Deccal’in sahte bahçesi; dünya

a.harun

Üye
Katılım
5 Ocak 2010
Mesajlar
15
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
40
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Allah bir kavme verdiğini, o kavim kendisini bozup değiştirmedikçe değiştirmez.” (Ra'd; 11)

Kul kendi nefsini, Allah'ın merhametine, rahmetine, feyzine, nisbetine lâyık edinceye kadar; Allah kuluna rahmetiyle, feyziyle, nisbetiyle, keremiyle, ihsanıyla muamele etmez.

İnsanın günahlar içinde olup da Allah'ın rahmetini beklemesi çok yanlış bir şeydir. Allah-u Zülcelâl bu ayet-i kerimede bize yol göstermiştir. Bir çukurun etrafına duvar örersek, yerden akan sular oraya giremez. Suyun çukura dolması için çukurun etrafındaki yüksek duvarı kaldırıp suya yol açmamız lazımdır. Allah'ın merhametinin, ihsanının, rahmetinin de vücudumuza (kalbimize) gelmesi için mani olan engelleri kaldırmamız lazımdır.

Deccal’in sahte bahçesi

Bu dünyada cenneti, ahiretin mükâfatını, Allah'ın rızasını kazanmak, yokuşlu bir yoldur. Fakat bu yokuşu bitirince, öyle güzel bahçeler, nimetler, lezzetler, istirahatlar vardır. Yalnız, o yokuşu bitirmek lâzımdır. Yokuşun altında da Deccal’in bahçesi, hayali bir cennet vardır. Baktığın zaman cennet gibi görünür ama hakikatte ateştir.

İnsan baktığı zaman, o Deccal'ın sahte bahçesi, güzelliği, hoşluğunu bırakıp da yokuşlu dağı çıkmak zor gelir. Ancak, o dağın üzerinde bahçeler, istirahat, tatlı şeyler var. Fakat insan oraya erişmek için yokuşu çıkmalı, o zorluğu çekmelidir. İnsan çıktığı zaman çok rahat edecektir. Ama nefis ne diyecek? 'Sen buradan çıkamazsın, bak aşağıda ne güzel bahçeler var, oraya git.' Hakikatte orası hayali bahçedir, ateştir. Sonu cehennem olan, Deccal'ın cennetidir.

İnsanlar bu yokuşta kısım kısımdır. Bazıları, çıkarken düşer ve nefisleri onlara: “Bu yokuştan çıkmak zordur, sen de düştün, gitme!” der.

Bazıları yokuştan geri gelirler. Bu sebeple cehenneme düşerler. Bazıları da bir adım atar, yine durur.
Şunu bilmemiz lâzımdır ki, hedefimiz o yokuşu çıkmak ve Allah'ın rızasını kazanmaktır. Dünya hayatında, ancak kendimizi rahatsız etmek ve zorluklara katlanmak suretiyle, o yokuşu çıkıp hedefimize ulaşabiliriz.

İlerde istirahat edeceğiz

Bazı Evliyalar, rahatlığı terk etmiş, aç ve uykusuz kalmışlardır. Onlara “Biraz nefsinizi rahat bırakın, istirahat edin” denilince şöyle demişlerdir: “İstirahat önümüzdedir, ilerdedir. Geçici istirahat neye yarar.”

Evet, hakiki, devamlı ve hiç bitmeyecek olan istirahat önümüzdedir. Bu hayat bizim için çok büyük bir nimettir. Bunu çok iyi değerlendirmemiz lâzımdır.

Bu yokuşta ne kadar zorluk çeksek de bir gün o yokuş bitecek, ölüm gelecek. Eğer yokuşu bitirmezsek veya yarı yolda kalırsak veyahut da geriye gidersek, öldüğümüz zaman halimiz ne olacak?

İnsan dünyada ne yaparsa ahirette onu biçer. Allah-u Zülcelâl, daima insana yaptığından daha fazlasını verir. İnsan az bir şey yaparsa Allah-u Zülcelâl ona kat kat fazlasıyla verir.

Nasıl, dünyada insana kışın soba, yazın serin bir yer lazımsa ahirette bunlar insana daha ziyade lazımdır. Ahiret için bunları temin etmelidir. İnsan daima; “Acaba benim ahirette köşküm var mı, erzakım var mı, sıcak olursa serin bir yerim, soğuk olursa sıcak bir yerim var mı?” diye düşünmelidir. Niye dünyanın ihtiyaçlarını düşünüyoruz da ahirette ihtiyaç duyacağımız şeyleri düşünmüyoruz?... Oysa dünya geçici, ahiret ise bakidir!

Zalim ellerini ısıracak ve…

Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “O gün, zalim kimse ellerini ısıracak ve şöyle diyecek: Eyvah! Keşke Peygamberin yanında bir yol tutsaydım.” (Furkan; 27)

Nasıl dünyada bir insan, dehşetli ve ne yapacağını bilemediği bir işle karşılaşınca çaresizliğe düşüyor, elini ısırıyor ve “Keşke ben başından bunun tedbirini alsaydım da başıma böyle bir şey gelmeseydi” diyorsa nefislerine zulüm yapan kimseler de öyle bir günde ellerini ısırıp “Keşke biz de Allah'ın Resulüyle, Allah'a doğru yol alsaydık, ona tabi olsaydık” diyecekler. Ama o zaman, iş işten geçmiş olacak!

Demek ki Müslüman olarak günah işlemeye devam ettiğimiz, Allah'ın zikrinden gafil kaldığımız zaman, kalplerimiz katılaşacak ve biz de o kâfirler gibi pişman olacağız. İş işten geçmeden, bunları düşünmeli ve tedavi yollarını aramalıyız.

Allahın rahmeti için çalışalım

Nasıl, bir insan birisine düşman olunca, onun yanına gitmek istemiyor, onu görmek, onunla konuşmak istemiyorsa biz günah işlediğimiz zaman, Allah-u Zülcelâl de bizi kendi huzurunda görmek istemiyor. Bu sebeple, bizi günahlardan muhafaza etmesi için daima Allah'a yalvarmamız, O'na ibadet hususunda çok meraklı olmamız, O'nun feyiz, nisbet ve rahmetini kazanmaya çalışmamız lazımdır.

Anlatıldığına göre, bir zat ağlıyordu. Bir adam onu bu halde gördü ve sordu:
— Sana ne oldu? Bir akraban mı vefat etti ki ağlıyorsun? O da şöyle dedi:
— Ondan daha büyük bir şey! Adam:
— Vücudunda herhangi bir rahatsızlık mı var da ağlıyorsun? O tekrar:
— Ondan daha da büyük bir şey var, onun için ağlıyorum, dedi. Adam:
— Bundan daha büyük olan şey nedir? Diye sordu. Ağlayan kimse de şöyle cevap verdi:
— Allah benim üzerimden feyzini çekti. Allah'ın feyzinin, rahmetinin benim kalbimden zail olması, kesilmesi, annemin ve babamın vefatından daha kötüdür. Keşke vücudumun her tarafı yara olsaydı da böyle olmasaydı. Bu benim düşünceme göre daha kötüdür.

İnsanın kalbi öldüğü zaman, yani; Allah'tan gafil kaldığı zaman, kâr ve zararının nerede olduğunu anlayamıyor. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Bir insanın yüz sene ömrü olsa annesinden doğduğu andan ölünceye kadar, daima secdedeymiş gibi ibadet yapsa bile, kıyamet günü bu ibadeti yine de ona az olacaktır (az gelecektir.)” (Taberani)

Bunun için insan ne kadar ibadet yaparsa yapsın, yine de azdır. İnsanın derinlemesine düşünmesi, bundan ibret alması lazımdır.

En çok yükseldiğin vakit!

Allah-u Zülcelâl Davud aleyhisselama şöyle vahyetmiştir: “Ey Davud! Benden yüz çevirenleri benim nasıl beklediğimi, günahları terk edip bana yönelenlerini nasıl arzu ettiğimi bilseydiler, hemen bana yönelirlerdi.”

“Ey Davud! İşte benden yüz çevirenlere karşı muamelem budur. Bana yönelenlere karşı muamelemin nasıl olacağını ise sen düşün…”

“Ey Davud! Kulumun bana en çok muhtaç olduğu zaman, benden yüz çevirdiği vakittir. Kendisine en çok merhamet edip acıdığım bu zamandır. Kendisini en çok yükselttiğim zamanı da bana yöneldiği vakittir.”

Allah-u Zülcelâl bize bu şekilde büyük lütuflarda bulunmaktadır. Bunların kıymetini bilmemiz ve O'nun zikriyle meşgul olmamız lâzımdır.

Zikrullah ve İblis’in oyunu

Zikrin manası, kalben Allah'la beraber olmaktır. İnsan kalben Allah'la beraber olduğu zaman, kalp bir tabak vazifesi görerek, O'nun sırlarının sunulduğu yer olur. Huzurlu olduğumuz zaman, O'nun sırları kalbimize gelecek ve günahlardan dolayı kararan kalbimizi tedavi edecektir.

Sâdât-ı Kiram (mürşidi kamiller) şöyle demiştir: “Bir saniye huzur ile Allah'ı zikretmek, bin sene gafletle ibadet yapmaktan daha hayırlıdır.”

Yine Sâdât-ı Kiram’dan bir zat şöyle demiştir: “Ben zaten gaflet içinde zikrediyorum. Böyle zikir yapacağıma hiç yapmayayım' diye, şeytan kişiyle oynayabilir. Bu düşünce çok yanlıştır. İnsan, gafletle zikir ede ede, huzurlu bir şekilde zikreder hale gelecektir.”

Tabi ki, her insan ilk defa zikrettiğinde, gafletli olabilir yahut zamanla 'Ben hala gafletteyim, benim kalbim çalışmıyor' diye düşünebilir. Bunlara aldırmamak, ibadetine devam etmek lazımdır. Bir gün, iki gün, üç gün, dört ay, bir sene, onu aramak ve yapmak lazımdır. Bir gün bulacaktır, inşaallah.

Allah-u Zülcelâl, fasık kimselere, acaba ne zaman doğru yola dönecekler, diye bakmaktadır. Peki kendisine âşık olan, zikrini yapan kimselere feyzini nasıl vermez! Tabi ki verecektir.

Allah-u Zülcelâl kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin... (Âmin)


SEYDA MUHAMMED KONYEVî
Gülistan Dergisi'nden alıntıdır
Gülistan Dergisi / İlim Meclisinden Sohbetler
 
Üst