
Cömertlik ne güzel bir haslet... Hele de rıza-ı ilahi istikametinde hiçbir çıkar gözetmeksizin yapıldığında. Verdiğin şeylerin hesabını yapmadan ihtiyacı olanlara, büyük küçük demeden bağışladığında çok daha büyük anlamlar ifade ediyor. O kadar kolay olmasa da Asr-ı Saadet’ten günümüze bu duyguyu doruklarda yaşayan insanlar olmuş. Evvela insanların en cömerdi Kâinatın Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem) bizzat yaşayarak tüm insanlığa göstermiş bunu. Zira O (aleyhissalatü vesselam) açlıktan karnına taş bağladığı halde eline ne geçtiyse hepsini paylaşmış. O’nun yıldızları olan ashab da aynı çizgiden gitmiş. Nebiler Serveri’nin dostum dediği Hazreti Osman, yüzlerce deveyi bir an bile düşünmeden vermiş. Şanlı sahabi Abdurrahman bin Avf yedi yüz develik malı gözü kapalı teslim ederek cennetle müjdelenme bahtiyarlığına ermiş. Vermenin o eşsiz tadını alanlar bu dönemde de gelmiş. Zira onlardan bazıları arkasında hesabını veremeyeceği hiçbir malı bırakmak istememiş. Bunlardan biri Hacı Kemal Erimez. Yedi sülalesine yetecek zenginlikte olmasına rağmen son yıllarında kiralık bir evde, bir okulun mütevazı odasında yatıp kalkmış. Arkasında dünya namına hiçbir şey bırakmamış. Bir diğeri ticaretten çok iyi paralar kazanıp onlarla zeytin tarlaları, daireler, dükkânlar almış. En sonunda kendisine, Yüce Rabb’imizce emanet olarak verildiğini düşündüğü bütün kazandıklarını asıl sahibinin rızasını kazanmak için harcamış. Bu hususta Peygamber Efendimiz, cömert kişinin, Allah’a, insanlara ve cennete yakın, cehennemden ise uzak olduğunu buyuruyor. Ebû Hureyre’den (radıyallahu anh) rivayet edilen ve Nebiler Serveri’nin ashabına anlatmış olduğu ‘Buluttan Gelen Ses’ kıssası da vermenin Allah katında dereceleri yükselttiğini gösteriyor.
İnfakın değerini bilenlere
Fahri Kainat Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğu anlatılır: Adamın biri bir gün çölde yürürken “Filancanın bahçesini sula” diye buluttan bir ses duyar. Şaşırmış vaziyette işittiklerinin nerden geldiğine bakar. Sesin bir buluttan geldiğini fark edince onu takip eder. Bir de ne görsün! Bulut derhal emredilen yere doğru yönelir ve suyunu taşlık bir araziye boşaltır. Adamın şaşkınlığı devam eder, zira su yataklarından biri, suyun hepsini toplar. Sanki bir şeyler onun, o tarlayı sulaması için elinden geleni yapıyordur. Vakit kaybetmeden adam suyu akış istikametinde takip etmeye başlar. Bir de bakar ki, başka bir adam bahçesinde suyu sağa sola dağıtıp duruyor. Suyu takip eden kişi, bahçedekine “Ey Allah’ın kulu adın nedir?” der. Adam, bulutun bahçesini sulamasını isteği kişidir. Bahçesini sulayan kişi buluttan sesi duyan adama, adını neden öğrenmek istediğini sorar. Yaşadıklarını anlatan adam “Ben bulutun içinden bir ses duydum. Senin ismini vererek ‘Filancanın bahçesini sula’ diye emredildi. Sen bu dereceye erecek ne yapıyorsun? Bahçedeki bulut bile tarlanı sulaman için yağmur boşaltıyor?’” diye söyleyince. Adam ise şöyle cevap verir: “Mademki bunu sordun, söyleyeyim. Ben her yıl bahçemden belli bir miktar mahsul elde ederim. Sonra oturur bir hesap yaparım. En sonunda da ürünümün üçte birini tasadduk ederim. Üçte birini yeriz. Diğer üçte birini de tohumluk olarak bahçeye ayırırım.” der.
Bizler infak etmenin Rabb’imiz katında ne kadar değerli olduğunu pek anlayamıyoruz ne yazık ki. Ancak yaptığımız en küçük bir iyilik Allah katında derecemizin yükselmesine vesile olabilir. Önemli olan sadece O’nun rızasını gözeterek vermenin tadına varmak.