CÜBBELİ AHMED HOCAEFENDİ'DEN Mehmet Görmez ve Said Hatipoğluna Reddiye

vertyucek

Üye
Katılım
23 Kas 2012
Mesajlar
88
Tepkime puanı
2
Puanları
8
CÜBBELİ AHMED HOCAEFENDİ yazdığı bu reddiyeyi okuyanlara hakkını helal edeceğini buyurmuştur.üzerinde hakkı olanlara)

Mehmet Görmez ve Hocası Said Hatipoğlu Gibi ''Hadisler Dinde Delil Değildir.'' Diyen ''Sırtını Koltuğa Yaslamış, Midesi Tok!'' İlahiyatçılara Reddiye Bizleri Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in 1491. Mevlid-i Şerîf ayına kavuşturan Allâh-u Te'âlâ'ya sonsuz hamdü senâlar eder, bu ayda âlemlere rahmet olarak gönderdiği Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e, Ehl-i Beyti'ne ve sahâbesine sınırsız salât-ü selâm ederim.


Mevlîd-i Şerîf ayını idrâk ettiğimiz şu saâdetli mevsimde bizi en çok sevindiren husus hiç şüphesiz ki sâbık diyânet reisi Mehmet Görmez'in kutlu doğum haftasını mîlâdî hesap ile nisan ayına sabitlemesinin uğursuzluğundan kurtulup bundan sonra Mevlîd-i Şerîf haftasını Diyânet'le birlikte Rabîu'l-evvel ayında kutlayacak olmamızdır.


Bu saâdeti bizlere yaşattığı için buna vesîle olan ve mânileri izâle eden değerli Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan beyefendiye, mevlide değer veren tüm Müslümanlar adına şükranlarımızı arzederiz.


Mehmet Görmez ve Hocası Said Hatipoğlu, Hadisleri Dinde Delil Saymamaktadırlar Bu fakir kardeşiniz evvelce bu husûsu bu kadar kesin bilmemekteydim. Nitekim sohbetlerimde de açıkladığım vechile; Mehmet Görmez'in ''Fiten hadisleri sorunludur.'' sözünü Dâbik ve 'Amik ovasında yerleşen Işid unsurlarına yüz vermemek için siyâsî sâiklerle söylemiş olduğunu düşünmüştüm.


Yine de bunun kıyâmet alâmetleriyle ilgili sahih hadîs-i şerifleri reddetmek anlamına geldiğini bildiğim için reddiyeler yaptım, ancak bu zihniyetin Kur'an'dan sonra ikinci en büyük delilimiz olan sünneti yâni hâdis-i şerifleri genel mânâda dinde delil kabul etmediğini ancak kendi ''Sünnetin Kaynak Değerini Temellendirme Sorunu'' makalesini okuyunca anladım.


Burada yeri gelmişken yazısındaki bâzı bölümleri sizlere naklediyorum:


1- ''Sünneti temellendirmek için başvurulan Kur'an ayetlerinin, büyük bir kısmının sünnetle ilgisi yoktur.''


2- '' Ayetlerin pek çoğunda, murâd-ı ilâhinin sünnete delalet ettiği cây-ı sualdir (sorulmaya değerdir). Ancak, ortada bir hakikat vardır; o da, Müslüman zihni, Müslüman tasavvuru tarihsel düşünmediği için, Hz. Peygamber'in sünneti, yaşayan bir geleneğe dönüşünce, pek çok âyeti sünnete hamletmiştir.''


3- ''Hz. Peygamber'e itaat, ittiba, iktida ve itîsa gibi hususlar herkes tarafından kabul edilmiş olabilir. Ancak, söz konusu delillerin medlûlâtu konusunda, ihtilaf devam edegelmiştir. Zira Kur'an, bir asıl olarak sünnetin kaynak değerine işaret etse de, neyin sünnet neyin sünnet olmadığı, sünnet olanların hangisinin bağlayıcı olduğu, bağlayıcı olanların hangisinin yerel, hangisinin evrensel olduğuna dair tartışmalar, hiçbir zaman bitmemiştir. Bizce en büyük hata, bir rivâyetin kabulünün de, söz konusu ayetlerin medlûlü arasında yer aldığını savunmak olmuştur.''


4- ''Gerek vahiyle, gerekse Kur'an'la ve gerekse hadisle yapılan bu temellendirmelerin, sorunlar taşıdığı muhakkaktır. İşin garibi, modern zamanlarda da aynı temellendirmelere başvurulmuş olmasıdır.''


5- ''Oysa mahiyet itibariyle sünnetin bir beşere / peygambere dayandığı unutulur, sünneti bize taşıyan rivayetler toptan vahiy ürünü kabul edilirse, hele hele bu rivayetlerin metinleşmesinde insan faktörü göz ardı edilirse, İbn Haldun'un ifâdesiyle, kültürün sayısız mukaddesleri olur.''


Mehmet Görmez bu yazısında sünnetin delil olduğunu birkaç yönden inkâr etmektedir ki ben de size yukarıda geçen rakamlardaki ifâdelere göre rakam vererek bunları tahlil edeceğim.


1) Ona göre aşağıda zikredeceğimiz âyetlerde geçen ''Rasûl'e itâat'', ''Peygambere ittibâ'', ''O Rasûl ne verdiyse alın'' gibi emirler, sünnet ve hadislere tâbi olunmasını emretmiyormuş...


2) Müslümanlar târihsel düşünmediği için bu âyetlerin, ''Hadislerin delil olduğuna'' delâlet ettiğini zannediyorlarmış ki bu da Mehmet Görmez'in İslâm'a bakışının târihsel olduğuna delâlet etmektedir.


Oysa Mısırlı zındık Ebu Zeyd'in kültür içinde teşekkül ettiğini iddiâ ettiği Kur'ân'ın evrensel hakîkatlerini arşive kaldırabilmek için önerdiği târihselcilik, Hristiyan merkezli bir yorum tarzıdır ki buna göre âyet ve hadislerde geçen birçok konuyu yaşandığı târihle sınırlı saymak gerekmekte ve günümüze uyarlamamak îcâb etmektedir. Bu görüşün İslâm'ı tamâmen ortadan kaldıracak bir fikir yapısı olduğu herhâlde îzâha muhtaç olmasa gerektir.


3) Sünnetlerin hepsi bağlayıcı değilmiş, bağlayıcı olanların da hangisinin yerel (Arap yarımadasına mahsus), hangisinin evrensel (dünyâ çapında geçerli) olduğu tartışmalıymış, dolayısıyla bir hadîsin geçerliliği hakkında: ''Âyetler de bu hadisleri delil sayıyor.'' şeklinde savunma yapmak doğru değilmiş.


Oysa hadîs-i şerîflerin tümü evrenseldir, Kur'ân'da ve sünnette geçen genel ifâdelerin hiçbirinde yöresine ve adamına göre hüküm bulunması söz konusu değildir. Aksi takdirde işine gelmeyenler: ''Bu bizim yöremize ve örfümüze uymuyor.'' diye inkâra kalkışabilir ki Görmez'in beyânı da buna yol açmaktadır.


4) Vahiyle ve hadisle sünnetin delil sayıldığını söylemenin sorunlar taşıdığını savunan Görmez aslında kendi îtikadının sorunlu olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim aşağıda zikredeceğimiz âyet-i kerîmeler ve sahih hadîs-i şerifler onun inancının ne kadar sorunlu olduğunu ortaya koymaktadır.


5) Burada geçen ve İslâm îtikadını tamâmen zedeleyen en sorunlu ifâde ise ''Sünnet bir beşere dayanmaktadır.'' sözüdür ki bu ifâde, aşağıda zikredeceğimiz birçok âyet-i kerîmeyi inkâr mâhiyeti taşımaktadır. Zîrâ Allâh-u Te'âlâ Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e Kur'ân dışında bir de ''Hikmet''i yâni ''Sünnet''i indirdiğini, dolayısıyla sünnetin bir beşere dayanmadığını açıkça beyân etmektedir ki yazımın ilerleyen kısmında bu konudaki delilleri müstakil bir başlık altında bulacaksınız.


M. Görmez'in Hocası Said Hatipoğlu da Buhârî-Müslim Gibi Sahih Kaynaklarda Geçen Fiten Hadislerinin Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in Vefâtı Üzerine Yaşanan Panikle Uydurulduğunu Söylüyor Görmez gibi hocaların, hocası olan (!) Said Hatipoğlu bakın neler yazmış:


''Hz. Peygamber'in vefatlarından sonraki hâdiselerin müslümanlar üzerinde yarattığı dehşet havasının, bu musannefatın bilhassa fiten ve eşrat-ı saat bölümlerini dolduran malzemesinin ekseriyetini ortaya çıkarmış olduğu kabul edilebilir. Peygamber'in mahrem-i esrarı olarak yâd edilen Huzeyfe ibn el-Yemân'a atfedilmiş şu sözlere bakalım, güya şöyle demişler: 'Vallahi bu zamanla kıyamet arasında vukû bulacak her fitneyi en iyi bilen benimdir. Bu da ancak Hz. Peygamber'in bana sır olarak söylemesi sayesindedir ki benden başkasına bildirmemiştir.' (Müslim, 4/2216, r.7262; Nu'aym ibn Hammâd, r.3; Buhârî, r.6604; Ahmed, 5/385,389, 401)


Başka bir vesileyle kendisine: 'Bana Hz. Peygamber, kıyamete kadar olacak her şeyi bildirdi. Ben de her şeyden sordum, ancak Medinelileri Medine'den kimin çıkaracağı sorusu kaldı.' (Müslim, 4/2217, r.7265) dedirtilmiştir. Bu çeşit haberlerin hangi sahâlara kadar teşmil edilebilmiş olduğu, hadîs kitaplarından hayretle tâkib edilebilir.'' (Mehmet Said Hatiboğlu, İslami Tenkid Zihniyeti ve Hadis Tenkidinin Doğusu, Otto Yayın, Mart 2016, sh:60-61)


Said Hatipoğlu Sahâbe ve Tâbi'îni Fiten Hadislerini Uydurmakla Suçluyor Bu kişinin gerideki beyanlarından da okuduğunuz üzere Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in vefâtından sonra sahâbe ve onlardan sonra gelen tâbi'în tabakası dehşet yaşamışlar da bu nedenle âhir zamanda meydana gelecek hâdiselerle ilgili -hâşâ- hadisler uydurmuşlar.


Bu kişiye göre Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e Allâh tarafından gayb bildirilmemiş ki Hazreti Huzeyfe'ye kıyâmete kadar olacakları bildirebilsin. Oysa Allâh-u Te'âlâ:


''Râzı olduğu rasüller hâricinde kimseyi gaybına vâkıf kılmaz.'' (el-Cinn Sûresi:26-27'den) âyet-i celîlesinde Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e dilediği gaypları bildirdiğini açıklamışken artık Allâh-u Te'âlâ'nın buyurduğunun hilâfına konuşmak kimin haddine düşmüştür?!


Hatipoğlu'nun bu sözüne göre ya Ömer (Radıyallâhu Anh)ın bile münâfıklar listesinde adının geçip geçmediğini kendisine sorduğu (ez-Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, 4/29) Hazreti Huzeyfe (Radıyallâhu Anh) gibi Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e iftirâ etmiş, ya da Buhârî'den sonra en sahih kaynağa sahip olan Müslim (Rahimehullâh) Hazreti Huzeyfe (Radıyallâhu Anh)a iftirâ etmiş olmaktadır.


Oysa Hatipoğlu'nun da zikrettiği üzere Huzeyfe (Radıyallâhu Anh)ın bu sözü sahihtir ve Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in kendi beyanıyla sâbittir. Nitekim İbni Abbâs (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem):


''Ben göklerde olanları da, yerde olanları da bildim.'' (et-Tirmizî, et-Tefsîr, Sâd Sûresi, rakam:3233, 5/366) buyurmuştur.


Semüre ibni Cündüb (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte de:


''Âgâh olun ki; şüphesiz ben şu durduğum yerde sizlerin kıyâmet gününe kadar karşılaşacağınız her şeyi gördüm.'' (el-Beyhakî, Ma'rifetü's-sünen ve'l-âsâr, rakam:7085, 5/135) buyurmuştur.


Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in olmuş ve olacak her şeyi bildirdiğine sahâbe-i kirâmdan bir cemâat da şâhid olmuştur, zîrâ bu beyânı mescidinde ashâbın huzûrunda yapmıştır. Nitekim Ebû Zeyd yâni Amr ibni Ahtab (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatmıştır:


''Bir gün Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bize sabah namazını kıldırdıktan sonra minbere çıktı, bize bir konuşma yaptı ve öğlene kadar sürdü. Minberden inip öğlen namazını kıldırdı, sonra tekrar minbere çıkıp yine bize konuşma yaptı ve bu hıtabı ikindiye kadar sürdü.


Sonra minberden inerek ikindi namazını kıldırdı, sonra tekrar minbere çıkarak güneş batana kadar bize konuşma yaptı ve bu hitâbında bize olmuş ve olacak şeyleri haber verdi. Artık bizim içimizde en âlim olanımız hâfızası en güçlü olanımızdır.''
(Müslim, es-Sahîh, el-Fiten:6, rakam:25/2892, 4/2217; el-Hâkim, el-Müstedrek, rakam:8498, 4/486; İbnü Hibbân, es-Sahîh, rakam:6638, 15/9)


Dolayısıyla bu kadar sahih kaynakta zikredilen bir hâdise ile alâkalı olarak hakkında Hazreti Huzeyfe (Radıyallâhu Anh)ın:


''Nebî (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bize öyle bir hutbe okudu ki kıyâmet kopana kadar vukû bulacak hiçbir şeyi eksik etmeksizin mutlaka hepsini (o konuşmasında) beyân etti.'' (el-Buhârî, es-Sahîh, rakam:6604, 8/123) sözünden ibâret sahih bir rivâyet hakkında ''Güya şöyle demişler.'' şeklinde ifâde kullanmak ve Allâh-u Te'âlâ'nın:


''Allâh onlardan râzı oldu.'' (et-Tevbe Sûresi:100'den) buyurduğu sahâbe-i kirâm ve tâbi'în-i izâm hakkında ''Hz. Peygamberin vefatının yarattığı dehşet havasıyla kıyâmet alâmetleri bölümünü doldurdular.'' ifâdelerini kullanarak onların hadis uydurduğunu söylemek Müslümanım diyen bir kişinin yapacağı iş olamaz, ilerisini siz düşünün.


Yine böylece Said Hatipoğlu:


''Hendek harbi için hendek kazarken Hz. Peygamber üç kazma vurmuş, üçünden de kıvılcım çıkmıştır. Selmân bunun izahını rica edince Peygamber şöyle buyurmuş: 'Birincisiyle Allah bana Yemen'i verdi, ikincisiyle Suriye ve Mağrib'i, üçüncüsüyle de Meşrık'ı verdi.' Bu ülkeler Ömer, Osman ve sonrakiler devrinde fethedildiği zaman, Ebû Hureyre'nin şöyle dediği rivayet edilmektedir: 'Fethedebildiğiniz kadar fethedin. Vallahi fethettiğiniz her şehrin anahtarını Cenab-ı Hakk daha evvelinden Hz. Peygamber'e vermiştir.' (İbn Hişâm, 2/219; Nesâî, 4/43, r.3178)


İşte biz bu keyfiyeti hadîsin bir istismarı olarak görüyoruz.'' (Mehmet Said Hatiboğlu, İslami Tenkid Zihniyeti ve Hadis Tenkidinin Doğuşu, Otto Yayın, Mart 2016, sh:60-61)diyerek Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in önceden bildirmiş olduğu ve Ali (Radıyallâhu Anh)ın dönemine kadar hemen hemen hepsi gerçekleşmiş olan herkesin gözüyle gördüğü gerçekleri inkâr etmekte ve bunu rivâyet eden Selmân (Radıyallâhu Anh) yüce sahâbîyi ve onun bu rivâyetini nakleden Nesâî ve İbni Hişâm (Radıyallâhu Anh) gibi muhaddisleri istismarcı olarak göstermektedir.


Oysa Ebû Sükeyne (Radıyallâhu Anh) vâsıtasıyla rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) hendek kazarken karşısına sert bir kaya çıkınca ona üç kere vurmuş ve her birinde büyük bir ışık çıkması üzerine:


''Ben ilk darbeyi vurduğumda, Kisrâ (Acem hükümdarı)nın şehirleriyle, etrâfı ve diğer birçok şehirler bana açıldı da, ben onları gözlerimle gördüm. Sonra ikinci darbeyi vurduğumda, Kayser'in (Rum imparatorunun) şehirleri ve havâlisi bana açıldı da, onları gözlerimle gördüm. Daha sonra üçüncüyü vurduğumda, Habeşistan şehirleri ve civarındaki karyeler bana açıldı da onları gözlerimle gördüm (ve onların anahtarlarının bana verildiği bana bildirildi).'' buyurdu. (en-Nesâî, es-Sünen, el-Cihâd:42, rakam:3176, 6/350)


Bu hadîs-i şerîfte İstanbul dâhil birçok memleketin Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in ümmetine nasîb olacağı bildirilmiştir ki bu hususta daha birçok hadîs-i şerîf mevcuttur. Dolayısıyla Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh)ın: ''Fethedebildiğiniz kadar fethedin. Vallahi fethettiğiniz veyâ kıyamet gününe kadar fethedeceğiniz her şehrin anahtarını Cenab-ı Hakk daha evvelinden Hz. Peygamber'e vermiştir'' sözünün Said Hatipoğlu'nu neden rahatsız ettiğini bir Müslüman aklıyla düşündüğümüzde anlamakta zorlanıyoruz.


Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in bu hadîs-i şerîfleri buyurduğu sahih kaynaklarda sâbit olan bir husustur, Allâh-u Te'âlâ'nın kendisine gaybî konuları bildirdiği âyet-i kerîmelerle sâbittir ve Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in buyurduğu bu gaybî haberler aynen vukû bulmuştur. Artık Said Hatipoğlu gibi birinin çıkıp bu hadisleri reddetmesi güneşin her gün doğduğunu inkâr etmekten daha saçma bir durumdur.


Maalesef yıllarca Diyânet reisliği yapan Mehmet Görmez gibi biri de bu kişiden etkilenerek televizyonlarda Fiten hadislerinin sorunlu olduğunu savunmuş, hadîs-i şerîfler bir yana kadının şâhitliğinin yarım olduğu ve kadının mîrastan yarım hisse alacağı gibi âyetlerle açıklanan hükümleri inkâr eden bu kişi hakkında ''Bilge Bir Hayat Paneli'', ''Ustalara Saygı'' isimleri altında paneller tertip etmiş, dolayısıyla Said Hatipoğlu da Mehmet Görmez'in Diyânet'e vedâ konuşmasında gözlerine hâkim olamamıştır.


İşte hadîs-i şerîflerin dinde delil olmadığını savunan ve burada da durmayıp âyet-i kerîmelerin bâzı hükümlerini dahî inkâra yeltenen bu zihniyete karşı bu Mevlid ayı münâsebetiyle Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in sünnetini ve hadîs-i şerîflerini müdâfaa sadedinde bir şeyler yazarak onun dînine hizmet etmeye niyet ettim.


Gâyemin kimseyi îtibarsızlaştırmak olmadığına Allâh-u Te'âlâ'yı ve sizleri şâhid tutuyorum. Ben ancak insanların hadîs-i şerîflerin delil olduğunu inkâr ederek dinimizi oyuncağa çevirmeleri ve Kur'ân meâli alan her câhilin müctehid gibi ahkâm kesmesini engelleme niyeti taşıyorum.


Sizden de bu yazıyı dikkatlice okumanızı, gücünüzün yettiği herkese okutmanızı ve Müslümanların bu İlahiyatçılar eliyle saptırılmaması için Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in dînine yardım etmenizi Allâh ve Rasûlü'nün yüce hâtırları için ricâ ediyorum.


Hadîs-i Şeriflerin de Vahiy Olduğuna, Dolayısıyla Dinde Huccet Kabûl Edildiğine Delâlet Eden Âyet-i Kerîmeler Şu bilinsin ki; hadîs-i şerîfler de uyulması emredilen vahiy mefhûmuna dâhildir. Nitekim Ehl-i Sünnet îtikadımızın imâmı olan Mâtürîdî(Rahimehullâh):


''Sana vahyolunana tâbi ol.'' (Yûnus Sûresi:109'dan) âyet-i kerîmesinde geçen vahiy hakkında: ''Bu vahiy sâdece Kur'ân ile sınırlı değildir, Kur'ân'ın dışındaki vahiy olan Sünnet'e (hadîs-i şerîflere) de şâmildir.'' (Te'vilâtü Ehli's-Sünne, 6/93) demiştir.


Ehl-i Sünnet ulemâsının ittifak ettiği vechile; şerîatin delilleri olmak bakımından Kur'ân-ı Kerîm ne ise hadîs-i şerîfler de aynı kuvvettedir.
(Yazının devamı aşağıdadır)



 

vertyucek

Üye
Katılım
23 Kas 2012
Mesajlar
88
Tepkime puanı
2
Puanları
8
Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'in birçok yerinde Allâh-u Te'âlâ'ya itâatten sonra Rasûlü'ne itâat etmemiz bizlere emredilmiştir. Şöyle ki Allâh-u Te'âlâ ebedî rahmetine ve cennetine kavuşabilmemiz için bizlere:

''Bir de Allâh(ın bütün emirlerini tutup, fâiz gibi tüm yasaklarından kaçarak, O'n)a ve o Rasûl(ün)e itâat edin, tâ ki siz (Allâh tarafından) rahmet olunasınız.'' (Âl-i 'Imrân Sûresi:132) buyurmuştur.

Farklı farklı sûrelerde geçen sekiz âyet-i kerîmede daha Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e itâat bizlere emredilmiştir ki, bunlar da Âl-i 'Imrân Sûresi'nin 32., en-Nisâ Sûresi'nin 59 ve 69., en-Nûr Sûresi'nin 54. ve 56., Muhammed Sûresi'nin 33., et-Teğâbun Sûresi'nin 12. âyet-i kerîmelerindedir.

Burada kimse: ''Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e itâat, kendisine Kur'an'la bildirilen vahiyler hakkındadır, bunun dışında söylediklerine itâat gerekmez.'' diyemez. Zîrâ âyet-i kerîmelerdeki ''Vav'' harfi atıf için olup, atıf da muğâyeret (başkalık) iktizâ eder. Nitekim ''Ahmed ve Mehmed geldi.'' dendiğinde bu iki kişinin farklı insan oldukları ''Ve'' harfinden anlaşılmaktadır. O zaman demek ki Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e itâat, Allâh'a itâattan farklı bir mânâda anlaşılmalıdır ki o da Allâh-u Te'âlâ'nın Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e vahyettiği ama Kur'ân'da zikretmediği sünnetler husûsunda gereken itâattan ibârettir.

Nitekim İbni Abbâs, Semerkandî, Sa'lebî, Kurtubî, Beyzâvî, ve Ebû Hayyân (Rahimehümullâh) gibi Ehl-i Sünnet müfessirlerin bu âyet-i kerîmelere verdikleri mânâ: ''Rasûl'e, sünnetlerde yâni hadislerle bildirdikleri hususlarda itâat edin.'' şeklindedir. (Fîrûzâbâdî, Tenvîru'l-mikbâs, sh:298; es-Semerkandî, Bahru'l-'ulûm, 1/312; es-Sa'lebî, el-Keşfu ve'l-beyân, 3/342; el-Kurtubî, el-Câmi', 4/203; el-Beyzâvî, Envâru't-Tenzîl, 4/112; Ebû Hayyân, el-Bahru'l-muhît, 3/341)

Yine böylece Yüce Rabbimiz hidâyeti bulmamız için bizlere:

''Bir de ona (Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e) hakkıyla tâbi olun, tâ ki siz (hakka ve hakîkate) hidâyet bulabilesiniz.'' (el-A'râf Sûresi:158'den)buyurmuştur ki Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e: ''Ben sana Kur'ân olarak okuduklarında tâbi olurum, hadis olarak söylediklerine uymam.'' diyen bir kimsenin bu âyet-i kerîmede emrolunduğu şekliyle Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e tâbi olamayacağı âşikârdır.

Ayrıca Allâh-u Te'âlâ:

''Artık o Rasûl size ne verirse onu hemen alın (kabûl edin), sizi neden engellerse hemen (ondan) vazgeçin.'' (el-Haşr Sûresi:7'den) âyet-i celîlesinde bizlere hadîs-i şerîflerin de vahiy olduğunu ve Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in beyanlarına uymak îcâb ettiğini açıklamaktadır.

Bâzılarının dediği gibi bu âyet-i kerîme ''Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in ganîmetten sahâbesine verdiği şeyler'' hakkında değildir, bilakis umûmîdir. Zâten geçerli kaideye göre sebebin husûsiyeti (özel bir konu oluşu) hükmün umûmiyetine zıt düşmez.

Nitekim Ebû Hüreyre (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen:

''Size neyi emrettiysem onu hemen alın. Sizi neden nehyettiysem ondan hemen vazgeçin.'' (İbnü Mâce, es-Sünen, el-Mukaddime:1, rakam:1, 1/3) hadîs-i şerîfi, Allâh-u Te'âlâ'nın bu âyetteki murâdının umûmî olduğunu, dolayısıyla Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in din husûsundaki bütün emir ve yasaklarının vahiy olup kendileriyle âyet gibi amel edilmesi gerektiğini beyân etmektedir.

Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in Görevi Postacılık Değildir Şu bilinsin ki; hadisler vahiy olmasaydı Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in görevi sâdece Kur'ân'ı tebliğle sınırlı kalacaktı ki bu da günümüzde bâzı bâtıl görüşlü ilâhiyatçıların dediği gibi postacılıktan öteye geçmeyecekti.

Oysa Allâh-u Te'âlâ:

''Sana da bu (türlü türlü öğüt ve uyarıları ihtivâ eden Kur'ân gibi bir) zikri, kendilerine indirilmiş olan şeyi insanlara açıklayasın diye indirdik.'' (en-Nahl Sûresi:44'den) buyurarak Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e ''Tebliğ'' dışında başka bir vazîfe daha yüklemiştir ki o da ''Tebyîn''dir, yâni âyet-i kerîmelerin mânâlarını açıklama vasfıdır.

Allâh-u Te'âlâ kendisine vahyetmeden Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) hangi âyetin ne mânâya geldiğini nasıl anlayabilir?! Nitekim birçok âyette ''Salât'' emredilirken bunun mânâsı beyân edilmemiştir. Çünkü bu lafız Arap lügatında ''Duâ'' mânâsına gelmektedir. Şimdi bu emrolunan salât vazîfesinin, kıyâm, kırâat, rükû ve secde gibi rukünleri olan ve beş ayrı vakitte kılınması gereken bir farz olduğu Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e Cibrîl (Aleyhisselâm) vâsıtasıyla tatbîkatlı bir şekilde öğretilmeden Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in bunu bilmesi düşünülemez. (Cibrîl (Aleyhisselâm)ın namaz vakitlerini öğrettiği hadîs için bakınız: Ebû Dâvûd, rakam:193, 1/107; et-Tirmizî, rakam:149, 1/278)

Yine böylece Kur'ân'da emredilen ''Hacc'' tâbiri, lügat îtibariyle ''Kast etmek'' anlamındayken, bu ibâdetin, ihram, Arafat'ta vakfe ve tavâf-ı ifâza gibi farzları olan, ihramda tırnak kesmek veyâ cinsî münâsebet gibi yasaklar işlendiğinde cezâ gereken ve daha birçok vâcipleri bulunan bir amel olduğu Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e vahyedilmeden nasıl anlaşılabilir?!

Artık bir kimse namazın ve haccın farz olduğunu kabûl edip de bunların nasıl edâ edileceğini beyân eden hadîs-i şerîfleri delil saymadığında bu kişinin namazın ve haccın farziyetini inkâr edenlerden ne farkı kalır. Zîrâ namaz ve hac farz iken nasıl yapılacağı bilinmeyince bunlar hükümsüz olur.

Diğer bir misal olarak, ''Zekât'' kelimesi ''Temizlik'' anlamına gelmekteyken, bunun malın temizliği demek olduğu, maldan kırkta bir verilmesi gerektiği, hayvanlarda bu oranın değiştiği ve bunun ne kadar malı olanlara farz olduğu gibi daha nice husus Kur'ân-ı Kerîm'de beyân edilmemişken Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in bu husustaki îzahları olmasa farz olan ''Zekât'' ibadeti ile kim amel edebilir?!

Dolayısıyla Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in hadislerini vahiy ve huccet saymayanlar ister istemez Kur'an'daki vahiyleri de anlamsız ve bâtıl kabûl etmiş olmaktadırlar. Çünkü kuru bir ''Salat'' ifâdesi ile mücerred bir ''Hac'' tâbiriyle, miktârı belli olmayan bir ''Zekât'' lafzıyla kalındığında bu emirlerin işlenilemez hâle getirildiği âşikârdır.

Oysa Müslüman olan herkes farz olan bu ibâdetlerin ancak hadislerin beyânıyla tespit edilip yerine getirildiği husûsunda müttefiktir.

Artık bunları mecbûren kabûl edip de ''Erkeklere altının haram olması veyâ sakal bırakmanın vâcip olması gibi meselelerde hadisler delil olmaz.'' demekten daha saçmalık ne olabilir?!

Senin namazın, orucun, haccın dâhil bütün ibâdetlerindeki farzların ve vâciplerin ekserîsi hadîs-i şeriflerle sâbitken ve kimse de buna îtirâz edemezken hadîs-i şeriflerle haramlığı veyâ serbestliği beyân edilen diğer hükümler nasıl reddedilebilir?! Bu ne yaman çelişkidir!

Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e İki Türlü Vahiy Gönderilmiştir, Birisi Kur'ân, Diğeri Sünnettir Geride zikredilen îzâhattan da anlaşılacağı üzere; Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e iki türlü vahiy gönderilmiştir ki bunlardan biri namazda tilâvet yerine geçmesi hasebiyle kendisine ''Vahy-i Metlüv'' denilen Kur'ân-ı Kerîm'dir. Diğeri ise mânâ bakımından vahiy olmakla birlikte lafzında îcâz vasfı bulunmaması hasebiyle namazda kırâat yerine geçemeyen ve kendisine ''Vahy-i Ğayr-i Metlüv'' denilen hadîs-i şerîflerdir.

Nitekim tâbi'înin ulularından ez-Zührî ve ondan nakil yapan Beyhâkî (Rahimehumellâh): ''Vahyin bir kısmı Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e sır olarak bildirilmiştir, dolayısıyla Nebî (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) onu kimseye anlatmamıştır. Diğer bir kısmı ise sır değildir, Bu yüzden onu herkese anlatmıştır, ancak Kur'ân olarak yazılması emredilmediğinden o kısım vahiy Kur'ân âyetleri içerisinde yazılmamıştır. Kur'ân olarak yazılması emredilenler ise Kur'ân âyetleri olarak yazılmıştır.'' demişlerdir. (el-Beyhakî, el-Esmâ ve's-sıfât, sh:198)

Hadîs-i şerîfleri de Kur'ân gibi Cibrîl (Aleyhisselâm)ın Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e inerek tâlim ettiği sâbit olmuştur. Nitekim tâbi'înin ulularından Hassân ibni Atıyye (Radıyallâhu Anh)ın:

''Cebrâîl (Aleyhisselâm) Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e iniyor ve ona Kur'ân'ı bildirdiği gibi sünneti de bildiriyordu.'' (İbnü'l-Mübârek, ez-Zühd, 2/23; ed-Dârimî, es-Sünen, rakam:629, 1/204; İbnü 'Abdilber, Câmi'us beyâni'l-'ılm, rakam:2350, 2/1193) sözü bu hususta delil teşkil etmektedir.

Dolayısıyla hadîs-i şerîfleri delil sayanlar aslında Kur'ân'ı anlamak için sünnete mürâcaat etmektedirler. Nitekim Eyyûb (Radıyallâhu Anh)ın rivâyet ettiğine göre adamın biri, tâbi'înden Mutarrif ibni Abdillâh (Radıyallâhu Anh)a: ''Bize ancak Kur'ân'dan anlatın.'' dediğinde Mutarrif (Radıyallâhu Anh) ona:

''Vallâhi biz Kur'ân'ın yerine başka bir şey aramıyoruz, lâkin Kur'ân'ı bizden daha iyi bilen Zât'ın îzahlarını murâd ediyoruz.'' (İbnü 'Abdilberr, Câmi'u beyâni'l-'ılm, rakam:2349, 2/1193) demiştir.

Yaşadığı dönemde herkesin, onun ilmine muhtaç olduğu tâbi'înden Sa'îd ibni Cübeyr (Radıyallâhu Anh) bir gün Nebî (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)den bir hadîs anlattığında bir adam çıkıp: ''Kur'an'da buna muhâlif âyet var.'' deyince Sa'îd ibni Cübeyr (Radıyallâhu Anh):

''Sakın sana Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)den bir hadîs naklederken onu Kur'an'la mukâyese ettiğini görmeyeyim, Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Allâh'ın kitabını senden iyi biliyordu.'' (ed-Dârimî, es-Sünen, rakam:631, sh:204) demiştir.

Hadîsleri de Allâh-u Te'âlâ İndirmiştir Allâh-u Te'âlâ hadîs-i şerîfleri de Kendisinin indirdiğini beyan sadedinde:

''Allâh sana o kitabı ve hikmeti indirmiştir.'' (en-Nisâ Sûresi:113'den) buyurmuş ve böylece ''Hikmet''i de Kur'ân gibi indirdiğini bildirmiştir.

Geride de zikredildiği üzere; ''Vâv'' harfi atıf içindir ki mânâsı muğâyerettir, yâni önündeki kelimenin geride geçen kelimeden farklı bir mânâsı olduğunu ifâde eder. Nitekim ''Zeyd ve Amr geldi'' denildiğinde ikisinin farklı iki kişi olduğu anlaşılır. Dolayısıyla burada geçen ''Hikmet'' Kitap'tan farklıdır. Müfessirler de bunu böyle anlamışlardır.

Nitekim Hasen-i Basrî, Katâde, Mukâtil ve Ebû Mâlik (Radıyallâhu Anhum) gibi Kur'ân'ın tefsîrini sahâbeden öğrenmiş olan tâbi'în imamları: ''Bu âyet-i celîlede geçen 'Kitâb' 'Kur'ân'dır, 'Hikmet' ise 'Sünnet'tir.'' demişlerdir. (el-Buhârî, es-Sahîh, et-Tefsîr:277, 4/1796; et-Taberî, Câmi'u'l-beyân, rakam:2078, 3/87; İbnü Ebî Hâtim, rakam:1262, 1/237; İbnü Kesîr, et-Tefsîr, 1/444-445)

İşte Nisâ Sûresi'nin bu âyet-i kerîmesi bizlere hadîs-i şerîfleri de Allâh-u Te'âlâ'nın indirdiğini açıklamıştır ki Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) de:

''Allâh-u Te'âlâ bana Kur'ân verdi, O'nun iki misli de hikmet (sünnet) verdi.'' (Ebû Dâvûd, es-Sünen, el-Merâsîl, rakam:534, sh:359) hadîs-i şerîfinde, kendisine Kur'ân'ın iki misli sünnet yâni hadîs-i şerîf vahyedildiğini açıklamıştır.

Kur'ân'da Geçen Bir Mesele Hakkındaki Hükmü Hadîs Açıklar İşte geride zikredilen delillerden dolayıdır ki büyük muhaddis Dârimî (Rahimehullâh) gibi birçok muhaddis Yahyâ ibni Ebî Kesîr gibi tâbi'înin ulularından nakiller yaparak ''Kur'ân hakkındaki hükmü Sünnet söyler.'' şeklinde baplar açmışlardır. (ed-Dârimî, es-Sünen, rakam:628, sh:204)

Aslında her ikisi de vahiy olduğu için bütün hükümleri ancak Allâh-u Te'âlâ açıklamaktadır. Ancak bâzısını namazda tilâvet yerine geçen Kur'ân vahyi ile, birçoğunu da Kur'ân'dan farkı sâdece namazda tilâvet yerine geçmemesi olan Sünnet ile bildirmiştir.

Bundan dolayı bâzen hadîs-i şerîf âyet-i kerîmeyi tahsîs ve takyîd etmiştir ki öyle yerlerde bütün ümmetin ameli hadîs-i şerîflerin beyânına göre olmuş, âyet-i kerîmenin umûmî hükmüne göre olmamıştır. Nitekim evlenilmesi haram olan kadınları beyân eden Nisâ Sûresi'nin 22-24. âyet-i kerîmelerinde on beş sınıf açıklanmış, peşi sıra:

''Bu(sayıla)n(yasak)ların ötesinde bulunan (kadın)lar sizin için helâl kılınmıştır.'' (en-Nisâ Sûresi:24'den) buyrularak hüküm nihâyete erdirilmiştir.

Bu âyet-i celîlenin zâhirî ifâdesinden, bu ve bir önceki âyet-i kerîmede zikredilen kadınların dışındakilerle evlenmenin helâl olduğu anlaşılmaktaysa da, sünnetteki bâzı deliller bunların dışında kalan bâzı sınıfların da haram olduğuna delâlet etmektedir.

Nitekim bir kadınla halasının veyâ teyzesinin bir nikâhta birleştirilmesi ve dinden dönmüş mürted bir kadınla yeniden İslâm'a girmedikçe evlenilmesinin haramlığı bu âyet-i celîlelerde ifâde edilmemişse de, bu sınıfların harâmiyeti hakkında hadîs-i şerîfler mevcut olduğundan, nikâhı haram olanlara dâhildirler.

Nitekim Ebû Hüreyre (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen:

''Bir kadınla onun halası, yine böyle bir kadınla onun teyzesi birlikte nikâhlamaz.'' (el-Buhârî, es-Sahîh, en-Nikâh:70, rakam:4820, 5/1965: en-Nikâh:27; Müslim, es-Sahîh, en-Nikâh:33; 40, Ebû Dâvûd, es-Sünen, en-Nikah:12; et-Tirmizî, es-Sünen, en-Nikâh:31; en-Nesâî, es-Sünen, en-Nikâh:47-49; İbnü Mâce, es-Sünen, en-Nikâh:31; Dârimî, es-Sünen, en-Nikâh:8; el-Mâlik, el-Muvatta, en-Nikâh:20-21; Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, 1/78, 217, 372) hadîs-i şerîfi bu hususta Kur'ân-ı Kerîm'de geçen genel hükmü tahsis etmiştir ki aslında iki hüküm de Allâh-u Te'âlâ'ya âit olduğundan burada bir çelişki yoktur, ancak beyan yolları farklı olmuştur.

Yine böylece yiyeceklerle ilgili haramları beyân eden En'âm Sûresi'nin 145. âyet-i kerîmesi yasak yiyecekleri; lâşe, fışkıran kan, domuz eti ve Allâh'tan başkası adına kesilen olmak üzere dört sınıfta sınırlamıştır. Hâlbuki yiyeceklerle ilgili haramların bunlardan çok daha fazla olduğu herkesin malumudur.

Nitekim azı diş sâhibi yırtıcılarla gagalı kuşlar gibi birçok hayvanın yenmesinin harâmiyeti hadîs-i şerîflerle sâbittir ki, Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in haram ettikleri de Allâh-u Te'âlâ'nın haramları gibidir.

Nitekim Mikdâm ibni Ma'dî Keribe (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem):

''Dikkat edin! Bana Kur'ân verildi, onunla birlikte bir misli de (sünnet) verildi. Âğâh olun! Yakındır ki midesi tok bir hâlde rahat koltuğunda oturan bir kimse: 'Siz Kur'ân'a bakın, onda helâl bulduğunuzu helâl kabûl edin, haram bulduğunuzu da haram sayın.' diyecektir.

Şunu bilin ki; ehlî eşeklerle azı diş sâhibi yırtıcılar(ı yemek) size helâl olmaz. (Bu hükümleri Kur'ân'da bulamasanız da, işte ben bunu size açıklıyorum. Helâl ve haram hükümlerini Kur'ân'dan aldığınız gibi benim hadîslerimden de alın.)'' (Ebû Dâvûd, es-Sünen, es-Sünne:6, rakam:4604, 2/610; Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:17174, 6/91; et-Tirmizî, es-Sünen, el-'İlm:10, rakam:2664, 5/38; İbnü Mâce, es-Sünen, el-Mukaddime:2, rakam:12, 1/6; el-Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, rakam:19469, 9/556; el-Âcurrî, eş-Şerîa', rakam:94, sh:48; ed-Dârekutnî, es-Sünen, 4/287; İbnü Hibbân, es-Sahîh, rakam:12, 1/120)buyurmuştur.

Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in Hadîslerle Haram Kıldığı Şeylerin Allâh'ın Kur'ân ile Haram Kıldıklarından Bir Farkı Yoktur Allâh-u Te'âlâ, Rasûlü'nün açıkladığı haramların da kendisinin haram kıldığı şeyler gibi olduğunu beyan sadedinde:

''Allâh ve Rasûlü'nün haram kıldığını haram kabul etmeyenler.'' (Tevbe Sûresi:29'dan) buyurarak Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e hadîs-i şerîflerle bâzı haramları bildirdiğini açıklamıştır.

Şöyle ki bu cümle-i celîle haram olan şeylerin tahrîminin iki yolla sâbit olacağına, bunlardan birinin vahy-i metlüv (namazda okunması geçerli) olan Kitâb (Kur'ân-ı Kerîm) ile sâbit olduğuna, diğerinin ise vahy-i ğayr-i metlüv olan (namazda tilâvete elverişli olmayan) sünnet (hadîs-i şerîfler) ile açıklandığına sarâhaten delâlet etmektedir.

Buna göre Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in bir şeyi haram etmesi ile Allâh-u Te'âlâ'nın o şeyi haram etmesi arasında bir fark yoktur. Zîrâ Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) kendi keyfine bir şey buyurmamış, ancak Allâh-u Te'âlâ tarafından tebliğde bulunmuştur.

Yine böylece:

''Tertemiz şeyleri (o Allâh'ın adı anılarak kesilen hayvanları ve pis olmayan tüm rızıkları) kendileri için helâl etmektedir, (kan, leş ve fâiz gibi madden veyâ mânen) pis olan şeyleri ise onlar üzerine haram kılmaktadır.'' (el-A'râf Sûresi:157) âyet-i celîlesi Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in helâl etme ve haram kılma yetkisi olduğunu beyân etmiştir ki aslında bu, Allâh-u Te'âlâ'nın Kur'ân dışında vahyettiği hadîs-i şerîflerle Habîbi'ne birtakım helâl ve haramlar bildirdiği anlamına gelmektedir.

Demek ki Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bir şeye haram diyorsa bu Allâh-u Te'âlâ'nın o şeye haram demesiyle eşittir. Nitekim Mikdâm ibni Ma'dî Keribe el-Kindî (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen:

''Bir adam koltuğuna yaslanmış vaziyette otururken ona benim hadislerimden bir hadis nakledildiğinde: ''Allâh-u Azze ve Celle'nin Kitâb'ı bizimle sizin aranızda (hakemlik yapacak)dır. Onda bulduğumuz helâli helâl sayarız, onda bulduğumuz haramı da yasak kabûl ederiz (Kur'ân dışında helâl haram kabûl etmeyiz).' demesi yakındır.

Şunu iyi bilin ki; gerçekten Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in yasakladığı şeyler Allâh'ın haram kıldığı şeyler gibidir.'' (İbnü Mâce, es-Sünen, el-Mukaddime:2, rakam:12, 1/6; Ebû Dâvûd, es-Sünen, es-Sünne:6, rakam:4604, 2/610; Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:17174, 6/91; et-Tirmizî, es-Sünen, el-'İlm.10, rakam:2664, 5/38; el-Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, rakam:19469, 9/556; el-Âcurrî, eş-Şerîa', rakam:94, sh:48; ed-Dârekutnî, es-Sünen, 4/287; İbnü Hibbân, es-Sahîh, rakam:12, 1/120) hadîs-i şerîifi bu hususta nas teşkil etmektedir.


Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in bu hadîs-i şerîfi diğer mûcizeleri gibi aynen vâki olmuştur. Nitekim günümüzde birçok İlâhiyatçının, hadîsleri İslâm'da delil saymadıkları, fiten (âhir zamanda çıkacak kargaşalarla ilgili) hadîsleri, erkeklerin altın ve ipek kullanması ile sakal traş etmesi gibi harâmiyeti hadîs-i şerîflere dayanan meseleleri reddederken: ''Kur'ân'da böyle bir şey yok!!!'' dedikleri maaleef sıkça müşâhede edilmektedir. Hidâyetten sonra dalâlete düşmekten Allâh-u Te'âlâ'ya sığınırız!

Alıntı:Cübbeliden blogspot .com

 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Zihin 'Fukara' Olunca , Akıl da işte böyle 'Ukala' Oluyor".

Tavsiyem olsun,

Bir kişi sizi Kuran'a davet ediyor ve sorularınıza ayetlerle cevap vermeye çalışıyor ve sünnetle destekliyorsa, o bir Müslümandır. Dinleyin, zarar gelmez.

Bir kişi sizi Kuran'a davet ediyor ve sorularınıza ayetlerin yanında uyduruk rivayetler, uyduruk hadisler üzerinden cevap vermeye çalışıyorsa, o bir mezhepçidir. Dinleyin ama sözlerini ayıklayın.

Bir kişi sizi Kuran'la beraber risalelere, yüzlerce yıl önce yaşamış adamların mutlak doğru kabul edilen kitaplarına, şeyhlere, evliyalara, tasavvufa davet ediyorsa, (cübbeli gibi) o bir bordo sarıklı mürittir. Dinleyin ama tersten dinleyin.

İyi geceler.
 

vertyucek

Üye
Katılım
23 Kas 2012
Mesajlar
88
Tepkime puanı
2
Puanları
8
CÜBBELİ AHMED HOCAEFENDİ yaşamını HAZRETİ İSLAM'IN ilmine adamış ümmeti EHLİ SÜNNET VEL CEMAAT çizgisinde bilinçlendirmek üzere büyük çaba sarfetmiş güzide ve çok iyi bir alimdir sözlerinizden de mustağnidir tıpkı mezheplere bağlı alimler ve kişiler gibi.

Cübbeli Ahmed Hocaefendi yanmaz kefen iddialarını açıklıyor dikkatle izleyelim:


https://www.youtube.com/watch?v=yfF4V_8JAew&t=802s

https://www.youtube.com/watch?v=SYsZPIs86bk
 

ilke

Paylaşımcı
Katılım
6 Kas 2017
Mesajlar
875
Tepkime puanı
188
Puanları
0
Çok para haramsız;
Çok söz yalansız olmaz... Atasözü !

Bu adamın kırdığı potlar, verdiği yalan-yanlış fetvalar, İslâm Dininin izzet-i şerefini düşüren davranışlar sebebiyle biz kendisini suskunluğa-konuşmamaya mahkûm eder diye düşünürken adam kalkmış daha çok konuşmak için kendi adına TV kurmuş !
Müslüman, her yerde ne zaman, ne şekilde, nasıl ve niçin konuşacağınnı ve davranacağın bilen insan demektir...
 

ihvanistanbul

AkhenAton
Katılım
4 Eki 2009
Mesajlar
7,657
Tepkime puanı
2,337
Puanları
113
Konum
istanbul
CÜBBELİ AHMED HOCAEFENDİ yaşamını HAZRETİ İSLAM'IN ilmine adamış ümmeti EHLİ SÜNNET VEL CEMAAT çizgisinde bilinçlendirmek üzere büyük çaba sarfetmiş güzide ve çok iyi bir alimdir sözlerinizden de mustağnidir tıpkı mezheplere bağlı alimler ve kişiler gibi.

Cübbeli Ahmed Hocaefendi yanmaz kefen iddialarını açıklıyor dikkatle izleyelim:


https://www.youtube.com/watch?v=yfF4V_8JAew&t=802s

https://www.youtube.com/watch?v=SYsZPIs86bk

Sahsen taniyor musunuz cubbeli hocayi?
 

vertyucek

Üye
Katılım
23 Kas 2012
Mesajlar
88
Tepkime puanı
2
Puanları
8
Çok para haramsız;
Çok söz yalansız olmaz... Atasözü !

Bu adamın kırdığı potlar, verdiği yalan-yanlış fetvalar, İslâm Dininin izzet-i şerefini düşüren davranışlar sebebiyle biz kendisini suskunluğa-konuşmamaya mahkûm eder diye düşünürken adam kalkmış daha çok konuşmak için kendi adına TV kurmuş !
Müslüman, her yerde ne zaman, ne şekilde, nasıl ve niçin konuşacağınnı ve davranacağın bilen insan demektir...

Kendisini şahsen tanımasamda özünün de sözünün de bir olduğunu çok iyi biliyorum.harama el uzatmaz ve kendisinin değil başkalarının kurup kendisinin ilmi sohbetlerinin yayınlandığı tv'yi izlemeyi herkese tavsiye ederim...
 

ömerusta

Kıdemli Üye
Katılım
16 Ocak 2012
Mesajlar
6,913
Tepkime puanı
239
Puanları
0
rabbim bu ümmeti uyandırsın amin
 

ilke

Paylaşımcı
Katılım
6 Kas 2017
Mesajlar
875
Tepkime puanı
188
Puanları
0
Konuyu açan şahıs (vertyucek) sorusuna cevap verdiği şahsın (ihvanistanbul) sorusunu alıntılayacağına benim yazımı alıntılamış ve ona cevap vermiş ! Herhalde -Cübbeli gibi- bir hayli heyecanlanmış olacak ki, böyle bir görüntü ortaya çıkmış !
 

ihvanistanbul

AkhenAton
Katılım
4 Eki 2009
Mesajlar
7,657
Tepkime puanı
2,337
Puanları
113
Konum
istanbul
Kendisini şahsen tanımasamda özünün de sözünün de bir olduğunu çok iyi biliyorum.harama el uzatmaz ve kendisinin değil başkalarının kurup kendisinin ilmi sohbetlerinin yayınlandığı tv'yi izlemeyi herkese tavsiye ederim...


Ben şahsen tanırım. Sizin yaptığınız şahitliği de yapmam. Size de tavsiyem ticaret yapmadığınız, yol gitmediğiniz, evinde ağırlanmadığınız yahut evinizde ağırlamadığınız kimseler hakkında bu kadar kesin ifadelerle konuşmayın.
Tv'nin parasını başkalarının verdiği doğrudur fakat Cübbeli hocanın istemediği bir Allah kulunun sohbeti orada yayınlanamaz velev ki imamı azam olsun...
 

vertyucek

Üye
Katılım
23 Kas 2012
Mesajlar
88
Tepkime puanı
2
Puanları
8
CÜBBELİ AHMED HOCA kendisine yöneltilen suçlamalardan münezzehtir.kendisi hayatını İSLAM İLMİNE adamış memleketimize hizmet eden en değerli alimlerdendir.
 

vertyucek

Üye
Katılım
23 Kas 2012
Mesajlar
88
Tepkime puanı
2
Puanları
8
Şahsa tapınma, Allah'a eş ortak koşma budur işte.
Kişiyi ilahlaştırma, her türlü kusur ve eksiklikten uzak görme budur.
Bir kısmı (bu örnekte olduğu gibi) bir şahısa atf ettiği kutsiyeti ilah derecesine yükseltir, diğer bir kısmı daha az bir derece ile kutsiyet yükler.
Budistlerde böyle, hıristiyanlarda böyle, müslümanların bir kısmında da böyle.
3 milyara yakın Budist atalarını tanrı olarak görür, 2 milyar hıristiyan Hz.isa'yı tanrı olarak görür, müslümanlarda liderlerini her şeye müktedir, havada uçağı durduran, bir gözünü açıp Mekke'de, diğer gözünü açtığında tekrar bulunduğu eski mekana teşrif eden insan ötesi tanrısal bir güç olarak görür.

İnsanın zaafı budur. İnsanın doğasında tapınma refleksi vardır. Bebeklikte anne ve babasına olan aşırı bağımlılığı ile başlayan bu güdü yetişkinlikte evin dışına taşarak idolu olan başka bir insana tapınma olarak devam eder.
İnsan eğilim gösterdiği herhangi bir alanda mesela ideolojik düzlemde lidere tapınmada kendini gösterir -Hitler ve Stalin'e tapınan militanlar mesela-
Siyaset, spor, müzik her alanda görülen, bir şahsa tapınma zaafiyeti insana has bir durumdur.

"Kul hatadan münezzeh değildir" hükmüne uygun hareket etmeyen her müslüman Din-î islam için tehlikelidir.


Arkadaşım benim kullandığım münezzehtir kelimesinin anlamını ve nasıl kullanıldığını bilmediğiniz için çok büyük yanılgıya düşerek CÜBBELİ AHMED HOCA’YI haşa ilahlaştırdığımı,hatadan,kusurdan münezzeh olduğunu söylediğimi zannetmişsiniz.Evet münezzehtir kelimesinin en meşhur kullanım şekli CENAB’I ALLAH CELLE CELALÜH’ÜN sıfatları ile ilgili olan durumlardır ama münezzehtir kelimesi yalnız CENAB’I ALLAH CELLE CELALÜH için kullanılmak zorundadır diye bir hüküm yoktur DİNİMİZ’DE.Zira münezzehtir kelimesinin anlamı uzak olma,temiz olma manasına gelmektedir.Bende CÜBBELİ AHMED HOCAMIZ’I burada yöneltilen suçlamalardan münezzeh olduğunu yani suçlamalardan uzak ve temiz olduğunu söyledim!O’NU asla ilahlaştırmadım,ilahlaştırmam!bana ve milyonlarca müslümana yönelttiğiniz suçlamalar ile günahımızı almış bulunuyorsunuz.zira ben CENAB’I ALLAH CELLE CELALÜH’TEN başka ilah tanımam,O’NDAN başka ilah yoktur diyen bir mü’min’im kimseye de asla ilahlık yüklemem CENAB’I ALLAH CELLE CELALÜH’E bunlardan ötürü sığınırım. ve böyle diyen müslümanlarda şirk ve kafirlikten münezzehtir yani uzak ve temizdirler!Sizi de bundan ötürü tevbeye davet ediyorum!

Ayrıca siz hiç kimseyi tekfir etmeye yani kafirlik yada şirk yüklemeye kalkmayın!Tekfir etmek dinimizde sadece CENAB’I ALLAH CELLE CELALÜH ve O’NDAN vahiy alarak herşeyi öğrenen PEYGAMBER EFENDİMİZ SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM’İN yetkisinde olan bir şeydir’!Kıble ehli yani namaz kılanlar dinen tekfir edilemez!PEYGAMBER EFENDİMİZ SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM bir kişiye kafir diyen eğer karşısındaki kafir değilse kendisi kafir olur buyurmuştur.Siz bir kişiyi değil bunca müslümanı şirkle itham etmiş bulunuyorsunuz sizin tekfir ettiğiniz şirk yüklediğiniz bunca mü’min ya sizin dediğiniz gibi şirk içinde değilse ne yapacaksınız!?ben onlara kafir demiyorum sadece şirk içerisinde olduklarını söylüyorum diyorsanız şirk kişiyi kafirleştirir!Yani bir kimse şirk içerisinde ise yani mesela bir insanı Allah biliyorsa aynı zamanda kafirdir de!bakınız ayeti kerimeler ne diyor!

Bismillahirrahmanir-rahim
"Şüphesiz ki: "Allah ancak Meryemoğlu İsa Mesih'tir", diyenler kâfir olmuşlardır. Ey Muhammed! Deki: "Allah, Meryemoğlu İsa Mesih'i, anasını ve bütün yeryüzündekileri helâk etmek istese, O'na kim engel olabilir? Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin mülkiyeti yalnız Allah'a aittir. O, dilediğini yaratır. Allah her şeye kadirdir." (Mâide, 5/17)

"Şüphesiz, Meryemoğlu Mesih (İsâ), Allah'ın kendisidir." diyenler kâfir olmuşlardır. Halbuki bizzat Mesih şöyle demiştir: "Ey İsrailoğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin. Çünkü kim Allah'a eş koşarsa, şüphesiz Allah ona cenneti haram kılar."(Mâide, 5/72)
"Allah, şüphesiz üçün (üç Tanrının) biridir." diyenler kafir olmuştur. Halbuki bir tek ilâhtan başka hiç bir ilâh yoktur."(Mâide, 5/73).
Yahudi ve Hristiyanların ilâh inancının, inkârcıları taklitten ibaret olduğu şöyle belirtilir:
"Yahudiler; "Uzeyr Allah'ın oğludur." dediler. Hristiyanlar da: "Mesih (İsa) Allah'ı n oğludur." dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözler olup, güya bununla, daha önce yaşayan inkarcıların sözlerini taklit ediyorlar." (Tevbe, 9/ 30).(alıntı sorularla islamiyet)

Bu durum eğer benden kaynaklı bir şeyse yani yanlış anlamalara sebebiyet verecek şekilde münezzehtir kelimesini kullandı isem beni afvediniz hakkınızı helal ediniz.ben tevbe ettim sizi de tevbeye yeniden davet ediyorum bundan sonrada kimseyi tekfir etmemeyi size şiddetle tavsiye ediyorum!Ama keşke böyle bir şeye kalkışmadan önce biraz araştırma yaparak münezzeh kelimesinin ne anlama geldiğine bir baksa idiniz!

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&kelime=M%C3%9CNEZZEH

ALLAH-U ALEM (CENAB’I ALLAH CELLE CELALÜH en dorğrusunu bilir.)


 

ihvanistanbul

AkhenAton
Katılım
4 Eki 2009
Mesajlar
7,657
Tepkime puanı
2,337
Puanları
113
Konum
istanbul
@mehmet efendi, Sahabenin üstünlüğü ne ile dir?
ben Hz.Ebubekir efendimiz gibi sadaka üstüne sadaka versem onun verdiği bir ekmekle yarışabilir miyim?
 

ömerusta

Kıdemli Üye
Katılım
16 Ocak 2012
Mesajlar
6,913
Tepkime puanı
239
Puanları
0
şu ne olduğu belirsiz sahte karın reklamını yapmayın lutven
 

vertyucek

Üye
Katılım
23 Kas 2012
Mesajlar
88
Tepkime puanı
2
Puanları
8
"Kul hatadan münezzeh değildir" hükmüne uygun hareket etmeyen her müslüman Din-î islam için tehlikelidir." demiştik.

Arkadaşım kim kul hatadan münezzehtir diyor?münezzehtir kelimesine takılarak böyle iddia ettiğimizi sanmayınız.her kul hata yapar.CÜBBELİ AHMET HOCAMIZ’A sorsanız bunu söyler.bende bunu söylerim.yapmadığımız işlerden ötürü bizi suçlamayınız!


"Mahmud efendinin sözü Allah'ın sözü gibidir"


https://www.youtube.com/watch?v=tKiis-TfVrg

Bu videoda Mahmud Efendi’nin sözü CENAB’I ALLAH CELLE CELALÜH’ÜN sözü gibidirden kasıt şudur.bu sözde bir ilahlaştırma yoktur.bu sözde ilahlaştırma olmadığını analamak için biraz tasavvuftan haberdar olmak gereklidir.tasavvufta kişi CENAB’I ALLAH CELLE CELALÜH’E kendisini teslim eder ve CENAB’I ALLAH CELLE CELALÜH’ÜN kudretinde fani olur yok olur.kul bu safhaya eriştiğinde artık kendi istediğini değil CENAB’I ALLAH CELLE CELALÜH’ÜN istediğini söyler CENAB’I ALLAH CELLE CELALÜH’ÜN istediği adımı atar.O’NUN CELLE CELALÜH emir ve yasklarına uymaktan başka birşey yapmaz.işte burada O’NUN sözü CENAB’I ALLAH CELLE CELALÜH’ÜN sözü gibidirden kasıt budur!zaten videoda CÜBBELİ AHMED HOCA EFENDİ bu hususu aydınlatan şu hadisi kudsi ile açıklamada bulunuyor.

Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Allah Teâla Hazretleri şöyle ferman buyurdu:
"Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem."(Buhârî, Rikak 38.)(alıntı:sorularla islamiyet)
______

MAHMUD EFENDİ'NİN HUZURU ALLAH'INKİNDEN EFDALDİR


https://www.youtube.com/watch?v=xrigX_XYJbs

Yine burada tasavvufun CENAB’I ALLAH CELLE CELALÜH’ÜN ayetlerdeki emirlerince sadıklarla beraber olunuz,sizi CENAB’I ALLAH CELLE CELALÜH’E yakınlaştıracak vesileler arayın emrine uymak için bir Mürşide bağlanma ilkesini bilmek gereklidir.Mürşidi Kamil CENAB’I ALLAH CELLE CELALÜH’Ü öğreten alimdir ve onunla beraber,huzurunda olmak İhlas kaidesi (CENAB’I ALLAH CELLE CELALÜH için)ile en büyük ibadetlerdendir.yani işin CENAB’I ALLAH CELLE CELALÜH’ÜN huzurundan daha değerli olması gibi bir şey söz konusu değildir.videoda da bas bas bağırıyor adam İhlas ile (yani CENB'I ALLAH CELLE CELALÜH için) mürşidi kamilin önünde durmak diyor.Yani CENAB’I ALLAH CELLE CELALÜH’Ü öğreten alimin önünde CENAB’I ALLAH CELLE CELALÜH’ÜN rızası için durmak değerlidir.malesef tasavvuf hakkındaki bilgi kıtlığı bu gibi yanlış anlamalara sebebiyet vermektedir.



şu ne olduğu belirsiz sahte karın reklamını yapmayın lutven

Hocamıza karşı bu denli çirkin hitaplar kullanmayınız.Değerli hocamız asla ne olduğu belli olmayan bir sahtekar değildir.sözlerinizi size iade ederim.
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Cübbeli Ahmet ile ismailağa cemaati arasında savaş artık iyice ayyuka çıktı. Cemmatin Şeyhine yakın olduğu söylenen Mustafa Kartal Cübbeli Ahmet'i aağır bir dille böyle eleştirdi.

KENDİ SÖYLEDİĞİNİ KENDİ YALANLAYAN CÜBBELİ AHMET HOCAYA ALDANMAYIN!

Cübbeli Ahmet Hoca, yalan söylemek, iftira atmak ile meşgul olup Cemaatimiz adına bir lekedir.

Cübbeli Ahmet Hoca, 6 aydan aya devamlı fikir değiştiren bir kişidir.

Cübbeli Ahmet Hoca, daha önceleri Masum hocayı tanımıyorum diyordu, dün akşamki açıklamasında ise umre de bir ay beraber kaldık diyor.

Cübbeli Ahmet Hoca, Efendi Hazretlerimiz devamlı kurs açın derken, senin bir tane kursun yok! İnsan utanır da hiç olmazsa bir tane açar.

Cübbeli Ahmet Hoca, kürsüleri ticarethaneye çeviren bir kişi cemaatimizi temsil edemez.

Cübbeli Ahmet Hoca, Efendi Hazretlerimiz talebe kaybetmeyin derken, kürsülerden terlik, kefen satarak yalan söyleyerek talebe kaybetmemize vesile oldun.

Cübbeli Ahmet Hoca, senin menfaatperestliğin başka bir hocada olamaz. Allah seni ıslah eylesin.

Cübbeli Ahmet Hoca, Masum hocamızın nasıl birisi olduğunu sen ismin gibi çok iyi biliyorsun.

Cübbeli Ahmet Hoca, iş adamlarına kefil oldun, insanlar trilyonlarca dolandırıldı. Senin yüzünden bu cemaat çok lekelendi.

Cübbeli Ahmet Hoca, senin sataşmadığın kimse kaldı mı? Cemaatler… Diyanet…

Cübbeli Ahmet Hoca, nefsinin hoşuna gitmeyen herkesi reddeden biri nasıl sözcü olur?

İhvanımıza haykırıyoruz! Bu güzide cemaati lekeleyen kişi Cübbeli Ahmet Hocadır. Cübbeli Ahmet Hoca kendi ifadelerini kendisi yalanlayan, ayarı, çalışması ve sistemi bozuk, Efendi Hazretlerimizin yolunu kirleten birisidir.

Haberartiturk
 
Katılım
9 May 2016
Mesajlar
48
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Konum
istanbul
Hz. Muhammed "cem olun birleşin derken" müslüman bir olsun demek istedi. Şimdi bilmem kaç türlü cemaat var birbirinin gözünü çıkarıyorlar. O ona sapık o ona sapık demekten başka bir şey bilmiyorlar. Ayetleri cımbızla alıp kendi nefsine göre tefsir ediyorlar. Hadis diye sundukları kendi uydurma sözleridir. Hz Muhammed Kur'ana dayalı konuşmuştur. Ayette de dediği gibi ' Muhammed kendi havasından konuşmaz.' Bir gün bir arkadaş dedi gel hocamın sohbeti var. Spor salonunda, bende gittim bir sakallı adam ama şaklaban mubarek milleti güldürüyor. Sanırsın stendapcı, yok hülya avşar oyle dedi boyle dedi. Arkadaşa döndüm dedim. Neden bu islamdan Kur'an'dan bahsetmiyor? Dedi sen anlamadınmi hülya avşar kötü söz söylemiş. Dedim hülya avşardan bana ne, hocaya ne? Onun görevi neyi belli olmayan birini burda ifşa etmesi değil. Ve ordan ayrıldım. Bu hoca cübbeli ahmetmiş. Ve bazen istemesemde arkadaşların evinde onun sohbetlerine denk geldim. Aynı saçma sapan islam dini ile alakasız sohbetler. Kimse hakkında ne iyi ne kötü demem ama Allah bana akıl vermiş değilmi neyin doğru olduğunu neyin yanlış olduğunu bilebilirim. Ne diyor ayette: "Size apaçık Kur'an gönderdik daha akledemiyormusunuz" Allah aklımızı kullanmamızı istiyor biz ise şu hoca bu alim koyun gibi kabul ediyoruz. Çok okumak çok araştırmak lazım yoksa insanlıktan çıkar koyun sürüsü muamelesi görürüz.
 

Hakperest

Kıdemli Üye
Katılım
13 May 2013
Mesajlar
10,139
Tepkime puanı
3,185
Puanları
113
Konum
:::::YerKüre:::::
Fiten hadislerinde alagorik olanlar da vardır, problemli olanlar da vardır.
Bu ayırımı yapmak çok zordur, en iyisi bu konularda yüzeysel kalmaktır.
 
Üst