Cüneyd-i Bağdadî

Zeynep Özmen

Kevok_84
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
3,306
Tepkime puanı
11
Puanları
0
CÜNEYD-İ BAĞDÂDÎ

Evliyânın büyüklerinden. Tasavvuf ehlinin çok tanınmışlarından olup, Seyyid-üt-Tâife denmekle meşhûrdur. Künyesi, Ebü'l-Kâsım'dır. Cüneyd bin Muhammed 822 (H.207)'de Nehâvend'de doğdu. Bağdat'ta büyüdü ve orada yaşadı. 911 (H.298) senesinde vefât etti.

Cüneyd-i Bağdâdî yedi yaşında iken, mektepten gelince babasının ağladığını görüp, sebebini sordu: "Zekât olarak dayın Sırrî-yi Sekâtî'ye birkaç gümüş göndermiştim, almamış. Kıymetli ömrümü, Allah adamlarının, beğenip almadığı gümüşler için geçirmiş olduğuma ağlıyorum." dedi. Cüneyd-i Bağdâdî; "Babacığım, parayı ver ben götüreyim." deyip dayısının evine gitti. Kapıyı çaldı. Dayısı, kim olduğunu sorunca; "Ben Cüneyd'im dayıcığım. Kapıyı aç ve babamın zekâtı olan bu gümüşleri al!" dedi. Dayısı; "Almam!" deyince, Cüneyd-i Bağdâdî; "Adl edip babama emreden ve ihsân edip, seni serbest bırakan Allahü teâlâ için al!" dedi. Dayısı; "Allahü teâlâ babana ne emretti ve bana ne ihsân etti?" dedi. Cüneyd-i Bağdâdî; "Babamı zengin yapıp, zekât vermesini emretmekle adâlet eyledi. Seni de fakir yapıp, zekâtı kabûl etmek ve etmemek arasında serbest bırakmakla ihsân eyledi." dedi. Bu söz Sırrî-yi Sekatî'nin çok hoşuna gidip; "Oğlum! Gümüşleri kabûl etmeden önce seni kabûl ettim." dedi ve kapıyı açıp parayı aldı.

Cüneyd-i Bağdâdî dayısına talebe olduktan bir süre sonra onunla berâber hacca gitti. Mescid-i Harâmda dört yüz kadar büyük zât, şükür hakkında konuşuyorlardı. Her zât şükrü târif ve îzâh ettiler. Netîcede dört yüz ayrı îzâh meydana geldi ise de, hepsi de bu târif ve îzâhları yetersiz buldu. Hazret-i Sırrî-yi Sekatî, orada bulunan Cüneyd-i Bağdâdî'ye; "Mâdem ki buradasın, bu hususta bir de sen bir şeyler söyle." dedi. Cüneyd-i Bağdâdî; "Şükür, Allahü teâlânın ihsân ettiği nîmet ile O'na isyân etmemek, O'na isyân için, ihsân ettiği nîmeti sermâye olarak kullanmamaktır." buyurdu. Orada bulunanların hepsi bu cevâba çok sevinip; "Seni tebrik ederiz. Maksadı en güzel şekilde ifâde ettin. Bu, ancak bu şekilde târif edilebilirdi." dediler. Sırrî-yi Sekatî; "Yavrum, öyle anlıyorum ki senin lisanın doğru ve kuvvetli olacak. Böyle güzel söyleyebilmek hâli sana nereden geliyor?" deyince, Cüneyd-i Bağdâdî; "Sizin sohbetlerinizde bulunmakla efendim." dedi.

Cüneyd-i Bağdâdî hocasına âid olan evin bir odasında kalırdı. Her an Allahü teâlâyı hatırlardı. Seccâdesi üzerinde, sabaha kadar "Allah, Allah" der, aynı abdestle sabah namazını kılardı. Bu hâl senelerce böyle devâm etti.

Bir gece yıkanmak için suya ihtiyâcı oldu. Hava çok soğuk olduğu için; "Sabah olmasını bekleyeyim, su ısıtırım veya hamama gidip yıkanırım" dedi. Sonra düşündü ki: "Ben yıkanmayı tehir için, sabahın olmasını, su ısıtmak, hamama gitmek gibi bir sürü şeyleri istiyorum. Halbuki, Allahü teâlâ bana sâdece bir defâ yıkanmamı emrediyor. Ben de onu tehir için çeşitli bahâneler arıyorum. Benim yaptığım hiç münâsip değil." dedi. Hemen, gecelik elbisesi üzerinde olduğu halde, soğuk su ile gusletti.

Tasavvufu, dayısı Sırrî-yi Sekatî'den öğrendi. Asrının kutbu idi. Binlerce velî yetiştirdi. Otuz defâ yaya olarak hacca gitti. Kerâmetleri, nasîhatları, hikmetli sözleri ve ihlâslı amelleri ile meşhûr oldu. Zâhirî ilimleri, İmâm-ı Şâfiî'nin talebelerinden Ebû Sevr'den öğrendi. Ayrıca Hâris-i Muhâsibî, Muhammed Kassâb ve başka zâtlarla da sohbet etti.

Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri, otuz sene cemâatle namazda ilk tekbiri kaçırmadı. Namazda kalbine dünyâ düşüncesi gelse, o namazı tekrar kılardı. Dâimâ Allahü teâlâyı hatırlardı. Her gün 400 rekat namaz kılardı. Otuz yıl yatsı namazından sonra hiç uyumadan ibâdetle meşgûl oldu.

Hocası Sırrî-yi Sekatî, ona bir meclis kurup, insanlara ilim öğretmesini, nasîhat etmesini söylerdi, fakat o kendini bu işe lâyık bulmayıp, nefsini kötülerdi. Bir Cumâ gecesi Peygamber efendimizi rüyâda gördü. Ona; "Ey Cüneyd! İnsanlara nasîhat et! Zîrâ senin sözün halkın kalplerinin rahatlık ve ferahlık bulmasına sebeptir. Allahü teâlâ senin sözünü, insanların kurtuluşa ermesi için sebep kılmıştır." buyurdu. Uyandı, sabahleyin erkenden hocasının yanına vardı. O hiçbir şey söylemeden; "Peygamber efendimiz tarafından vazîfelendirilmedikçe, insanlara ilim öğretmekten çekindin." dedi. Ertesi gün bir meclis kurup, insanlara Resûlullah'ın yolunu anlatmaya başladı.

Cüneyd-i Bağdâdî'ye; "İhlâsı kimden öğrendiniz?" diye sorduklarında; "Mekke-i mükerremede bulunuyordum. Bir berber gördüm. Ona; "Allah rızâsı için benim saçlarımı düzeltebilir misin?" dedim. Berber; "Elbette." dedi. O sırada, mevki sâhibi birini traş etmekte idi. Hemen traşını bırakıp; "Efendi, kalk. Bir kimse Allah için bir şey istedi mi, bütün işler durur, derhal ona bakılır." dedi. Sonra berber koltuğuna beni oturtup traş etti. Sonra da bana bir mikdâr altın verip; "İhtiyaçların için lâzım olur, onlara harcarsın!" dedi. Ben bu hâle çok hayret edip, elime geçecek ilk parayı kendisine hediye etmeye niyet ettim. Az bir zaman sonra bana Basra'dan bir kese altın gönderdiler. Hemen götürüp o keseyi ona verince sebebini sordu. Ben de niyetimi açıkladım. Bunun üzerine bana; "Sen, Allah rızâsı için beni traş et." dedin. Ben de o niyetle seni traş ettim. Şimdi bunları alırsam, niyetimde bir değişme olmasından korkuyorum." dedi.

Sâlihlerden bir zât rüyâsında Peygamber efendimizi gördü. Cüneyd-i Bağdâdî de yanlarında bulunuyordu. Bu sırada biri gelip, Peygamber efendimize bir suâl sordu. Peygamber efendimiz; "Bunun cevâbını Cüneyd'den iste. O cevap versin." buyurdular. Cüneyd-i Bağdâdî; "Yâ Resûlallah! Sizin mübârek huzûrunuzda ben nasıl konuşabilirim?" deyince, Peygamber efendimiz; "Diğer peygamberler ümmetlerinin tamâmı için ne kadar öğünüyorlarsa, ben de, Cüneyd ile o kadar öğünürüm." buyurdular.

Zengin bir kimse vardı. Cüneyd-i Bağdâdî'nin huzûruna gelip tövbe etti ve talebeliğe kabûlünü istedi. Malını da fakirlere dağıttı. Bin altını kaldı. Cüneyd-i Bağdâdî; "Bu bin altını da Dicle nehrine at." buyurdu. O kimse, Dicle kenarına gidip altınları birer birer nehre attı. Geri döndüğünde Cüneyd-i Bağdâdî kendisine heybetle bakıp; "Niçin hepsini birden atmadın da birer birer sayarak attın? Demek hâlâ, gönlünde onlara muhabbet var." buyurdu ve bir müddet kendisini sohbetlere kabûl etmedi. Sonunda o kimse buna da tövbe edip, nihâyet talebeliğe kabûl edildi.

Büyüklerden bir zât, Cüneyd-i Bağdâdî'nin yanına gelmişti. Şeytanın, onun yanından hızla kaçtığını gördü. O kimse Cüneyd-i Bağdâdî'nin yanına yaklaşınca, yüz hâllerinden, onun çok öfkelenmiş olduğunu anlayıp, sordu: "Ey Cüneyd! Biz biliyoruz ki, insan öfkelenince şeytan ona yaklaşır. Fakat görüyorum ki, bu kadar fazla öfkelenmiş olduğunuz halde, şeytan sizden kaçıyor. Bunun hikmeti nedir?" Cüneyd-i Bağdâdî cevâbında; "Sen bilmez misin ki, biz kendi nefsimiz için kızmayız. Başkaları, nefsleri için kızarlar. Bunun için de şeytan kendilerine musallat olur. Bizim kızmamız, hep Allah için oduğundan, şeytan bizden kızdığımız zaman kaçtığı gibi başka hiç bir zaman kaçmaz." buyurdu.

Cüneyd-i Bağdâdî'yi tanıyan ve sevenlerden Ebû Amr, bir gün bir ihtiyaç için çarşıya gitmişti. Bir cenâze gördü. "Cenâze namazına katılayım." dedi. Yolda giderken bir kadın görüp ona baktı. Bu yaptığının uygun olmadığını hatırlayıp derhal tövbe etti. Eve geldiğinde yüzünün niçin karardığını sordular. Aynaya baktığında hakîkaten yaptığı o uygunsuz iş sebebiyle yüzünün karardığını anladı. Kırk gün, devamlı olarak bu günahına tövbe ve istiğfâr etti. Cüneyd-i Bağdâdî'yi ziyâret etmek hatırına geldi. Bağdat'a gitti. Cüneyd-i Bağdâdî'nin hânesine varıp kapısını çaldığında, içeriden ona; "Gel bakalım ey Ebâ Amr! Sen Ruhbe'de günah işle, biz de Bağdat'ta bu günâha istiğfâr edelim." buyurdu.
Evliyânın büyüklerinden. Tasavvuf ehlinin çok tanınmışlarından olup, Seyyid-üt-Tâife denmekle meşhûrdur. Künyesi, Ebü'l-Kâsım'dır. Cüneyd bin Muhammed 822 (H.207)'de Nehâvend'de doğdu. Bağdat'ta büyüdü ve orada yaşadı. 911 (H.298) senesinde vefât etti.

Cüneyd-i Bağdâdî yedi yaşında iken, mektepten gelince babasının ağladığını görüp, sebebini sordu: "Zekât olarak dayın Sırrî-yi Sekâtî'ye birkaç gümüş göndermiştim, almamış. Kıymetli ömrümü, Allah adamlarının, beğenip almadığı gümüşler için geçirmiş olduğuma ağlıyorum." dedi. Cüneyd-i Bağdâdî; "Babacığım, parayı ver ben götüreyim." deyip dayısının evine gitti. Kapıyı çaldı. Dayısı, kim olduğunu sorunca; "Ben Cüneyd'im dayıcığım. Kapıyı aç ve babamın zekâtı olan bu gümüşleri al!" dedi. Dayısı; "Almam!" deyince, Cüneyd-i Bağdâdî; "Adl edip babama emreden ve ihsân edip, seni serbest bırakan Allahü teâlâ için al!" dedi. Dayısı; "Allahü teâlâ babana ne emretti ve bana ne ihsân etti?" dedi. Cüneyd-i Bağdâdî; "Babamı zengin yapıp, zekât vermesini emretmekle adâlet eyledi. Seni de fakir yapıp, zekâtı kabûl etmek ve etmemek arasında serbest bırakmakla ihsân eyledi." dedi. Bu söz Sırrî-yi Sekatî'nin çok hoşuna gidip; "Oğlum! Gümüşleri kabûl etmeden önce seni kabûl ettim." dedi ve kapıyı açıp parayı aldı.

Cüneyd-i Bağdâdî dayısına talebe olduktan bir süre sonra onunla berâber hacca gitti. Mescid-i Harâmda dört yüz kadar büyük zât, şükür hakkında konuşuyorlardı. Her zât şükrü târif ve îzâh ettiler. Netîcede dört yüz ayrı îzâh meydana geldi ise de, hepsi de bu târif ve îzâhları yetersiz buldu. Hazret-i Sırrî-yi Sekatî, orada bulunan Cüneyd-i Bağdâdî'ye; "Mâdem ki buradasın, bu hususta bir de sen bir şeyler söyle." dedi. Cüneyd-i Bağdâdî; "Şükür, Allahü teâlânın ihsân ettiği nîmet ile O'na isyân etmemek, O'na isyân için, ihsân ettiği nîmeti sermâye olarak kullanmamaktır." buyurdu. Orada bulunanların hepsi bu cevâba çok sevinip; "Seni tebrik ederiz. Maksadı en güzel şekilde ifâde ettin. Bu, ancak bu şekilde târif edilebilirdi." dediler. Sırrî-yi Sekatî; "Yavrum, öyle anlıyorum ki senin lisanın doğru ve kuvvetli olacak. Böyle güzel söyleyebilmek hâli sana nereden geliyor?" deyince, Cüneyd-i Bağdâdî; "Sizin sohbetlerinizde bulunmakla efendim." dedi.

Cüneyd-i Bağdâdî hocasına âid olan evin bir odasında kalırdı. Her an Allahü teâlâyı hatırlardı. Seccâdesi üzerinde, sabaha kadar "Allah, Allah" der, aynı abdestle sabah namazını kılardı. Bu hâl senelerce böyle devâm etti.

Bir gece yıkanmak için suya ihtiyâcı oldu. Hava çok soğuk olduğu için; "Sabah olmasını bekleyeyim, su ısıtırım veya hamama gidip yıkanırım" dedi. Sonra düşündü ki: "Ben yıkanmayı tehir için, sabahın olmasını, su ısıtmak, hamama gitmek gibi bir sürü şeyleri istiyorum. Halbuki, Allahü teâlâ bana sâdece bir defâ yıkanmamı emrediyor. Ben de onu tehir için çeşitli bahâneler arıyorum. Benim yaptığım hiç münâsip değil." dedi. Hemen, gecelik elbisesi üzerinde olduğu halde, soğuk su ile gusletti.

Tasavvufu, dayısı Sırrî-yi Sekatî'den öğrendi. Asrının kutbu idi. Binlerce velî yetiştirdi. Otuz defâ yaya olarak hacca gitti. Kerâmetleri, nasîhatları, hikmetli sözleri ve ihlâslı amelleri ile meşhûr oldu. Zâhirî ilimleri, İmâm-ı Şâfiî'nin talebelerinden Ebû Sevr'den öğrendi. Ayrıca Hâris-i Muhâsibî, Muhammed Kassâb ve başka zâtlarla da sohbet etti.

Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri, otuz sene cemâatle namazda ilk tekbiri kaçırmadı. Namazda kalbine dünyâ düşüncesi gelse, o namazı tekrar kılardı. Dâimâ Allahü teâlâyı hatırlardı. Her gün 400 rekat namaz kılardı. Otuz yıl yatsı namazından sonra hiç uyumadan ibâdetle meşgûl oldu.

Hocası Sırrî-yi Sekatî, ona bir meclis kurup, insanlara ilim öğretmesini, nasîhat etmesini söylerdi, fakat o kendini bu işe lâyık bulmayıp, nefsini kötülerdi. Bir Cumâ gecesi Peygamber efendimizi rüyâda gördü. Ona; "Ey Cüneyd! İnsanlara nasîhat et! Zîrâ senin sözün halkın kalplerinin rahatlık ve ferahlık bulmasına sebeptir. Allahü teâlâ senin sözünü, insanların kurtuluşa ermesi için sebep kılmıştır." buyurdu. Uyandı, sabahleyin erkenden hocasının yanına vardı. O hiçbir şey söylemeden; "Peygamber efendimiz tarafından vazîfelendirilmedikçe, insanlara ilim öğretmekten çekindin." dedi. Ertesi gün bir meclis kurup, insanlara Resûlullah'ın yolunu anlatmaya başladı.

Cüneyd-i Bağdâdî'ye; "İhlâsı kimden öğrendiniz?" diye sorduklarında; "Mekke-i mükerremede bulunuyordum. Bir berber gördüm. Ona; "Allah rızâsı için benim saçlarımı düzeltebilir misin?" dedim. Berber; "Elbette." dedi. O sırada, mevki sâhibi birini traş etmekte idi. Hemen traşını bırakıp; "Efendi, kalk. Bir kimse Allah için bir şey istedi mi, bütün işler durur, derhal ona bakılır." dedi. Sonra berber koltuğuna beni oturtup traş etti. Sonra da bana bir mikdâr altın verip; "İhtiyaçların için lâzım olur, onlara harcarsın!" dedi. Ben bu hâle çok hayret edip, elime geçecek ilk parayı kendisine hediye etmeye niyet ettim. Az bir zaman sonra bana Basra'dan bir kese altın gönderdiler. Hemen götürüp o keseyi ona verince sebebini sordu. Ben de niyetimi açıkladım. Bunun üzerine bana; "Sen, Allah rızâsı için beni traş et." dedin. Ben de o niyetle seni traş ettim. Şimdi bunları alırsam, niyetimde bir değişme olmasından korkuyorum." dedi.

Sâlihlerden bir zât rüyâsında Peygamber efendimizi gördü. Cüneyd-i Bağdâdî de yanlarında bulunuyordu. Bu sırada biri gelip, Peygamber efendimize bir suâl sordu. Peygamber efendimiz; "Bunun cevâbını Cüneyd'den iste. O cevap versin." buyurdular. Cüneyd-i Bağdâdî; "Yâ Resûlallah! Sizin mübârek huzûrunuzda ben nasıl konuşabilirim?" deyince, Peygamber efendimiz; "Diğer peygamberler ümmetlerinin tamâmı için ne kadar öğünüyorlarsa, ben de, Cüneyd ile o kadar öğünürüm." buyurdular.
 

feyza:)

İstanbulî
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
4,872
Tepkime puanı
359
Puanları
0
Konum
İsTanbuL
Web sitesi
www.incebirdokunus.com
teşekkürler

:eek:fftp: sinemcim işte o zat-ı muhterem buydu ..tevafuk oldu hakkaten bugün ismini hatırlayamamıştım :)


El-Kettânî, rüyada Cüneyd-i Bağdadi'yi görür ve sorar: Allah sana nasıl muamele yaptı?

— O işaretler, o ifadeler,ilim,fen uçup gitti. Yalnızca gece kalkıp kıldığımız iki rekat namazın faydasını gördüm. (İhya, 4/492)
 

mustafa

Profesör
Katılım
8 Haz 2006
Mesajlar
1,972
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Konum
Ankara
paylaşım için teşekkürler dosyaladım ben bagdati hazretleri gerçekten büyük bir zatmış Allah ondan razı olsun
 
Üst