Depresyon Panik ve Takıntılarımız

ziruh

Kıdemli Üye
Katılım
22 Kas 2007
Mesajlar
5,245
Tepkime puanı
1,279
Puanları
0
show_image.php

“İlim ilim bilmektir./ İlim kendin bilmektir./ Sen kendini bilmezsen,/ Bu nice okumaktır?"

Büyük bilge Yunus Emre'nin veciz bir şekilde ifade ettiği "ilim ve kendini bilme" gerçeği günümüzde kendini daha çok hissettirmektedir.


Çağımızın bilgi akışının çok süratli olduğu ve teknolojinin insanı, insana ve doğaya yabancılaştırdığı bir çağ olma özelliğindedir.


Et ve kemikten ibaret olmayan insanoğlu, çevresinde mey­dana gelen her türlü sosyal/siyasal/ekonomik/teknolojik de­ğişiklikten etkilenmektedir. Biyolojik yapısı fiziksel çevreden gelen olumlu ve olumsuz uyarılardan etkilendiği gibi, psikolo­jik yapısı da her türlü uyanlara cevap vermektedir.


Yapılan birçok bilimsel çalışma ve araştırmalarda, yararlı veya zararlı fiziksel uyaranlar (hastalıklar, ekolojik değişiklik­ler, gürültü, hava kirliliği, betonlaşma vs.) insanın psikolojik rahatsızlıklarında örselenmelerde (depresyon, stres/kaygı bo­zukluklarında vs.) biyolojik bedende; örneğin ülser astım, ko­lit migren, geçmeyen uyuşmalar, ağrılar meydana getirebil­mektedir.
İnsan organizması biyolojik-psikolojik ve sosyal (biyopsi-kososyal) bir yaratıktır. Bu sebeple bir boyutundaki değişiklik diğerlerini de etkilemektedir.


Yirminci yüzyılı geride bırakmaya hazırlanırken, insanın kendi eliyle kendini tahrip ettiği, mazohistik bir tavır sergilediğine şahit olmaktayız. Doğaldır ki, insanın doğayı değiştir­me ve dönüştürme arzusu fıtri çizgiden çıktığı için insan ken­disini karanlığa, sıkıntıya, kaygıya, yabancılığa itmiştir. Bu se­beple bazı insanlar stres gidermek, yalnızlık ve yabancılıktan kurtulmak için, korkularını/kaygılarını bastırmak için bazı sa­vunma mekanizmalarını kullanmakta, büyük bir çoğunluğu da alkol ve uyuşturucuya başvurmaktadır...


Günümüz insanı her zamankinden çok irkilir, korkar, üzü­lür hâle geldi. Günlük hayatta, psikososyal/kültürel/ekonomik streslere bağlı psikiyatrik hastalıklar daha çok görülür ol­du. İntihar trafiği tırmandı...

BASTIRILAN KİŞİLİĞİMİZ VE TOPLUMSAL DUYARSIZLIĞIMIZ


Bastırılan kişilik, öz güven duyusu eksik birey, kendi ya­radılışını ve var oluşunu yaşamayan insanımız...


Türkiye toplumunda kendine güvenen, haklarını sonuna kadar savunan, direngen insanlara pek itibar edilmez; fakat içten içe bir özenme, gıpta ve takdir hep olmuştur... İç âlemi­miz, vicdanımız doğrudan yana olsa da, bunu davranışlarımı­za yansıtamıyoruz. Sanki bir güç bizi engelliyor, adım attırmı­yor, dilimizi bağlıyor... Biz "biz" olamıyoruz; içimiz başka dı­şımız başka... Neden, niçin?...


Ülkemizde kökü çok derinlerde olan alışkanlıklar, düşünce biçimleri, davranış kalıpları vardır. Nesilden nesile sorgulan­madan, üzerinde durulmadan, düşünülmeden aktarılıp giden tutum ve davranışlar hayli fazla. Toplumun her kesiminde de­ğişik derecelerde bunu görmek mümkündür.


Ataerkil, otoriter aile yapımızda belirleyici olan, aile bü­yükleridir. Erkeğin baskın olduğu ailede erkek, kadının baskın olduğu ailede kadın aileyi yönetir. Burada cinsiyet çok önem­li değildir; her şartta büyüklerin haklı olduğu, doğru bildiği ve uyguladığıdır. Bu nedenle onlara karşı gelmek, farklı kulvarda koşmaya çalışmak, ailelerden dışlanma nedenidir.
Ailede böyle de, okulda, iş yerinde, kışlada, partilerde, sendikalarda, derneklerde, vakıflarda, sosyal kulüplerde, dinî cemaat ve gruplarda faklı mı?


"Büyükler, yöneticiler her şeyi ve de doğru bir şekilde bilir" zihniyeti... Sağdan sola kadar bütün kesimleri içine almakta­dır. Birinde sağcılık, birinde solculuk adına yapılmaktadır. İki­sinin de ortak noktası, liderlere, yönetimlere sınırsız itaattir. Ve önlerine sunulan doğrulan tartışmasız kabul etmek, iyi bir militanlığın ölçüsüdür.

Bundan dolayıdır ki, ülkemizde her konuda bir tıkanıklık, durgunluk yaşanmaktadır. Fikir üretilmemektedir... Çünkü düşüncenin önünde duvarlar vardır. Ülkemizde hâlâ düşünce­lerinden dolayı, "sağdan ve soldan" insanlar ceza evlerinde "sürünmektedir."


Aileler çocukları çok kitap okuduklarında "Aman çocuğum, fazla okuma gözlerin bozulur, yorulursun, kafayı üşütürsün!" telkinini yapmaktadırlar. Resmî görüşlere ve genel kabullere aykırı düşünce ve davranışlar geliştirildiğinde buna en başta aileler karşı çıkmakta ve çocuklarını boyun eğmeye zorlamak­ta, "Aman evladım, bu ülkeyi sen mi kurtaracaksın; boşver, el âleme neyse, sana da odur!" şeklinde pasifleşme operasyonu­nu başlatmaktadırlar.


Böylece bireylerde sağlıklı kişilik, kendine güven duygusu olmamaktadır. Güveni eksik olan bireyler bu güveni sağlamak için değişik grupların içine girdikleri, o grupların en "gözde" elemanları oldukları, "kuraldan fazla kuralcı" kesildiklerinde bilinmektedir. Çünkü içindeki hastalıktan dolayı tutunacak bir dal ararlar, ait oldukları grubun değerleriyle kişilik ve kimlik kazanırlar. Her türlü telkine ve yönlendirmeye açık olurlar.


Ülkede hâkim olan resmî ideoloji ve onun vasıtasıyla ege­menliğini sürdüren hâkim güçler de sürekli olarak vatandaş­tan itaate davet etmektedirler. Kendi belirlediği çerçeveyi aşanlar, "komünist, faşist, bölücü, dinci, irticacı" gibi sıfatlar­la toplum dışına atmakta ve "şaibeli vatandaş" sınıfına sok­maktadır. Sosyal, siyasal, ekonomik abluka altına almaktadır. Oysa uzun vadede hâkim güçlerin de bunda faydası yoktur.


Ülkemizde bunca haksızlığa, adaletsizliğe, zulme, dayağa, işkenceye, kötü muameleye karşı hepimizin sergilediği duyar­sız tavır içler acısıdır. "Ateş düştüğü yeri yakmaktadır." "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" felsefesi yaygındır.

Toplumsal olarak felç olmuş gibiyiz; her tarafımıza iğneler batırılmakta kesilmekte, fakat bizden hiçbir tepki çıkmamak­tadır. Çünkü beynimize, düşüncemize prangalar vurulmuştur. Tepki verecek merkezler baskı altına alınmıştır. Kanatılmış, felç edilmiştir...


Ülkenin geniş sosyal, ekonomik, coğrafi kültürel hayatı maalesef çağa ayak uydurmamaktadır. Devlet, sivil/askerî bü­rokrasi de beton bir duvar gibi halkın önünde durmaktadır. "Utanç Duvarı gibi" bu "beton duvarı" balyozla vurduğumuz gün, kişiliğimizi, kendimizi bulduğumuz gün olacaktır.

Ülkemizde gerçek aydınlık ve barış olacaktır. Herkes çekin­meden kendini ortaya koyacak, tartışacak, ama kavga etme­yecek, bir başkasını zorlamayacaktır. Haklı bulunan fikirler alınıp istifade edilecektir.

Yanlışlıklar/haksızlıklar aza inecek, tepkilerden dolayı in­sanlar daha ölçülü ve insaflı davranacaktır. Yönetim açık ve şeffaf olacaktır. En önemlisi, devlet, milletin emrinde ve hiz­metinde olacaktır. Millet sözde değil, özde efendi olacaktır.




Dr.Nihat Kaya
 
Üst