve Edebiyat Dergisi 54. sayısı raflarda yerini aldı.

“Tarihi Anlatmaya Değil Anlamaya Çalışıyorum”
Dergimizin Haziran sayısı, editörümüz Hüseyin Altuntaş’ın “Ülkemizin her alanda göstermekte olduğu gelişim performansına paralel olarak Dil ve Edebiyat dergisi de dil, kültür ve edebiyat alanında kendi üzerine düşeni yapmaya çalışıyor.” şeklindeki sözleriyle kapılarını açıyor okuyucuya…
Her ay dikkat çekici yazı ve yazarlarıyla okuyucuya seslenen Dil ve Edebiyat dergisi, Haziran sayısında tarihçi Doç. Dr. Erhan Afyoncu ile yapılan söyleşiyi kapağına taşımış. Bu söyleşisinde Erhan Afyoncu, Yusuf Akçay’ın sorularını cevaplarken “Tarihi Anlatmaya Değil Anlamaya Çalışıyorum” diyor ve kültür hayatımızı ciddi bir biçimde etkileyen bir yanlışlığı şöyle özetliyor:
“Türkiye’de genellikle ideolojik kitaplar çıkıyor. Yazar, yayınevinin veya bulunduğu grubun düşüncesi paralelinde fikirlerini sunuyor. Kendi inancını tarihe taşıyor. Dindarlık, sosyal demokratlık, milliyetçilik veya kendini ait hissettiği bir noktadan tarihe bakıyor. Bu yüzden tarihi anlamaya değil anlatmaya çalışıyor.”
“Türkiye’de tarihi anlamaya yönelik bir zihniyet yok.” diyen Afyoncu, böylece tarihin bir şekilde kutsandığını da dile getiriyor. “Osmanlı” örneği üzerinden değerlendirmelerde bulunan Afyoncu’nun dikkat çeken tespitleri şu şekilde:
“Osmanlının gömleği bize büyük geliyor. Biz, büyük bir babanın gölgesi altında ezilen küçük bir çocuk gibiyiz. Babanın yaptığı işleri, ulaştığı şöhreti aşamıyoruz. Aşmayı bırakın, gölgesine bile yaklaşamıyoruz. Bu, geçmişin düzgün çizgilerle aktarılmasını engelleyen psikolojik bir durum.”
Ademik tarih araştırmalarına ilişkin gözlemlerin de dile getirildiği söyleşide “Türk üniversitelerindeki tarih çalışmaları, genellikle o dönemdeki akademik havaya göre değişir.” diyen Afyoncu, belli dönemlerde tarihçiliği etkileyen figürler olduğunu, örneğin 1990’lı yıllarda sosyal ve ekonomik tarihçiliğin moda olduğunu söylüyor.
Akademisyenlerin genellikle yaptıkları araştırmayı salt akademik bir çalışma olarak bırakmakla yetindiğini belirten Afyoncu, “Hâlbuki dünyada popüler tarihçilik yapanların büyük çoğunluğu akademi kökenlidir. Türkiye’de ise bu çok nadir görülür.” diyor. Afyoncu’nun söyleşide altını çizdiği en önemli konulardan biri ise Türkiye’de tarihi ideolojik bir çatışma alanı olarak görmek…
Dil ve Edebiyat dergisinde öne çıkan diğer başlıklar ve isimler ise şöyle:
Seven Çeker Mihneti –şiir-, Mehmet Atilla Maraş
Aklı Tutsak Eden Akıl Çağı, Mehmet Habil Tecimen
Din ve Kültür Arasında İnsanın Lisanla İmtihanı, Yusuf Akçay
Al Karısı –hikâye-, Hakan Özçelik
Anadolu Kokusu –hikâye-, Mustafa Oğuz
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Dil ve Edebiyat, 55





Dil ve Edebiyat dergisi, 55.sayısında (Temmuz 2013) Taksim-Gezi Parkı olaylarının zihinsel, kültürel arka planını sorguluyor! Taksim’de On Dokuzuncu Yüzyıldan Bir Ses Yükseldi başlığıyla çıkan Dil ve Edebiyat dergisi, Taksim- Gezi Parkı olaylarında “on dokuzuncu yüzyıl kodlarına uyarlı bir zihnin” sahne aldığına vurgu yapıyor.



Kapağa taşınan Taksim’de On Dokuzuncu Yüzyıldan Bir Ses Yükseldi başlıklı yazısına Üzeyir İlbak, “İhalesi yapılmamış, yargı süreci devam eden bir projeden dolayı ‘başkentler başkenti’ bir şehri ateşe veren akıl, sahiden idrak eden bir akıl mıydı?” şeklinde bir soru ile başlıyor.


“Kavga, olmayan algılar olguya dönüştürülerek ortaya çıkarılmıştır.” diyen İlbak algıların şekillenmesinde sanatçıların rollerine işaret ederek, sanat çevrelerindeki “mahalle baskısı”na dikkat çekiyor.


“Görevleri hakikati anlatmak olan sanatçı kimliğinin ardına saklanan dizi oyuncuları, bir kısım popçu ve meşhur olma derdine düşen köşe yazarları meslektaşlarına önü alınamayan bir mahalle baskısı uyguladılar ve hatırladıkları her ismi ilan ederek “neden burada değilsin?” sorusunu sordular. ‘Niteliksiz ünlüler’ galerisine dönüşen meydan eylemleri ise niteliksiz paparazzi geçit törenlerini aratmaz noktadaydı. Meydan dizi oyuncusu/tiyatrocu [banka ve telefon reklamları ile kapitalistleşen], şarkıcı ve popçulardan oluşan ekseriyeti ‘niteliksiz’ kategorisindeki sanatçılar (!) üzerinden verilen mesajlar, boyalı ve nefretçi medya desteğiyle ‘mahalle baskısı’na dönüştürüldü.”


Gençlik üzerinden yapılan tanımları da eleştiren İlbak, “Meydanda kullanılan dil, yazılan pankartlar, sloganlar ve kullanılan kavramlar bu iddia ve tanımların” yapılan “tasniflerle örtüşmediğini ve olayın Batılı anlamda anarşizm olarak tanımlanabileceğini ortaya koydu.” diyor.


“Tarihsel ve toplumsal bir değişim yaşadığımız hakikatini göz ardı etmeden yeni nesli anlamaya ‘evet’” diyen İlbak “Bu günün aydınları (!) 1970’lerde attıkları sloganların bünyelerinde ürettiği heyecan ve adrenalinle bize yeşil bir masal anlatarak yükselen alevleri gizlemeye çalıştılar. Oysa her şey 1970 ve 80’lerden kalmaydı. Meydandaki sloganlar, pankartlar, flamalar, renkler 1 Mayıs 1977’den kalmaydı. (AKM’ye asılan bezleri hatırlayın.)” şeklindeki sözleriyle bu nesli kendi arkaik amaçları doğrultusunda yönlendirmeye çalışan eski Marksistler ile olayları nostaljik bir hazla destekleyen Marksist kökenli liberallere işaret etti.


Aydın ve sanatçılar kadar fonksiyon yüklenen medyanın konumu ise yazıda değerlendirilen ana başlıklardan: “Dağınık ve güvenilmez enformatik yapısıyla medyanın haber yapma ile yönlendirme arasındaki sınırda kaybolduğu bu dönemde yaşananlar; ülkenin demokratik olgunluk noktasında yeterliliğe ve olgunluğa ulaşmadığı, karar almada hâlâ ideolojik tercihlerin belirleyici olduğu gerçeğini ortaya koydu. Tüm değerlendirme ve analizler ideoloji, etnik aidiyet, mezhep, tarih algısı ve Batılı Marksist ideolojinin temel öğretisi sınıf eksenli anlayış üzerinden kurgulandı… Derinlikli bir düşünce iklimi yoktu. Tartışmalar, sloganlar ve sığ fikirler ile karşılığı olmayan algı metaforları üzerinden yapıldı. Üzerinde düşünmeye değer bir soru ve anlamlı bir teklif yoktu.”


“Bu coğrafyada kifayetsiz politikacı ve çakma aydınlar üzerinden taşınan Batılılaşma, Batıyı tanıma ve Batıya entegre olma şeklinde uygulanamadı; yapılan bireyin kendisine ve değerlerine yabancılaşarak asimile olmasıdır. Batının ideolojik üretimlerinin tümü ‘nihilizmin örtüleri ve dönüşüme uğramış biçimlerinden ibarettir’ diyen Hermann Raushing’i haklı çıkardılar.”


Dergi’de önce çıkan diğer başlıklar:
Nevzat Bayhan, Kalbim Ağrıyor –şiir-
Yusuf Akçay, Kelam-ı Kadim’den Lisan-ı İbrahim’e
M. Atilla Maraş, Erdem Bayazıt: Selama Dursun Zaman
R. Şükrü Güngör, Susuz –hikâye-
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Dil ve Edebiyat Dergisi, 58






Edebiyat Sağanağında Bir Yürüyüş:
Dil ve Edebiyat Dergisi


Dil ve Edebiyat dergisi bu ay şiirsel çağrışımları olan bir kapakla okur karşısına çıkıyor. Dergi bu kapağıyla; harflerin, seslerin, kelimelerin sağanağı altında bir yürüyüşe çıkmak isteyenleri davet ediyor âdeta.


Dil ve Edebiyat’ın ilk sayfalarından itibaren bu davet bir Cumali Ünaldı Hasannebioğlu şiiriyle devam ediyor. Hiçbir Şeyden Nefret Ediyorum başlıklı şiire “Nasıl bir aşk ki bu, haki kayalardan fışkırdı bunca yeşil?” gibi sanatlı söyleyiş hakim. Derginin ilk bölümünde, Hasannebioğlu gibi olgunluk çağındaki şairler olduğu gibi, Zafer Acar gibi şiirde yenilik arayışını sürdüren şairler de bulunuyor. Acar, eski şiirimizle bağ kuran “redifli şiir”lerine Madım Gazeli ile devam ediyor. Zafer Acar’ın Dil ve Edebiyat dergisinde yer alan bir diğer metni Hilmi Yavuz şiiri üzerine… Hayli uzun ve gelecek sayılarda devam edeceği anlaşılan Hilmi Yavuz Olayı-1 başlıklı makalesinde Acar; “Hilmi Yavuz, şiirsel sapmaların sınır tanımaz olduğu bir dönemde ortaya çıktı ve şiirimizdeki değerli, gelenekle ilişkili sesini yeniden inşa etmeye çalıştı” diyor. Yazıda kullanılan, H. Yavuz’un Dil ve Edebiyat için imzaladığı özel fotoğraflar da dikkat çekiyor.


Dergide yer alan bir başka usta kalem Mehmet Atilla Maraş ise yine usta bir ismi anlatıyor. Kendi Zemininde Bir Yalnız Savaşçı şeklinde nitelenen bu usta isim Atasoy Müftüoğlu. Maraş, Müftüoğlu ile tanışıklıklarından, onun Eskişehir’deki yaşamına, edebiyat ve kültür dünyasındaki yerine değin geniş bir yelpaze açıyor. Daha önce Irmağın İçli Sesi olarak bir dergimizin hazırladığı özel sayı ile dünyasına pencere açılan Müftüoğlu ile ilgili Maraş yazısında Müftüoğlu’na ait iki de mektup paylaşıyor. Günümüzde mektuplaşmanın yok olma aşamasına geldiği düşünülürse, çok önemli bu kültür adamına ait mektupların değeri daha iyi anlaşılacaktır.


Dil ve Edebiyat dergisinde Recep Seyhan ise, “150 Yıllık Bir Dosya Eğitim Sorunu, Görüşler, Öneriler” yazısında eğitim sorununun kökenine inmeyi deniyor. Eğitim gibi gündemimizi meşgul eden değerlerimiz karşısındaki konumumuz da dergide yer alan başlıklardan. Nevzat Bayhan yazısında; değişmeyen değerlerle, değişen dünyaya bazı yönleriyle uyum göstermenin bazı yönleriyle karşı koymanın satır başlarını belirliyor. “Küresel aktörlerin güdümündeki bireysel robotların koşuşturduğu arenada, insana sadece bedenden ibaret olmayıp aynı zamanda ruh da taşıdığı ve mutluluğun ancak onun da tatmini ile yakalanabileceği gerçeğinin hatırlatılması icap ediyor.” diyen Bayhan, “Bu dilin önemi, yaşadığımız bu süreçte karşımıza çıkan evrensel tabloyu satır aralarıyla okumayı başardığımızda çok daha iyi anlaşılacaktır.” vurgusu da yapıyor.


Dil ve Edebiyat dergisinin bu ayki hikâye ve hikâyecileri ise şöyle; “Neredesin Kemal” Mehmet Arifoğlu, “Beklerken” Ömer Çelik, “Umut Mezarlığı” Naciye Özdemir Ardahanlı.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
1800419_675375609189637_1837224905_n.jpg


2013 Şiir Yıllığı ile beraber Dil ve Edebiyat dergisinin Şubat sayısı çıktı!
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
395285.jpg


DİL VE EDEBİYAT DERGİSİ: “MEDENİYET TASAVVURUMUZA NE OLDU?”


Dil ve Edebiyat dergisi Mart 2014 tarihli son sayısında, ülkede siyasal bir kriz çıkartmaya dönük girişimlerin kültürel kodlarını “Medeniyet Tasavvurumuza Ne Oldu?” şeklinde sorguluyor.

Dil ve Edebiyat dergisi Genel Yayın Yönetmeni Üzeyir İlbak, kaleme aldığı “Medeniyet Tasavvurumuza Ne Oldu?” başlıklı yazısında:
“Muhtelif cemaat ve topluluklar aracılığıyla din eksenli tezlerin üfürüldüğü; Kur’an’a dönüş, Kur’an eksenli düşünüş önerilerinin aynı gruplar tarafından sapıklık/sapkınlık olarak yaftalandığı ve kültür hayatının özenti bir hayata paralel kılınarak yazılı, görsel ve sosyal medyanın yıkıcılığı ile inşa edilen ‘enformatik cehalet’ günlerinde” umutların tüketildiğine dikkat çekiyor.
“Bugün artık hakikati en çıplak ve anlaşılır hâliyle ortaya koymak zorundayız” diyen İlbak, “topyekûn bir facianın eşiğinde” olduğumuz uyarısını yapıyor:
“Peşin hükümlerin/ön kabullerin, öğretilmiş teslimiyetin kutsallaştırıcı kolaylığına teslim olmadan; ‘dine karşı din koyanların’, ‘paralel din kuran’ cemaat/camia ve akımların, ‘peygambere twit çoğaltma’ talimatı verdiren cemaat önderlerinin sapkınlıkta ölçü tanımayan ve ‘peygamberi bir parıltı’ olarak kamyonetle taşıyanların sarhoşluklarından sakınarak hakikati söylemek burcundayız.”
Üzeyir İlbak, Samuel Hungtinton’un Medeniyetler Çatışması tezini hatırlatarak, çıkartılmak istenen krizin siyasal olmaktan çok medeniyet eksenli ve küresel boyutlu olduğunu vurguluyor:
“İnançta, düşüncede, yaşama tercihlerinde, yeni mekânların inşasında ve şehirlilik duyarlılığında tüm ilkelerimizi yitirme ile karşı karşıyayız.” diyen İlbak, “konfeksiyon bir kültürel anlayış”ın, konuttan yaşama alanlarına kadar tüm değerlerimizi tükettiğini belirtiyor:
“Cenazelerimizi alkışla uğurluyoruz; yemekler Boğaziçi’nde ‘alkolsüz’ barlarda yeniyor. Tarihî süreç boyunca tüm Vandal müdahalelere rağmen kültürel geleneğimizi koruduk; şimdilerde kendimiz yok ediyoruz. Ahlak görüşümüzün ve genel moral kavramlarımızın kaynaklara dönülerek inşasına ihtiyaç var.”
“Yüzyıllardır müşterek kültür hazinemizde var olan değerler bizi birlik içinde birleştiren en temel bağ oldu. Kültürel birliğin bize sağladığı ortak yaşama alanlarını hiçbir politik güçle elde etmemiz mümkün değildir.”
Dil ve Edebiyat’ın diğer önemli konusunu Rasim Özdenören üzerinde kaleme alınmış makeleler oluşturuyor. Mehmet Atilla Maraş “Yedi Güzel Adam’dan Biri: Rasim Özdenören” başlıklı yazısında Özdenören ile birlikte yaşadıklarından hareketle bir portre denemesi yapıyor. Hüseyin Yorulmaz ise Üstad Necip Fazıl ile Rasim Özdenören arasındaki ilişkiye dikkat çekiyor. Yakın çevresinde yer almış isimlerden biri olması bakımından Özdenören, Üstad’ın nazarından yansıtılıyor.
Dil ve Edebiyat dergisinin söyleşi sayfalarında bu ay “Sahaflık Önemli Bir Değişim Yaşıyor” diyen Prof. Dr. İsmail E. Erünsal yer alıyor. Dil ve Edebiyat için M. Nuri Yardım ile konuşan Erünsal, sahaflık ve sahaflar üzerinde on yılı aşkın süren çalışmalarını ve hazırladığı kitabını özetliyor.
Dil ve Edebiyat dergisinde öne çıkan diğer başlıklar;
İstiklal Marşı’nın Ruhu, Mustafa Özçelik
Şehitlik ve Çanakkale, Prof. Dr. Hikmet Özdemir
Türkiye Sanat Kurumu, Yusuf Akçay
Masa Örtülerini Kirleten Kuşlar -hikâye-, Cahit Çelikel
Sedat Umran Üzerine Bir Soruşturma, S. Sina Berk
Düşünebiliyorum -hikâye-, Osman Koca
Cuma Gazeli –şiir-, Zafer Acar
Geceleyin Aya Karşı Yürümek -şiir-, Bahtiyar Arslan
Su Boyası -şiir-, Rasim Demirtaş
İletişim: www.tded.org.tr
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
400038.jpg



ÜSTAD NECİP FAZIL'IN TURGUT ÖZAL AİLESİ İLE İLİŞKİLERİ DİL VE EDEBİYAT DERGİSİ'NDE




Derginin 64’üncü sayısında Mustafa Yazgan hakkında yazılmış yazıların yoğun bir yer tuttuğu görülüyor. Zübeyir Yetik, M. Atilla Maraş ve Hüseyin Yorulmaz’ın kaleme aldıkları yazılar Mustafa Yazgan’ın kısa bir biyografisini sunarken kültür hayatımızdaki yerini de belirginleştiriyor.
Zübeyir Yetik, “Dava’nın yarım asırlık çilekeş hamalı” olarak tanımladığı Yazgan hakkında şunları söylüyor: “Her yaşa hitap eden her türden 50’ye yakın kitap, yüzlerce makale sahibi... Anadolu ve Avrupa’daki konferanslarıyla 50 yılı aşkın bir zamandır insanlara ışık saçan bir kelam erbabı... Daha özlü bir cümleyle tanımlarsak Dava’nın yarım asırlık çilekeş hamalı...”
Atilla Maraş ise, Yazgan ile tanışmasından sonraki süreci anlatırken yakın dönem tarihine de ışık tutuyor. Maraş, Yazgan’ın dinî duyarlılık ve siyasi bir bilinç aşılayan meydan konuşmaları, konferansları ile bir neslin yetişmesine ne tür katkılar sağladığının altını çiziyor. Maraş, yazısını, Mustafa Yazgan’ın gençlere vasiyeti ile bitiriyor.
Hüseyin Yorulmaz ise Necip Fazıl ile Mustafa Yazgan ilişkisi üzerinde duruyor. Yorulmaz, Üstad’ın Yazgan’ı keşfetmesi ve sonraki yıllarda onun yetişmesi için gösterdiği özeni ortaya koyuyor. Yorulmaz’ın yazısında Yazgan’ın, Necip Fazıl -Turgut Özal ilişkisinin boyutlarını gösteren hatıralarına da yer veriliyor. Dil ve Edebiyat okurları, Üstad’ın Özal ailesi ile ilişkilerini Hüseyin Yorulmaz’ın yazısından öğrenebilecekler.
Dil ve Edebiyat dergisinde bu ay dikkat çeken isimler, dergiye şiirleriyle katkı sağlayan Cahit Koytak ve Mustafa Ökkeş Evren… Koytak’ın Kanatlı Kapı adlı şiiri ile Evren’in Darbeci başlıklı şiirleri Dil ve Edebiyat dergisinde…
Mustafa Özçelik ise şiir ırmağımızın köşe taşlarından Fuzulî’nin Su Kasidesi’ni yorumluyor. Özçelik, “su” imgesinin kültürel arka planına da değiniyor.
Son yıllarda bir bağımlılık sorunu haline gelen sosyal medya aynı zamanda “dil” sorunları da doğuruyor. Teknoloji, Bağımlılık ve Dil başlıklı yazısıyla Nevzat Bayhan soysal medyanın Türkçe ve iletişim dili açısından ortaya çıkan sorunlarına dikkat çekiyor.
İletişim: www.tded.org.tr
 
Üst