Cübbeli Hoca,Risale-i nur sohbeti

Alper...

MarmaranınKralı
Katılım
10 Eki 2006
Mesajlar
9,574
Tepkime puanı
452
Puanları
0
Konum
İsLamBol
Web sitesi
cennetsarayi.blogcu.com
MoralFM'deki sohbet (2010)

Mehmet Paksu: Geçtiğimiz ay Teketek programında çok çeşitli konulara temas ettiniz. Bu konulardan bir tanesi de Risale-i Nur ile alakalı konulardı. Bazı insanlar açıklamalarınıza farklı yorumlar getirerek Risale-i Nur hakkında tenkitlerde bulundular. Risale-i Nur hakkındaki görüşlerinizi sizin ağzınızdan dinlemek istiyoruz.

Cübbeli Ahmet Hoca: Bazı kere insanın haddini aşan yorumlar da olabilir. Bazen de haddini aşmazda haddini aştırırlar, yani başkaları anlamak istediği gibi yorumlar yapar. Risale-i Nur hakkında yanlış anlaşılmama çok üzüldüm. Üstad Hazretleri, Allah dostlarından bir velidir, ilham sahibidir. Resulullah (s.a.v) şöyle buyuruyor: Eski ümmetlerde muhaddesler, yani ilhama mazhar kullar vardı. Peygamber Efendimiz, “Benim ümmetimde de varsa, Ömer onlardandır.” Şimdi Peygamber Efendimiz, benim ümmetimde varsa deyince mutlaka vardır. Öyle ki en faziletli ümmette nasıl olmaz.

ÜSTAD HAZRETLERİNE İLHAM OLUNUYOR

Cübbeli Ahmet Hoca: Ben, Bediüzzaman Hazretlerinin onlardan biri olduğuna inanıyorum. Bunun alametleri vardır. Bu alametler; az yemek, az uyumak, az konuşmak, az görüşmek. Hadis-i şeriflerde vardır. Bir insanı görürseniz ki az konuşuyor, insanlardan uzlet ediyor, az yiyor, az uyuyor, yani sürekli Allah’ı zikrediyor; bilin ki Allahütealâ tarafından ona ilham olunuyor. Bu ilham için temelinde de ilmi yapı şarttır. Üstad Hazretlerinin böyle bir zat olduğuna inanıyorum. Çünkü bunca eser, bu kadar büyük bir hizmet, yüz binlerce, milyonlarca insanın ehlisünnet üzere İslamiyeti yaşayan bir cemaatin imanlarını kazanmalarına sebep olmuştur.

Mehmet Paksu: Risale-i Nur’un tamamı İngilizce, Arapça, Almanca gibi dillere çevrilmiştir. Dünyada da ellinin üzerinde master ve doktora çalışmaları, hatta sempozyumlar yapılıyor. Siz Risale-i Nurları okuma fırsatı bulmuş muydunuz?

RİSALE-İ NUR’DAN SORACAKLARINI SÖYLEMEDİLER

Cübbeli Ahmet Hoca: Böyle bir etki tesiri Mevla batıla vermez. Şimdi mesele Allahütealâ’nın da buyurduğu gibi, “Batılı köpük gibi üste çıkarırım, köpük gibi atar gider. İnsanlara fayda veren hak ise yerde kalır” diyor. Kalıcı olması zaten bizim için bir alamettir. Yanlış anlaşılmamdan dolayı özürle başlayayım. Çünkü bana daha önceden Risale-i Nur ile ilgili soru sorulacağı söylenmedi. Konunun dışına çıkıldığı için neticede ben her şeyi bilen biri değilim. Dolayısıyla bildiğim kadar konuşmam gerekiyor. Risale-i Nur meselesi de gündemde yokken, programda soruldu. Benimde Risale-i Nur ile ilgili bazı mevize türü noktalardan okumuşluğum var. Çünkü çocukluğumdan beri evimizin kütüphanesinde var.

Mehmet Paksu: Bediüzzaman hazretleri 1952-1953’de Fatih, Çarşambaya geldiğinde Mehmet Fırıncı abinin evinde üç buçuk ay kadar kalıyor. O yıllarda babanızda aynı mahallede ikamet ediyor... Bediüzzaman Hazretleri ile babanızın bir yakınlığı var mıydı?

BABAM BEDİÜZZAMAN’DAN DUA ALDI

Cübbeli Ahmet Hoca: Ben daha doğmamıştım. Babam, Bediüzzaman hazretlerini ziyaret etmiş, elini öpmüş ve duasını almıştır. Sonra iki sefer Isparta’ya gitmiş. Babam ulemaları dolaşmaya meraklıydı. Üstad hazretlerinden de o yıllarda dua almış. O zaman için çok az insan bu işlerle uğraşırdı. Mehmet Fırıncı ağabey ile devamlı dostlukları devam ediyor. Telefonla hala görüşürler.
İyi insanlar özrü mazereti kabul ederler. Kötü şerli insan olursa mazereti kabul etmezler. Kerim insanlar özrü kabul ederler. Bende, Bediüzzaman hazretlerine gönül veren bu camiadan özrümün kabul edilmesini istirham ediyorum. Çünkü beyanlarımda kasıt, kötü niyet olmamakla beraber, yanlış anlaşıldım. Bu üzüntüden dolayı özür diliyorum. Çünkü Risale-i Nur Külliyatı herkesin istifade edeceği eserlerdir.

“SÖZLER”İ OKUDUM

Cübbeli Ahmet Hoca: Risale-i Nur’un tümünü incelemediğim için, bu eserler hakkında ne dersiniz denildiğinde de okumadığımı, bilmediğimi itiraf ettim. Bu önemli, çünkü yarın birisi de Cübbeli hoca farklı konuşuyor demesin. Sözler’den, ahirete imandan mevize türü konulardan okudum. Bana Risale-i Nur hediye de edildi. Fakat bu çok uzun bir külliyattır. Bir de bunun içinde izaha muhtaç, milletin yanlış anlayabileceği konulara rastlamadım. Bana bir anda bu kitaplar hakkında ne dersiniz diye sorulunca, şimdi bir yorum yapmak için muhtevayı bilmem lazımdı. Bilmediğimi itiraf ettim. Kimileri ‘cahil adam, nasıl okumaz’ dediler. Herkesin kendi görüşüdür. Birincisi nasip kader meselesidir. İkincisi ben okuyamadan niçin yorum yaptın soruları yöneldi. Ben öncelikle şahsi yorum yapmadım. Bir yorum naklederken orada hata yaptım. Çünkü başkasının ağzından, kendim görmeden yorum yapmış oldum. Buna rağmen sonunda şunu ekledim: Bu eserlerin ihtisasını yapan âlimler var. Benimde tefsir üzerine otuz senelik ihtisasım var. Bir ayet sorulsa, hemen yorumunu yapabiliyorum. Bilmediğim bir kitap hakkında yorum yapamam. Çünkü Risale-i Nur da çok geniş bir külliyattır. Ancak bu külliyat hakkında bazı yazarlarında şöyle yorumları olmuştur, bu işin ehline sorulması ve cevap alınmasını öneriyorum dedim. Aslında ehline sorulmasında havale ettim. Bir internet sitesinde bana bir cevap geldi. O mesajda da müfit bir durum yoktu. Efendim Hıristiyanlar ve Müslümanlar omuz omuza cennete gidecek. Bu yanlıştır. Risale-i Nur’u anlamayan, Üstad hazretlerinin muradını doğru belirlemeyen bazı cevaplar geldi. Bu cevaplar beni daha da rahatsız etti. Ben üstadın görüşlerinin böyle olmaması gerektiğini biliyorum. Çünkü Üstad hazretleri ehlisünnet imamıdır.

Kenan Demirtaş: Bir konuşmamızda “Eğer Teketek programında bana Risale-i Nur hakkında soru sorulacağı söylenilseydi, hazırlanır daha iyi cevaplar verirdim. Çünkü Üstad Hazretlerini anlamaya çalışırdım” demiştiniz. Şimdi o cevap hakkı size verilse nasıl yanıtlarsınız?

Cübbeli Ahmet Hoca: Sizlerin bana gönderdiği yazılarda zaten Üstad birbirini tefsir ve şerh ediyor. Ancak ben bir camiaya mensubum. Bu camiada da böyle görüşlerin olduğunu gizlemenin lüzumu yok. Bunu vuzuha kavuşturalım. Bu meselelerin dedikodusu yapılacağına her şey tartışılarak böyle bir iftira ve şaibe Allah dostuna karşı yayılmasın.
Mehmet Paksu: Seksen yıldır Risale-i Nur ortada. Herkes okuyor. Tüm ulemalar okumuşlar. Hiç kimse Risale-i Nur hakkında yanlış dememiştir. Sizin düşünceleriniz nedir?

“ÜSTAD KENDİSİ ŞERH ETMİŞ”

Cübbeli Ahmet Hoca: Risale-i Nur’da bazı muğlâk yerler var. Keşke bu işin ehli ihtisası bu muğlâk yerleri çözüme kavuşturabilseydi önceden, anlaşılmayan konuların izahı şurada denilseydi iyi olurdu. Aslında her şeyde bir hayır vardır. Üstadın orijinal sözleri kendi beyanları olduğu için bu da işin güzel tarafıdır. Netice de kendi kendini şerh etmektedir.

“İSLAMİYET İLE HIRİSTİYANLIK FARKLIDIR”

Cübbeli Ahmet Hoca: En çok merak ettiğim Üstad hazretlerinin Hıristiyanların cennete girebileceğine dair meseledir. Üstad hazretlerinin cennete girecekler diye bir beyanı yok. Burada çeşitli şartlar çerçevesindeki durumu gerektiriyor. Üstad hazretlerinin direkt olarak görüşü, Hıristiyanların İslam akidesiyle muhalif oldukları, aralarında fark olduğudur. Mesela diyor ki: İslamiyet’in Hıristiyanlık ve sair dinlere cihet-i farkının sırrı şudur ki: İslamiyet’in esası mahz-ı tevhittir. Yani vesait ve esbaba tefsir-i hakiki vermiyor. Yani arada bir vasıtadır ama hakiki tefsiri yoktur. Hangi veli mürşit olursa olsun vasıtaya hakiki tesir vermiyor. İcat ve makam cihetiyle kıymet vermiyor. Yaratma vasfı, halk ve icadı hiçbir veliye, meleğe, peygambere vermiyor İslamiyet. Yaratmak sadece Allah’a mahsustur. Hıristiyanlıkta Allah’ın oğlu düşüncesini kabul ettiği için esbaba kıymet verilir. Yani onlarda da bir benlik koyuyor. Onlara yaratma tesiri koyuyor. Adeta rububiyeti ilahiyenin bir cilvesini azizlerine büyüklerine verir. Yani Allah’ın Rab’lik vasfının bir tezahürünü da kendi velilerine azizlerine veriyor. “Onlar Allah’ı bıraktılar, hahamlarını ve papazlarını Rab edindiler. Onun içindir ki Hıristiyanların mertebece en yüksek olanları bile diye anlatmaya devam ediyor Üstad hazretleri. İslamiyet’te tevhit, Hıristiyanlıkta oğul fikri vardır. Bundan dolayı da azizlerine Rab’lik, ubudiyet payesi vermişlerdir. Bunu söyleyen Bediüzzaman hazretlerinin cennetliktir demesi mümkün değil.

TEK YANLIŞ ÜSTADI DOĞRU ANLAMAMAK

Cübbeli Ahmet Hoca: Bir başka yerde ise İkinci Dünya Savaşı’ndan bahsederken kâfir de olsa masumlar için yani çocuklar için şehit olmaları, belaya uğramasalar cennetliktir. Bu hadislerde de geçer. Üstad hazretleri zelzelede, kazada, kırılmış dökülmüş masumlara da mükâfat bir mertebe artar diyor. Yine Üstad devam ediyor: üç dört aydır dünyanın vaziyetlerinden haberim yokken, Avrupa’daki, Rusya’daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. Manevi bir ilham geldi. Onlar adına çok acı çekiyordum diyor. Bir ilham merhem sürdü acıma diyor. O musibeti semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felaketten vefat eden veya perişan olanlar var diyor. Eğer bunlar on beş yaşından evvel ise diyor. Burada şunu da izah etmek lazım. Şafi mezhebindendir. Akidede itikatta Eşari mezhebindendir. Maturidi ve Eşari iki ehlisünnet vardır. Dört fıkıh mezhebinin üçü Eşari’dir. Şafi, Hanbelî ve maliki. Bir tek Hanefi mezhebi Maturidi’dir.
Şimdi Üstad Hazretleri’nin şafi olması ve Eşari olmasını da göz önünde bulundurmamız gerekir ki buluğ çağı bazen on iki, bazen on beş olarak geçer. Tabii buraları da bilmeyenler karıştırırlar. Müslümanlar itikatta iki mezhepten birine bağlıdır. Mesela bazı cahiller vardır. Adam işte kerrat vakti camiye girmiş namaz kılıyor. Bir başkası kerrat vakti kılınmaz diyor. Adam da ona ben şafiyim kardeşim diyor. Öteki de ne olursan ol kılınmaz diyor. Şimdi bu diyalog cahilliktir. Şafi mezhebinde sebepli olan nafileler kılınır. Eşari’nin görüşü de ehlisünnettir. Görüş ayrılıkları illaki vardır. Konumuza gelecek olursak meseleler birbirini anlatıyor. Üstad hazretleri hangi dinde olursa olsun buluğ çağına girmemiş her çocuk Müslümandır, şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfatı maneviyeleri o musibeti hiçe indirir. Burayı biz neye göre kabul ediyoruz?

Bu Eşari’nin görüşüdür. Bir kısmı cennet ehlinin hizmetçisi olur denir. İmam-ı Rabbani’nin şöyle bir görüşü var: Yaşadığı ana tabidir. Eğer Dar-ül İslam’da ise cennettedir. Eğer kâfir ülkelerde ise o zaman onları da cehenneme göndermemek için yani çocuk olduğundan cehennemi hak etmemiştir diyor. Bundan dolayı fetret ehli hükmünde toprak olurlar diyor. Şimdi hepsi ehlisünnet dairesindedir. Buradan da Bediüzzaman Hazretleri ehlisünnetin dışına çıkmamıştır. Hiçbir yanlış yoktur. Savaşlarda öldürülen, zulme bulaşmamış, kendisi suçsuz masum kişilerden bahsediyoruz. On beş yaşından büyükseler eğer masum iseler derken ise ayırıyor, yani olaylara karışmamış temiz diyor. İşte Üstad Hazretleri’ni doğru anlamamaktan kaynaklanıyor.

“HIRİSTİYANLAR CENNETE GİDECEK DEMİYOR”

Cübbeli Ahmet Hoca: Yazarlardan birisi yine “Bizimle savaşsalar bile” gibi bir sözde Risale-i Nur’da yok. Olan biten Kastamonu Lahikası’ndaki beyandır. Bunun üzerine yoğunlaşıyoruz. Çünkü başka bir ifade yok. On beş yaşından büyük olanlar eğer masum ve mazlum ise zalim, harp başlatmış, milleti kıran, geçiren bir durumda değil de, haksız yere mağdur olmuşlar için söylüyor. Üstad Hazretleri, bunun mükâfatı büyüktür, belki onu cehennemden kurtarır deyince birisi zannediyor ki, efendim Hıristiyan da olsa adam cehenneme girmeyecek diye adam tahlil yapıyor. Çünkü ahir zamanda fetret derecesinde din ve dini Muhammediye bir lakayitlik perdesi gelmiş, efendimizin dinine, fetret derecesine ulaşmış diyor. Fetret dönemi, peygamberin kesik olduğu, Hazreti İsa ile Peygamber Efendimiz arasında beş yüz senelik fetret var. Ayeti kerimede ne diyor: İşte size Resul geldi. Bu Resullerin fetret döneminden sonra size yeni bir peygamber geldi. Bize peygamber gelmedi demeyin diye beyan edilen fetret derecesinde Dini Muhammediye bir lakayitlik olmuş. Ahir zamanda din yok gibi milletin hiçbir şey ile alakası kalmamıştır. Ahir zamanda hazreti İsa’nın dini hakikisi hükmedecek, İslamiyet ile omuz omuza gelecek buradan da yanlış çıkaranlar var. Başka bir mektubunda ahir zamanda hazreti Hz. İsa dini hakikisi derken Hıristiyanlık değil, Hz. İsa’nın din akidesi İslam’dır. O İslam’ın kendisidir. Diğer bir mektupta diyor ki: İslam metbu olacak, Hz. İsa’nın dini tabi olacak. Burada şimdi omuz omuza gelecek deyince yanlış anlaşılıyor. Kimse birleşecekler gibi anlamıyor. Hâlbuki İslami çerçevede birleşecek, tabi olacak denilmek isteniyor. Elbette şimdi fetret gibi karanlıkta kalan, Hz. İsa’ya mensup mazlumları, bu mazlumlar çektikleri (bu arada gerçek hazreti İsa’ya mensup Hıristiyan kalmamıştır.) hükmü fetretten çıkıyor. Bu bir nevi şahadet denilebilir diyor.

“İMAM-I RABBANİ’YE BAĞLIYIZ”

Cübbeli Ahmet Hoca: Tahlile göre on beş yaşından büyük bir Hıristiyan diyor, yani akıllı buluğ çağına girenler için söylüyor. Bela ve husumetin çıkmasında bu adamın payı varda bu adam zalim ise bunun başına gelen hiç mükâfat veya kefaret olmaz diyor. Bunlarda fetret derecesinde karanlıkta iseler diyor. Bu şartı görmezsek birisi kalkar der ki: Üstad hazretleri Hıristiyanlar cennete gidecek. Hıristiyanlar genel anlamda cennete gidecek demiyor. Yalnız fetret derecesinde karanlıkta kalmışsa diyor. Şimdi burada da hüküm İmam-ı Rabbani hazretleri Maturidiler ile Eşarileri kıyas ediyor. Kendisi bana başka bir yol ilham edildi diyor. Şimdi bu bizi bağlamaz. İmam-ı Rabbaniye bağlıyız. İtikatta da müçtehit kabul ediyoruz. Fakat biz şimdi görüşlerin tümünü almak zorundayız. Bir görüş var, Muhyiddin Arabî’ye ait. Onu çok uzak görüyorum diyor. Kıyamet günü bir peygamber gönderilecek ve o peygambere orada inananlar cennete gidecek, tebliğe inanmayanlar hakkında da hemen orada cehennem hükmü verilecek. Diyor ki fütuhat sahibinin bu dediğini bu fakir uygun görmüyor. Ahiret darül cezadır, darül teklif kalmıştır. İmam-ı Rabbani Maturidi olduğu halde, Maturidi bunların cehenneme gideceğini söylediği için beğenmiyor. Diyor ki: Maturidi ashabımız, akıl müstakim yeter, akıl yeter, fakat dağ başında olup puta tapan gibi kimselere hiçbir peygamber daveti ulaşmasa da dediler ki diyor, bunlar kâfirdir. Maturidi’nin görüşü budur diyor. Cehennemde ebedi kalacaktır diye açık bir tebliğ gelmemiştir diyor. İşte o zaman Üstad hazretlerinin sözü daha iyi anlaşılıyor. Şimdi dünyada hala bazı kabileler fetret hükmündeler. Dünya ile hiçbir bağları yok.

Kenan Demirtaş: Hatta İmam-ı Gazali hazretleri şunu buyuruyor. Eğer peygamberin ismini duydu da peygamber olarak değil de hâşâ bir sihirbaz olarak duydu ve ilgilenmedi ise bu da fetretin içine girer diyor...

Cübbeli Ahmet Hoca: Zaten Eşari’nin görüşü o. Bir de İmam-ı Rabbanin “belagulmübin” demesi. Peygamber gönderilecek, kuvvetli delil gelmeden cehennemde ebedilik olmaz diyor. Adamın aklı vardı bulsaydı diye adama azap hükmü veremezsin diyor. Maturidi bu görüşte değil. İmam-ı Rabbani bir orta yol buluyor. İsa peygamberin Kuran’da geçen sözünü naklediyor, “Allah’a şirk koşana, Allah cenneti haram etti. Cehenneme gidecektir.” Burada suale cevap verirken ben burada çok zorlandım diyor.

ÜSTAD, İMAM-I RABBANİ İLE AYNI GÖRÜŞTE

Cübbeli Ahmet Hoca: Her ikisinde de şefkat ve merhamet ağır basıyor. Yalnız üstadın Eşari’nin görüşü, akılda helak payı çoktur. Sadece adamın aklı vardı diye, anlamadı diye adamı cehenneme ebedi bırakacak, açık bir beyan olmadan bunu cehenneme sokmak bana çok ağır geliyor diyor. Adamda şirk varken de bu da cennette ebedi kalacak kararını vermek de bana ağır geliyor diyor. Eşari’nin görüşü de budur diyor. Üstad hazretleri de Eşari gibi düşünüyor. İmam-ı Rabbani de bana ilham geldi diyor. Bunlar kıstas yaparlar, kul haklarını ararlar. Hayvanların boynuzlu koyun boynuzsuz koyun meselesi gibi. Kısas bitince yok edilirler, toprak olurlar. Fakire göre darül harp çocuklarının durumu gibi bunlar yok olurlar. Çünkü cennete girmek imanladır. Ya asaleten kendi Müslüman olacak, ya da İslam darına tabi olacak. Zimmet ehlinin çocukları Müslüman bir ülkede yaşadığından cennetliktir diyor. Gayrimüslim çocuklarında iman olmadığından cennete de gidemezler ama tebliğ gelmediğinden cehenneme de giremezler diyor. Şirk koşarsan cehennemde kalacaksın diyor. Bir de fetret derecesine ulaşanları ayırıyor. Bir peygamber daveti ulaşmamışsa bunların da hükmü budur diyor.

ÜSTAD İZAH GETİRİYOR

Cübbeli Ahmet Hoca: Maturidi Allah’ın varlığını birliğini bulmadıysa cehennemliktir diyor. Hani yaratıyı bilmeli. Vahdaniyet birliği de şart koşmaları ağır gerçektende. Eşari’nin görüşü ise: bunlar cennete gider. Üstad hazretlerinin dediği ise ehlisünnetin Eşari görüşüdür. Dolayısıyla bu görüş fetret derecesinde karanlık içerisinde kalmış. Adı Hıristiyan’dır. Yoksa dinini de bilerek yaşamıyor. İş fetret derecesine geldiği zaman Üstad o kaydı koymasa yanlış anlaşılabilir ama o kayıt bize izah getiriyor. Fetret derecesinde olan cahil kalmış, hiç dinden haberi olmayan bir Hıristiyan bir de zulme uğramış ise diyor bunu cehennemden kurtarır demiştir. Zaten İmam-ı Rabbani ile de ittifakta. Cennete girecek dediği Eşari’nin görüşüdür. İmam-ı Rabbani ise toprak olacaktır diyor. O halde Üstad hazretleri ehlisünnete muhaliftir denemez. Yalnız burada benim kafama takılan bir şey kalıyor. Şehitlik gibi bir mükâfat vaat ediyor. Bu Üstad hazretlerine gelen özel bir ilhamdır. Bu ilham onun görüşüdür. Şimdi cehennemde bile yananların azabında hafifleme var. Cömertse, kâfir de olsa iyilikse sever olarak azabın azalması var.

CEHENNEMDE CENNET HAYATI

Cübbeli Ahmet Hoca: Bu görüş Muhyiddin Arabî’nindir. Bu ekolde artık bir dereceye gelirler ki acı duymazlar. Yani ülfet alışkanlık oluyor. Pislik böceğinin pislikte yaşaması gibi. İmam-ı Rabbani bu görüşe katılmıyor. Mühim olan Üstad hazretleri kendisi bir şey mi uydurdu, yoksa ulema evliyadan dayanakları mı var? Biz üstadın dayanakları olduğunu görüyoruz. İlham geldi tamam ama uymuş mu uymamış mı diye bakıldığında kendisinin sözleri var: Beni ölçü ayara vurun sözlerimden uyanı alın, uymayanı atın. Burada görüşü Eşari’ye uydu. Üstad hazretleri ehlisünnetten çıkmıştır diyemeyiz. Yani görüşler ehlisünnet içerisinde ise sorun yoktur. Ehlisünnet dışındakilere reddiye yaparız.

BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ RÜYAMA GİRDİ

Cübbeli Ahmet Hoca: Şehitlik meselesini bir hafta tefekkür ettim. Evvelce de bir rüya anlattım size. Bir diyalog çerçevesinde bazı yazarlar dozunu artırarak düşmanlık etseler bile Hıristiyanlar cennete girer, amentümüz bir yazıları yazılırken, üstelik bunlar da Risale-i Nur’dan alıntı gibi gösterilince ben hiç incelemeden Bediüzzaman hazretleri bu görüşte olamaz diyorum ama delilim de yok. Orada biraz sıkıntı içime geldiği zaman biraz zat, Bediüzzaman hazretleri rüyama girdi dedi. Ahmet’e selam söyle. Ben Ahmet’i seviyorum. Ben onların anladığı görüşlerde değilim. Söyle benden şüphe etmesin. Kendisi veli bir zattır. Bediüzzaman hazretleri için hiçbir reddiyem yoktur.

İşaratü’l-İ’caz’da, Ey ehli kitap, geçmiş olan enbiya ve kitaplara iman ettiğiniz gibi hazreti Muhammed ile Kuran’a da iman edin. Zira onlar Hazreti Muhammed’in gelmesini temsil ettikleri gibi onlarında kitaplarının sıdkına olan doğruluğuna deliller hakikati ile Hazreti Muhammed’de bulunmuştur. Bütün kitapların ruhu Kuran’da, bütün peygamberlerinde ruhu Resulullah’ta toplandı. Kabul etmelisiniz diyor.
İslamiyeti kabul etmenizde size zorluk yok. Şunu da uydurdular, İslam haktır ama biz girmiyoruz deseler de kurtulur. Yani peygamber yalancı değil demek yeterlidir diyorlar. Üstad bunu demiyor. Dininizi terk etmenizi istemiyor. Zaten itikatta tüm meseleler bir. Sizde sadece bazı şeraat hükümleri değişecek diyor. Şarap orada serbest ise burada haram edildi. Bunlarda ilaç gibidir, birine yarayan ilaç diğerine zarar verir. Doktor herkese farklı ilaç verdiği gibi ahir zamanda da bu İslam’ın reçetesidir diyor.

Hz. İSA MESELESİ

Cübbeli Ahmet Hoca: Ahir zamanda Hz. İsa Deccal’ı öldürdükten sonra insanlar ekseriyetle imana girerler. Hâlbuki yeryüzünde Allah diyenler bulundukça kıyamet kopmaz. Peki, kıyamet nasıl kopacak, insanlar nasıl küfre dönecek sorusuna cevap veriyor. Hadis-i Sahihte rivayet edilen Hz. İsa, geleceğini ve şeriatı İslamiyet ile amel edeceğini söylüyor. Yani Hıristiyanlık tasaffi edecekteki kastı ne? Kastı, Hz. İsa, İslam ile amel edecek, deccalı öldürecek. İmanı zayıf olanlar uzak görüyorlar bunu. Hâlbuki hakikatini anlatırsa geri kalmaz. Bunlar sahihtir diyor. Süfyan çıkacak. Ehlibeytten Muhammed mehdi isminde bir zat çıkacak. Süfyan’ı helak ediyor. Hz. İsa Hıristiyanlığı tahrifattan sıyıracak. Hakikat İslamiyet ile birleşecek. Üstad hazretlerinin sözlerini bazen uzun olduğundan millet yanlış anlayabiliyor. Mehdi imam olacak, cemaati olacak. insan şekliyle bulunan Hz. İsa deyince ehli sünnettir. Bu söz iftiraları çözüyor. Hz İsa, geldiği vakit herkes onu bilmek lazım değildir. Nur derecesinde herkes onu tanır. Ancak o vazifesini yapacak.

BİLMEMEK MAZERET DEĞİL

Cübbeli Ahmet Hoca: Hıristiyanlığa karşı muhafaza eden camilerin arkalarındaki tekkelerde Allah Allah diyenlerin iman güçleri, tarikatlar bunlara vasıtadır. Hıristiyan siyasetinin müthiş hücumlarına karşı da sarsılmaz zikirlerdir. Dolayısıyla ben Üstad hazretlerinin bu yönünü bilmiyordum. Bilmemek mazeret değil, biz okumamıştık. Bunları okuyunca kendisinin Eşari görüşünde olduğu, ehlisünnet olduğu, tarikatlara olumlu baktığı, Hz. İsa’nın ineceği gibi konular anlaşılmış oldu.

Mehmet Paksu: Bediüzzaman hazretleri üstatlarını sayarken Mevlana hazretleri, Şah Nakşibendî Hazretlerini, Abdulkadir Geylani, Bağdadi, İmam-ı Rabbani’den çok bahseder.

RİSALE-İ NUR İÇİN İLİM, İHTİSAS, MUHAKEME LAZIM

Cübbeli Ahmet Hoca: Onlara şehit hükmü vermesi açığa kavuşmadı. Orada üstadın ilhamı vardır. Âlimlerin zahir-i muhalif görünen görüşlerini de reddetmiyoruz. Ehlisünnet dışı da demiyoruz. Bu araştırmalarda Üstad hazretlerinde bir muhalefet olmadığını gördüm. Yalnız bazı mektupların şerh edilip, izah edilmesi noktasında bir ilim ehlinin anlatması gerektiğini düşünüyorum. İnsanların yanlış anlayarak üstada iftira atması söz konusu olabilir. Risale-i Nur için ilim, ihtisas, muhakeme lazım. Şahsı manevi lafında reformistlerin lafını anlıyorlar. Hâlbuki öbür sözünü görmeyince farklı şeyler anlar. İmam-ı Rabbani ile aynı görüşlerdedir. Her ikisinde de şefkat ve merhamet ağır basıyor. İmam Rabbani öyle ki cehenneme girmelerindense toprak olmalarına bağlamıştır. Yani azap olmadan kurtarıyor. Yalnız Eşari’ye tam olarak burada katılmıyor. Üstad ilhamlarına göre tercih yapıyor.

Nur Mektebi tarafından yazıldı.

Kaynak
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
MAZLUM HRİSTİYANLAR ŞEHİT MİDİR?

Ebubekir Sifil, Milli Gazete - 20 Kasım 2004

Soru: Üstad Said-i Nursi'nin şu sözünü nasıl anlamalıyız: "Hristiyanların mazlumları şehit olarak ölür."

Cevap: Said Nursi merhumun bu sözü, bildiğim kadarıyla Kastamonu Lahikası'nda (Mektup no: 75, s. 1615) geçmektedir. Oradaki ifadeleri şöyledir:

Alıntı

… Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber mânevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden biçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki:

"Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nispeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye mâsumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.

"Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken, Avrupa'da, Rusya'daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:

"O musibet-i semaviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı mâneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.

"On beşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır. Çünkü âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem âhirzamanda Hazret-i İsâ'nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumları çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayıflar, müstebit büyük zâlimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikatten haber aldım, Cenab-ı Erhamürrâhîmine hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem ve şefkatten tesellî buldum."

Konuyla ilgili bir diğer ifadesi de şöyledir:

Alıntı
"… Ehl-i vukuf raporundan anlaşılıyor ki, Risale-i Nur, bize karşı bütün muarız tâifeleri mağlûp ediyor ki, Hüccetullahi'l-Bâliğa ve İhtiyar ve İhlâs Risalelerini tekrarla nazar-ı dikkati celb ediyorlar. Hem gayet sathî ve cevapları pek zâhir ve güya müteassıbane hocavâri tenkitleri ve hiç münasebeti olmayan ve hakikî mutabık olan meseleleri anlamadan "mâbeynlerinde tezat var" demeleri ve risalelerin yüzde doksanını tamamıyla çekinmeyerek tasdik ve takdirleri ve teslimleri Hücumat-ı Sitte Zeylinin pek şiddetli bir surette yeni icadlara fetva verenleri cerh ve tezyif etmesine mukabil, yalnız "nezahet-i lisaniye" demişler. Ve dinsizler tarafından öldürülen mazlum ve dindar Hıristiyanlar âhir zamanda bir nevi şehid olabilir dediğimi, baş açık namaz kılmak ve Türkçe ezan okumaya Zeylin şiddet-i hücumunu zıt göstermeleriyle iktifa etmeleri, kat'iyen onların Risale-i Nur'a karşı mağlûbiyetlerini gösteriyor kanaatini veriyor." (Onüçüncü Şua, 1022)

Bir insanın uhrevî akıbetini belirleyen yegâne kıstas sahih iman sahibi olup olmadığı ise ve dahi Hristiyanlar "teslis akidesi"ne müntesip bulunduğuna göre, ister mazlum, ister zalim olarak ölsün, küfür ve şirk üzere terk-i dünya edenlerin ebedî azaba düçar olacağını söylemek durumundayız.

Eğer yukarıdaki iktibaslarda geçen "Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyanlar" ve "dindar Hıristiyanlar" tabirleri (Necaşi örneğinde olduğu gibi) "şirk içinde olmayan ve Son Peygamber (s.a.v)'i hak peygamber olarak tanıyan Hristiyanlar"ı anlatıyorsa, bu durumda bulunan herkesin kurtuluşu bahis konusudur.

Tersinden söylersek, bir kişi veya topluluğun, Hristiyanlık, Yahudilik veya bir başka şirk itikadının müntesibi olarak ömür sürüp ahirete göçtüğü halde, sırf dünya hayatını şu veya bu biçimde geçirmiş olması dolayısıyla azaba veya mükâfata müstehak olduğunu söylemek mümkün değildir. Allah ve Resulü'nün talep ettiği/onayladığı sahih itikat olmadıkça uhrevî kurtuluş ve hele de "şehitlik" asla söz konusu olmaz.

Öte yandan ilk iktibasın son paragrafında geçen "… âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem âhirzamanda Hazret-i İsâ'nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek…" ifadesinin burada hükme hiçbir etkisi yoktur.

Zira ne "din-i Muhammedî"ye lakaytlık perdesi gelmiş olmasının, ne de ahir zamanda Hz. İsa (a.s)'ın "din-i hakikisi"nin (yani İslam'ın) hükmedecek olmasının, daha önce şirk içinde yaşayıp ölmüş bir topluluğun akıbetine etkisi olabilir.

Bunun aksini açık bir şekilde bildiren bir ayet veya sahih hadisten haberdar olan biri varsa, işte meydan
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
MAZLUM HRİSTİYANLAR ŞEHİT MİDİR?

Ebubekir Sifil, Milli Gazete - 20 Kasım 2004

Soru: Üstad Said-i Nursi'nin şu sözünü nasıl anlamalıyız: "Hristiyanların mazlumları şehit olarak ölür."

Cevap: Said Nursi merhumun bu sözü, bildiğim kadarıyla Kastamonu Lahikası'nda (Mektup no: 75, s. 1615) geçmektedir. Oradaki ifadeleri şöyledir:

Alıntı

… Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber mânevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden biçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki:

"Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nispeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye mâsumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.

"Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken, Avrupa'da, Rusya'daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:

"O musibet-i semaviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı mâneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.

"On beşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır. Çünkü âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem âhirzamanda Hazret-i İsâ'nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumları çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayıflar, müstebit büyük zâlimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikatten haber aldım, Cenab-ı Erhamürrâhîmine hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem ve şefkatten tesellî buldum."

Konuyla ilgili bir diğer ifadesi de şöyledir:

Alıntı
"… Ehl-i vukuf raporundan anlaşılıyor ki, Risale-i Nur, bize karşı bütün muarız tâifeleri mağlûp ediyor ki, Hüccetullahi'l-Bâliğa ve İhtiyar ve İhlâs Risalelerini tekrarla nazar-ı dikkati celb ediyorlar. Hem gayet sathî ve cevapları pek zâhir ve güya müteassıbane hocavâri tenkitleri ve hiç münasebeti olmayan ve hakikî mutabık olan meseleleri anlamadan "mâbeynlerinde tezat var" demeleri ve risalelerin yüzde doksanını tamamıyla çekinmeyerek tasdik ve takdirleri ve teslimleri Hücumat-ı Sitte Zeylinin pek şiddetli bir surette yeni icadlara fetva verenleri cerh ve tezyif etmesine mukabil, yalnız "nezahet-i lisaniye" demişler. Ve dinsizler tarafından öldürülen mazlum ve dindar Hıristiyanlar âhir zamanda bir nevi şehid olabilir dediğimi, baş açık namaz kılmak ve Türkçe ezan okumaya Zeylin şiddet-i hücumunu zıt göstermeleriyle iktifa etmeleri, kat'iyen onların Risale-i Nur'a karşı mağlûbiyetlerini gösteriyor kanaatini veriyor." (Onüçüncü Şua, 1022)

Bir insanın uhrevî akıbetini belirleyen yegâne kıstas sahih iman sahibi olup olmadığı ise ve dahi Hristiyanlar "teslis akidesi"ne müntesip bulunduğuna göre, ister mazlum, ister zalim olarak ölsün, küfür ve şirk üzere terk-i dünya edenlerin ebedî azaba düçar olacağını söylemek durumundayız.

Eğer yukarıdaki iktibaslarda geçen "Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyanlar" ve "dindar Hıristiyanlar" tabirleri (Necaşi örneğinde olduğu gibi) "şirk içinde olmayan ve Son Peygamber (s.a.v)'i hak peygamber olarak tanıyan Hristiyanlar"ı anlatıyorsa, bu durumda bulunan herkesin kurtuluşu bahis konusudur.

Tersinden söylersek, bir kişi veya topluluğun, Hristiyanlık, Yahudilik veya bir başka şirk itikadının müntesibi olarak ömür sürüp ahirete göçtüğü halde, sırf dünya hayatını şu veya bu biçimde geçirmiş olması dolayısıyla azaba veya mükâfata müstehak olduğunu söylemek mümkün değildir. Allah ve Resulü'nün talep ettiği/onayladığı sahih itikat olmadıkça uhrevî kurtuluş ve hele de "şehitlik" asla söz konusu olmaz.

Öte yandan ilk iktibasın son paragrafında geçen "… âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem âhirzamanda Hazret-i İsâ'nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek…" ifadesinin burada hükme hiçbir etkisi yoktur.

Zira ne "din-i Muhammedî"ye lakaytlık perdesi gelmiş olmasının, ne de ahir zamanda Hz. İsa (a.s)'ın "din-i hakikisi"nin (yani İslam'ın) hükmedecek olmasının, daha önce şirk içinde yaşayıp ölmüş bir topluluğun akıbetine etkisi olabilir.

Bunun aksini açık bir şekilde bildiren bir ayet veya sahih hadisten haberdar olan biri varsa, işte meydan


http://www.ihvanforum.org/showthread.php?t=87187&p=826677&viewfull=1#post826677
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Ebubekir Sifil, Milli Gazete - 20 Kasım 2004:

Bunun aksini açık bir şekilde bildiren bir ayet veya sahih hadisten haberdar olan biri varsa, işte meydan...

Sene 2010... 6 sene önce 'buyrun meydane' denilmiş. Bu kadar zaman kaynak araştırması için yeterli, hatta çok çok fazla bir zaman.
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
bu konu hristiyanlıkla mı ilgili

açın yeni konunuzu ordan devam edelim.
 

AynAlı

Kıdemli Üye
Katılım
16 May 2007
Mesajlar
8,728
Tepkime puanı
1,378
Puanları
0
MAZLUM HRİSTİYANLAR ŞEHİT MİDİR?

Ebubekir Sifil, Milli Gazete - 20 Kasım 2004

Soru: Üstad Said-i Nursi'nin şu sözünü nasıl anlamalıyız: "Hristiyanların mazlumları şehit olarak ölür."

Cevap: Said Nursi merhumun bu sözü, bildiğim kadarıyla Kastamonu Lahikası'nda (Mektup no: 75, s. 1615) geçmektedir. Oradaki ifadeleri şöyledir:

Alıntı

… Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber mânevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden biçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki:

"Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nispeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye mâsumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.

"Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken, Avrupa'da, Rusya'daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:

"O musibet-i semaviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı mâneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.

"On beşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır. Çünkü âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem âhirzamanda Hazret-i İsâ'nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumları çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayıflar, müstebit büyük zâlimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikatten haber aldım, Cenab-ı Erhamürrâhîmine hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem ve şefkatten tesellî buldum."

Konuyla ilgili bir diğer ifadesi de şöyledir:

Alıntı
"… Ehl-i vukuf raporundan anlaşılıyor ki, Risale-i Nur, bize karşı bütün muarız tâifeleri mağlûp ediyor ki, Hüccetullahi'l-Bâliğa ve İhtiyar ve İhlâs Risalelerini tekrarla nazar-ı dikkati celb ediyorlar. Hem gayet sathî ve cevapları pek zâhir ve güya müteassıbane hocavâri tenkitleri ve hiç münasebeti olmayan ve hakikî mutabık olan meseleleri anlamadan "mâbeynlerinde tezat var" demeleri ve risalelerin yüzde doksanını tamamıyla çekinmeyerek tasdik ve takdirleri ve teslimleri Hücumat-ı Sitte Zeylinin pek şiddetli bir surette yeni icadlara fetva verenleri cerh ve tezyif etmesine mukabil, yalnız "nezahet-i lisaniye" demişler. Ve dinsizler tarafından öldürülen mazlum ve dindar Hıristiyanlar âhir zamanda bir nevi şehid olabilir dediğimi, baş açık namaz kılmak ve Türkçe ezan okumaya Zeylin şiddet-i hücumunu zıt göstermeleriyle iktifa etmeleri, kat'iyen onların Risale-i Nur'a karşı mağlûbiyetlerini gösteriyor kanaatini veriyor." (Onüçüncü Şua, 1022)

Bir insanın uhrevî akıbetini belirleyen yegâne kıstas sahih iman sahibi olup olmadığı ise ve dahi Hristiyanlar "teslis akidesi"ne müntesip bulunduğuna göre, ister mazlum, ister zalim olarak ölsün, küfür ve şirk üzere terk-i dünya edenlerin ebedî azaba düçar olacağını söylemek durumundayız.

Eğer yukarıdaki iktibaslarda geçen "Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyanlar" ve "dindar Hıristiyanlar" tabirleri (Necaşi örneğinde olduğu gibi) "şirk içinde olmayan ve Son Peygamber (s.a.v)'i hak peygamber olarak tanıyan Hristiyanlar"ı anlatıyorsa, bu durumda bulunan herkesin kurtuluşu bahis konusudur.

Tersinden söylersek, bir kişi veya topluluğun, Hristiyanlık, Yahudilik veya bir başka şirk itikadının müntesibi olarak ömür sürüp ahirete göçtüğü halde, sırf dünya hayatını şu veya bu biçimde geçirmiş olması dolayısıyla azaba veya mükâfata müstehak olduğunu söylemek mümkün değildir. Allah ve Resulü'nün talep ettiği/onayladığı sahih itikat olmadıkça uhrevî kurtuluş ve hele de "şehitlik" asla söz konusu olmaz.

Öte yandan ilk iktibasın son paragrafında geçen "… âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem âhirzamanda Hazret-i İsâ'nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek…" ifadesinin burada hükme hiçbir etkisi yoktur.

Zira ne "din-i Muhammedî"ye lakaytlık perdesi gelmiş olmasının, ne de ahir zamanda Hz. İsa (a.s)'ın "din-i hakikisi"nin (yani İslam'ın) hükmedecek olmasının, daha önce şirk içinde yaşayıp ölmüş bir topluluğun akıbetine etkisi olabilir.

Bunun aksini açık bir şekilde bildiren bir ayet veya sahih hadisten haberdar olan biri varsa, işte meydan
Ne acıdır ki, şefkatle yanan gönüllere su serpen bu mektup bazılarınca tenkit konusu olmuş. Bu kişilere iki hususun hatırlatmak gerekiyor:
Birincisi; yukarıda mealini verdiğimiz ayet-i kerimelerden de anlaşılacağı gibi İslam’ın birçok hükümleri şarta bağlıdır. Mesela, zekât farzdır ama zengin olmak şartıyla.

Bu mektubunda Üstad Bediüzzaman, sözünü ettiği kişilerin içinde bulundukları şartların “fetret” hükmünde olduğunu, bunların İslam’ı incelemeye ve onu hakkıyla tanımamaya güç yetiremeyecekleri bir ortamda bulunduklarını nazara veriyor. Dolayısıyla bu kişilerin “kendilerine elçi gönderilmemiş kişiler” gibi olduklarından hareketle söz konusu hükme varıyor. Ve bu ifadelerinin sonunu ilginç bir şekilde bağlıyor: “Hakikatten haber aldım.”

Buna karşı çıkan şahsın yapacağı tek şey, bu hakikatin zıddını ispat etmek, yani sözü edilen zümrenin İslam’ı tanımaya güç yetirebilecek durumda olduklarını ve kendilerine İslam’ın ve imanın ulaştırıldığını delilleriyle ortaya koymaktan ibarettir. Bunu yapmayıp itirazlarda ve ithamlarda bulunmak, su-i zan, gıybet ve iftira yoluna tutmak iddia sahibini manen sorumlu kılar.

İkinci nokta ise şudur:
İslam’da şefkat ve merhamet esastır. İnançsızları, müşrikleri ve ahlâksızları doğru yola çekmek için bütün güçleriyle çalışan ve bu uğurda her türlü sıkıntıya göğüs geren, işkencelere katlanan başta peygamberler (as.) ve onların izinde giden önder şahsiyetler bize bu dersi verirler.

O halde insanların cehenneme gitmelerini istemek İslam’ın yolu değildir. Gönlümüz bunun aksine yönelmeli ve onlara hakikati ulaştırma gayretimiz o kişilerin ölümü tatmalarına kadar devam etmelidir. Onlar bütün ikazlarımıza kulaklarını tıkar ve imansız göçerek cehennem ehli olmayı hak ederlerse, bu kişilere artık merhamet edilemez.

O noktaya kadar yapılacak çok işimiz vardır. Biz bunun hesabını yapmalı ve bunun gayreti içinde olmalıyız


alıntı
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
konuyla alakasız mesajlara cevap olabilecek konuyu açtım

alakadar olan ilgilenir
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Ahmed Hocanın özrü bunun içindi:

Ahmed Hoca:

Yanlış anlaşılmamdan dolayı özürle başlayayım. Çünkü bana daha önceden Risale-i Nur ile ilgili soru sorulacağı söylenmedi. Konunun dışına çıkıldığı için neticede ben her şeyi bilen biri değilim. Dolayısıyla bildiğim kadar konuşmam gerekiyor. Risale-i Nur meselesi de gündemde yokken, programda soruldu. Benimde Risale-i Nur ile ilgili bazı mevize türü noktalardan okumuşluğum var. Çünkü çocukluğumdan beri evimizin kütüphanesinde var.

....

Bir yorum naklederken orada hata yaptım. Çünkü başkasının ağzından, kendim görmeden (okumadan) yorum yapmış oldum.

Ahmed Hoca "Okumadığım yerden, duyduklarımla konuşmam yanlıştı" demek istiyor. Biz de, daha bu Paksu radyo programı yapılmadan bu konuda Cübbeliyi eleştirmiş, yanlış yaptığını söylemiştik. Kendileri meziyet gösterdiler, hatalarını düzelttiler. Hata düzeltenlerin yok hükmünde kadar az olduğu bu zamanda hakikaten büyüklük gösterdiler.

Ahmed Hoca:

Risale-i Nur’da bazı muğlâk yerler var. Keşke bu işin ehli ihtisası bu muğlâk yerleri çözüme kavuşturabilseydi önceden, anlaşılmayan konuların izahı şurada denilseydi iyi olurdu.

....

Üstad hazretlerinin direkt olarak görüşü, Hıristiyanların İslam akidesiyle muhalif oldukları, aralarında fark olduğudur

....

1- Bir başka yerde ise İkinci Dünya Savaşı’ndan bahsederken kâfir de olsa masumlar için yani çocuklar için şehit olmaları, belaya uğramasalar cennetliktir. Bu hadislerde de geçer. Üstad hazretleri zelzelede, kazada, kırılmış dökülmüş masumlara da mükâfat bir mertebe artar diyor. ... Burada şunu da izah etmek lazım. Şafi mezhebindendir. Akidede itikatta Eşari mezhebindendir. ... Bu Eşari’nin görüşüdür. Bir kısmı cennet ehlinin hizmetçisi olur denir

İmam-ı Rabbani’nin şöyle bir görüşü var: Yaşadığı ana tabidir. Eğer Dar-ül İslam’da ise cennettedir. Eğer kâfir ülkelerde ise o zaman onları da cehenneme göndermemek için yani çocuk olduğundan cehennemi hak etmemiştir diyor. Bundan dolayı fetret ehli hükmünde toprak olurlar diyor.

Şimdi hepsi ehlisünnet dairesindedir. Buradan da Bediüzzaman Hazretleri ehlisünnetin dışına çıkmamıştır. Hiçbir yanlış yoktur.

2- On beş yaşından büyükseler eğer masum iseler derken ise ayırıyor, yani olaylara karışmamış temiz diyor. İşte Üstad Hazretleri’ni doğru anlamamaktan kaynaklanıyor. ... Üstad Hazretleri, bunun mükâfatı büyüktür, belki onu cehennemden kurtarır deyince birisi zannediyor ki, efendim Hıristiyan da olsa adam cehenneme girmeyecek diye adam tahlil yapıyor.

...

Ahir zamanda hazreti İsa’nın dini hakikisi hükmedecek, İslamiyet ile omuz omuza gelecek buradan da yanlış çıkaranlar var. Başka bir mektubunda ahir zamanda hazreti Hz. İsa dini hakikisi derken Hıristiyanlık değil, Hz. İsa’nın din akidesi İslam’dır. O İslam’ın kendisidir. ... Hâlbuki İslami çerçevede birleşecek, tabi olacak denilmek isteniyor.

...

Tahlile göre on beş yaşından büyük bir Hıristiyan diyor, yani akıllı buluğ çağına girenler için söylüyor. Bela ve husumetin çıkmasında bu adamın payı varda bu adam zalim ise bunun başına gelen hiç mükâfat veya kefaret olmaz diyor. Bunlar da fetret derecesinde karanlıkta iseler diyor. Bu şartı görmezsek birisi kalkar der ki: Üstad hazretleri Hıristiyanlar cennete gidecek!

...

Şimdi burada da hüküm İmam-ı Rabbani hazretleri Maturidiler ile Eşarileri kıyas ediyor. Kendisi bana başka bir yol ilham edildi diyor. Şimdi bu bizi bağlamaz. İmam-ı Rabbaniye bağlıyız. İtikatta da müçtehit kabul ediyoruz. ... İmam-ı Rabbani Maturidi olduğu halde, Maturidi bunların cehenneme gideceğini söylediği için beğenmiyor. ... İmam-ı Rabbani bir orta yol buluyor. İsa peygamberin Kuran’da geçen sözünü naklediyor, “Allah’a şirk koşana, Allah cenneti haram etti. Cehenneme gidecektir.” ... İmam-ı Rabbani de bana ilham geldi diyor. Bunlar kıstas yaparlar, kul haklarını ararlar. Hayvanların boynuzlu koyun boynuzsuz koyun meselesi gibi. Kısas bitince yok edilirler, toprak olurlar. Fakire göre darül harp çocuklarının durumu gibi bunlar yok olurlar. Çünkü cennete girmek imanladır. Ya asaleten kendi Müslüman olacak, ya da İslam darına tabi olacak. Zimmet ehlinin çocukları Müslüman bir ülkede yaşadığından cennetliktir diyor. Gayrimüslim çocuklarında iman olmadığından cennete de gidemezler ama tebliğ gelmediğinden cehenneme de giremezler diyor. Şirk koşarsan cehennemde kalacaksın diyor. Bir de fetret derecesine ulaşanları ayırıyor. Bir peygamber daveti ulaşmamışsa bunların da hükmü budur diyor.

...

Üstad hazretlerinin dediği ise ehlisünnetin Eşari görüşüdür. Dolayısıyla bu görüş fetret derecesinde karanlık içerisinde kalmış. Adı Hıristiyan’dır. Yoksa dinini de bilerek yaşamıyor. İş fetret derecesine geldiği zaman Üstad o kaydı koymasa yanlış anlaşılabilir ama o kayıt bize izah getiriyor. Fetret derecesinde olan cahil kalmış, hiç dinden haberi olmayan bir Hıristiyan bir de zulme uğramış ise diyor bunu cehennemden kurtarır demiştir. Zaten İmam-ı Rabbani ile de ittifakta. Cennete girecek dediği Eşari’nin görüşüdür. İmam-ı Rabbani ise toprak olacaktır diyor. O halde Üstad hazretleri ehlisünnete muhaliftir denemez. Yalnız burada benim kafama takılan bir şey kalıyor. (Said Nursi merhum) Şehitlik gibi bir mükâfat vaat ediyor. Bu Üstad hazretlerine gelen özel bir ilhamdır. Bu ilham onun görüşüdür. Şimdi cehennemde bile yananların azabında hafifleme var. Cömertse, kâfir de olsa iyilikse sever olarak azabın azalması var. ... Mühim olan Üstad hazretleri kendisi bir şey mi uydurdu, yoksa ulema evliyadan dayanakları mı var? İlham geldi tamam ama uymuş mu uymamış mı diye bakıldığında kendisinin sözleri var: Beni ölçü ayara vurun sözlerimden uyanı alın, uymayanı atın. Burada görüşü Eşari’ye uydu. Üstad hazretleri ehlisünnetten çıkmıştır diyemeyiz. Yani görüşler ehlisünnet içerisinde ise sorun yoktur. Ehlisünnet dışındakilere reddiye yaparız.

...

Ahmed Hoca, kendisine gelen tenkidlerin etkisiyle üslubunu yumuşatmış, okumadan bir mesele hakkında söz ettiği için haklı ve yerinde olarak özür dilemiş; önceki programda söylediği sözleri, biraz da nezaket olsun diye, biraz da şaşırıp zor durumda kaldığından, önceki TekeTek'teki aynı görüşlerini ıkına sıkına tekrar etmekten başka bir iş yapmamıştır. Özellikle kalın ve renkli yerlere bakarsak bunu çok rahat anlarız.

İki programı da dikkatle sonuna kadar izlemiştim/dinlemiştim.

Farklı üslub ve kelimelerle de olsa iki programda da on beş yaşından büyük hıristiyan mazlum olanların şehidlik hükmünde olmasını kabul etmemiş, biz İmam Rabbani Hz.lerine uyuyoruz demiştir. Başka deyişle, radyo programında yani yukarıda çözümü verilen konuşmasında dolaylı olarak, Üstadın "on beş yaşından büyük Hıristiyan bir tür şehidler" görüşü kendisinedir, ilhamdır, ehli sünnete uymuyorsa biz almayız, reddederiz demiştir.

Ama bunu fark edecek bir kulak ve çözecek izan lazım.

Biz Cübbeli Hocanın radyodaki ıkına sıkına, imalı anlatımlarını ise beğenmiyoruz. Doğru bulmuyoruz. Bu yanlıştır. Bu tepkilere göre kendini ayarlamaktır. İstikamet alameti değildir. Her ne kadar maksadını, yapmak istediğini biz anlasak da maalesef yaptığını kimileri Cübbeli geri adım attı diye zafer çığlıkları atarak vermiştir. Halbuki derdimiz Cübbelinin, onun, şunun bunun mutluluğu ya da utanıp özür dilemesi değildir. Derdimiz Hakkın rızası olmalıdır.

Üstadınız yanılmakla kıyamet kopmaz. Doğaldır, yanıla da bilir. Ve fakat onun yanılmasını takip edenler için sorumluluk artıp çoğalır. Bu derd herkesin ortak derdi olmalıdır. "Hıristiyan Bir Tür Şehid" Bu konu Sifil Hocanın da söylediği gibi İslam'ın sahih kaynaklarında yoktur. Bu konuda Said Nursi merhum yanılmıştır. İsabet edememiştir.

 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
hangi sahih kaynakta yok
bana birkaç tane sahih kaynak olarak kabul ettiğiniz kitapların alimlerin ismini verin de öyle devam edelim.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Bir şeyin yokluğu ispat edilemez. Varlığı ispat edilir. Bu Risalede de geçen önemli bir ölçüdür. Siz bir tane Ayet ve Hadis getirdiğinizde ya da bunları açıklayan ulema beyanlarını alıp getirdiğinizde ispat olunmuş olur.

O değil de yukarıdaki yazıda Gülencilere ciddi bir tekzip de var. Onu görebildiniz mi? Yoksa, özrüne ve övgüsüne itibar ettiğimiz adamın Rüyasına itibar etmeyiz Rüya ile amel edilmez deyip geçecek misiniz?

Ahmed Hoca:

Bir diyalog çerçevesinde bazı yazarlar dozunu artırarak düşmanlık etseler bile Hıristiyanlar cennete girer, amentümüz bir yazıları yazılırken, üstelik bunlar da Risale-i Nur’dan alıntı gibi gösterilince ben hiç incelemeden Bediüzzaman hazretleri bu görüşte olamaz diyorum ama delilim de yok. Orada biraz sıkıntı içime geldiği zaman biraz zat, Bediüzzaman hazretleri rüyama girdi dedi. Ahmet’e selam söyle. Ben Ahmet’i seviyorum. Ben onların anladığı görüşlerde değilim. Söyle benden şüphe etmesin. Kendisi veli bir zattır. Bediüzzaman hazretleri için hiçbir reddiyem yoktur. ...

Yandı gülüm keten helva...
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
risale i nur un avukatı yine risale i nurdur.. Cevabınız çoktan verilmiş.. Bir asır olacak nerede ise..
http://www.nurasadakat.com/news.php?readmore=112

Linkteki yazıyı okudum.

Sifil Hoca şöyle bitirmişti:

"Bunun aksini açık bir şekilde bildiren bir ayet veya sahih hadisten haberdar olan biri varsa, işte meydan…"

Linkteki savunma yazısında iki tane mübarek Hadis-i Şerif nakledilmiş, ikisi de bu konuyla alakalı değil. Hatta bir tanesi yani sonuncu ima ile yanlış yorumlanmıştır. Yorum açık değildir ancak yazının geliş ve gidişatından o Hadis şöyle yorumlanmış oluyor:

"La İlahe İllallah diyene şefaat edeceğim. "

Halbuki "Muhammedur Resulullah" kısmı da vardır. Bu gizli (söylenmemiş) kısmı, yazıda atlanmış. Nice Ayet ve Hadis vardır ki Peygamber Efendimize tabi olmayan Ehli Kitap cehennemdedir. Nokta. Zaten Ehli Sünnete göre şefaat Müslümanlara olacaktır. Dinini bilmeyen de olsa Hıristiyanlara Yahudilere değil.

Alakasız iki Hadis-i Şeriften başka, konu üç-beş Risale sözleriyle savunuluyor. Risalenin ölçüsü risale değildir. Biz böyle bir tarza itibar etmiyoruz. İlim ehlinin de itibar etmediğini biliyoruz. Bu bir savunma yöntemi değildir.

Yani Sifil Hocanın teklifi yerine getirilebilmiş değil.
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
Elçi Gönderilmeyen, Uyarı Yapılmayan Toplumlar Helâk Edilmezler
Evren, harika güzelliği ve âhengi ile bir yaratıcıya işaret ederek, insanların fıtratlarında mevcut olan yaratıcıyı kabul etme duygusunu harekete geçirir. İnsanların akılları da iyilik ve kötülük arasında bir ayırım yapabilir. Ancak, bunlar (fıtrat ve akıl), çeşitli nedenlerle fonksiyon- larını yerine getirmeyebilirler. Evrene serpiştirilmiş ayetlere (iman delillerine) dikkat edilmeyebilir. İnsanların sağlam fıtratları, saptırıcı faktörlere maruz kalabilir. Cinlerden ve insanlardan olan şeytanlar, insanların bünyelerinde yer alan zaaf noktalarına dayanarak, onları saptırır. Akıl, insanı, arzu ve isteklerin, zaafların ve şehevî ihtirasların baskısı altında bırakabilir.
İnsanların fıtratlarının ve akıllarının evrende yer alan ayetleri, yani hidayet delillerini ve iman belirtilerini araştırıp hayatlarını dayandıracakları bir sistemi belirlemesi, sonuçta hak ve
doğruluk üzere bulunmayı gerçekleştirmesi mümkün görülmediğinden, sorumlu kabul edilmesi ona yapılmış bir haksızlık olarak değerlendirilebilir. Fıtratlar ve akıllar sapabildiğinden, onlara fonksiyonlarını hatırlatan bir uyarıcı gerekir. Uyarıcı olmadan fıtratların ve akılların insanları doğruya götürememesi nedeniyle, onları cezalandırmanın zulüm olduğu söylenebilir.
Allah insanların fıtratlarını dıştan gelen sis tabakasının etkisinden, yozlaşmadan, sapıklıktan kurtarmak, aklını arzu ve isteklerin, zaafların ve şehevî ihtirasların baskısından kurtarmak amacıyla onlara peygamber göndermeden, ayetlerini açıklamadan sorumlu tutmayı dilememiştir. (3) “Biz hiçbir kenti helâk etmedik ki, onun uyarıcıları olmasın (helak etmeden önce mutlaka uyarıcı gönderdik.)(Uyarıcılar) uyarırlardı. Biz zulmedici değildik.” (26/Şuarâ, 208-209) “Bu böyledir. Çünkü Rabbin, halkı habersiz iken ülkeleri zulüm ile helak edici değildir.” (6/En’âm, 131) “Biz elçi göndermedikçe azap edecek değiliz.” (17/İsrâ, 15)
Âyetlerden Allah’ın elçi göndermediği bir takım toplumlar bulunabileceği anlaşılmamalıdır. Aksine, ayetler şunu vurgulamaktadır: Eğer Allah elçi gönderip uyarmadan kentleri helâk etseydi, o kentlerin halkına zulmettiği değerlendirmesi yapılabilirdi. Allah ise zulümden münezzehtir. Bundan dolayı elçiler gönderir, insanları uyarır, onlara hak yola gelmeleri için fırsat verir, süre tanır, yola gelip gelmeyeceklerine bakar. Bütün bunlara rağmen yola gelmezlerse, o zaman cezayı hak ederler. “Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size ayetlerimi anlatan ve bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi? ‘Kendi aleyhimize şahidiz’ dediler. Dünya hayatı onları aldattı ve kendilerinin kâfir olduklarına şahitlik ettiler” (6/En’âm, 130) Ayet, insan ve cin topluluklarına elçi gönderildiği vurguluyor. Aksi takdirde insanların cezalandırılması âdil kabul edilmeyebilir. Çünkü bu durumda insanlar, doğru yola uymalarını gerektiren bilginin kendilerine ulaşmadığı, bu nedenle de cezalandırılmamaları gerektiği özrünü (veya bahanesini) ileri sürebilirler. “Dediler ki: ‘Rabbından bize bir ayet (mucize) getirmeli değil mi?’ Onlara önceki kitaplarda bulunan delil gelmedi mi? Şayet onları ondan önce bir azap ile helâk etseydik: ‘Rabbımız, bize bir elçi gönderseydin de, böyle alçak ve rezil olmadan önce senin ayetlerine uysaydık’ derlerdi.” (20/Tâhâ, 133, 134)
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) de, kendilerinin ve atalarının uyarılmadığı bir topluma gönderilmiştir. “Babaları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için (seni gönderdik).” (36/Yâsin, 6) Ancak, peygamberimiz’in uyarısı, bütün insanlığı da içine alır. O’ndan sonra uyarıcı gelmeyeceği için, bütün toplumlar O’nun mesajını kendilerine hidayet kaynağı kabul edip, rehber edinmelidirler. Şu da bir gerçek ki, O’nun mesajının bütün insanlara eksiksiz bir şekilde açıklanması, O’ndan sonraki müslümanların görevidir. Bu yapılmadan, O’nun davetini hiç işitmemiş, işitse bile, kasıtlı bir tarzda saptırılmış olarak işiten toplumların helâk olmalarını beklemek, sünnetullahın anlaşılmaması demektir. Zira toplumların helâki ile ilgili sünnetullahın hükmü çerçevesine, davetle karşılaşan ve uyarılan toplumlar girer: “Çünkü Rabb’in, halkı habersiz iken ülkeleri zulüm ile helâk edici değildir.” (6/En’âm, 131) (4)


 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Korakademik, Peygamber efendimiz bütün insanlığa gönderilmiştir. Ümmeti ikiye ayrılır: 1- Ümmet-i İcabet 2- Ümmet-i Davet...

İmam Rabbani Hz.leri 400 sene önce Peygamber efendimizin davetini duymayan yer yoktur dünyada, diye açıklamıştır.
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
Bu konuda sadece iki ayet meali vermeyi yeter sanırım.

Allah hiçbir nefse gücünün ötesinde yük yüklemez.” Bakara Suresi, 286
Biz elçi gönderinceye kadar azap da etmeyiz.” İsrâ Suresi, 15


Bu ikinci ayet, “fetretle” ilgilidir. Hazreti İsa (as.) ile Peygamberimiz (asm.) arasında geçen ve çoğu insanın dini öğrenmekten mahrum kaldığı bu dönem hakkında itikat imamları iki ayrı görüş savunurlar. Birine göre ayette geçen “resulden” maksat akıldır. Allah akıl vermediği kimseyi sorumlu tutmaz. Akıl verdiği kimseler, kendilerinin bir yaratıcısı olduğunu anlayacak güçtedirler. Ayrıca, iyiyi kötüden fark etme yeteneğine de sahiptirler. Ancak bunlar ibadet ve onun teferruatını bilme gücüne sahip olmadıklarından sadece Allah’ı bilmekten ve aklın rahatlıkla anladığı iyilikleri işlemekten ve kötülüklerden sakınmaktan sorumludurlar. Mesela, her akıl başkasının malını çalmanın yanlış olduğunu bilir. O halde fetret dönemindeki bir kişi de hırsızlık yapmaktan sorumludur. Ama bu kişi namazı, orucu, haccı ve diğer İslamî hükümleri aklıyla bilemeyeceğinden bunlardan sorumlu tutulmaz.

Diğer görüş sahipleri ise ayette geçen “resul” kelimesini “peygamber” olarak anlarlar. Bunlara göre, kendilerine peygamber gelmeyen kişi, puta da tapsa ehl-i necattır, yani cehennem azabından kurtulur.

Her iki itikat mezhebi de haktır. Müslümanların bir kısmı birini, bir kısmı da diğerini tercih etmişlerdir. Her iki mezhep de “Allah’ın hiçbir nefse gücünün yetmediğini yüklemeyeceğini” bildiren birinci ayeti açıklarken aklı da bir “nefis” olarak kabul eder, ona da gücünü aşan bir yükün yüklenmeyeceğinde ittifak ederler. Ancak akıl neye güç yetirir, neye yetirmez? konusunda ihtilafa düşerler. Doğrusunu Allah bilir.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Burdan duyurmak isteriz ki:

Biz ne kinliyiz, ne de düşmanız.

Derdimiz doğruyu söylemektir. Doğruyu söyleyenin, doğru olanın yardımcısı Allah Tealadır. Tesir ve fayda da ondandır.

Bu konuları kendiliğinden açmış da değiliz.

Bugün forumda açılmış konular üzerine birkaç söz eyledik. Açtığımız konu da bununla ilgili olduğu için ayrıca açılmıştır.

Nurcu kardeşlerimiz, katılmadığımız her meseleyi ne zaman gündeme getirseler, biz onun üzerine söylemek zorunda olduklarımızı söylemeye devam edeceğiz. Bu artık bilinmelidir.

Biz yanlışların doğrusunu söyleriz. Alan alır almayan almaz, orası bizim vazifemiz değildir.

Ves'selam.


Not: Korakademik, bu zamanda acaba şunlar ehli fetret midir, acaba bunlar ehli fetret midir denecek bir hal kalmadı zaten. Evin içinden dünyanın bütün ülkeleriyle irtibat kurabiliyorsun. Anında. Herkes herkesden, ve neredeyse her şeyden haberdar. O nedenle aklımızı ehli fetret var mıdır düşünceleriyle meşgul edeceğimize açalım bir site, oradan eğer halen Peygamber efendimizin tebliğini duymayanlar var ise, onlara hitap ederek, onların dilinden tebliğimizi yapalım.

Allah Tealadan daha merhametli değiliz. Allah Teala, hidayet etmek murad ederse ıssız bir adada tek başına yaşayana da hidayet eder. Buna kadirdir. Amenna ve saddakna.

Biz, bir ihtimal var diye, kafirleri (Hıristiyan ve Yahudileri) ahiret kurtuluşunda ihtimalleri olanlar olarak göstermeyelim. Dinimizi bozup kendimizi maskara etmeyelim.

Yani başkalarından önce kendimize acıyalım, merhamet edelim: Acaba, itikadımız sahih mi? Amellerimiz makbul mü? Nasıl güzel ahlak sahibi olacağız vs. Biraz da bunlara kafamızı (kalbimizi) yoralım, mesaimizi harcayalım.
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
sayın hirahos
açılan konu nun nurculukla alakası yok zaten o sayfada açılmadı
siz aksine konuyu biz açmışız gibi kendi konunuza dönüştürdünüz.

ortada bir yanlışlık yok ben size sizin söylediğiniz yanlış demedim.
ortada iki görüş var. kimi onu seçer kimi bunu.
doğrusun ancak Allah bilir.

efendimizin tebliğini duymayan milyarlarca insan var.
bu konuda pek çok ulus, pek çok cemaat çalışmakta tebliğ metodları farklı dahi olsa milyonlarca insana ulaşabilmektedirler. yeterli mi hayır kainatta tek kafir tek münafık kalmayan dek rahatlayamayız.

yukardaki bana hitaben yazılmış olan metne teşekkür ederim aramızdaki görüşlerde fazla fark olmadığı ortaya çıktı.
ayrılık gibi görünenlerin de rahmet olması dileğimizdir.
müsbet hareket e devam
 

alanyali07

Kıdemli Üye
Katılım
11 May 2008
Mesajlar
6,968
Tepkime puanı
845
Puanları
0
"

İşte o zaman Üstad hazretlerinin sözü daha iyi anlaşılıyor. Şimdi dünyada hala bazı kabileler fetret hükmündeler. Dünya ile hiçbir bağları yok.

Kenan Demirtaş: Hatta İmam-ı Gazali hazretleri şunu buyuruyor. Eğer peygamberin ismini duydu da peygamber olarak değil de hâşâ bir sihirbaz olarak duydu ve ilgilenmedi ise bu da fetretin içine girer diyor...

Cübbeli Ahmet Hoca: Zaten Eşari’nin görüşü o.

Üstad hazretleri de Eşari gibi düşünüyor.

Cübbeli Ahmet Hoca: Maturidi Allah’ın varlığını birliğini bulmadıysa cehennemliktir diyor. Hani yaratıyı bilmeli. Vahdaniyet birliği de şart koşmaları ağır gerçektende. Eşari’nin görüşü ise: bunlar cennete gider. Üstad hazretlerinin dediği ise ehlisünnetin Eşari görüşüdür. Dolayısıyla bu görüş fetret derecesinde karanlık içerisinde kalmış. Adı Hıristiyan’dır. Yoksa dinini de bilerek yaşamıyor. İş fetret derecesine geldiği zaman Üstad o kaydı koymasa yanlış anlaşılabilir ama o kayıt bize izah getiriyor. Fetret derecesinde olan cahil kalmış, hiç dinden haberi olmayan bir Hıristiyan bir de zulme uğramış ise diyor bunu cehennemden kurtarır demiştir. Zaten İmam-ı Rabbani ile de ittifakta. Cennete girecek dediği Eşari’nin görüşüdür. İmam-ı Rabbani ise toprak olacaktır diyor. O halde Üstad hazretleri ehlisünnete muhaliftir denemez. Yalnız burada benim kafama takılan bir şey kalıyor. Şehitlik gibi bir mükâfat vaat ediyor. Bu Üstad hazretlerine gelen özel bir ilhamdır. Bu ilham onun görüşüdür. Şimdi cehennemde bile yananların azabında hafifleme var. Cömertse, kâfir de olsa iyilikse sever olarak azabın azalması var.

CEHENNEMDE CENNET HAYATI

Cübbeli Ahmet Hoca: Bu görüş Muhyiddin Arabî’nindir. Bu ekolde artık bir dereceye gelirler ki acı duymazlar. Yani ülfet alışkanlık oluyor. Pislik böceğinin pislikte yaşaması gibi. İmam-ı Rabbani bu görüşe katılmıyor. Mühim olan Üstad hazretleri kendisi bir şey mi uydurdu, yoksa ulema evliyadan dayanakları mı var? Biz üstadın dayanakları olduğunu görüyoruz. İlham geldi tamam ama uymuş mu uymamış mı diye bakıldığında kendisinin sözleri var: Beni ölçü ayara vurun sözlerimden uyanı alın, uymayanı atın. Burada görüşü Eşari’ye uydu. Üstad hazretleri ehlisünnetten çıkmıştır diyemeyiz. Yani görüşler ehlisünnet içerisinde ise sorun yoktur. Ehlisünnet dışındakilere reddiye yaparız.

BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ RÜYAMA GİRDİ

Cübbeli Ahmet Hoca: Şehitlik meselesini bir hafta tefekkür ettim. Evvelce de bir rüya anlattım size. Bir diyalog çerçevesinde bazı yazarlar dozunu artırarak düşmanlık etseler bile Hıristiyanlar cennete girer, amentümüz bir yazıları yazılırken, üstelik bunlar da Risale-i Nur’dan alıntı gibi gösterilince ben hiç incelemeden Bediüzzaman hazretleri bu görüşte olamaz diyorum ama delilim de yok. Orada biraz sıkıntı içime geldiği zaman biraz zat, Bediüzzaman hazretleri rüyama girdi dedi. Ahmet’e selam söyle. Ben Ahmet’i seviyorum. Ben onların anladığı görüşlerde değilim. Söyle benden şüphe etmesin. Kendisi veli bir zattır. Bediüzzaman hazretleri için hiçbir reddiyem yoktur.
..." Cübbeli Ahmet Hoca
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Korakademik, tamam insanlara ulaşmaya çalış ama bu arada kendini de unutmayasın. Saydığım üç husus var. Onlara dikkat. Aman dikkat. Kendi hayrın için, bizim için değil.

Cübbeli, bazı habersiz kabileler var diyor ama, biz o görüşüne de katılmıyoruz. Hiç belgesel izlemediği anlaşılıyor. :)
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Yaw arkadaşlar, artık bırakın şu ne dediğini ve yaptığını bilmez adamı...Millete de Sürekli gıybetini ettirtmeyin ! Habertürk, Showi Flasch Tv gibi kanallardan millete tebliğ-mebliğ yapılmaz ! Bu kanallarda ancak ve ancak dudak yalayarak SHOW yapılır SHOW ! Bunların da yaptığı sadece budur ! Vesselâm.
 
Üst