Depresyona girmek için yaratılmadın!

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Depresyon Nedir?

aralik.jpg

Depresyon, kitabî çok sayıda tanımının yanında en yalın hâliyle anlaşılamamaktır; hem de en başta kişinin kendisi tarafından. Depresif kişi her şeyden ve herkesten önce bizzat kendisi tarafından anlaşılamaz, kendisine yabancılaşır, kendisine küser, kendisinden soğur, kendisinden bıkar, Alan Ehlenberg’in o harikulade tanımıyla kendisinden yorulur. Çünkü en basit sebebiyle sevdiği, olmak istediği kişi kendisi değildir.

Carl Rogers’ın terminolojisini kullanırsak depresif kişi ideal benliği gerçek benliğinden uzağa düşmüş kişidir. İşte bu yüzden depresyonu anlamak için önce benliği, benlik algısını, gerçek benlik/ideal benlik tanımlarını ve bunların birbirlerine dönük yakınlık ya da uzaklıklarının depresyonla ilişkisini anlamak lazımdır.

Benlik ve Depresyon

Benlik; kişinin kendini bildiği andan itibaren, çevresi ile etkileşimi yoluyla oluşur ve birey çevresini, bu oluşan benlik kavramına uydurarak algılar; benlik kavramına uygun yaşantıları benliğe özümser (sembolize eder), uygun düşmeyenleri ya yadsır ya da benlik kavramına uyacak biçimde değiştirir.
Benlik Algısı ise kişinin kendi hakkında neye inandığı ve ne bildiğine dayanır. O kişinin kendi hakkındaki belirli görüşleri, duyguları, arzuları, yetenek ve sınırlılıkları, ilgi ve ilgisizlikleri ile hakim davranış biçimlerine ilişkin algılaması ve yorumudur. Bu yorum, şu andaki görüşlerinin yanında gelecekle ilgili umut ve beklentilerini de içerir. Yani bir bakıma benlik algısı kişinin ideal benliği ile gerçek benliğinin bir bütün olarak kişi tarafından görülmesi ve bilinmesidir. Bu noktada ideal ve gerçek benliğin tanımlarının yapılmasında resmin bütününün görülmesi açısından fayda vardır.

Rogers’ın benlik kuramında ideal benlik; bireyin ulaşmak istediği ve sahip olduğu takdirde kendini çok değerli bulacağı benlik kavramını ifade eder. Yani bireyin “benim için neler değerlidir?”, “hayattan neler istiyorum?” sorularının cevapları ile erişilmek istenen düzey; gerçekleştirilmek istenen istek, özlem ve emelleri gösteren ideal benliği oluşturur. Gerçek benlik ise bireyin sahip olduğu zihinsel ve fiziksel özelliklerinin farkında olmasıdır. Yani bireyin “ben neyim”, “ben neler yapabilirim” sorularının cevapları gerçek benliği oluşturur.
Rogers’a göre kişide ortaya çıkan uyumsuzluk, ideal benlik ile gerçek benlik arasındaki farkın büyüklüğünden kaynaklanmaktadır. Farktaki artış benlik yapısını bozmakta ve kaygıya yol açmaktadır. Gerçek benlik ile ideal benlik arasındaki fark arttıkça uyumsuzluk düzeyinde de bir artış gözlenmektedir. Rogers, kendini kabullenmenin iyi düzeyde zihinsel sağlıkla eşdeğer olduğunu, uyum problemlerinin çoğunun ise kendini kabullenme duygusunun eksikliğinden kaynaklandığını belirtmiştir.

Depresyon neden bugün daha yaygın?

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre dünya çapında sayısı 340 milyonu geçen depresyon hastasının varlığı ve depresyonun ülkemiz dâhil olmak üzere bütün dünyada bir virüs salgını gibi yayılması diğer bütün etkenlerin yanı sıra kanaatimizce büyük oranda gerçek benlik-ideal benlik uzaklaşmasından kaynaklanmaktadır.

Bu noktada problemin iki sebeple ortaya çıktığını söyleyebiliriz:
Birinci olarak en ücra köydeki insanın dünyanın en büyük iş, sanat, kültür merkezlerinden haberdar olmasını ve iletişim kurmasını sağlayan kitle iletişim araçları ve özellikle internet birçok faydasının yanı sıra insanların kendilerini bilgisayar ya da televizyon ekranlarından gördükleri ve dertsiz, tasasız masal dünyasında yaşıyor gibi düşündükleri insanlarla kıyaslamalarına sebep olmaktadır. Hiç şüphesiz bu kıyaslama bir öykünmeyi de beraberinde getirmekte ve bireyler ideal benliklerini gördükleri ideal dünyalar üzerinden tanımlamak istemektedirler. Her insanın yaşadığı dönem, mekân, şartlar ve yeteneklerin farklı olmasının yanı sıra ekranlardan gösterilen hayatların da büyük oranda sahici olmaması tanımlanan ideal benliğin doğru temeller üzerine oturmamasıyla ve dolayısıyla gerçek benliğin ideal benliğe ulaşamayacağı şekilde var olmasıyla sonuçlanmaktadır. Bunun sonucunda da bulunduğu yerden nerede olursa olsun ve nereye gelirse gelsin mutlu olamayan, mevcut imkânlarına ve şartlarına sevinemeyen ve yetinemeyen kitleler oluşmaya başlamıştır. Nitekim “daha fazlasını iste” sloganı 7’sinden 77’sine dünya çapında milyarlarca insanın zihnine kazınmış bir yaşam felsefesi haline gelmiştir. Daha fazlasını isteme, daha fazlasına sahip olma ve bunun için hep daha çok para kazanmak durumunda kalmanın meydana getirdiği sıkıntılar dünyada çok sayıda insan için hastalık hâline gelmiş ve bu hastalık literatürde “affluenza” olarak adlandırılmıştır. Tüketim kültürü eleştirmenleri tarafından üretilen ve kullanılan bir terim olan ve refah (affluence) ve grip (influenza) kelimelerinin birleşiminden oluşan “affluenza” kısaca para ve servetle sağlıksız bir ilişki kurmaktır. Para ve servet arzusu veya sahibi olma sonucu oluşan veya şiddetlenen biriktirme bağımlılığı, karakter eksiklikleri, psikolojik yaralar, nevrozlar ve davranış problemleri ile kendini gösteren, bireysel anlamda sosyo-ekonomik fark olmaksızın bir insanın parayla sağlıksız ve işlevsiz bir ilişki kurmasıdır. Kişinin hayatında paranın devamlı tasa ya da hedef/ideal olduğu davranışlar şeklinde kendini gösterir.
Depresyon-affluenza ilişkisine bu çerçeveden baktığımızda affluenzanın belirtilerinin depresyondan çok da farklı olmaması birbirleriyle ne kadar içiçe olduğuna işaret etmesi bakımından önemli bir göstergedir.

Affluenza’nın Belirtileri

• Bireysel ve profesyonel verimin azalması
• Gelecek motivasyonunun düşmesi
• Zevkleri erteleyememe veya asabiyete dayanamama
• Yanlış salahiyet duygusu
• Düşük özbenlik
• Düşük özdeğer
• Özgüvenin azalması
• Dış etkenlerle çok uğraşma
• İçe çekme
• Hayatta kalma utancı\suçu
• Ani varlık sendromu
• Ani yokluk sendromu
• İşkoliklik
• Bağımlılıklar


“Affluenza”nın psikolojik dinamikleri, onun sadece zengin hastalığı olarak tanımlandığı popüler ve basit tanımından daha karışık ve daha zararlıdır. Her sosyo-ekonomik seviyeden insanlar paranın bütün problemlerini çözeceğine dair inanca fazla değer veriyorlar. Bu yüzden para ilişkili zorlukların inkârı toplum tarafından destekleniyor. “Affluenza”dan acı çeken çok sayıda insan bu nedenle yardım istemeye tereddüt ediyor.
İkinci olarak da “ânı yaşa” sözü modern dünyanın mottolarından olduğu için istenilen hiçbir şey için beklemeye, çalışmaya, uğraşmaya, mücadele etmeye kimsenin sabrı kalmamıştır. İdeal benlik için konumlandırılan her şey şu an ve hemen olmalıdır. Hiçbir şekilde gerçekle bağdaşmayacak bu düşünce de insanı kendisinden uzaklaştıran bir diğer önemli etkendir. Söz konusu iki problemin en somut hâlini son günlerin en popüler şarkılarında bulabiliriz.

Hem vazgeçip hem seçtiklerimle
Yepyeni bir dünya kursam
Hem isteyipte hem yapmadığım
Hayallerim gerçek olsa
Evli olup bekar kalsam
Çalışmadan zengin olsam
Çok yiyerek zayıflasam
Sevgilimden ayrılmadan
Her gün yeni aşk yaşasam
Gizli olsa herkes bilse
İstemeden seçtiklerim
Ne işim var burada benim
Ben aslında caz severim
Çok yaşasam yaşlanmasam
Estetiksiz güzel olsam
Olgunlaşıp çocuk kalsam
Ben yine her gün kaybolsam
Kandan korkan bi doktor olsam
Aşkımı alıp dağlara çıksam
Dünya çirkin düzelir sansam
Her şey benim, peki sen kimsin?
Sıkıldı ruhum yeni bir şey bulun
Sözleri sattım sonra geri aldım
Bedenim büyüdü ben çocuk kaldım*

Meselenin bir diğer boyutu ideal benlik gerçek benlik uzaklaşmasının neticesinde hissedilen yalnızlık ve depresif duygu durumundan kurtulmaya yönelik olarak tanımlanan her özelliğin ve çözümün başkalarından bekleniyor olmasıdır. Çünkü kendini ulaşamayacağı yerlere konumlandıran birey ile kendini hayal kırıklığına uğratan öz benliği arasında oluşan küslük, bireyin kendi kendisine toparlanmasını ve ayağa kalkmasını mümkün kılmamaktadır. Nitekim “kimseye etmem şikayet, ağlarım ben hâlime”den “dipteyim, sondayım, depresyondayım, yalvarırım gel de kurtar”a giden yolda yıllarla beraber değişen algı kendini şarkılarda açıkça göstermektedir.

Çözüm ne?

Sonuç olarak modern dünyada ve de ülkemizde bir virüs salgını gibi her geçen gün yaygınlaşan ve herkese bulaşan depresyon diğer bütün etkenlerin yanında büyük oranda kişinin kendinden uzaklaşmasından, ideal benliği ile gerçek benliği arasında bir uçurum oluşmasından kaynaklanmaktadır. Bu durumu ortaya çıkartan sebep ise insanların sanal dünyaların sanal heyecanlarını gerçek olarak kodlamaları ve bunun sonucunda ideal benliklerini söz konusu çerçeveye koymalarıdır. Neticede gerçek benlikleri hemen o çerçeveye giremediği için gerçek benliklerine küser ve depresyona girerler. Hiç şüphesiz bir çok problemde olduğu gibi bu problemde de çözüm insanın kendisini artısıyla, eksisiyle; doğrusuyla, yanlışıyla gerçekten tanımasından, istek ve arzularını gerçekçi ve sağlıklı bir çerçeveye oturtturmasından, kanaat, şükür ve sabır kavramlarını da sözlüklerden çıkarıp hayatının tam ortasına koymasından geçmektedir.

Genç Dergisi / Aralık 2010 sayısı
 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Prof. Dr. Erol Göka:
İnsan, İçinden Gelen Dürtüleri Erteleyebildiği Ölçüde İnsandır!

Konuşan: Abdullah Yalnız

Prof. Dr. Erol Göka Kimdir?

Çok sayıda psikiyatri uzmanı ve doçenti yetiştirmiş; onlarca aile hekimi ve nöroloji uzmanının yetişmesine katkıda bulunmuş olan Erol Göka, ülkemizde psikiyatrik hizmetlerin çağdaş biçimlerde örgütlenebilmesi çalışmalarına etkin olarak katılmaktadır. Psikiyatrinin birçok alanında yapılan bilimsel çalışmalarda yer almasına rağmen ilgisi, daha çok psikiyatrinin sosyal bilimlerle ve felsefe ile kesişim noktalarında yoğunlaşmıştır.

“Prozac Toplumu” denilen hiçbir ızdırabın, acının, sıkıntının olmayacağı, ütopik bir toplum tasarımı yapılıyor. Bu mümkün müdür? Daha doğrusu böyle bir durum, biz insanların yüce hedeflerinden biri mi olmalıdır?

Maalesef modernler böyle bir yanılgı içinde. “Ağrısız acısız sünnet” gibi bir hayat tasavvur ediyorlar. Modernler, geleneksel toplumun hikmetinden mahrumlar, hayat bilgisinden sınıfta kalıyorlar. Kemal Sayar ve benim gibi insanlar, modern takıntıları olan meslektaşlarımıza varoluşun nasıl bir şey olduğunu, varoluşsal sorunların hastalık demek olmadığını anlatmaya çabalıyoruz.

Gençlerdeki kronik mutsuzluk hâlinin, ruhsal karmaşaların ve psikolojik sıkıntıların çoğalmasında; Freud’un vurgu yaptığı cinsellik dürtüsünün rolü büyük müdür? Bir modern zaman vakası olan, “ertelenmiş cinsellik” ne gibi problemler doğuruyor?

İnsan, içinden gelen dürtüleri, öfkeyi, cinsel arzuyu erteleyebildiği ölçüde insandır. Önemli olan ertelemek değil, ideallerin olmaması, içimizdeki yaşam enerjisinin bir hedefe yöneltilememesi…

Özellikle vahyi referans alan gençler âşık olma, sevme-sevilme ama flört etmeme arasında sıkışıp kalmış durumda... Gemsiz yaşayan bir kısım gençlik, özgür bir flört dönemi geçiriyor ve cinsel deneyim yaşıyorken, dindar gençler bunu yapmak istemiyor. Fakat sosyolojik çitler (diploma, ev, meslek gibi) nedeniyle meşru birliktelik yani evlenmek de pek mümkün olmuyor. Bu cenderede ne yapılabilir?

Bence dindar gençlerin en büyük problemi bu. Her fırsatta insanlara bunu anlatmaya çalışıyorum. İnsanlığın her döneminde gençler vardı ama “gençlik” tamamen modernliğe özgü. Geleneksel toplumlarda gençlik dönemi yoktu. İnsan akıl baliğ olduğunda toplumun bir üyesi de oluyor, evlenip bir iş kurabiliyordu. Şimdi akıl baliğ olduktan sonra yaşamının en az 10 yılı işsiz ve eşsiz, muhtemelen tahsil hayatını sürdürmek zorunda kalan bir zümre var. Bu genç insanlar için birçok proje geliştirmek, hiçbir şey yapamıyorsak bu insanları anlamak zorundayız. Gençlere ise diyecek bir şeyim yok. Onlara yaşattığımız güçlükler nedeniyle özür diliyorum yetişkinler adına ve sabır diyorum biraz daha sabır…
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
İşin de eşin de hazır ama bir şey lazım!


Bu dünyaya depresyona girmek için gelmedin. Evet, böyle bir manşet vardı... Çalış, kalk haydi!



Bilgisayarın klavyesine elleriyle bağlı bir hayat. Yemeğini bilgisayar başında yiyen, gittikçe müptezelleşen, alıklaşan bir kafa, beyin... Kalbi donmuş, adeta büyüyle harelenmiş, ne yapacağını ve ne yaptığını bilmeyen, çaresizlik içinde kıvranan, sahip olduklarını görmeyen, sadece sahip olmayı bekleyen, bunun için isyan eden, kendini arzdan arşa kadar haklı gören, toplumu silen ve kendini toplumdan soyutlayan, yüzüne bakmaya dayanamayan, genç yaşta ihtiyar bir ruha sahip genç adamlar, genç kızlar...

Allah’a grev yapılmaz!

Ve Allah'ın hepimize bir emanetidir. Senin bu yazıyı okuyan gözün de, Allah'ın sana bir emanetidir. Biz, dünya hayatının "oluş sürecinde" birer vasıtayız. Dünya mimarisinin işçileriyiz. Dolayısıyla, her şey sahibimizin. Biz, ücretimizi emeğimize göre alacağız. Ama, bunu unutup, "inşa" yerine "isyan" etmek, Allah'a karşı grev yapmak bize yakışmaz. İş bırakmak da ne demek?!

Hayatın karmaşası, günlerin karmaşası, insanın hüznü, varoluş sorunu, dün pişmanlığı ve yarın kaygısı, insan için her zaman var olmuştur ve hep öyle kalacaktır. Modern hayat, hayatı bölüyor, bölüyor ki, her şeyi ayrı ayrı pazarlasın, satsın, daha çok para kazanılsın. Onun için, bugün, dünya üzerinde aksiyonda olan bir medeniyet yoktur. Türkiye'nin bugün çok parlattığımız siyasi, sosyal nüfuzu bile, dünya sisteminin, kapitalizmin bir prototipidir. Biz treni baştan kaçırdık. Şimdi ya yol açacağız, ya yoldan çekileceğiz. Ki, biz hiçbir zaman yoldan çekilmedik...

Misyon, senin en büyük ödülün!

Evet biz, treni kaçıran, ama yoldan çekilmeyen, yeni bir yol açan bir milletin, en geniş manada, yol açıcı, zafere değil sefere inanan bir ümmetin çocuklarıyız. Dolayısıyla, misyon denen şey, bizim için, şahsi ikbalden öte bir mevkidir. Ve bu, o kadar hayırlı bir mefhumdur ki, anlayabilene ve uygulayabilene, lezzet verir. Nedir o?

Kendi "ben"liğini, kendi ateşini, yine kendinle söndürmeye, içindeki "iç seslerden" medet ummaya kalkarsan, ruhun, zihnin, kalbin, tam manasıyla bir felce uğrar. Dolayısıyla, sana "düşen, düşürülen" sorulara, kendinden cevaplar aramamalısın. Ancak ve ancak, o iç seslerin, diğer manasıyla vicdanın, ateşini söndürmen için seni "suya" yöneltmelidir.

En kötü hasletimiz: Artık suya inanmıyoruz. Şifaya inanmıyoruz. Yani küçüldük. Bu küçülme, mukavemeti yanlış olduğu halde, can havliyle savunduklarının doğruluğuna inanan bir suçluyu andırıyor.

Biz gençler, "büyük planda" yerimizi almıyoruz. Hepimiz, kendi planımızı yapıyoruz. Bir daire çizip, o dairenin içine hapsediyoruz kendimiz. Çizdiğimiz her daire, bizim mahpusluğumuzdur. Dört duvar arasında kalmışlığımız bundandır. Kendimizi, irademizi, Allah'ın "planı" çerçevesinde bir yere koyamadık. Rabbimiz "girin bu çerçeveye, bu sonsuz, sınırsız çerçeveye" diyor. Biz ise, bütün varlığımızın Yaratıcısına adeta naz ediyoruz.

‘İnsan’ı çok büyüttük

Kendimizle fazla uğraştık. Dünyanın en bilinmeyenli denklemlerini kendimiz üzerinde kurduk. "İnsan'ı" çok büyüttük. En büyük matematik soruları, insanın kendi kendini bölmesi, çarpması, çıkarmasından ibaret artık.

Oysa ki, bir teslim olsak. O büyük irade planının içinde kendi irademizi tuz biber etsek, karnımız doyacak. İşte o zaman kapılar açılacak. İsyan edersen kapı açılmaz. Teslim olursan, "gel" denir.

Dert edindiğimiz şeyler nelerdir?

Genç Dergisi, altı yıl önce bir tanıtım videosu hazırlamıştı ilk çıkışında. Çeşitli sokak röportajları yapılmıştı. "En büyük derdiniz nedir?" diye sorulduğunda, konuşulanların kahir ekseriyeti, iş ve evliliği ön plana çıkarmışlar, cevap olarak bu ikisini vermişlerdi...

Bu iki mesele de, hayatımızın en önemli virajlarındandır. Ve bu en önemli virajlara biz, ya giriyoruz ve kaza yaşıyoruz, yahut da, bu virajlara varamadığımız için yolu bırakıp, yoldan çekilip, isyanları oynuyoruz.

Maddeler halinde meseleye açıklık getirmeye çalışalım. Yani neden kaza yaşadığımıza, yahut viraja neden ulaşamadığımıza...

1- İstikrarsız, kendi kendimize dahi güvenmediğimiz bir halet-i ruhiyeye sahibiz. Bir bütünlük içinde yaşamıyoruz. Böyle olunca, yaptığımız yanlış işler, bizim kaderimize de, nasibimize de sirayet ediyor, mayayı ve manayı bozuyor.

2- Şükürsüzüz. Var olanı kıymet saymayana, Allah niçin kıymet verip nimetlerini artırsın? Yani, seni bir işin başına getirmesi için Rabbinin, dünyevi ehliyet yetmez, manevi ehliyetin, O'na bağlılığın var mı? Ya da, sen bir eş sahibi olmaya layık mısın? Emanet taşıyabilir misin?

3- Hiç, şöyle bir niyet edip, "ben her işimi Rabbime bıraktım, O'nun rızası en öndedir. Elimden gelen bütün girişimleri yapacağım ve sabır göstereceğim." dedin mi? Örneğin, bunun için, bütün hayatın için bir "kırk gün" koysan önüne ve "riayet" etsen, bakalım ne olacak?

4- Toplumu, aileni, dünyevi referanslarla uyardığın kadar, Allah'ın emirlerini yerine getirin diye uyardın mı? Tabi bunu diyebilecek yeterliliği kazanıp da...

5- Gerçekten bütün yolları denediğine inanarak mı umutsuzluk içindesin?..

Şu söze inanmaman elde değil değil mi: "Herkes için bir nasip vardır."

Bir iş var ve seni bekliyor. Bir eş var ve o da seni bekliyor. Ama sen yola çıkmıyorsun. Mesele tamamen bundan ibaret. Ve dahası, sen yola çıkmadan, sana gelen yoldan birileri geliyor ve öneriler sunuyor. Sen bunları da beğenmiyorsun. İş beğenmiyorsun, eş beğenmiyorsun belki...

Dünya hayatı o kadar kısa ki, sadece ahiret azığı olabilecek şeyler için ve bu yolda inşa edilen mefhumlar adına değer ve anlam kazanıyor...

Sen kendini salmışken kim toparlayacak seni?!

Bir odanın içinde, evinde oturuyorsun. Bilgisayarın başında, yahut kendini o uzun uykuların, habis uykuların kollarına bırakmış, öğlene kadar uyuyorsun. Bir şey vermeden, almak istiyorsun. Sanki bütün toplum, bütün işler, bütün eş adayları sana "gel" diyecek. Böyle bir hayat yok. İnsana sadece çalıştığının karşılığı var. Sen bir adım atacaksın önce. Yollar arayacak ve "büyük planı" unutmayacaksın. Kimse sana gel demeyecek. Her şey nasip halkasında olacak ama, bunu da unutmamalısın! Olacak, ama vesilelerle. Senin ehliyetine, haiz olduğun duruma bakılarak nasibin netleşecek...

Hani deriz ya: “Bir yerden başlamak lazım!” diye. Evet, bir yerden başlaman lazım. Ama o başlangıç, yarın değil, bugün, mümkünse hemen. Çünkü, senin bütün derdin ertelemekten meydana geliyor zaten. "Yarın yaparım" dediğin her şey kaybındır. Hem sabırsızsın, hem de erteliyorsun. O zaman layık olmazsın.

Unutma,

Her şey, layık olabilmekte ve sefere çıkabilmekte. İşin de, eşin de olmasın yola çıkarken, ama merak etme, "yol"a çıkmışsan yiğitçe, mertçe vallahi Allah sana nasip edecektir!

Taha Süren yazdı
 
Üst