CHP, Yemen’e heyet gönderecek mi?

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
CHP, Yemen’e heyet gönderecek mi?

“Şartlar tamamsa ihtilal meşrudur.”

Bu söz 27 Mayıs darbesinin parolası oldu.

Kışla duvarlarında yankılandı.

27 Mayıs’ı yapıp, Menderes’i asan, anılarında İsmet Paşa’nın bu sözü sarf ettiği gün ihtilalin düğmesine bastıklarını anlatmışlardı.

İsmet Paşa’da 1957 seçimlerinde de başarısız olunca, demokratik yollardan iktidar olamayacağını görmüş, darbenin işaretini vermişti.

İnönü bir yandan askeri kışkırtıyor diğer yandan sokakları harekete geçiriyordu. İsmet Paşa’nın gittiği her yerde olaylar çıkıyor, Türkiye yönetilemez hale geliyordu.

Türkiye’de darbelerin anası olan 27 Mayıs’ın anayasasının başlangıç bölümü de aynı zihniyetin ürünüydü:

“Anayasa ve Hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 Devrimini yapan” deniliyordu.

Sokaklar tekin değildi. Biz de darbeye giden yolların taşları, sokaklarda döşendi.

Kim darbe yapacak önce sokakları harekete geçirdi. 27 Mayıs öncesinde olduğu ve 12 Eylül’e giden günlerde olduğu gibi.

CHP her zaman sandıktan alamadığı meşruiyeti sokaklarda aradı.

CHP her zaman iki şeyi sevdi.

1-Sokakları

2-Darbeyi

12 Mart’tan önce darbeci subaylar, CHP’li senatörler ve darbeci aydınlar el ele vermiş, subayların araçlarında taşınan bombalarla eylem yapan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının üzerinden sokağı harekete geçirip, 12 Mart’a giden şartları hazırlamışlardı. Deniz Gezmiş, aranırken CHP’li bakanın makam aracında saklanmıştı. Ama aynı Deniz Gezmiş, CHP’nin desteklediği 12 Mart darbesinde hem de CHP’li Nihat Erim’in başbakan olduğu dönemde idam edildi.

Birileri darbe yapacak, birileri iktidarlarını kuracak diye üç Fidan’ın idam edilmesi hala içimde bir sızıdır.

Biz de sokağın bir geçmişi var.

Biz de sokağa ve darbeye oynayan CHP’nin bir sicili var.

12 Eylül’e giden günlerde Bülent Ecevit, ”Tribünlerde oturmayın sahaya inin” diye bir çağrı yapmıştı da sahaya inen halk değil, askerler olmuştu.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’da zaman zaman aynı çağrıyı yapıyor. Gezi sürecinde de halkı sokağa davet etmişti.

Geçen hafta da “Direnme hakkı”ndan söz etti. Gençlerin önüne düşüp, direnecekmiş.

Tutmayın Kemal Beyi...

Ne yapsın, seçim kazanma, iktidar olma gibi bir umudu olmadığına göre.

Gelsin sokaklar.

Bir Ana Muhalefet lideri daha seçime girmeden, ”Seçimi kazanma ihtimalimiz yok” der mi?

Söz konusu parti CHP ve Genel başkanı da Kemal Kılıçdaroğlu ise der.

Gazeteci Bekir Coşkun anlatıyor:

“Geçenlerde bir yemekte bir araya geldik Kemal Kılıçdaroğlu ile. Ben Kemal Bey’e; “Seçimde şansınız var mı?” diye sordum. “Yok” dedi. Kendisi dedi bunu. “Biz iktidar oluyoruz diyebilir misiniz?” dedim. “Diyemem” dedi. Bu aslında umutsuzluğumu daha çok artırdı. Şimdi tek umudum ne biliyor musun? Ben bugüne kadar ne desem tersi çıktı. Bugün diyorum ki; “Kemal Bey seçimi kazanamayacak.” İnşallah kazanır. Ama zaten Kemal Bey kazanırsa, en çok kendisi şaşıracak! Uzun süre inanamayacak! Şok filan geçirecek hatta”

Kemal bey üzülmesin. Milletimiz şok geçirmesini istemediği için seçimi kazanmasına müsaade etmeyecek.

Kılıçdaroğlu’ndan önce HDP Eş başkanı Selahattin Demirtaş sokaklara davet etmişti Kürt halkını.

6-8 Ekim olayları nedeniyle tam 51 kişi hayatını kaybetti.

Ama Kemal Bey öyle aktif bir çağrı yapmamış. Hani Gandi Kemal dediler ya... Hakkını yemeyelim, pasif bir direniş çağrısı yapmış.

Adama sormuşlar adın ne diye. “Mülayim” demiş. Sert olsan ne yazar. Önemli olan bir Ana muhalefet partisinin liderinin kafasının arkasında hala sokağın olması. Hala çareyi Meclis’te değil, sokakta araması.

Oysa CHP Başkanlığına geldiğinde CHP’nin sokaktan ve darbeden medet uman tavrına karşı eleştiri getirmişti Kemal Bey.

Gazeteci Murat Yetkin’e, ”Darbe olursa önce tankın önüne ben çıkarım” demişti. Biz de alkışlamıştık. CHP ile darbeler arasına kesin bir çizgi çekmesini istemiştik.

Ancak, ”Darbesever”lik CHP’nin genlerine işlemiş. Öyle ki, Türkiye’de darbe olmayınca, Mısır’a kadar koşmuş, darbeci Sisi’yi kutlayan ilk parti olmuşlardı. Recep Tayyip Erdoğan’ın aynı masada dahi oturmayı zul addettiği darbeci Sisi’yi.

CHP’nin kutladığı darbeci Sisi, seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammet Mursi’yi devirdi. Elinde 5 bin kişinin kanı var. Esma’nın katili o. Ve idam cezası verilen yüzlerce Müslüman kardeşler üyesinin kaderi onun iki dudağının arasında.

CHP için fark etmez. Kimyasal gazla katledilen çocukların katili Esed’in karşısında diz çöküp el pençe divan durmadılar mı? Onurlu bir iş yapmış gibi heyet üstüne heyet gönderip, Esed’le hatıra fotoğrafları çektirmediler mi?

CHP için sevindirici bir haberim daha var.

Biliyorsunuz Yemen’de İran destekli bir darbe oldu.

Husiler, ülke yönetimini ele geçirdi.

4 gün önce de hava fişekler patlatıp, darbelerini kutladılar.

Kutlamalarla ilgili görüntüleri izledim ama CHP’lileri aralarında göremedim.

Mısır’a ilk koşup sisi darbesini kutlayan CHP, Yemen’de geride kaldı.

Şimdiye kadar CHP’li heyetlerin çoktan Yemen’de olup, darbecileri kutlamaları gerekiyordu.

Gecikti.

Merak ediyorum CHP, darbecileri kutlamak için Yemen’e heyet gönderecek mi?

http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/abdulkadirselvi/chp-yemene-heyet-gonderecek-mi-2007774
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Cumhuriyet

1979 yazıydı; aylardan Temmuz...
Ankara Konur Sokak’taki üç katlı binanın merdivenlerini tırmandım. Üzerinde “Yankı Dergisi” yazan kapıyı çaldım.
Salonda, sırtı balkona dönük oturan Yazıişleri Müdürü Ömer Tarkan’ın karşısına kuruldum.
Kalktığımda artık gazeteciydim.
Üniversite 2’ye geçmiştim.
Harika bir büroya düşmüştüm.
Derginin sahibi ve yöneticisi Mehmet Ali Kışlalı gerçek bir okuldu. İlk ustam oldu. Üniversiteden hocam Prof. Ahmet Taner Kışlalı, derginin yazar kadrosundaydı. Girişin tam karşısındaki odadan Hıncal Uluç’un kahkahası yükseliyordu.
Kimler yazmıyordu ki:
Ertuğrul Özkök, Emre Kongar, Mehmet Yakup Yılmaz, Avni Özgürel, Yalçın Küçük, Kurthan Fişek, Hikmet Bila ve diğerleri...
4 yıl çalıştığım Yankı, benim gerçek gazetecilik okulum oldu.

***

Konur Sokak, Başkent’in Babıâli’siydi.
27/7’de Yankı Dergisi vardı.
24/4’te Cumhuriyet Gazetesi...
Balkona çıktığımda Cumhuriyet bürosunu görürdüm.
Ankara temsilcisi koltuğunda Hasan Cemal oturuyordu. Biz yeniyetmelerin efsanesi Uğur Mumcu orada çalışıyordu. Mustafa Ekmekçi’nin odası ziyaretçilerle dolup taşıyordu.
Ve o büro, geleceğin yayın yönetmenlerini yetiştiriyordu:
Sedat Ergin’i, Yalçın Doğan’ı, Ufuk Güldemir’i...

***

12 Eylül, Konur Sokak’a bir tankla çıkageldi.
Yankı’nın askerle arası iyiydi; Cumhuriyet, mesafeli...
11 Kasım günü gazete, yayıncı İlhan Erdost’un askerlerce dövülerek öldürülmesini 7 sütun manşetle verdi.
O gün İlhan Selçuk’un yazısının başlığı şöyleydi:
“Kemalizm ideolojisi muz mudur?”
Öğleyin Cumhuriyet’i “Atatürk’e dil uzatmak”tan kapattılar.
Basın susmuştu. En ufak itiraz yoktu; ses vermek yasaktı.
Gün, “komşu dayanışması” günüydü.
17 Kasım tarihli Yankı, kapağında Nadir Nadi’nin fotoğrafıyla çıktı. O röportajda Nadi, darbenin en sıcak günlerinde askerleri şöyle uyarıyordu:
“MGK’ye yardımcı olmayı görev biliyoruz, ama hoşa gitmeyen yayınlara kızmak, sinirlenmek, yöneticileri yanlış uygulamalara sürükleyebilir.”

***

Dün, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu’nun genel yayın yönetmenliğim için görev çağrısını alınca, Konur Sokak günlerine döndüm.
Karşı balkondan gıptayla baktığım, zorlu günlerdeki cesaretine hayran kaldığım, yazarlarını örnek aldığım Cumhuriyet’i düşündüm.
Şimdi, 12 Eylül’dekine benzer bir baskı döneminde, yine suskunluğa bürünmüş, havuzlarda boğulmuş bir medya düzeninde, özgür, bağımsız basının son kalelerinden birinde, eskisi gibi tehditlerle, baskılarla, davalarla yıldırılmaya çalışılan
o gazetede, üstelik tarihi öneme sahip bir seçimin hemen arifesinde sorumluluk üstleniyorum.
Arkamızda milli mücadeleyle başlayan bir tarih ve bir büyük gelenek var.
Yanımızda, Gezi ruhuyla canlanmış, gençleşmiş, güçlenmiş mücadele azmi...
Başucumuzda, bize ışığıyla yol gösteren, yitirdiğimiz ustaların fotoğrafları...
Bize düşen, sâri bir hastalık gibi yayılan umutsuzluk, yılgınlık dalgasını kıracak bir cesaretle, gazetenin -istisnasız- bütün birikimini sahiplenip seferber etmek, onu yeniliklerle beslemek, dayanışma içinde, daha geniş kitlelere ulaştırmaya gayret etmek...
35 yıl önce, Cumhuriyet manzaralı bir büroda mesleğe ilk adımlarını atan o stajyer muhabirin heyecanıyla başlıyorum işe..
Aynı kararlılıkla, aynı inançla...
(Not: Ada, 1 Mart’a kadar tatile çıkıyor.
O güne kadar gazetede kampa gireceğiz.)

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/210487/Cumhuriyet.html
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Dert, Zirveye Tırmandı

Türkiye’de rejimin oldum bittim tehdit saydığı, karşısına aldığı, mücadele ettiği iki kesim var:
Siyasal İslam ve Kürt hareketi…
Halkın oy verdiği ilk Cumhurbaşkanlığı seçiminin galibi bu iki kesim oldu.
Siyasal İslam, Erdoğan’la Köşk’e çıkarken, Kürt hareketi Demirtaş’la en büyük başarısını yakaladı.
Bu seçim sonucu sisteme, “Ben nerde yanlış yaptım” şarkısını söyletmelidir.

Tren Köşk’e taşıdı
İkinci kriz noktası; Erdoğan gibi, demokrasiyi nihai amaca giden bir tren sayan ve hedefe vardığı an o trenden atlayan birinin demokratik bir ülkenin zirvesine tırmanmasıdır.
Demokrasiye, laikliğe, özgürlüğe inanmadığı hem söyleminden hem eyleminden belli biri, laik-demokratik-özgürlükçü bir ülkenin zirvesinde nasıl oturabilecektir?
Her konuşmasıyla muhaliflerine hakaret eden, her ağzını açtığında nefret yayan, mezhep ve ırk ayrımcılığı yapan, ötekileştiren, dışlayan bir anlayış, sırtında yolsuzluk dosyalarının ağırlığıyla ve ülkenin yarısının oyuyla ülkenin tamamını nasıl temsil edecektir?

Dert zirveye tırmandı
Sistemi krize sürükleyecek üçüncü nokta, Erdoğan’ın anayasada tarif edilen Cumhurbaşkanlığı kalıplarını hiçe sayarak kendisine padişah kaftanı giydirecek bir başkanlık sistemini dayatması olacak.
Orada da dikişlerin atması, beklenen sonuç…
Özetle; “Dert, zirveye tırmandı” diyebiliriz.

Çatıda çatlak
CHP açısındansa yanlış tercihle gelen ağır bir kriz var ortada…
Erdoğan bıkkını kitleleri safında toplamak, doğal müttefiklerine, dışlanan Alevilere, barış arayışındaki Kürtlere, Gezicilere, gençlere, solculara kucak açmak, yeni bir toplum arayışını öne çıkarmak yerine, CHP -yerel seçimde olduğu gibi- merkez sağa yanaşmayı ve pekâlâ AKP adayı olabilecek bir ismi çatıya çıkarmayı seçti.
Yenildi.
“Memlekete dindar lazımsa bizde daha iyisi var” yaklaşımı, her taklit gibi aslını besledi.
CHP-MHP adayı, antidemokratik seçiliş yöntemiyle de, “Tıpış tıpış gidip vereceksiniz” söylemiyle de yanlıştı. O yüzden de çatıyı oluşturan partilerin toplam oyuna bile yaklaşamadı.
Her şeye rağmen alınabilen yüzde 40’a yakın oy, “Erdoğan gitsin de ne olursa olsun” diyenlerin desteğiyle, yalnız bırakılan İhsanoğlu’nun samimiyetinin ve gayretinin eseridir.

Demirtaş umudu
Seçimin geleceğe yönelik tek umut veren sonucunun Demirtaş’ın yüzde 10’a yaklaşan oyu olduğu söylenebilir.
Demirtaş, gerek Kürt hareketinin Türkiyelileşmesi, gerekse Kürtlere uzak duran kesimlerin yakınlaşması açısından tarihi bir rol oynadı. Toplumdaki barış iştahını kanıtladı. Partisinin oyunu ikiye katlayarak, hem önümüzdeki çözüm süreci için elini güçlendirdi, hem tüm ezilenlere hitap eden bir söylemin, büyütme ve bütünleştirme potansiyelini gösterdi.

Çankaya düştü ama…
Şimdi zorlu bir süreç başlıyor.
Erdoğan, yılların tecrübesi ve devlet+medya desteğiyle yürüttüğü gayet organize ve zengin kampanyasında, adı sanı duyulmamış bir aday karşısında, yüzde 57’ler mertebesinde gösterilen oylarının gerisinde kalarak ve salt çoğunluk barajını kıl payı aşarak seçmenden “Köşk’e git, ama uçma” mesajı aldı.
Unutmayalım ki tatildeki seçmenin bir kısmı yerinden kımıldayabilse ve oyların yüzde 2’si Erdoğan’a değil, İhsanoğlu’na gitse Başbakan çıtanın altına düşecekti ve bugün ikinci turu konuşuyor olacaktık.
Bugün Cumhuriyet’in manşeti, Erdoğan’ın Köşk’te pek huzurlu oturamayacağının, kolayına anayasayı değiştirip Başkan olamayacağının ilk işaretlerini veriyor.
Çankaya düştü.
Ama bu ateş, seçime kadar düşmez.

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/104401/Dert__Zirveye_Tirmandi.html
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
CHP Tıpış Tıpış Sola Dönmeli

Merkez solun 64 yılda girdiği seçimlerdeki oy yüzdeleri şöyle:
1950’de 39,4.
1954’te 35,3.
1957’de 41,1.
1961’de 36,7.
1963’te 36,2 (yerel).
1965’te 28,7.
1968’de 27,9 (yerel).
1969’da 27,3.
1973’te 33,3.
1973’te 37 (yerel).
1977’de 41,3.
1977’de 41,7 (yerel).
1983’te 30,4 (Halkçı Parti).
1987’de 32,5 (SHP+DSP toplamı).
1989’da 38 (SHP+DSP toplamı) (yerel).
1991’de 31,5 (SHP+DSP toplamı).
1994’te 27,7 (SHP+DSP+CHP toplamı).
1999’da 30,8 (DSP+CHP toplamı).
2002’de 20,5 (CHP+DSP toplamı).
2004’te 25 (CHP+SHP+DSP toplamı) (yerel).
2007’de 26 (CHP+DSP toplamı).
2009’da 23,1 (yerel).
2011’de 25,9.
2014’te 25,5.

***

Karneden görüldüğü gibi, merkez solda oy oranı yüzde 20-40 bandında gidip geliyor.
64 yıllık tarihçede çıtanın en çok düştüğü yıl, 2002…
Solun dibe vurduğu o yıl, AKP iktidar oldu.
Yüzde 40 çıtasını ise iki kez aşabilmişler:
1957’de İsmet İnönü ile…
1977’de Bülent Ecevit ile…
Bu iki zirveyi iyi analiz etmek gerek.
Bir defa, görünen o ki, söylendiği gibi darbe sonralarının avantajlı partisi değil CHP…
Hatta tersine… 1961 ve 1980 müdahalelerinden 3’er yıl önce çıkış yakalamış sandıkta; sonrasında gelen her iki müdahale de 1960’larda ve 1980’lerde yükselişi durdurmuş.
Yani darbeler, CHP’ye yaramamış.
1957, Menderes’in inişe geçtiği dönemdi. Tarihi tahterevalli işlemiş, ekonomi tıkandıkça siyasette baskı artmıştı. Ve İsmet Paşa, bu baskının yol açtığı tepkiyi, CHP rüzgârına çevirmeyi başarmıştı. 27 Mayıs’ta müdahale yerine seçim olsa, belki CHP tek başına iktidardı; müdahale sonrası koşullarda koalisyona razı oldu. Ve Batı’da solun altın yılları sayılan 60’larda eridi.

***

1971 darbesi farklı…
O darbe, tersine CHP’ye ivme kazandırdı.
Neden?
Çünkü Ecevit, darbeye açıktan karşı koydu ve o sayede parlayıp 1973-77 tırmanışına imza attı. Kıbrıs harekâtının rüzgârını da sırtlayıp adını dağlara yazdırmayı, bir umut yaratmayı başardı.
Tabii 77 zaferinin başka dayanakları da vardı:
Bir defa seçkin bir aileden gelen Ecevit, seçkinci değil halkçıydı. CHP’nin, “tepeden inmeci değil, temelden yükselmeci bir solculuk” yapması gerektiğine inanıyordu.
İkincisi, iktidar yolunu ilerici subayların müdahalesinde arayan asker-sivil darbecilerden tamamen kopmuştu. Kontrgerillanın hem hasmı, hem hedefiydi.
Üçüncüsü, alternatif bir kalkınma modeli doğurmuştu.
Beğenilsin, beğenilmesin, tekelci sermayeye karşı sendikalara, kooperatiflere, halk ortaklıklarına, küçük işletmeciye, köy-kentlere dayalı bir halk sektörü öneriyordu.
“Toprak işleyenin, su kullananın” vaadi, ortanın solunda kullanılmış en radikal slogandı.
CHP, Batılı sosyal demokrat partiler gibi, arkasına sendikaların desteğini almış, yüzünü kentlere dönmüş, TİP tabanından olduğu gibi AP tabanından da oy devşirerek 1977’de tek başına iktidarın eşiğine gelmişti.

***

Yukarıdaki karne, 2000’lerdeki eriyişi açıkça ortaya koyuyor. Parti, yüzde 25 çıtasının oralarda can çekişiyor.
Bu tablonun bize öğrettiği şu:
CHP ne zaman darbeci zihniyetten ve merkezden uzaklaşıp baskıya direnen, alternatif üreten, değişim isteyen, sivil, halkçı, sol bir çizgiye yaklaşsa, kitlelerden oy aldı.
Merkeze yamanmalar, darbeler, bölünmelerse partiyi eritti.
Bu tarihsel bilanço, Türkiye’nin en hayati seçimine doğru gittiğimiz dönemde CHP’nin yapması gerekeni de ortaya koymuyor mu?

***

“Merkez sol” lafı bile sorunlu…
Eskiden polis işkencesi için, “Götürürler ‘Merkez’e/dövdürürler herkese” diye bir tekerleme söylenirdi.
CHP’yi belediye ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde merkeze götürenler, seçmene dövdürdüler. Sonucu gördüler.
Bundan böyle yapılması gerekeni Kemal Kılıçdaroğlu tabiriyle söyleyeyim:
“Adam gibi, tıpış tıpış” sola dönmenin vaktidir.

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/114963/CHP_Tipis_Tipis_Sola_Donmeli.html
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Din Dersi Boykotuna!

Önceki gün Küçükçekmece’deki Garip Dede Türbesi’nde bir Alevi dedesi ile görüştüm.
Çocuğunu ilk gün okula yollamış. Din dersinde hoca sınıfa girer girmez, “İyi günler öğretmenim” diyen çocukların sözünü düzeltmiş:
Bundan böyle “Hayırlı günler” demelerini tembihlemiş.
Sonra da Sübhaneke duasını öğretmeye girişmiş.
“İlk derse girdi ama bundan sonra hiçbir din dersine girmeyecek” dedi dede…
Kişisel bir tasarruf mu?
Değil, kitlesel bir karar bu…
Aleviler, Sünnilik eğitimine karşı demokratik mücadeleye hazırlanıyor.
“Bedeli ne olursa olsun”, dayatmaya direnecek, zorunlu din derslerine girmeyecekler.

***

Haksızlar mı?
Kesinlikle haklılar.
Daha geçen hafta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’den 14 başvuruyu karara bağladı ve istemeyen öğrencilerin zorunlu din dersinden muaf tutulması gerektiğine hükmetti.
“Devlet dini konularda yansız ve tarafsız olmalıdır. Zaman geçirmeden zorunluluk kaldırılmalıdır” dedi.
Başbakan ne cevap verdi:
“Ben Marksist olmadığım halde, iktisat eğitimi alırken Marx’ı okudum. Bir ateist dahi bilgi sahibi olmak için din dersi almalı.”
Bu cevap üzerine Twitter’da “Marksizm zorunlu ders olsun” kampanyası başladı.

***

Şaka bir yana bu cevap devletin, ders kitaplarının içeriğini de Alevilerin şikâyetini de umursamadığını gösteriyor.
Oysa ulusal içtihadın üstünde olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının, devletler için bağlayıcı olduğunu biliyoruz.
Hükümet, evrensel hukuku hiçe sayma pahasına Sünnilik eğitimine devam etmeyi düşünüyor anlaşılan...
O zaman geriye bir tek yol kalıyor:
Sivil itaatsizlik.
Çocuklarımızı “sorunlu” din dersine yollamak zorunda değiliz.
Size “hayırlı günler” öğretmenim!

Her yönden sıkıştılar
Cumhurbaşkanı’nın BM Genel Kurulu’nda, seyircisiz maça çıkmış takım gibi boş sıralara konuşması, içerde onu “dünya lideri” diye pazarlayanların yelkenlerini suya indirmiş olmalı.
Bu Türkiye’nin, Ortadoğu politikasıyla hem Batı’da, hem bölgesinde, hem İslam dünyasında yalnız kaldığının resmidir.
Peşi peşine feci hatalar yaptı Türkiye…
İkisini, dün Yeni Şafak’ta Ali Bayramoğlu yazdı:
Esad’ın hemen yıkılacağını zannetti.
Ve IŞİD’i destekledi.
IŞİD dünyanın ve kendisinin başına bela olunca da arada kaldı. Belayı görmezden geldikçe Batı’da “terör destekçisi” sayıldı; geri adım atıp IŞİD’i kınamaya kalktığında ise hem Batı’da ciddiye alınmadı, hem de IŞİD’in tepkisiyle karşılaştı.
Şimdi ABD’nin IŞİD saldırılarının Esad’ın elini daha da güçlendirmesi, Ankara’da hepten uykuları kaçırıyor.
Kürt cephesine gelince…
Şu anda Türkiye’nin güney sınırını Kürtler koruyor. Buna rağmen Türkiye, IŞİD’e verdiği destek nedeniyle onlarla da arayı açmış durumda… Ve bu durum, içeride barış sürecini de tehdit eder hale geldi.
Karayılan, üç gün önce “Kobane saldırısıyla süreç bitmiştir” dedi.
İmralı’ya gidecek heyet de bakanları ziyaretinde, “Süreci zorlayacak bir aşamaya gelindiğini” söyledi.
“Paralel mücadele”de de hükümetin durumu iyi görünmüyor:
HSYK için Yargıtay’da yapılan seçimi kaybettikten sonra HSYK seçimini de kaybedeceklerini anladılar. Utku Çakırözer’in, dünkü Cumhuriyet’te Yalçın Akdoğan ziyaretinden aktardığı bilgiler, orada da telaş yaşandığını, daha şimdiden seçimi tanımama bahanelerinin, referanduma sığınma çarelerinin arandığını gösteriyor.
Sizce bu kadar köşeye sıkışmış bir iktidarı, 10 yaşında bir kız çocuğunun örtüsü kurtarabilir mi?

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/123588/Din_Dersi_Boykotuna_.html
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Darbeyi Askerden Değil, Polisten Bekleyin

Türkiye’de üç kuşak bu soruyla büyüdü.
Sosyal uyanış, iktisadi büyümenin önüne geçtiğinde, muhalefet gemlenemez hale geldiğinde, siyasi tansiyon yükseldiğinde hemen gözler Genelkurmay’ın pencerelerine çevrilir,
“Paşalar toplandı”, “Asker rahatsız” manşetleri atılırdı.
Zamanla güç dengeleri değişti; askeri vesayet bertaraf edildi, ordu kışlasına çekildi.
Darbe lafı tedavülden kalktı.
Taa ki Öcalan, ekim başında, “Kobani düşerse Türkiye darbe sürecine girer” diyene kadar…
Bu açıklamadan hemen sonra sokaklar karıştı, “Tek cenaze gelmiyor” tesellisiyle giden barış süreci, onlarca cenazeyle gölgelendi. Ve sokağa çıkma yasaklarının hemen ardından getirilen baskı yasalarıyla, devlet içindeki güvenlikçi refleks yeniden devreye girdi.
“Bir darbe sürecine girildi.”

***

Muhtemelen Öcalan, “darbe süreci” öngörüsünü yaparken, devlet içinde, müzakerelere ayak direyen derin odakların provokasyonlarını kastediyordu. Ancak yeni yargı paketiyle polisiye tedbirleri devreye sokan, bizzat hükümet oldu.
Daha önce getirdikleri nispi demokratikleşme paketini tersyüz edip polis devletine doğru ciddi bir adım attılar.
Sıkıyönetim dönemlerinden kalma bir alışkanlıkla, “kişi hürriyeti”nin karşısına “devlet güvenliği”ni koydular.

***

Ben, bir askeri darbe sürecine girdiğimizi düşünmüyorum.
Ancak bir polis darbesine doğru gidildiğinden kaygılıyım.
AK Parti, askerin dişini söktükten sonra, ona rakip bir polis gücü yaratmaya koyuldu.
İktidara geldikten sonra Emniyet mensubu sayısını yüzde
50’ye yakın oranda artırdı. 750 bin askeri olan Türkiye’de, 350
bin kişilik bir polis ordusu yarattı.
Kişi başına düşen polis oranında, dünyada Rusya’dan sonraki en güçlü polis teşkilatı kuruldu.
Polisin sayısı artırılırken, teçhizatı da güçlendirildi.
AK Parti iktidarında 26 bin zırhlı/zırhsız araç alındı. Teşkilat, helikopterlerle, TOMA’larla, Kobra’larla donatıldı.
2014’te Emniyet’in bütçesi, bir önceki yıla göre yüzde 12.5 artırılarak, 17.5 milyar liraya çıkarıldı. Böylece Milli Savunma’nın 22.5 milyar liralık bütçesine yaklaştı.
Son olarak TSK kontrolündeki Jandarma’nın da İçişleri Bakanlığı’na bağlanacağının açıklanmasıyla, hükümet kontrolünde bir kır polisi oluşturulmasına zemin yaratıldı.
Bu, İçişleri Bakanı’nın emrinde, yaklaşık 200 bin kişilik yeni bir silahlı güç anlamına geliyor.
Yani, sayıca askere denk bir polis ordusu… Giderek güçlenen özel güvenlikçileri saymıyorum bile…

***

Geldik “son darbe”ye:
Bu devasa ordu, Kobani eylemleri bahane edilerek, son derece geniş yetkilerle donatılıyor şimdi...
Baskı rejiminin ipleri sıkılaştırılıyor.
Polisin sizi, evinizi araması, telefonunuzu dinlemesi için daha önce “somut delillere dayalı, kuvvetli şüphe” bulması gerekiyordu; hükümet, yeni yargı paketinde, kendi getirdiği reformu geri çekti. Artık arama, dinleme için somut kanıt gerekmeyecek; polisin kendince bulacağı “makul şüphe” yetecek.
Halen polis, savcı onayı olmaksızın gözaltı yapamıyor; yeni düzenleme ile savcı onaylamadan istediği kişiyi 24 saat gözaltına alabilecek.
Bu düzenlemelerin gerekçesini, dikta dönemlerinden hatırlıyoruz:
“Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs…”
Son düzenleme ile darbelerin yasal kılıfı sayılan “Cumhuriyeti koruma-kollama yetkisi”, ordudan alınıp Emniyet’e verildi.
Biz, “Asker darbe yapar mı”yı tartışaduralım, polis, kendi devletinin zeminini kurdu bile…

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/133685/Darbeyi_Askerden_Degil__Polisten_Bekleyin.html
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Kavga Yetmedi mi CHP?

Tamam CHP, iktidar partisi gibi faşizan genetiğe sahip bir tek adam partisi değil…
Tamam CHP’de koşulsuz boyun eğme, itirazsız itaat, “Haklısınız efendim” geleneği yok.
Tamam CHP teksesli değil, çoksesli bir toplum hayal ediyor; ona uygun yapılanıyor.
Bütün bunlar iyi de…
Bu kadar çokseslilik de çok değil mi?
İtaat olmaması güzel de, kavgasız gün geçmez mi?
“Haklısınız efendim” demesinler de, her gün “Haksızsınız” koroları yükselmek zorunda mı?

***

Cumhuriyet tarihinin en baskıcı, en şaibeli hükümetiyle, yolsuzluğu suçüstü belgelenmiş iktidarı ile karşı karşıyayız.
Lakin bunu göstermesi gereken medya kuşatmada, hukuk ayaklar altında…
Toplum, iğneli yatakta yoğun bakıma alınmış bir hasta gibi huzursuz…
Gençler ayakta; işçi, madenci, köylü öfkeli, meslek örgütleri tepkili…
Gözü kararan iktidar, eski işbirlikçilerini karşısına almış, peş peşe hata yapıyor.
Batı, başta “ılımlı İslam” diye iltifat ettiği yatırımını çoktan gözden çıkarmış, ha bire eleştiriyor.
Yani bir muhalefet partisinin gümbür gümbür iktidara yürümesi için her koşul mevcut…

***

Bu koşulda ne beklersiniz?
Her gün CHP’ye kitlesel katılım törenlerinin yaşanmasını, partinin isyankâr kitlelere kucak açmasını, tüm muhalifleri tek çatı altında toplamak için çaba harcamasını, hükümete karşı bir alternatif sunmasını ve giderek iktidara yürümesini değil mi?
Nerdee?
Tersine…
Her gün ya bir istifa haberi geliyor partiden ya da “Yeni istifalar yolda” dedikodusu…
Ya bir belediyeden kavga sinyali, ya bir milletvekilinden itiraz demeci…
CHP, kendi kuyruğunu yemeye çalışan bir canavar gibi, iktidarı bırakmış, kendiyle uğraşıyor.

***

Kürt sorununda girilen sürecin neresindeler? Devam edeceklerse nasıl, vazgeçeceklerse nasıl bir çözüm öngörmekteler?
Geliyorum diyen ekonomik daralmayla nasıl baş edecekler?
AK Parti sonrası rehabilitasyon döneminde, nasıl bir yol haritası izleyecekler?
Hangi yatırımları sürdürüp hangilerinden vazgeçecekler?
Tamamen politize olmuş yargıya, polise, eğitim kadrolarına nasıl söz geçirecekler?
Kredi batağına sıkışmış ve o batakta iktidara oy vere vere kendini kapana kıstırmış kitleler için nasıl bir çare üretecekler?
Medyaya müdahale etmeden bu rezaletin son bulması için ne tür özgürlükler getirecekler?
Seçimde kimlerle, nasıl ittifaka girecekler?
Grup toplantılarında, TV tartışmalarında, basın açıklamalarında bu konulara değindiklerini görüyor muyuz hiç?
Ya da “Onun istifası kayıp değil”, “Bu zaten partiye zarar veriyordu”, “Diğerinin kendi görüşüdür” dışında bir açıklama?

***

Tamam, biz mütemadiyen liderinin ağzına bakan, tek işaretle konusunu bile bilmediği yasalara el kaldıran bir kurşun askerler partisi istemiyoruz; ama gençlerin sokağı ayağa kaldırdığı, muhaliflerin her şeyi göze alarak bayrak açtığı bir dönemde ha bire kendini ufalayan, kitleleri sokağa çıkarmayı bırakın, astığı afişi bile koruyamayan bir ana muhalefeti de hak etmiyoruz.
Seçime gidiyoruz. Bir şey yapmayacaksanız da, hiç değilse kavganızı bir süre dışarı yansıtmayın.
Ayıp oluyor.

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/168325/Kavga_Yetmedi_mi_CHP_.html
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
İnadına soyunun, AK Parti’den kurtulun!...

Teknik bir arıza sebebiyle Marmaray seferleri 16 dakika durdu... Binlerce insan yollarda kaldı... İşlerine gidemediler... Acıkanlar yiyemediler..., Hastalar fenalaştı..., Çoluk çocuk yollarda aç biilaç sefil oldu... Japon mühendis harakiri yaptı... Dolar’ın ateşi yükseldi..., FED, ‘Marmaray durağan!...’ dedi... Fitch kredi notunu; ‘B artı’dan ‘Ğ eksi’ye indirdi... Sonra da diren zart, tren zurt oldu...

İstanbul’un şu semtine boruların yenilenmesi sebebiyle 5 saat su verilemedi..., 5 saat kimse duş alamadı, sifon çekemedi, hastalık korkusu başladı...

Rüzgar çıktı, çatı uçtu... Deniz ve havayolları seferleri iptal oldu...

Yağdı yağmur, çaktı şimşek..... Üsküdar’da denizle yol birleşti, her taraf göl oldu...

Netice?!...

‘Hükümet istifa..., Erdoğan diktatör!...’

Bu böylece uzayıp gider...

Muhalif medyanın hali perişanı bu...

Sürekli yenilmişlik hissine kapılan, ve zamanla aşağılık kompleksine düçar olan muhalefetin şirazeden çıkmış, şakulü kaymış halidir bu...

Adamlar bayağı hasta yahu...

Şimdiye kadar statükonun saltanat kayığında zevküsefa içinde yaşayan Kemalist burjuvazi AK Parti iktidarıyla birlikte ekmeği, sermayeyi ve idareyi Anadolu ile paylaşmak zorunda kaldı...

Darbeler ve ara rejim dönemleri bitmiş... Yüksek yargıyla siyasi iradeye direkt müdahale mümkün değil... Çok güvendikleri ‘Üst Akıl’ın acil durumlar için kullanmak üzere beklettiği ‘Paraleller’ de yamuldu...

Tek çare sandık, siyaset, parlamento...

Lakin CHP’nin durumu da ortada...

Ekseni kaydırdılar, ama bir türlü oturtamadılar... Yeni çatı çalışmaları sürüyor... Ulusalcı Kemalist, milliyetçi, liberal sosyalist, solcu ülkücü, muhafazakar laik..vs, eksenlerinde dönüp dolaşıyorlar...

Muhalif medya ne yapsın?...

‘Yağdı yağmur, çaktı şimşek’ tadında haberlere devam... Marmaray durdu.., Davutoğlu takke taktı.., Saraydı, Külliye oldu..., Çipras gelse CHP uçar mı?!... Ama, hükümet istifa, Erdoğan diktatör!...

Herifler çıldırmak üzere...

Çağdaş bir Atatürkçü allame çıkmış, ülkeyi kurtarmak için ‘İnadına mini etek, inadına dekolte giyinin!...’ diyor...

Yetmez ulan!...

Tamamen soyunun!...

İnadına!...

Bakın görün halk sandıkta nasıl size oy veriyor?!...

Twitter.com/hikmetgenc

http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/hikmetgenc/inadina-soyunun-ak-partiden-kurtulun-2007604
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Balıkları yemleyerek iktidar olma procesi!...

‘Bu CHP’nin iktidar olmak gibi bir derdi yok’ deyip duruyoruz...

‘Hiçbir projeleri yok... Üretmeye de, çalışmaya da niyetleri yok...’ diyoruz...

Tembellik diz boyu... Başkaları tarafından hazırlanmış projelerle seçimlere giriyorlar... (Geçen sene yerel seçimlere Pensilvanya’nın ‘Çılgın Tape Projesi’yle girdiler... Sıra cumhurbaşkanlığı seçimine geldi, bu sefer de eloğlunun ‘herkesi kucaklayacak çatı’ martavalıyla kakaladığı ‘ithal aday’ projesine razı oldular...)

Yahu bırakın proje, politika üretmeyi.., adamlar başkan değiştirirken bile fazla uğraşmıyorlar... Bir tape ile koltuk sahibini buluyor!...

Tape dedik de, aklımıza gelmişken söyleyelim; Kılıçdaroğlu’nu CHP’den ayrı tutmak, hakkını yememek lazım...

Çabalıyor, kendi çapında bir şeyler yapmaya çalışıyor... En azından gittiği her yerde vatandaşa ‘bize 4 yıl fırsat verin, ülkeyi yönetelim...’ diyor... Mütevazı da ayrıca, fazla istemiyor, sadece 4 yıl!... (Eh, ‘istemek, başarmanın yarısıdır’ derler!...)

Geçtiğimiz günlerde Şanlıurfa’daydı Kılıçdaroğlu... Ziyareti sırasında Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı yer olarak bilinen Balıklıgöl’e uğramış... Orada dilek tutup balıklara yem atmış... ‘Dileğiniz neydi?..’ diye sormuşlar... ‘Halkçı bir iktidar diledim, İnşallah...’ demiş... (Keşke direkt; ‘Cumhuriyet Halk Partisi’ deyeydi... ‘Halkçı’ deyince balıklar; halkın en çok tercih ettiği ‘AK Parti’yi anlamasın?!...)

Diyorum ya, Kılıçdaroğlu dilek tutuyor, istiyor, çabalıyor...

Sandıkta.., olmadı sandık dışı.., ama bir şekilde iktidar olmak istiyor...

Bu minvalde yeni bir projesi de var...

‘Bu süreç biraz daha hızlanarak giderse, halkın direnme hakkı ortaya çıkacaktır!...’

Yani direnerek, halkı sokağa dökerek iktidar olacak...

İç Güvenlik paketini eleştirirken de ‘Halkı sokağa dökme’ projesine atıfta bulunuyor; ‘Ben bunların (gençlerin) önünde yürüyeceğim!...’ (Gezi’de de alınlarından öpmüştü nitekim...)

Yürü be Kemal abi, kim tutar seni...

Vatandaştan 4 yıl istemeye devam et... (Aslında 1-2 yılla başlasan daha iyi olur... Hani alıştıra alıştıra söyle, vatandaşın gözü korkmasın!...)

Aslında İslam’da bidat’tır ama CHP’yi bağlamaz diye söylüyorum;

Dilek tutmaya, balıklara yem atmaya devam et...

Bursa’ya gidersen ‘Yeşil Camii’deki havuza arkan dönük bir şekilde (CHP iktidar olsun dileğiyle) bozuk para at...

Seçimlerden önce Zuhuratbaba Türbesi’ne uğra 276 sandalye için şeker dağıt!...

Telli Baba’ya uğra, iktidarsızlıktan kurtulmak için ‘tel’ ada... (Teli uzun tut, Meclis'teki sandalye sayın fazla olsun...)

Çamlıca’da dilek taşına taş yapıştır...

Kağıttepe’de bir türbe bulursan çaput bağla...

Pensilvanya’ya himmet gönder, sana şefaat etsin, iktidara beddua okusun, belki tutar!...

Sonunda da git Anıtkabir’e, Ata’ya iktidarı şikayet et...

Sandıklar açılırken totem yap!... (Totemin tutması için senin de CHP’ye oy vermiş olman lazım, unutma!...)

Senin adın Kemal,

Sen yaparsın abi!...

...

Twitter.com/hikmetgenc

http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/hikmetgenc/baliklari-yemleyerek-iktidar-olma-procesi-2007755
 
Üst