Cemal Şakar / Yol Düşleri

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
hikayat.jpg


Basım Tarihi 2010-9

Çağdaş Türk öykücülüğünün usta isimlerinden Cemal Şakar, Hikâyât isimli bu eserinde kısa öykü türünün örneğini ortaya koyuyor. Bazen birkaç cümleden bazen de bir paragraftan oluşan kısa öyküler, Türk edebiyatında başlıbaşına bir tarz olarak görülmektedir. İfadelerin sıkılmış, damıtılmış haliyle şiire yaklaşan bu tarz, okuru düşünmeye ve yorumlamaya sevk etmektedir. Cemal Şakar bu kitabındaki kısa öykülerin ortak konusunu Kur’an kıssalarından seçmiştir. Kitabı oluşturan kısa öykülerin herbiri bağımsız olmakla birlikte, konu olarak bütünlük göstermektedir. Kur’an’da anlatılan olaylardan yola çıkarak okuru düşünmeye sevk eden bu öyküler edebi bir tür olarak az görülen kısa öykü türüne iyi bir örnek oluşturmaktadır.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
İnkara mazeret ararken...

Ey Musa! Doğrusu Allah'ı kendi gözümüzle görmedikçe sana asla inanmayacağız, demişlerdi. Oysa Allah'ın yardımını, ihsan ve in'amını, lütuf ve keremini ayetlerle defalarca görmüşlerdi.
Görmüşlerdi; ama Elçi'nin getirdiklerini onaylamak yerine; gözleriyle gördüklerine, elleriyle dokunduklarına inanmak daha kolaylarına geliyordu.
İnkârlarına mazeret arıyorlardı ki; tam o an; neler oluyor diye etraflarına bakınırken; bir yıldırım; bir ceza onları aniden; oracıkta kıskıvrak yakalayıvermişti. (Hikâyât/Sâika)




Elindeki her taş cennetten

İlk kez bir cipe taş attığında, kendini ne kadar da büyümüş hissetti.
Eline aldığı her taşın cennetten geldiğine inanıyordu.
Attığı her taşla kalbinde güller açıyordu.
Cip yine aynı yerde konuşlanmıştı.
O yine aynı mesafeden taşlar atıyordu.
Birden minicik ellerindeki taşlar yere doğru süzülüvermişti. Etrafında kimseler kalmamıştı.
Düşmüştü.
Kalkıp kaçmaya yeltendi.
Yapamadı. Gücü yoktu. Damarlarındaki gücü asfalta akıyordu.
Kafasının etrafında minik bir göl... bir gül. (Hikâyât/Gül)
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Cemal Şakar’ın Hikâyât isimli eseri Ferfir yayınlarından çıktı. Kitaptaki öyküler, edebiyatımızda çok fazla örneği olmayan bir türe ait: Kısa kısa öykü. Büyük bir kısmı Kur’an kıssalarından yola çıkılarak yazılan kısa kısa öyküler Cemal Şakar’ın öyküdeki ustalığının da birer nişanesi aslında. Yazar Hikâyât’da zor olanı başarıyor. Ağırlıkla bireyin iç çatışmalarından, yalnızlığından, yabancılığından yola çıkarak yazılan modern öykü ile hissesi ağır basan, yol gösterici, ibret levhası sayılabilecek kıssayı bünyesinde zarafetle barındıran bir kitaba imza atıyor. Bir tarafta kâh kalbimizi genişleten kâh yumruk gibi boğazımıza düğümlenen ayetler, hadisler diğer tarafta dil işçiliği, literatüre hâkimiyeti ve kelime ekonomisindeki titizliğiyle bilinen usta bir öykücü. Tahkiyenin neredeyse hiçleştiği, anlamın söylenen ve söylenmeyen her kelimeyle çoğaldığı bu zor türde nadir ortaya çıkan iyi eserlerden birini okumak istiyorsanız Hikâyât’ı kaçırmayın.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45




Cemal Şakar, Yazının Gizlediklerini yazdı


Mehmet Akif: "Kucaklaşır medeniyyetle din tamâmiyle", 'Gerisini emanetçilerim düşünsün", Topçu'da Turk-İslâm harikası olarak millet ve milliyetçilik, Yahya Kemal: "Şiir, şiir olsun kâfi derim", Nuri Pakdil: "Bağışlamıyor toprak gerileyeni", Vakti kuşanmanın sorumluluğu, Sığınma mekanı olarak ev, Cahit Zarifoğlu: "Daima bir başlangıç vardır", Esrarnâme'nin sırları, Ateşten Kelimeler'le saklanır aşk, "Bir Yazı Makinesi': Ahmet Midhat Efendi, Yaşamın kıyısında bir sokak: Sinekli Bakkal, Kültür inşasında bir yapı taşı olarak Ankara' romanı, Nazım Hikmet: "Ben geleceği bir Sosyalist toplum olarak anlıyorum", Nazım Hikmet'in mektupları, Simeranya, Anlatamamanın gerginliği, Sevim Burak kendini neden anlatamıyor? Adnan Benk: "Her yazar hak ettiği eleştirmeni bulur", Suskunlar'ın simge(me)sel dünyası, Bir ülkü olarak çocuk edebiyatı, "Otean gördüğüm sen miydin?", Sevgili Ramazan...
Cemal Şakar’ın Okur Kitaplığı yayınlarından çıkan Yazının Gizledikleri başlıklı kitabında yer alan, deneme, eleştiri ve inceleme yazılarının başlıkları bunlar.
İlk öyküsü 1982 yılında Aylık Dergi’de yayınlandıktan sonra bir grup arkadaşıyla birlikte Kayıtlar dergisini çıkartan, öyküleri; Aylık Dergi, Mavera, Yönelişler, Yedi İklim, Kayıtlar, Hece ve Hece Öykü’de yayınlanan yazar, Esenlik Zamanları adlı öykü kitabıyla 1999 yılında TYB tarafından yılın öykücüsü seçilmişti. Hâlen öykü ve denemelerini; Hece, Hece Öykü, Yedi İklim, Kur’anî Hayat ve Eski Yeni dergilerinde sürdüren yazar aynı zamanda Edebistan.com internet sitesinde öykü editörlüğü yapıyor. Yazarın yayınlanmış öykü kitapları, Gidenler Gidenler (1990), Yol Düşleri (1996), Esenlik Zamanları (1999), Pencere (2003), Hayalperdesi (2008) adlarını taşıyor.
Yazı Bilinci (2006)'den sonra geçtiğimiz günlerde yayınlanan Yazının Gizledikleri adlı eser yazarın ikinci deneme yazıları derlemesini oluşturuyor.

Kitaptan bir kesit...

Ev imgesi evvelemirde Kabe'yi, Allah'ın evini; ve peygamberimizin Hane-i Saadet'ini çağrıştırır; sonra bu iki evin simgesel bir izdüşümü olarak 'ev'lerimizi. Yani haremlerimiz: bizi kötülüklerden, pisliklerden koruyan; gelip geçici bir mekan olan dünyada, kurduğumuz, inşa ettiğimiz barınaklarımız, 'dünyalarımız'; içinde hayatlarımızı idame ettirdiğimiz, yeni hayatlar için temiz ve pak tutmaya çalıştığımız haremlerimiz. Dahası hafızamızı, hayallerimizi yaşatıp yeşerttiğimiz bir mikrokozmos; içinde olduğumuzda evrenin de içinde yer aldığımızı hissettiğimiz mekan. Ancak orada varkaldığımız ve ancak orada kendimizi çoğalttığımız, korunmuş ve kollanmış dünyamız. İşte, G.Y.A.'m sığındığı ev bu tür çağrışımlara sahip bir korunaktır. Ama gidişat yavaş yavaş evini, onu koruyan ve kollayan bir mekan olmaktan çıkarmaktadır; yükselen çok katlı binalara anlam veremez; dışarıdan gelen kimi sesleri tanıyamaz.
Bir zamanlar dağın eteklerine kurulu olan şehir, genişleyip büyümeye başlamıştır. Dört bir yana dal budak sarar, ovaya doğru açılır. Bir tren istasyonu inşa edilir, sokaklara parke taşlar döşenerek caddeler kurulur. Şehrin ilk büyük binası olarak bir otel, marul tarlaların bitişiğine dikilir. Şehirliler için bu bir iftihar vesilesidir. Otel şehrin geleceği bakımından iyi bir 'gelişme' olarak değerlendirilir. Ve yavaş yavaş bir çarşı meydana gelir. İlk fırın yapılır. Çünkü memurlar evlerinde yufka ekmek yapmasını bilmemektedirler. Sonra taahhüt işleri başlar; bu işleri de öteden beri şehirde ticaretle uğraşanlar yaparlar. Çünkü tarımla uğraşanlar henüz değişimi kavramamışlardır; hatta ürettiklerinin onda birini, hâlâ öşür diye ayırmaktadırlar. Belediye bir ara tiyatro bile açar. Ama kısa sürede kimse gitmediği için kapanır. Onun yerine sinema faaliyete girer. Böylece ahali teknolojinin büyülü etkisiyle tanışmış olur. Otomobil de bu değişimde yerini alır; sonra Aile Bahçesi', tekel bayii ve bir de 'saz'. İnsanların, ilk zamanlardaki dirençleri zayıflar ve kırılır. "Oluşan değişmenin, yenilenmenin ilkin özle ilgili bir olay olduğunu düşünen kimseler, artık bunların bütünüyle biçimsel olduğu kanısını taşıyordu. 'Madem ki oluyor, öyleyse doğaldır'diye düşünmeye başlamışlardır" {s. 67). Eski, onlar için unutulması gereken kötü bir öz taşıyordur.
Farkında olmanın işe yaramadığı günlere gelinmiştir. İnsanların tutunduğu her şey çok kısa zaman sonra ellerinden kayıp gitmektedir. Daha ısınamadan, daha alışamadan ellerinden kayıp gider tutamakları. Çünkü bastıkları zemin de kayganlaşmıştır. Hiç kimse kendine ait yerlerde gezinmemektedir. Ve herkes uydurma bir kişilik taşımaya başlamıştır. Yaşama biçimlerinin, alışkanlıkların kökten değişmeye başladığı bu dönemde, insanlar kendilerini konumlandıracakları bir merkezden mahrumdurlar. Hayatın hızı karşısında bilmedikleri yönlere doğru savrulup dağılmaktadırlar. Herkes bir akvaryuma hapsedilmiş gibidir... "
Haber7
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
cemalkitap_1.jpg


Cemal Şakar, Sular Tutuştuğunda
Hece Yayınları,2010

Cemal Şakar’dan Yakın Dönem Öyküleri

Sular Tutuştuğunda adını taşıyan öykü kitabında günümüz dünyasını,işgalleri,yıkımları,kandırılmaları,değişimleri ve direnişleri dile getiriyor.


Cemal Şakar, Sular Tutuştuğunda adını taşıyan öykü kitabında günümüz dünyasını,işgalleri, yıkımları,kandırılmaları,değişimleri ve direnişleri dile getiriyor.
Gidenler Gidenler, Yol Düşleri, Esenlik Zamanları, Pencere ve Hayal Perdesi, Hikâyât öykü kitaplarının yazarı Cemal Şakar, şimdilerde yeni bir öykü kitabını bizlerle buluşturdu. Sular Tutuştuğunda adını taşıyan öykü kitabında günümüz dünyasını,işgalleri,yıkımları,kandırılmaları,değişimleri ve direnişleri dile getiriyor.
Cemal Şakar, dilin yalın, simgesel ve imgesel düzeylerini denkleştirerek, toplumsal dramları kurgusal olana sindirerek “an”ın derinliğini ve “kesit”in sürekliliğini duyuran, ileten öyküler yazıyor. Neredeyse her öyküde biçimsel yenilikler deniyor ama bilinçle kavranılacak, sorumluluk ve muhataplık duygusunu daima duyuracak güncel ve kültürel kodları da incelikle biçimin içine yerleştiriyor. Zaman zaman şiirselin sularına dalıyor; söylenilemeyeni görüntüde derinleştiriyor ama anlatmayı daima merkeze alıyor.
Har, Muntazar, Fragmanlar, Hadi, Çemberler, Alamdağ’da Var Bir Panço gibi öykülerde konuşan özneler, hatırlarlar, düşünürler, zamanda ve mekanda kaymalar yaşarlar; kültürel ve siyasal özlerin yüklerini taşırlar; derin ve içli konuşurlar. Belki de bu yüzden sözü çok uzatmak yerine kısaltarak, anlamı çoğaltırlar.
Kitapta, değerlerin karikatürleşmesini ima eden; kurgu ve gerçek arasındaki oyuna atıf yapan; inançlarla modern yaşamaklar arasındaki çelişkiyi ima eden ironik nitelikli öyküler de var: Alemdağ’da Var Bir Panço’daki kırık, Ana Haber Bülteni’ndeki mahçup gülümseme gibi.
Dünya Bülteni
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
120977.jpg


Nisan 2011

Yazma eylemi, düşünen özne'nin özneliği'ni keşfetme çabasıdır. Bu çabayla kalemi eline alan yazar, hayatta kendisine tekâbül eden ve/ya kendisinin onda tekâbül ettiği yeri belirleyerek ve betimleyerek başlatır yazı serüvenini.

Kimlik sorgulaması, diğer düşünen öznelerden farkı ve bu farkın niteliği/niceliği, onu kuşatan şeylerle olay, durum, duygu düzeylerindeki ilişkisi ve düzeyler karşısındaki sorumluluk ve/ya sorumsuzluk tutumu özne-özne, özne-nesne, fizik-metafizik mütekabiliyeti esasına göre yazarın özneliği'nin

keşif süreçlerini oluşturur.

Kimi yazarlar, öznelik keşfini asıl yazı alanı olarak belirleyerek, kendi mahrem ve dolayısıyla gotik dünyalarını sivriltmeyi seçerken, kimi yazarlar da kendini kendine karşı ötekileştirerek, diğer öznenin perspektifini, nesnenin bilgisini kuşanarak genelin içinde özel kalmayı tercih ederler.

Şu anda, ilk dört kitabında yer alan öykülerini topluca okumaya hazırlandığınız Cemal Şakar, söz konusu bu iki tutumu yazma eyleminin gerekli iki aşaması olarak gören ve uygulayan bir öykücüdür.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
HENÜZ YAYINLANMADI AMA


27534.jpg

Kuleleri parçalayacak kitap geliyor
Cemal Şakar’ın yeni kitabı sonbaharda yayınlanacak. Kitap yayınlanmadan okuduk ve bir iki noktanın altını çizdik.



Son bir sene içerisinde “Hikayat”, “Sular Tutuştuğunda” gibi öykü kitapları ve “Yazının Gizledikleri” başlıklı eleştirel bir eser yayımlayıp ilk dört öykü kitabını da “Sel ve Kum” bütünlüğü altında toparlayarak edebiyat kamusunun haklı ilgi ve iltifatıyla karşılaşan Cemal Şakar; önümüzdeki sonbaharda Okur Kitaplığı’ndan “Edebiyatın Sırça Kulesi” adlı düşünsel bir kitap yayımlamaya hazırlanıyor.
Edebiyat ortamına yeni bir açılım
Muhtelif dergilerde neşredilen yazılardan oluşan bu çalışmayı, tashihini yaptığım için kitaplaşmadan evvel okuma imkanı buldum. İlk düzyazı kitabı “Yazı Bilinci”nde yazı ve edebiyatla ilişkisinin temel dayanaklarını ortaya koyan, daha sonra “Yazının Gizledikleri”nde edebiyat ve düşünce hayatımızı etkilemiş yerli şahsiyetler üzerinden giden Cemal Şakar; “Edebiyatın Sırça Kulesi”nde daha girift ve tartışmalı sorunsallara eğilerek külliyatının düşünsel altyapısını derinleştiriyor ve kimi yüzeysel problemlerle gereksiz vakit ve enerji harcayan edebiyat ortamımıza manâlı hatırlatmalarda bulunuyor.
Girift ve tartışmalı sorunsallara eğiliyor dedim; evet, Cemal Şakar bilhassa klasik şiirimizin omurgasını teşkil eden ve Sezai Karakoç kanalıyla modern şiirimize de yayılan “beşeri aşktan ilahi aşka geçiş” arketipini, günümüz entelektüelinin kafasını karıştıran “sanat-ideoloji ilişkisi”ni, daha ziyade şairlerin muhatabı olan “ilham” kavramını –“ilham”ın Tanrısal boyutlarını reddedip onu bütünüyle insani bir düzleme yerleştiren Şakar, şair olsaydı da bu hususta aynı şeyleri mi söylerdi, doğrusu merak ediyorum- ve daha pek çok problematiği soğukkanlılıkla irdeliyor ve bu konuların tarihsel arka planını aktarıp okurun diğer kaynaklara yönelmesini önleyerek de yetiştirici bir nitelik kazanıyor. Buna rağmen, alıntıların kimi yerlerde bir artış gösterdiğini söylemeliyim; Şakar, bazen fikirlerini doğrudan aktarmak yerine tanınmış yerli yabancı şahsiyetlerden uzun alıntılar yaparak metinlerini yıpratıyor. Cemal Şakar gibi edebiyatımızdaki konumu her geçen gün biraz daha güçlenen bir sanatkarın, ele aldığı konu ne olursa olsun, 49 yaşında sunduğu bir eserde bu denli fazla referans olmasa daha mı iyi olurdu acaba?! Okur; Cemal Şakar’ın metinlerinde onun referans gösterdiği imzaları değil, Cemal Şakar’ı görmek isteyecektir. Bunu belirtmemde fayda var.
Öykücüler ne yazmalı?
Cemal Şakar’ın yazarı toplumsal sorumluluk yüklenmeye davet eden yaklaşımları, iç dünyasına saplandığından kompleks eserler oluşturmayı başaramayan genç-Müslüman öykücüler üzerinde olumlu etkilerde bulunacaktır, diye düşünüyorum: "Son on beş yirmi yılda öykü, müeddep bir suskunluk içinde metinselleşirken; bomba gürültüleri altında milyonlarca insanın çığlığı onun fildişi kulesine ulaşamadı." (Öykünün kendine yabancılaşması) Cemal Şakar, öykücülüğümüzün ihtiyaçları doğrultusunda önemli bir hatırlatmada bulunarak öykünün topluma açılan yüzünü işaret ediyor. Doğrusu, bu satırları okurken öykücümüzün Irak ve Bosna’da yaşanan zulümleri de işlediği “Sular Tutuştuğunda” isimli öykü kitabını hatırladım. Bu cümlem, yazarın fikir ve ürünleri arasındaki hayati örtüşmeyi vurguluyor. Ancak, genç öykücülerimiz, ifrat-tefrit arasında gidip şimdi de bütünüyle dış dünyaya yönelerek iç dünyayı hiçe saymamalıdır. Zira sanat eserleri; bireysel, toplumsal ve metafizik alanları yüksek bir estetik algıyla kuşatarak büyür, büyük olur.
Divan Edebiyatı hüner gösterisi mi?
“Edebiyatın Sırça Kulesi”nde dikkatimi çeken bir yaklaşımı aktarmak ve üzerine düşünmek istiyorum: “(…) içine dönen; içine döndükçe kendi üzerine kapanan; divan edebiyatında gördüğümüz üzre sadece bir 'hüner'e indirgenen edebiyat anlayışıyla insana, topluma ait bütün sorumluluklara da sırt dönülmüştür." (Edebiyatın mikro kozmik dünyası) Elbette “hüner”li olmak sanat eseri yaratabilmenin temel koşuludur; ancak, divan edebiyatını “sadece” “hüner”e indirgendiği gerekçesiyle küçümsemek ve onun “insan” ve “topluma” sırt döndüğünü iddia etmek Namık Kemal kaynaklı bir yanılgıdır ve bu yanılgıdan kurtulmak için ortalama hacimli herhangi bir divan edebiyatı antolojisi karıştırmak bile yeterli olacaktır. Evet, divan edebiyatı mesnetsiz yargılarla eleştirilmeye devam ediliyor; ancak ıskaladığımız bir nokta var: Namık Kemal, Tanzimat sürecinde değişen siyasi ve toplumsal koşullara paralel olarak yıpranan “eski edebiyat”ı yıkıp yerine “yeni”sini kurmak iddiası taşıyordu, yani onun “eski edebiyat” eleştirilerinin işlevsel bir tarafı vardı. Ama biz, zaten “yeni edebiyat”ın çoktan kurulup yerleştiği bir dönemde yaşıyoruz, bu nedenle de yapacağımız divan edebiyatı eleştirilerinin kimseye hiçbir faydası yok, aksine yeşermekte olan genç kuşaklara zararı var. Çünkü divan edebiyatı bizlere özgürce beslenebileceğimiz zengin bir kaynak vaat ediyor. Bu noktada Cemal Şakar gibi “ustalar”ın söz konusu olumsuz yargıları, talihsiz yönlendirmelerde bulunarak gençlere bu yolu kapatıyor. Divan edebiyatını “klişe” olduğunu savunarak suçlamaya kalkanlar da çıkabilir; lakin artık klişe olan divan edebiyatı değil, divan edebiyatının klişe olduğunu savunmak. Öte yandan, biz Müslümanlar olarak divan edebiyatını mesnetsiz iddialarla olumsuzlamaktan artık vazgeçmeliyiz; bunu zaten Marksistler kendi tutarlılıklarını korumak adına fazlasıyla yapıyorlar. Evet, genelde ön kabulleri kırmak adına mücadele veren Cemal Şakar, maalesef bu bağlam içerisinde ön kabullerle hareket ediyor.
Cemal Şakar’ın son dönemde peş peşe kitaplar yayımlaması hem yazarın edebiyatımızdaki yerinin perçinlenmesi hem de gündemimizin dinamizm kazanması adına oldukça faydalı oldu. Şu postmodern süreçte zihni iyice karışan ve Müslüman kaynaklardan uzaklaşan gençlerden edebiyat ve düşünceyle uğraşanların gayet akıcı bir çalışma olan “Edebiyatın Sırça Kulesi” kitabından istifade edeceği çok şey var.

Aykut Nasip Kelebek raflara ulaşmadan haber verdi
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Tartışılacak yazılardan korkmamak lazım!



Cemal Şakar'ın verimleri Okur Kitaplığı bünyesinde kitaplaşmaya devam ediyor. Edebiyatın Sırça Kulesi Şakar'ın son kitabı.



Son birkaç sene içerisinde peş peşe yayımladığı kitaplarla birlikte Türk edebiyatında merkezi bir konuma yerleşen Cemal Şakar, verimlerini Okur Kitaplığı bünyesinde kitaplaştırmaya devam ediyor. Okur Kitaplığı’nda geçen yıl Yazının Gizledikleri isimli bir inceleme kitabı çıkaran, geçtiğimiz aylarda da ilk dört öykü kitabını Sel ve Kum başlığı altında sunan Cemal Şakar'ın, bugünlerde Edebiyatın Sırça Kulesi, isimli bir inceleme kitabı çıktı.
Ufuk açıcı bir kalem
373297-2.jpg

Cemal Şakar, günümüzün önemli öykücülerinden biri, bunun dışında ülkemizdeki en nitelikli Müslüman entelektüellerden de. Şakar, sadece öykü ve daha genel ifadeyle edebiyatın sorunları üzerinde durmuyor, edebiyatın din, kültür, siyaset vb. kavramlarla olan ilişkisini de sorgulayarak gerçek anlamda yeni sonuçlara varıyor ve ufuk açıcı kalemiyle de çağdaşlarına yeni düşünme yolları sağlıyor. Günün problemlerini masaya yatırarak Müslüman entelektüellerin bu problemlerle nasıl başa çıkabileceği üzerine çözüm önerilerinde bulunuyor, bu yönü ise, sahip olduğu yüksek ümmet bilincinden, Müslümanların açmazlarına çare üretebilme endişesinden kaynaklanıyor. Cemal Şakar, bu yönleriyle Müslüman edebiyat için hayati öneme sahip birisi.
Kitaptan başlıklar
Cemal Şakar’ın son kitabı, Edebiyatın Sırça Kulesi de, aslında şimdiye kadar andığımız yönleriyle ilişkili konuları ele aldığı yazılarından mürekkep. Kitapta yer alan “Kutsal Sanatın Dünyeviliği”, “İlham: Gayba Uzatılan Merdiven”, “İdeoloji ve Sanat”, “Bir Tahakküm Aracı Olarak Seçkinci Sanat”, “Kapıkulu Sanatçılığı” gibi başlıkları anmak bu anlamda yeteri kadar fikir verici kanaatimizce.
Evet, anlaşıldığı üzere Cemal Şakar’ın ele aldığı konular birbiriyle ilişkili, yazarımız da kendisiyle çelişmeden, kafa karışıklığı yaşamadan konuları derinlemesine irdeliyor ve kültürel bilgi kirliliğinin had safhada olduğu günümüzde, gerçekten ufuk açıcı, hayretler uyandırıcı çıkarımlarla bulunuyor. Şunu söyleyelim, edebiyata ve düşünce dünyamıza müdahale edecek, bizlerde aydınlanma yaratacak bir kitap bu. Entelektüel sorumluluk ve bu sorumluluğun kaynağı olan Müslümanlık bilinci nedeniyle Cemal Şakar’la Sezai Karakoç, Rasim Özdenören, İsmet Özel ve Ebubekir Eroğlu gibi önceki dönem sanatçılarımız arasında bir yakınlık kurmak pek de yanlış sayılmaz.

Aykut Nasip Kelebek haber verdi
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
133612.jpg


İmge, Gerçeklik ve Kültür tarihsel olmaktan çıkamayan insanın bu durumunu kabul ederek bugünkü keskin gerçeği üzerine kurulu kışkırtıcı denemelerden oluşuyor. Bu keskin ve acıtıcı gerçek, Cemal Şakar'ın berrak üslubuyla dört bir yanından aydınlatılıyor. Şakar, çatallanan ve sorunlarla iç içe geçen bu gerçeği anlamak için her türlü bağnazlıktan uzak tutarlı bir imkân sunuyor okura. Merkezdeki probleme, ama tam da bizim olan probleme adım adım yaklaştığımızı duyuyoruz kitabı okurken. Her adım bir kavramlaştırmayla ve yazarın analitik, serinkanlı yaklaşımı eşliğinde atılıyor.

Günümüz kültürüne karşı biçimlenen bu kitapta, imgeden simgeye, kültürel paganlaşmadan yabancılaşmaya bir dizi kavram felsefî boyutundan ziyade yaşayan ve etkin olan boyutuyla inceleniyor. Okur için öncelikli olan tutum, bu kavramların açtıkları yaraların derinine inilme gereği duyulmuş olması. İkinci olarak bir dizi düşünsel çarpıtmanın yakalanıp deşifre edilmesi. Böylelikle bu denemelerde Şakar'ın neşteriyle sağlanan şey, hakikatle insan arasına gerili perdenin yırtılmasıdır.

(Tanıtım Bülteninden)
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Son yılların en çarpıcı düşünce kitabı


Zafer Acar, Cemal Şakar’ın yeni kitabı ‘İmge, Gerçeklik ve Kültür'ün son yılların en çarpıcı düşünce kitabı olduğunu söylüyor ama kitabı da eleştiriyor.


Bizde sentezci zihin pek makbul değildir ve az bulunan bir şeydir. Ne demek istiyorum, sanatkârlarımız ve düşünürlerimiz çoğunlukla klan kültürünün atmosferinden kurtulamayıp tek tanrı gibi tek doğrunun ve yolun varlığına inanır, inandığı bu şeyi de saplantı haline getirir.
Bazen hakikate doğrularla eğrileri çatıştırarak varırız
“Sentezci zihin”den “kafası karışık yaşamak” anlamı çıkarılmamalı. Bu zihin yapısına sahip olan entelektüel, aslında yeryüzünde var olan hiçbir fikirden korkmaz, çünkü kendinden emindir, etkilere açıktır, ama sonbahar yaprağı gibi esen her rüzgâra kapılmaz, kaya kadar ağırdır. Bizden öncekilerin büyük ruhsal gerilimler sonucunda vardıkları sonuçlara inanmak kolay, zor olan bu sonuçlara çağın getirdiği sorular yöneltmek.
Halbuki bazen hakikate doğrularla eğrileri karşılaştırarak, çatıştırarak varırız. Bir şeyin zıddından uzak durarak o şeyi bütün duyargalarımızla hissedip kavrayamayız; bu şekilde bütün tanımlar eksiktir, fakat yine de en az eksik tanıma zıtlıklardan yararlanarak ulaşılır. Şeytanı inanç silahımızla yoklamadan, kurşuna dizmeden Allah’a varmak zordur ki, imanın şartı da zaten “la-ilahe” şeklinde retle başlar, “illallah” mutlak kabulüyle nihayet bulur.
Bu kitabı üniversite öğrencilerine de önermek isterdim, lakin…
Cemal Şakar, Doğu-Batı ayrımı yapmadan yol alan ve yol üzerindeki soru işaretlerini sanatkâr özgünlüğüyle ortadan kaldırmaya çalışan bir isim. Yüzyıllardır tartışılan karmaşık konulara, yeni bakışlarla hiç zorlanmadan çekidüzen veriyor. Öykücülükle yetinmiyor, düşünce alanına da taşıyor aklın macerasını.
Onun muhtelif dergilerde parça parça okuduğum yazıları, Okur Kitaplığı bünyesinde İmge, Gerçeklik ve Kültür adı altında bütünlüğe kavuştu. Edebiyat ortamının genel yükseltisinin üzerinde bir yapılanma bu kitap. Fenomen haline gelmiş bakışların, nerden geldiği tam bilinmeyen kavramların bir etimolog gibi kökenine iniyor, sürpriz çıkarımlarla klişeyi kırıyor. Kimi Marksist, nihilist fikirlerin nasıl da dipten dibe kimseye hissettirmeden içimize sindiğini gösteriyor Şakar, duygusallıktan uzak durarak rasyonel akılla düşünmeyi yeğliyor. Ne Doğu diyor, ne Batı; Müslümanca düşünmenin ufkunu genişletmeye çalışıyor. Onun bu çabası muhakkak nitelikli okurdan karşılık bulacaktır.
Akademiyi de aşan bu kitabı, üniversite öğrencilerine de önermek isterdim, lakin ciddi bir birikim olmadan anlamak zor; sadece sanatkârların değil, edebiyat, ilahiyat ve güzel sanatlarda hocalık yapan akademisyenlerin de okuması şart bence.
Son yılların en çarpıcı düşünce kitabı İmge, Gerçeklik ve Kültür
Cemal Şakar, kavramlara İslamî çerçevede öylesine nesnel, öylesine dışarıdan bakmayı başarmış ki, yer yer “yerli bir oryantalisti okuyorum” sanırsınız; bu durum, İslam’ı yanlış inanışlardan (bidat) arındırmaya çalışan dünyaca ünlü yenilikçi Müslüman düşünürlerin Cemal Şakar üzerindeki etkisiyle ilgili bir durum. Şakar’ı bu silsileye ekleyebiliriz.
Ama her şeye rağmen, radikal bir kafaya sahip olan Şakar’ın bazı harcıalem görüşlere takıldığını görmek beni şaşırtmadı değil. Bu, neyi gösteriyor? Bu, düşünce dünyamızın ne kadar kirli ve yanlışlıklarla örüldüğünü gösteriyor. Ne denli birikimli olursanız olun, ne denli yıkıcı-kurucu olursanız olun, sizin de düşeceğiniz gizli çukurlar var yolunuzun üzerinde. Bu çukurları bir iki kişi değil, bir silsile kapatabilir ancak. Modern çağı yargılayan, doğru algılayan düşünce sistemimiz yeni yeni oluşuyor. Cemal Şakar, bu oluşuma katkıda bulunan nadir isimlerden.
İtidalle söylüyorum: Son yılların en çarpıcı düşünce kitabı İmge, Gerçeklik ve Kültür.

Zafer Acar yazdı
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Mürekkep damlamadan!

murekkep.jpg


Cemal Şakar’ın yeni öykü kitabı Mürekkep, ekim ayı içerisinde okurlarla buluşacak.

Eylül ayının gelmesiyle yayınevleri hareketlenmeye başladı. Yayınevleri yeni yayın dönemi için çalışmalara çoktan başladı. Dileğimiz; bu hareketliliğin nitelikli kitap sayısında bir artış sağlamasıdır.
Yeni kitap hazırlığında olan iki yazarımızdan söz etmek istiyoruz. Yıllarını öyküye vermiş; hem öykü yazmış hem öykü üzerine düşünmüş bir isim… Okur Kitaplığı hayırlı bir iş yaparak bu usta ismin önce düzyazılarını kitaplaştırmıştı. Ardından yazarın Tüm Öyküler 1 adı altında beş kitabını bir araya getirerek okurlara sunmuştu.
Kimden mi bahsediyoruz? Sel ve Kum adlı toplu öykülerin sahibi Cemal Şakar’dan söz ediyoruz. Cemal Şakar birbiri ardına çıkardığı düzyazı ve öykü kitapları yılların verimlerini, birikimlerini, okumaları okura sundu. Tabi bu yayın hareketliliği Sular Tutuştuğunda adlı nitelikli öykü kitabını biraz gölgede bıraktı sanırım. İyi okurun dahi atladığı bu öykü kitabını da bir kez daha hatırlatmış olalım.
Cemal Şakar’ın yeni öykü kitabı Mürekkep, ekim ayı içerisinde okurlarla buluşabilecek. Şakar’ın, son dönem öykülerini toplu olarak okumak için iyi bir fırsat bu!



Galip Yılmaz bildirdi
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
35506.jpg


Edebiyatın Düşünce ve İnançla İmtihanı


Tanımlanmaya çalışıldıkça, konuşulup tartışıldıkça hem kendine özgü evreni genişleyen hem de sıkıntıları, sorunları ve aynı zamanda etkinliği artıp çoğalan bir alan sanat

Cemal Şakar’ın “Edebiyatın Sırça Kulesi”. adlı bu kitabını Ali Emre okuyucularımız için değerlendirdi.
Ali EMRE / Haksöz Haber
Edebiyatın Düşünce ve İnançla İmtihanı
Edebiyatın düşünceyle, inançla, bir dünya görüşüyle bağlantıları hakkında yazmak, bu alanlardaki yansımaları, salınımlarıyla ilgili eleştiriler getirmek, yeni ve daha sahici bir perspektif önermek öteden beri epeyce netameli bir konudur.
Tanımlanmaya çalışıldıkça, konuşulup tartışıldıkça hem kendine özgü evreni genişleyen hem de sıkıntıları, sorunları ve aynı zamanda etkinliği artıp çoğalan bir alan sanat. Bu tartışmalarda; sanatı / edebiyatı çok etkin ve alternatifi olmayan bir “kurtarıcı” katına çıkaranlar olduğu gibi, nitelikli ve erdemli insanları da kirlenme ve yozlaşma ekseninde dönüştürerek oldukça işlevsel ve tehlikeli bir araç konumuna indirgeyenler de bulunmaktadır.
Kuşkusuz ister egemen söylemlerden etkilensin isterse muhalif yaklaşımlar eşliğinde biçimlensin, varlığı ve var oluşu açıklamaya, yorumlamaya, onun izdüşümlerini yansıtmaya çalışan bütün girişimler ya da onlara getirilen eleştiriler, öneriler; sonuçta bir dünya görüşünün uzantısı olarak görünürlük kazanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında açıkça ifade edilsin ya da edilmesin, sanata ve onun mahiyetine ilişkin tartışmaların kendisi de başlangıçtan beri en az sanat kadar felsefi, ideolojik bir zeminde ortaya çıkmakta; temelde belli bir felsefenin ve dünya görüşünün ürünü olarak dolaşıma girmektedir. Sevindirici olan şudur ki bu konuda egemen söyleme teslim olmayan, “zokayı yutmayan”, aşağılık kompleksine kapılmadan bize hem edebî bir perspektif hem de düşünsel bir istikamet göstermeye çalışan yazarlar da çıkmaktadır.

1962 doğumlu Cemal Şakar, daha çok öykücülüğü ile tanınan bir yazar olmakla birlikte edebiyat, kültür, sanat, din, medeniyet, dil, modernizm-postmodernizm gibi çeşitli alanlarda da önemli yazılar kaleme alan, yoğun bir okuma ve düşünme ameliyesi eşliğinde çeşitli inceleme, eleştiri ve çözümlemeleriyle de karşımıza çıkan bir isim.
Yazı Bilinci”, “Yazının Gizledikleri”, “Edebiyatın Sırça Kulesi” ve “İmge, Gerçeklik ve Kültür” adlı kitapları, onun söz konusu alanlardaki düşünsel çabalarının bir hâsılası olarak görülebilir.
Bizim bu yazımızda üzerinde duracağımız kitap, “Edebiyatın Sırça Kulesi”.
142 sayfadan oluşan ve Okur Kitaplığı’nca yayımlanan eser, 13 yazı içeriyor. Bu yazıların bir bölümü retrospektif bir bakışla sanat alanındaki geleneksel sapma ve tahrifatı gözler önüne sererken; bir bölümü de daha çok sanatçının sorumluluğu, özgürlük arayışı ve özellikle de edebiyatın ideoloji ile ilişkisi üzerinde yoğunlaşıyor.
Sanat Alanındaki Geleneksel Bataklıklar
Yazar bu kitabında kutsal, ilham, vahiy, aşk, dil, hakikat, sanat, ideoloji gibi kavramlardan yola çıkarak, bir tür “Müslüman sanatçı manifestosu” olarak nitelenebilecek bir yaklaşım ortaya koyuyor. Kitap yayınevi tarafından “inceleme” olarak takdim edilse de ezber bozan görüş ve yorumlar da içeren “eleştirel bir bakış”la açımlanıyor metinler daha çok. Edebiyat ve sanat havzasına çöreklenmiş olan yanılgıları, abartıları, uydurmaları, hurafeleri, sapkınlıkları, kirlenmeleri irdeliyor ağırlıklı olarak Cemal Şakar bu kitaptaki yazılarında. “Sırça kule”nin içindeki zaafları, düşkünlükleri, kutsallık izafe edilen sahte algıları tek tek gözler önüne seriyor.
Kitabın ilk yazısı olan “Kutsal Sanatın Dünyeviliği”, “kudsî” ve “kutsal” sözcüklerinin etimolojisine, sözlüklerdeki ve gündelik yaşamdaki kullanımlarına eğilerek başlıyor. Aslında doğal ve insanî etkinlik alanları olan sanat ve edebiyata kutsallık atfeden anlayışların batınî ve irfanî öğretilere dayandığını belirtiyor yazar. Ardından “peygamberin ruhunun özü, gaybın hazineleri, ilahî ilham” gibi konularda kökleşmiş olan yanlış algıları, bu yolla tahrif edilmiş ve asıl mecraından çıkarılarak kendisine kutsallık izafe edilmiş görüş ve kabullerdeki yanlışlıkları gözler önüne seriyor. Bu konu tartışılırken özellikle -bu alanda müstakil yazıları ve kitapları olan- Seyyid Hüseyin Nasr’ın görüşlerinin, inşa çabalarının da eleştirildiğini görüyoruz. Şakar’ın şu tespitini paylaşmakta yarar var: “Kutsal sanata ve onu icra eden sanatçıya yüklenen bunca ulvîliğin altında yatan en önemli iddia, batınî ve irfanî ekolün nûr-i Muhammedî öğretisidir.”
Böyle bir öğreti olmadan kimsenin “gayb hazineleri”nden arketipler devşiremeyeceğini belirten Şakar; çeşitli müelliflerden de aktarmalar yaparak bunun temelde Hıristiyan Gnostiklere ait bir görüş olduğuna işaret ediyor. Bunların arkasında da Platon başta olmak üzere Pisagoras, Plotinus, Hermes, Mani, Zerdüşt ve Hint kıtası kaynakları olduğunu belirtiyor. Tasavvufun sahte fakat işlevsel icatlarından olan insan-ı kâmil anlayışıyla ilgili olarak dile getirilen “Böylesi bir mertebeye ulaşanlar için vahiy ile ilham arasındaki fark da sadece meleğin görünüp görünmemesine indirgenir.” saptaması dikkat çekici.
Kutsallık ile şirk arasında doğrudan bir ilişki olduğunu vurguluyor söz konusu yazıda Cemal Şakar. Her fırsatta kutsallığı her yere dağıtmak, her şeyi kutsallaştırmak animistik, panteistik bir algının sonucu hiç şüphesiz. Paganların; tanrıları yeryüzüne indirme, yeryüzünde tanrılarla iç içe yaşama deneyimine benzer bir şekilde kutsalı “yere indirerek”, yerdekilere kutsallık katarak sunan bir anlayış bu. Hâlbuki sanat son çözümlemede bir insan eylemidir. Amelinden sorulacak bir varlık olarak insan “Ama bu benim kutsal sanatım, bunun yüzü suyu hürmetine kerîm bir muameleye layık değil miyim?” diye sorabilecek midir? Bu tespit, hüsran içinde yüzen sanatçıların durumunu açık bir şekilde betimliyor.
“Edebiyatın Mikro Kozmik Dünyası” başlıklı yazı da benzer bir sorunsalı ele almaktadır. Bu yazının merkezinde “insanın küçük bir âlem, âlemin de büyük bir insan” olduğu tezi ve bunun edebiyatı etkileyip biçimlendirmesi yer alıyor. “Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım.” gibi Hz. Peygamber’e izafe edilen sözlerin, kudsî hadis olduğu ileri sürülen “Kendini bilen Rabbini bilir.” ifadesinin, “Ben bir gizli hazineydim, bilinmek istedim.” türünden insanın ve evrenin yaratılışını açıklamaya dönük iddiaların, böylesi bir din ve edebiyat tasavvurunu doğurup beslediği belirtiliyor yazının henüz başında. Konuyla ilgili genel eleştirilerin ve sanatı merkeze alarak gerçekleştirilen bir tür “şirk sosyolojisi” özetinin yanında yazar, dış dünyanın süfliliğinden uzaklaşıp içe dönme anlayışıyla ciddi bir eksen kayması yaşandığını da dile getiriyor. Bu içe dönüş / içe kapanış; sadece dışarıya değil insana da yabancılaşmadır aslında. Dahası dışarıda insanın, insanlığın yaşadığı acılar, zulümler, umutlar, sevinçler ve hayaller vardır. İnsanlığa ait bu durumlar sanatçıyı tavır almaya, seçim yapmaya zorlar. Yaptığı seçime göre sorumluluklarını kuşanır sanatçı. Ancak böylesine içine dönen; içine döndükçe kendi üzerine kapanan, divan edebiyatında gördüğümüz gibi sadece bir ‘hüner’e indirgenen edebiyat anlayışıyla insana, topluma ait bütün sorumluluklara da sırt dönülmüş olmaktadır. Salih ameli emretmeyen, imanî ve ibadî vurgular taşımayan, yalnızca aşk için vuslat arayışındaki sanatta; her şey ‘güzel’ ve ‘sevgili’ arayışı etrafında oluşturulan bir ‘aşk estetiği’ne dönüşmektedir. Bunun, farklı bir içe kapanma olan; zevkin ve hazzın peşine düşerek gelişen modern edebiyattan çok farklı bir yönü yoktur. Postmodern edebiyat algısında da her şey metinselleştirilmiştir. Yazara göre; bu metinsel dünyada edebiyat tıpkı legolarla kurulan bir oyun gibi yap-bozla eşitlenmiştir. Artık insana dair her şey; anlatmanın hazzı, keyfi uğruna parodileştirilerek bir zekâ oyunundan ibaret bir hâl almıştır. İnsanın içindeki tohumcuğu güneşten, havadan, aydınlıktan, yeryüzünden mahrum bırakarak çürüten bu anlayış sahtedir, köksüzdür, göz boyacıdır: “Allah’ın görsünler, anlasınlar, idrak etsinler diye yarattığı apaçık ayetlerine bunca sırt dönen; her şeyi salt kendi içinde arayan insan, arınmak için yükselirken, sadece kendini yücelttiğinin farkına bile varamadı. Tarih boyunca yaşanan bunca acıyı, zulmü bile diğer insanlara müstahak görecek kadar kendine yabancılaştı.”
“Aşk Edebiyatı mı?” başlıklı yazı da kitaptaki önemli metinlerden biri. Bu konuda oldukça kapsamlı ve aynı zamanda kirli bir literatürün oluştuğunu biliyoruz. Yeryüzünün, insanın, evrenin yaratılması bile böyle bir aşk olgusuyla açıklanmış; Kur’an’da bir kere bile geçmeyen “aşk” her şeyin merkezi ve gerekçesi olmuş, edebiyat ve sanat alanında dallanıp budaklanarak ilgili ilgisiz her konuda baş tacı edilmiştir. Cemal Şakar, hakikatten ve sahicilikten uzak bu temellendirmeleri farklı örnekler eşliğinde sorgulayarak dayandıkları argüman ve gerekçeleri bir bir çürütüyor.
Yazarın da belirttiği gibi aşk edebiyatı fizikî âlemden kurtuluşun, fizikötesi âleme geçişin remizleriyle doludur. Sanat bu bağlamda adeta simyaya, büyüye dönüşmektedir. Üstün, seçilmiş sanatçılar adeta Allah’tan aldıkları keşif ve ilhamlarla yazmaktadırlar. Bu algıya göre zaten insanın ödevi Allah’ı arayıp bulmaktır; Allah’a doğru dikey bir yolculuğa çıkmaktır. Allah, aranıp bulunması gereken bir varlık olunca, sanat da Allah’ı aramak üzere kurgulanmış bir yönteme dönüşmektedir. Simgeler, mecazlar, mazmunlarla örülü bir dil geliştiren edebiyat; batınî / irfanî derinliklerle buluştuğunda büyü içinde büyü, rüya içinde rüya gibi alabildiğine müphem, alegorik bir dünya kurarak insanda “akıl tutulması” meydana getirmektedir.
Kitabın bir sonraki yazısında belirtildiği gibi “ilham” denen şey de adeta “gabya uzatılan merdiven” olarak karşımıza çıkmaktadır. İlham ile vahiy arasında bir özdeşlik kurulması hem bireysel sapkınlıklara hem de toplumsal bozulma ve yozlaşmalara neden olmaktadır. Bilgi, ilahi bir kaynaktan beslendiğini iddia edince; sorgulanamaz bir niteliğe bürünmekte ve daima hakkı dile getireceği kabulüyle bütünleşmektedir. Dolayısıyla böyle bir bilgiye sahip olanlara da kıymet biçilemez bir statü sağlamaktadır. Üstelik bu durum günümüz yazarlarını da bir şekilde etkilemekte; Müslümanlıkla bağları bir pamuk ipliğinden ibaret olan birçok yazar bile çağdaş ve çakma Mevlâna, İbn Arabî pozlarına bürünerek yüz binlerce okuyucuya ulaşan (!) kitaplara imza atmaktadır. “Gaybı taşlamak”, keşif, ilham, rüya kavramlarıyla dolu postmodern metinler üretmek; günümüz dünyasında da birçoklarına erişilmez bir statü sağlamakta, kitlelerin ilgisini üzerinde toplayan yeni bir “seçkincilik” anlayışına can vermektedir.
İdeoloji ve Sanat
Kitaptaki yazıların önemli bir bölüğünün de ideoloji ile bağlantılı konular, kavramlar üzerinde yoğunlaştığını söylemiştik.
Bu konuyu odağa alarak tartışan “İdeoloji ve Sanat” başlıklı metin, kitabın en önemli, ilgi çekici yazılarından biri olarak üzerinde durulmayı hak ediyor. Yazıya kavramsal bir analizle başlıyor Cemal Şakar; ideolojinin bir özgeçmişini sunuyor adeta. Bu kavrama yüklenen çeşitli anlamlar üzerinde durulurken Antoine Destutt de Tracy, Marks, Engels, Lenin, Althusser, Ali Şeriati, Abdülkerim Süruş, Foucault gibi isimlerden kısa aktarmalar yapıldığını görüyoruz. Son dönemde öne çıkan postmodernistlerin ise ideolojinin ölümünden söz ettiklerini belirten yazar; ideolojinin de herkes tarafından mıncıklanarak sulandırıldığını ve sınırlarının yok edildiğini, gözden düşürüldüğünü dile getiriyor. Ona göre yapılmak istenen; ideolojiyi ‘uğruna ölünebilir değerler’ olmaktan çıkarıp, yerine, tüketerek unutmayı, tüketerek haz almayı öneren bir anlayışı ikame etmektir.
İdeoloji ile sanatçı ilişkisi üzerinde de duran yazar; kavramsal tartışmaların ötesine geçerek, insanoğlunun yeryüzünde bulunuyor oluşuyla ilgili temel sorulara cevap arama isteğinin, onun hayat bilgisinin, kimliğinin, inançlarının da temelini oluşturacağını vurguluyor. Hayata ve ölüme bakışa bile genel bir anlam çerçevesi kazandıran inançların, sanat alanında etkili, belirleyici, yol gösterici olmayacağı düşünülemez elbette. Gerek gerçeklikle ilişki kurmak için, gerekse değer yargılarına sahip olabilmek için ihtiyaç duyulan bilgi; insanı tutum almaya, duruşunu belirlemeye yani taraf olmaya yöneltir. Bu da değer yargılarını bireysel beğeniler olmaktan çıkarır ve insanı ‘aynı kaynaktan’ beslenen diğerleriyle zorunlu bir birlikteliğe sürükler. Şakar, bu noktada şu özlü belirlemeyi yapmakta tereddüt etmiyor: “Tarafsızlık, sadece büyük bir yalandır.”
Cemal Şakar ideoloji ile sanatçı ilişkisi üzerinde durduktan sonra, ideoloji ile eser ilişkisi üzerinde de çözümlemeler yapıyor. Eserin de zorunlu olarak ‘bir taraf’ın dünyaya bakışını temsil ettiğini söylüyor ilk elde yazar. Bunun içindir ki aslında tüm eserler bir yönüyle ideolojiktir. Tarafsızlığın yalan olması gibi, ‘saf sanat’ da sadece bir mittir.
Sanatçının, sıradan bir konuyu işleyen bir eseri oluştururken bile bilinçli tavır ve seçimlere, bir dünya görüşünden yalıtılamayacak görüş ve çıkarımlara yöneldiğini belirtiyor Şakar. Betimleyici cümlelerin de olgu cümlelerinin de kimi değer yargılarından bağımsız olamayacağını belirten yazar; şeylerin seçimi ve tasnifi, kurgu, sözcük seçimi, şahıslar kadrosu, ana düşünce ve temel yargılar gibi bir eseri vücuda getiren bütün unsurların bu bağlam içinde bir yere oturduklarını vurgulamış oluyor.
Cemal Şakar; ideoloji kavramının başına gelen bükülme ve üzerine kapanma hâlinin, -özellikle 80 sonrası dönemde- sanat alanında da yaşandığını söylüyor. İnsanlık hâllerini ve toplumsal yaşamı anlamaya, anlatmaya, değiştirmeye, dönüştürmeye talip edebiyatın ‘geri çekilerek’ metinselleştiğini vurguluyor. Öznenin öldüğü bu yeni dönem edebiyatında, toplum ve hayat gibi ögelerin yerini de metinler-arasılık almıştır artık: “Elbette bu kapanmanın küresel ideolojiyle bire bir ilişkisi açıktır. İdeolojileri, uğruna ölünebilir değerler olmaktan çıkarmaya çalışan yeni dönem anlayışına uygun olarak, sanat da daha çok hedonist bir anlayışa indirgendi.” Bu indirgemeyi içselleştirip yücelten sanatçılar, gizli eller tarafından tarafsız, doğru, güzel olarak takdim edilirken; diğerleri ‘ideolojik’ olarak tanımlanıp marjinalleştirilmişlerdir.
Kitapta, çeşitli örnekler eşliğinde tartışılan “seçkinci sanat” ve “kapıkulu sanatçılığı” konuları da sanatçının kimliği, duruşu, özgürlük anlayışı ve değer yargıları bağlamında okunabilecek önemli bölümler içeriyor. Şakar, bu konuları tartışırken eleştirel bir bakışla Tanzimat sonrası süreç ve özellikle de Cumhuriyet dönemi edebiyatı hakkında da önemli saptamalarda bulunuyor, ciddi eleştiriler getiriyor. Sanatçının, devlet başta olmak üzere çeşitli iktidar odaklarıyla ilişkisinin de irdelendiği bu yazılarda Şakar, yer yer Kur’an ayetlerinden yaptığı aktarmalarla görüşlerini daha vazıh bir hâle getirmeye çalışıyor.
Cemal Şakar, -hepsini özetleme imkânımızın olmadığı- bu yazılarında vahiyle insan arasına giren muharref algılarla, hakikati öldüren modern ve postmodern yanılsamalarla, seçkinci ve özerklik saplantılı sanat tutkusuyla bir hesaplaşmaya giriyor adeta.
Sanatın köklerine, dinle olan bağına, giderek varoluş koşullarına eğilip zevkin ve hazzın peşindeki sanat anlayışına karşı, vahyin emrindeki sanat anlayışını da belli başlı vurgular eşliğinde temellendiriyor. Kutsal ve dünyevî bağlamında sanat algılarını tartışırken Müslüman sanatçının sanat karşısındaki konumunu ele alıp, Kur’an’ın va’z ettiklerinden sanata bakışın ayrı tutulamayacağını belirtiyor. Sanatçının gerçeklikle ilişkisi bakımından bir dünya görüşüne sahip olması gerektiğini ileri süren yazar, saf sanat ve tarafsızlık yargılarına da ciddi eleştiriler yöneltiyor. Aslında her sanat anlayışının, arkasında bir inanç sistemi yattığını da vurgulamış, temellendirmiş oluyor. Bu yazılar, bir bütün hâlinde Müslümanın sanata olan bakışını derinleştirmesinin yanı sıra ezber bozan görüş ve yorumlar eşliğinde yeni tartışmalara da kapı aralıyor.
Daha önce çeşitli vesilelerle yazılıp dergilerde yayımlanan metinlerden oluşan “Edebiyatın Sırça Kulesi”, edebiyat ve sanatı merkeze almakla birlikte kimi zaman eleştirinin, kimi zaman sanat tarihinin ve sosyolojinin, kimi zaman da ilahiyatın sularında gezinen bir eser. Dikkatli bir okuyucu, yazarın bazı yazılarda tekrara düştüğünü söyleyebilir. Çözümleme ve eleştiri ağırlıklı bakışın, sanat ve edebiyat alanında olması gerekeni önerme ve örneklendirme çabalarını gölgede bıraktığını iddia edebilir. Fakat bir kitabın ele aldığı bütün sorunları hem gözler önüne sermesi hem de bu eksende kuşatıcı bir perspektif sunması hâliyle çok zordur. Kitapta yer alan bazı konuların gündeme getirilmesi bile edebiyatımız ve düşünce hayatımız için çok önemli, çok değerli bir katkıdır. Diğer taraftan Cemal Şakar, yazdığı birçok öykü ile kendi savlarını örnekleyen bir duruş da sergilemektedir. Okuyucu, yazarın özellikle “Hikâyat”, “Sular Tutuştuğunda” ve “Mürekkep” adlı kitaplarındaki öyküleri okuduğunda daha esaslı, daha bütüncül bir bakış açısına, değerlendirme olanağına kavuşacaktır.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
adsiz.jpg



Harf inkılabının sızısı bu Sessiz Harfler’de

Sessiz Harfler, Haz.: Cemal Şakar


Cemal Şakar’ın yayına hazırladığı Sessiz Harfler’in diğer can alıcı noktası ise, Harf İnkılabı’nın günümüz insanındaki karşılığının aranmasıdır..


Harf İnkılabı genellikle tarih, düşünce, sosyoloji veya kültür çalışmalarında konu edinilir. İnkılaplar üzerinden bir tarih yazılmaya çalışılır veya sık sık Harf İnkılabı merkeze alınarak, o dönemin siyaseti, devlet ideali, uğraşılan meseleler anlatılmaya çalışılır. Çünkü devletin Batılılaşma politikasının net bir şekilde görüleceği hareket Harf İnkılabı’dır.
Şimdi de Harf İnkılabı; hikayeci Cemal Şakar’ın yayına hazırladığı, içinde yirmi dört farklı hikayeciden birer hikayenin yer aldığı, Okur Kitaplığı’ndan çıkan Sessiz Harfler’de işlenmiş. İnkılabın, bir grup hikayeci tarafından, ortak bir çalışma içinde hikayeleştirilerek ele alınması ilk defa yapılan, orijinal bir proje. Konunun hikâyelerle işlenmesi, tarihî bir olay olarak, tarih, düşünce veya sosyoloji kitaplarında işlenmesinden apayrı bir anlama sahip.

harf-devriminin-ardindan-turkiye-national-geographic-harf-devrimi-1929-966871.jpg



Hikâye, tarih kitaplarının taşıyamayacağı, belki de bir tarihçinin aklına bile gelmeyecek açıları, ayrıntıları ve duyguları yakalayıp işlemeye çok daha elverişlidir. Harf İnkılabı’nın tarih kitaplarında yalnızca düşünsel veya döneme dair sosyal bir gerçeklik olarak değeri varken, bir hikaye kitabında bunlara ayrıca duygusal ve etkisel unsurlar da katılır. İnkılabın insanlar üzerindeki duygusal etkileri, inkılapla ilgili bugüne kadar yapılmış değerlendirmelerin eksik kalan yönüydü. Bu eksiği dediğimiz gibi tarih kitapları gideremez. İş sanat ve edebiyata kalır.
Sessiz Harfler’deki hikâyelerin tamamı yeni
Sessiz Harfler’in ilk dikkat çekici yönü Harf İnkılabı’nın yüreklerde bıraktığı sızıyı başarıyla günümüze taşıyabilmesi, daha da önemlisi hissettirebilmesidir. Hikâyeleri okudukça meselenin yalnızca bir yürek veya vicdan sızısından ibaret olmadığı da anlaşılıyor: Mesele ayrıca halkın kültürel ve düşünsel dünyasında sürekli batan ve kanatan bir kıymıktır. Sessiz Harfler’deki hikâyelerin tamamı muhalif bir bakış açısıyla yazılmış. Konu daha çok acıtan, sızlatan, hatta ağlatan taraflarıyla ele alınmış. Belli ki Cemal Şakar zihinde ve kalpte taşınan sızıyı, ortak bir çalışma etrafında okuyuculara sunmak istemiş. Bu yönüyle gayet başarılı ve önemli bir kitap.
Sessiz Harfler’deki hikâyelerin tamamı yeni. Yani Harf İnkılabı’yla ilgili edebiyatımızda neler var neler yok denilerek, bir toplama eser meydana getirilmemiş. Günümüz hikâyecilere konu verilmiş ve konuyla ilgili bir hikâye yazılması istenmiş. İsabetli bir karar. Eğer Harf İnkılabı’yla ilgili yazılmış bütün hikayelere ulaşılmak istenseydi, bu çok büyük bir yekun tutardı ve belki de kitap okunmaz hale gelirdi. Sessiz Harfler bu haliyle canlı ve hareketli. Her şeyden önce düşünceler ve hisler canlı. Farklı hikâyecilerin farklı üslubunu, farklı yaklaşımlarını ve farklı ele alışlarını hesaba katmalıyız. Sessiz Harfler’in diğer can alıcı noktası ise, Harf İnkılabı’nın günümüz insanındaki karşılığının aranmasıdır.

harf-devrimi-86289.jpg


“Eskiler neler söylemiş veya inkılabı nasıl karşılamış”tan ziyade, şimdi biz, düşünen ve yazan insanlar, konuyla ilgili ne söylüyoruz, nasıl düşünüyoruz, neler hissediyoruz gibi soruların cevapları aranmış.
Şapka İnkılabı, Harf İnkılabı’na kıyasla neden daha çok tepki çekti?
Yürürlüğe konulduğu dönemde, Harf İnkılabı’nın ne olduğunu, hangi anlamlara geldiğini ilim erbabı hemen anlamıştır. Harf İnkılabı’yla neler yapılmaya çalışılıyor, bunların tehlikeleri veya faydaları, ileride sebep olacağı tıkanıklıklar, gelecek kuşaklara etkisi… Örneğin herkesin dilindedir: Değil Fuzuli’yi, Refik Halit Karay’ın romanlarını bile orijinallerinden okuyamıyoruz. Okuduğumuzda anlamıyoruz. Meselenin en vahim tarafı günümüzde kimsenin Fuzuli’yi veya Refik Halit Karay’ı okuyup anlama gibi bir gereksinim duymaması. Harf İnkılabı’yla yapılmak istenen zaten bu değil miydi? Birileri bir şeyleri okusun veya okumasın değil, okuma gereği duymasın. Onun önemsiz olduğunu sansın, geçmişe bir sünger çekilsin.
Mahir İz, Yılların İzi adlı kitabında Şapka ve Kıyafet İnkılabı’nın Harf İnkılabı’na kıyasla neden daha çok tepki çektiğini sorar, sonra da çok iyimser bir yorumda bulunur. Ona göre dönemin okumuşu çok sayıda değildi. O yüzden halk Harf İnkılabı’nın önemini ve ileride ne tür tehlikelere yol açacağını hemen sezinleyemedi. Şapka İnkılabı ise kılık kıyafetle ilgiliydi; halkın bütün tabakalarını doğrudan ilgilendiriyordu. Her şeyden önce daha somut bir meseleydi. Okuma yazma bilmeyen bir halka “harfleriniz değişti” demekle, “artık şapka takacaksınız” demek aynı etkiye sahip olamazdı.
Acaba gerçekten öyle mi? Mahir İz meseleye tabii ki doğru bir noktadan bakıyor. Fakat onun yorumuna birkaç açıyı eklememiz lazım. Şapka İnkılabı 1925’te, Harf İnkılabı ise 1928’te yapıldı. Şapka İnkılabı’ndan dolayı halkın uğradığı muamele, Harf İnkılabı’na karşı tepkide bulunmasını önlemiş olabilir. Daha doğrusu halk artık inkılaplara karşı bir şey yapılamayacağını; inkılapların hız kazandığını ve bunun önüne hiç kimsenin veya hiçbir hareketin geçemeyeceğini anlamış olmalı.

harf-devriminin-ardindan-turkiye-national-geographic-harf-devrimi-1929-966866.jpg


Bu noktada mesele halkın nazarında şapkanın mı yoksa harflerin mi daha önemli olup olmadığı değildir. Mesele inkılapların toplu bir hareket olduğu; onun önüne halktan gelecek bir müdahalenin geçemeyeceğidir. İnkılap tarihi neredeyse bu şekilde halkın direnci veya desteği hesaba katılmadan yapılan hareketlerin toplamından ibarettir.
Harf İnkılabı bir sızı olarak kalplerde varlığını sürdürüyor
Bir dönem yalnızca Arap harfleri değil, Arapça öğretimi de yasaklanmış. Bu durumda halkın Harf İnkılabı’yla yapılmak istenen şeyi sezmediğini veya anlamadığını düşünemeyiz. Çocuğunu Kur’an-ı Kerim öğrenmesi için camiye gönderemeyen bir babayı düşünün. Mahir İz’in yorumuna bir halka daha eklememiz gerekiyor: Şapka İnkılabı’nı Harf İnkılabı’na dönük bir hazırlık veya göz korkutma olarak değerlendirebiliriz. Tabii bu, seçeneklerden bir seçenek. Diğer bir seçenek ise; halkın Şapka İnkılabı’yla meşgul olmasını sağlayıp, ondan kat be kat mühim olan Harf İnkılabı’na yoğunlaşmasını engellemek amaçlanmış olabilir. Eğer öyleyse on ikiden vurulduğu kesin. Zira artık “eski Türkçe”nin ehemmiyetini anlayacak, hissedecek ve halka arz edecek ne bir kişi ne de bir kuşak kalmıştır.
Sessiz Harfler’in dikkat çekmek istediği nokta da burası: Harf İnkılabı bir sızı olarak kalplerde varlığını sürdürüyor, çünkü halkta bu inkılabın yol açtığı yara tahmin edilenden de büyük. Sızı olması münasebetiyle Harf İnkılabı bir tarih, kültür faaliyetinden ziyade edebiyatın konusu oluyor. Tabii ki dönemin yazarlarından inkılapları, hele ki bunları bir anı kitabında okumak daha etkilidir. Fakat neticede anı kitapları da birer tarihtir. Tarih kitaplarının ağırlığını, çıkmazlarını ve kör noktalarını kısmen de olsa taşır. Onlar bir tarih kitabı kadar ciddi ve sorumluluk yüklüdür. Onlarda hayal, coşku ve duyguya yer verilmemeye çalışılır. Anı yazarının temel kaygısı; geleceğe kalacak bir belge bırakma, bu belgeyi bırakırken de olabildiğince objektif davranma ve doğruları dile getirmektir.
O yüzden Harf İnkılabı’nın millet sinesinde bıraktığı sızıyı bir anı kitabından ziyade edebiyat kitabı taşıyabilir; hikaye, roman, piyes veya şiirler… Tabii ki Fuzuli veya Refik Halit Karay’ı orijinalinden okuma gereği bile duymayan günümüz okuyucuları için, belki bir umut veya çıkış kapısı olarak. Meselenin önemi, dönem içinde açtığı yaralar, bunların topluma yansıması, fertlerde ve ailelerde sebep olduğu dönüşümler vs. hep edebiyatın bize taşıyabileceği naif, zor ve muhataralı konular.

Ömer Yalçınova yazdı
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
411907.jpg


Gidenler Gidenler

Mehmet Narlı’nın anlatımıyla Gidenler Gidenler: “Cemal Şakar’ın öyküleri daha çok ‘an’ın içindeki yalnızlığı, sorgulamayı, anlam arayışını aktarsalar da, karamsar değildirler ve okurları boşluğa açılan bir kapının önünde bırakmazlar.
Modern insanı anlatırlar ama bu modern insanlar, korkuların ölüme çalan yüzünde duran kişiler değildirler.
Zaman zaman öykü özneleri kendi üzerlerine kapanırlarsa da, öykünün sonuna doğru bir ses, sanki okura şöyle seslenir: ‘İçini karartma, beraberce düşünmüş olduk ve bu düşünüş birbirimizi tanımamız içindir.’”


411903.jpg


Yol Düşleri

“Cemal Şakar’ın öykülerinde anlatım tekniği olarak fantastik yapı, rüya ve sesler dolayısıyla belirir.
Yol Düşleri’nde, şehre alışmak zorunda kalan bireyin öyküsünü anlatan “Sır”, otel odasında kalan gencin, garip bir sesin peşine düşmesini anlatır.
Nitekim aynı birey, “Ses” öyküsünde, rüya ve geçmişe dönüş fantastiğiyle aradığı sesle buluşur.
Sesin sahibi, ölümün eşiğinde bulunan ve hikmetler söyleyen birisidir.
Ancak bu yapı tasavvufi, metafizik, sezgisel bir geçiştir ve rüya hâline denk gelişi, fantastiğin bizim tanımladığımız kararsızlıkla yerleştirilecek biçiminin dışındadır...” diyor, Ertan Örgen.
 
Üst