Cemal Şakar, Yazının Gizlediklerini yazdı
Mehmet Akif: "Kucaklaşır medeniyyetle din tamâmiyle", 'Gerisini emanetçilerim düşünsün", Topçu'da Turk-İslâm harikası olarak millet ve milliyetçilik, Yahya Kemal: "Şiir, şiir olsun kâfi derim", Nuri Pakdil: "Bağışlamıyor toprak gerileyeni", Vakti kuşanmanın sorumluluğu, Sığınma mekanı olarak ev, Cahit Zarifoğlu: "Daima bir başlangıç vardır", Esrarnâme'nin sırları, Ateşten Kelimeler'le saklanır aşk, "Bir Yazı Makinesi': Ahmet Midhat Efendi, Yaşamın kıyısında bir sokak: Sinekli Bakkal, Kültür inşasında bir yapı taşı olarak Ankara' romanı, Nazım Hikmet: "Ben geleceği bir Sosyalist toplum olarak anlıyorum", Nazım Hikmet'in mektupları, Simeranya, Anlatamamanın gerginliği, Sevim Burak kendini neden anlatamıyor? Adnan Benk: "Her yazar hak ettiği eleştirmeni bulur", Suskunlar'ın simge(me)sel dünyası, Bir ülkü olarak çocuk edebiyatı, "Otean gördüğüm sen miydin?", Sevgili Ramazan...
Cemal Şakar’ın Okur Kitaplığı yayınlarından çıkan
Yazının Gizledikleri başlıklı kitabında yer alan, deneme, eleştiri ve inceleme yazılarının başlıkları bunlar.
İlk öyküsü 1982 yılında Aylık Dergi’de yayınlandıktan sonra bir grup arkadaşıyla birlikte Kayıtlar dergisini çıkartan, öyküleri; Aylık Dergi, Mavera, Yönelişler, Yedi İklim, Kayıtlar, Hece ve Hece Öykü’de yayınlanan yazar, Esenlik Zamanları adlı öykü kitabıyla 1999 yılında TYB tarafından yılın öykücüsü seçilmişti. Hâlen öykü ve denemelerini; Hece, Hece Öykü, Yedi İklim, Kur’anî Hayat ve Eski Yeni dergilerinde sürdüren yazar aynı zamanda Edebistan.com internet sitesinde öykü editörlüğü yapıyor. Yazarın yayınlanmış öykü kitapları, Gidenler Gidenler (1990), Yol Düşleri (1996), Esenlik Zamanları (1999), Pencere (2003), Hayalperdesi (2008) adlarını taşıyor.
Yazı Bilinci (2006)'den sonra geçtiğimiz günlerde yayınlanan Yazının Gizledikleri adlı eser yazarın ikinci deneme yazıları derlemesini oluşturuyor.
Kitaptan bir kesit...
Ev imgesi evvelemirde Kabe'yi, Allah'ın evini; ve peygamberimizin Hane-i Saadet'ini çağrıştırır; sonra bu iki evin simgesel bir izdüşümü olarak 'ev'lerimizi. Yani haremlerimiz: bizi kötülüklerden, pisliklerden koruyan; gelip geçici bir mekan olan dünyada, kurduğumuz, inşa ettiğimiz barınaklarımız, 'dünyalarımız'; içinde hayatlarımızı idame ettirdiğimiz, yeni hayatlar için temiz ve pak tutmaya çalıştığımız haremlerimiz. Dahası hafızamızı, hayallerimizi yaşatıp yeşerttiğimiz bir mikrokozmos; içinde olduğumuzda evrenin de içinde yer aldığımızı hissettiğimiz mekan. Ancak orada varkaldığımız ve ancak orada kendimizi çoğalttığımız, korunmuş ve kollanmış dünyamız. İşte, G.Y.A.'m sığındığı ev bu tür çağrışımlara sahip bir korunaktır. Ama gidişat yavaş yavaş evini, onu koruyan ve kollayan bir mekan olmaktan çıkarmaktadır; yükselen çok katlı binalara anlam veremez; dışarıdan gelen kimi sesleri tanıyamaz.
Bir zamanlar dağın eteklerine kurulu olan şehir, genişleyip büyümeye başlamıştır. Dört bir yana dal budak sarar, ovaya doğru açılır. Bir tren istasyonu inşa edilir, sokaklara parke taşlar döşenerek caddeler kurulur. Şehrin ilk büyük binası olarak bir otel, marul tarlaların bitişiğine dikilir. Şehirliler için bu bir iftihar vesilesidir. Otel şehrin geleceği bakımından iyi bir 'gelişme' olarak değerlendirilir. Ve yavaş yavaş bir çarşı meydana gelir. İlk fırın yapılır. Çünkü memurlar evlerinde yufka ekmek yapmasını bilmemektedirler. Sonra taahhüt işleri başlar; bu işleri de öteden beri şehirde ticaretle uğraşanlar yaparlar. Çünkü tarımla uğraşanlar henüz değişimi kavramamışlardır; hatta ürettiklerinin onda birini, hâlâ öşür diye ayırmaktadırlar. Belediye bir ara tiyatro bile açar. Ama kısa sürede kimse gitmediği için kapanır. Onun yerine sinema faaliyete girer. Böylece ahali teknolojinin büyülü etkisiyle tanışmış olur. Otomobil de bu değişimde yerini alır; sonra Aile Bahçesi', tekel bayii ve bir de 'saz'. İnsanların, ilk zamanlardaki dirençleri zayıflar ve kırılır. "Oluşan değişmenin, yenilenmenin ilkin özle ilgili bir olay olduğunu düşünen kimseler, artık bunların bütünüyle biçimsel olduğu kanısını taşıyordu. 'Madem ki oluyor, öyleyse doğaldır'diye düşünmeye başlamışlardır" {s. 67). Eski, onlar için unutulması gereken kötü bir öz taşıyordur.
Farkında olmanın işe yaramadığı günlere gelinmiştir. İnsanların tutunduğu her şey çok kısa zaman sonra ellerinden kayıp gitmektedir. Daha ısınamadan, daha alışamadan ellerinden kayıp gider tutamakları. Çünkü bastıkları zemin de kayganlaşmıştır. Hiç kimse kendine ait yerlerde gezinmemektedir. Ve herkes uydurma bir kişilik taşımaya başlamıştır. Yaşama biçimlerinin, alışkanlıkların kökten değişmeye başladığı bu dönemde, insanlar kendilerini konumlandıracakları bir merkezden mahrumdurlar. Hayatın hızı karşısında bilmedikleri yönlere doğru savrulup dağılmaktadırlar. Herkes bir akvaryuma hapsedilmiş gibidir... "
Haber7