dedekorkut1
Doçent
D Ü Ş Ü N C E Ö Z G Ü R L Ü Ğ Ü VE İ S L Â M
SELİM GÜRBÜZER
Batı filozları kendi egosunu ve aklını rehber edinerek aslında kendi varlığını ve kendi hür iradesini inkar eden ilginç sonuçlara varmışlardır. Bakın, J.J. Rousseau “Tefekkür hali tabiata aykırı olup, insan soysuzlaşmış hayvandır” tanımlamasında bulunurken Montaigne ise insan hakkında hasta hayvan tanımlamasında bulunmuştur. Marks’ta malum insanı proletarya sınıfının üyesi olarak addederekten kol ve kas gücünden ibaret bir varlık olarak görmüştür. Böylece her bir feylesof ve ideolog insanı hayvan ilan etmekten imtina etmemişlerdir. Adamlar sanki daha önceden kendi aralarında anlaşmışçasına hep bir ağızdan insanı adeta iki beygir motor gücünde kızağa koşturulmuş hayvan benzetmesinde bulunmayı marifet sanmışlardır. Yine de fazla haksızlık etmeyelim, batıda insanı kızağa koşturulmuş hayvan olarak değil bilakis gayet aklı başında kendi hür iradesini kullanabilecek kabiliyette varlık olarak gören bilge aydınlar da var elbet. Örnek mi? Mesela batı dünyasında Henry Linck insanlara “Dine dönüş çağrısı” yapan bir aydın olarak göze çarparken Dr. Alexis Carrel’de adeta insana kendine dön dercesine “Uyanın çağrısı” ile dikkat çeken bir bilge düşünürdür. Mesela bizde ise Mevlana “Ne olursan ol yine gel” çağrısıyla insanların gönüllerini fetheden isim olarak göze çarparken Yunus’ta “Yaradılanı sev Yaradandan ötürü” çağrısıyla dikkat çeken bir sevgi bülbülümüzdür.
Ama gel gör ki feylesof aklı bu ya, kerameti kendinden menkul bir takım koca koca kelli felli adamlar bu gün olmuş hala inadım inat eşref-i mahlûkat insana hayvan gözüyle bakmaktalar. Tabii bakış açısı bu olunca da tıpkı kendileri gibi toplumun değerlerini hiçe sayan bir takım kendini bilmez insanların ahlâktan mahrum taleplerini özgürlük olarak takdim etmekte hiçbir beis görmüyorlar da. Baksanıza adamlarda din, iman, hayâ denen hiçbir kıymet değer kalmamış ki, elbette ki özgürlük kılıfı altında insanları sınırsız ihtiras ve arzuları peşinde koşan hayvan konumuna düşürmekte herhangi bir sakınca görmeyeceklerdir. Oysa bu düpedüz insan nefsinin azıya alınaraktan ruhunun tutsak kılınmak istenildiği özgürlük şarlatanlığının tâ kendisi bir havariliktir. Hem bu nasıl özgürlük havariliği kesilmekse bir bakıyorsun İstanbul sözleşmesini bahane ederekten güya ‘toplumsal cinsiyet eşitsizliği’ adı altında sinsice aileyi yok etmeye yönelik talep ve gösterilere çanak tutulabiliyor. Birde üstüne üstük çanak tutarlarken de bu arada ‘Söyle bakalım neymiş o değişmeyen değerleriniz’ şeklinde alay edici bir üslupla topluma gözdağı vermeyi de ihmal etmezler. Onlar topluma ayar çeke dursunlar şunu iyi bilinsinler ki bu yaptıkları yanlarına kâr kalmayıp bir gün mutlaka hevesleri kursaklarında kalacaktır. Nitekim biz biliyoruz ki dün olduğu gibi bugün, yarın ve gelecekte de toplumları yine ‘inanç, iffet, namus, ahlak’ gibi değerler ayakta tutacaktır. Kaldı ki bu değerler sonradan kazanılmışta değil, zaten insanın yaratılış mayasında var olan fıtri değerlerdir. Bu yüzden insanın yaratılış mayasıyla oynamaya kalkışmak bir anlamda insanı insan yapan değerleri linç etmek demek olur ki, hiç boşa heves etmesinler buna çokbilmiş feylesoflar da dâhil hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. Hem özgürlük kim onlar kim, baksanıza adamların suratlarında özgürlük sırıtıyor da. Bu gerçeğe rağmen birde üstüne üstük hiç utanmadan özgürlük havarisi kesilebiliyorlar.
Peki, özgürlük havarisi kesilen bu adamların kuyruğuna takılıp kananlara ne demeli. İşte görüyorsunuz kanmanı bedeli olarak sınırsız heva ve heveslerinin kölesi oluverdiler. Gerçekten de ruhunu nefsinin sınırsız istek ve arzularının boyunduruğu altında köleleştiren bir insanın hür iradesinden ve şahsiyetinden eser kalmayacağı muhakkak. Bakınız İslâm’da bir insan ancak Allah’a “abd” olmakla gerçek manada hürriyetine kavuşabiliyor. Ki, böylesi bir hürriyet kazanımı insana Allah’tan gayrı sahte mabutlara meydan okur bir konuma getirir de. İyi ki de İslam’la şereflenmişiz. Aksi halde nefsin sınırsız istek ve arzularına yenik düşüp ruh köklerimizi tutsak halden hürriyete kavuşturmamız mümkün olmayacaktı. Anlaşılan o ki, gerçek manada insanın hürriyetine kavuşması Allah’a kul olmaktan geçmekte. Allah’a abd olmak aynı zamanda kanatlanmış kelebek misali ötelere yol almak demektir. Nasıl ötelere yol alınmasın ki, bikere şu fani dünyada her şey değişir değişmeyen tek şey Allah ve Resulünün hakikatleridir. Dikkat edin felsefe için hakikat demedik. Niye derseniz, gayet her şey açık ortada, mesela felsefe tarihine baktığımızda bugüne kadar gelen her bir feylesofun kendinden önceki feylesofların fikirlerini yalanladığını görürüz. İşte bu gerçekliğe rağmen illa felsefeden söz edilecekse de Müslüman’ın felsefesi bellidir, o da Allah ve Resulünün hakikatleridir. Hiç kuşku yoktur ki, Allah Resulünün dilinden sadır olan her bir kelam vahyin süzgecinden geçmiş kelamdır. Nitekim vahyin kuşatıcılığı belirli zaman dilimle sınırlı olmayıp ebedidir. Madem vahyin kuşatıcılığı mekândan ve zamandan bağımsız olarak değişmeksizin ebediyete akıp gitmekte, o halde durduk yere felsefeyle oyalanıp ömrümüzü boşa heba etmeye hiç gerek yoktur. Hakeza ideolojilerle oyalanmakta öyledir. Neyse ki tarihi süreçte batı patentli tabu hale getirilmiş bir takım felsefi akımlar ve ideolojiler eski hızını kaybetmiş durumda.. Hatta miatlarını tamamlamış gözüküyorlar da. Yinede bu adamlar boş durmayacakları malum, bu kez bir başka tabuyu dikte edeceklerdir. Gönül ister ki bizde bu arada her seferinde bize dikte ettirilip dayatacakları tabular karşısında uyanık olup kucağına düşüvermesek, hiçte fena olmaz elbet. İşte Cemil Meriç bu nedenledir ki “Tabular, tabular, tabular her adımda şuura dur emrini veren jandarma neferleridir” demekten kendini alamaz da. Belli ki, tarihi süreç içerisinde insanoğlu vahye teslim olmak yerine daha çok kendini jandarma neferlerine teslim etmekte. Şayet bu gün gelinen noktada gerçek anlamda fikri hür vicdanı hür nesillerden söz edilemiyorsa biliniz ki statükocu zihniyetin insanlığın gelecek tasavvurları üzerine adeta karabasan gibi çökmesi yüzündendir elbet. Bikere adı üzerinde statükocu zihniyet, yani her devirde hür düşünceyi zindana hapsetmiş zihniyetin ta kendisidir. Örnek mi? İşte Batı dünyasında Sokrat’ın hür düşüncesinden dolayı ölüme mahkûm edilişi bunun en çarpıcı örneğidir zaten. Peki, Sokrat statükocu zihniyet tarafından ölüme mahkûm edildi de ne oldu, sonuçta bugün o hür düşüncesiyle yaşıyor ya, bu yetmez mi. Gerçekten de tarihten bugüne statükocu zihniyetin hür düşüncenin önünde en büyük engel olduğu artık bir sır değil elbet. Hele toplumlar statükocu zihniyet tarafından idare edilmeye bir görsün okuyacağı tarih resmi tarihtir, savunacağı ideolojisi ise postal ayak sesleri eşliğinde marş marş türünden resmi ideoloji olur artık. Sıkıysa halkın içinden biri bu komutlara uyuvermesin derhal icabına bakılıp demokles’in kılıcı başına indirilirde. Şimdi gel de bu durumda kapana kıstırılmış toplumun yerinde biz olsak ne yapabilirdik ki, öyle ya tepeden inmeci bir anlayış ve dayatmayla ellerine tutuşturmuşlar ‘al oku’ diye, başkaldırsalar başlarına bin bir türlü bela açacakları muhakkak. Hiç kuşkusuz aynı akıbet bizi de vuracaktı.