Celali Baba'nın Kıssası, Hızır As. Kimdir? Sağ mıdır?

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
netice:

Netice yerine, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz.leri nazmen buyurmuştur:

Hızır gibi daima diri ol aşk hayatının denizinden, yoksa cenin gibi daha ne zamana kadar cismin hapislik çekecek

Mevlana Celaleddin Rumi Hz. nazmen buyurmuştur:

“Ab-ı hayatı çok aradım, bulamadım! Sonunda, Hızır (a.s.) bana dedi ki: 'Onunla (ALLAH ile) buluşmadıkça canlanamazsın! Bu sebeple, boş yere ab-ı hayatı arama!' "

Varlık, benlik karanlıklarından bir adım bile dışarı atsan, kendini kurtarsan yokluk ab-ı hayatını içer, yüzlerce Hızır gibi sonsuzluğa kavuşursun.”
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
HER İLMİN BİR BİLENİ VARDIR

Nakşi yolunun büyüklerinden Abdulhâlık Gücdevanî Hazretleri K.s (vefat: hicri 617, miladi 1220) gençlik yıllarında hocası Şeyh Sadreddin Efendiden tefsir dersi alıyordu. Şu ayete geldiler:

"Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. O haddi aşanları sevmez"

Hocası ayetin tefsirini bitirince, Abdulhâlık Gücdüvanî, hocasına şunu sordu:

"Efendim! Bu ayette bahsedilen gizli dua ve zikir nasıl yapılır. Eğer insan zikir ve duayı açıkça yapsa insanlar görür ve işitir. Bunda gösteriş tehlikesi var. Eğer bu zikri kendi içinden yapacak olsa onu da şeytan fark eder. Çünkü hadis-i şerifte: 'Kan damarları içinde kanın dolaşması gibi, şeytan da insanın içinde dolaşır' buyruluyor. İnsanlara ve şeytana fark ettirmeden Yüce ALLAH gizlice nasıl zikredilir?"

Hocası soruyu hayranlıkla karşıladı ve:

"Evladım! Bu ledünni, ilahi bir ilimdir. ALLAH Teala dilerse seni dostlarından birisi ile buluşturur, o sana bu gizli zikri öğretir"

dedi. Abdulhalik Gücdüvanî Ks. o dostu beklemeye başladı. Nihayet ALLAH Teala kendisini önce Hızır A.s ile ve daha sonra büyük arif Yusuf Hemadanî Hz.leri ile buluşturdu.

Hızır As. kendisine gizli yolla nefy u isbat "La ilahe illALLAH" zikrini öğretti.

Hz. Yusuf Hemadânî Ks. (Hicri 440-535, miladi 1048-1140) ise onun manevi terbiyesi ile meşgul oldu. Sonuçta onu insanları irşatla mezun etti.

Meşhur Hoca Ahmed Yesevî Ks. de (1103-1165) Yusuf Hemadanî'nin halifesi ve Abdulhalık Gücdevanî'nin yol arkadaşıdır. Bu iki büyük veli aynı kaynaktan terbiye almışlardır. Tarihte ve günümüzde Türklerin ekseriyeti bu iki koldan gelen manevi feyiz ve terbiye ile tanışmıştır.

S. Muhammed Saki Haşimî
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Bayburtlu Dede Paşa Hazretleri Kimdir?

Veliler kervanı yoluna devam ediyor.

Erzincanlı Pir-i Sami hazretlerinin kolu boy boy geliyor. Dede Paşa hazretleriyle de Anadolu´ya yayılıyor. Gönlüne ALLAH sevgisi düşmüş bir kere, çaresiz bu yolda nasibini kısmetini arayacak. Uzun uzun yollar, inişli çıkışlı dağlar, azgın sular. Ama çaresi yok geçecek buraları Dede Paşa Hazretleri. Çünkü bu yol gönül sultanına gider.

Dede Paşa hazretleri Bayburt´un Pulur nahiyesine bağlı Aşağı Lori Köyü´nde 1879 yılında dünyaya geldi. Babasının adı Hüseyin Efendi, annesinin adı Gül Hanımdır. Cumhuriyetin ilanından sonra, soyadı kanununa göre aile Baştürk soyadını almıştır. Dede Paşa hazretlerinin asıl adı Musa Baştürk´tür. Ancak bu büyük ALLAH dostu, Dede Paşa hazretleri olarak anıla gelmektedir.

Dede Paşa hazretlerinin şu anda hayatta olan oğlu Nurettin Baştürk´le hazret hakkında derin bir sohbete dalıyoruz. Nurettin Efendi, ilerlemiş yaşına rağmen hafızası taptaze babasını anlatırken duygulu anlar yaşıyor. Dede Paşa hazretleri oğlunun dilinden naklediyorum:

"Efendim, babam okumayı çok severdi. İlk önce sibyan mektebine gitmiş. Bu okulda çok başarılı imiş. Okul dışında da Bayburt´a bağlı Yukarı Aksüt Köyü´nde Kitapsız Hacı Mustafa Efendi diye bir zattan ders almış. Bu zat babamın zekasına hayret edermiş. Şürekli bu çocuk bir başka diye sağda solda söylermiş. Zaten Dede Paşa adını da bu hoca efendi koymuş.

Babam sıbyan mektebini bitirdikten sonra Bayburt´ta Rüştiye´ye başlamış. Burayı da başarıyla okumuş. Daha sonra dedem, İstanbul´daki Dar´ül-Ülya adlı okula babamın kaydını yaptırmış. Ama dedem vefat edince babam okulu bırakmış ve köye dönmüş. Çünkü bizlerin köyde büyük bir arazisi vardı. Bunlarla ilgilenmesi gerekiyordu."

Dede Paşa hazretleri köydeki arazi işiyle meşgul olmaktadır. Ancak ne çare ki gönlündeki ateş başka o sürekli okumak istiyor. İşlerden fırsat buldukça Bayburt´ta bulunan hocalardan fıkıh dersleri alıyor.

Günlerden bir gün köye gönlündeki ateşi söndürecek belki de daha da alevlendirecek Pir-i Sami hazretlerinin halifesi, Şeyh Muhammed Beşir Erzincani Efendi geliyor. Gerisini Nurettin Efendi´den nakledelim:

"Babam derki ki; 'Bir gün köyümüze bir Nakşibendi şeyhinin geldiğini söylediler. Ben gitmemiştim. Gelen şeyh, Pir-i Sami hazretlerinin halifesi Şeyh Beşir Efendi imiş. Efendi hazretleri, köyümüzde bir evde misafir olmuş. Bu evde Hazret sohbet ediyormuş. Sohbette bulunanlardan biri Beşir Efendiye demiş ki: 'Efendim bizim bir Dede´miz var, o da sohbete katılsın mi?' demişler. Hazret de gelmesini söylemiş.'

Beşir Efendi dede ismini duyunca yaşlı biri zannetmiş. Babam gidince Beşir Efendi şaşırmış. Bir de ne görsün dede dedikleri 19 yaşında bir delikanlı."

Dede Paşa hazretleri Beşir Efendinin sohbetini dinledi, etkilendi. El tuttu, mürit oldu. Beşir Efendi köyden ayrılıp, memleketi Erzincan´a döndü. Dede Paşa´yı bir sevgi hasreti sardı. İşi gücü bıraktı. Ağladı olmadı, güldü olmadı. İçi içine sığmadı. Bir hasret başladı ki sormayın. İşi gücü bırakan Dede Paşa hazretleri Şeyhi Beşir Efendi´ye koştu, hiç ayrılmamacasına. Köydeki arazileri dayılarına bırakıp Beşir Efendi´nin Erzincan´daki dergahına hizmete koşuyor.

Şeyhine bağlılığını ve hizmetini oğlu Nurettin Efendi´den nakletmeye devam edelim:

"Babam Beşir Efendi´ye bağlandıktan sonra dünya işleriyle uğraşmamış. Şeyhi Beşir Efendi´nin dergahında sürekli ders almış. Dergahın her türlü hizmetine koşmuş. Ara sıra babam köyüne dönermiş. O zaman şartlar çok sıkıntılı, vasıta yok, at var ama dağları aşmak çok zor oluyormuş. Bizim köyden Hazret´in Tercan´daki tekkesine sürekli gider gelirken çok tehlikeli olaylar yaşamış. Mesela bir keresinde Fırat´ı geçerken suya kapılmış. Su hayli sürüklemiş babamı. Yine bir kaç defa da eşkıyalar yolunu kesmiş.

Bir de Ruslar Erzincan´a geliyorlar, harp başlıyor. Babam da asteğmen rütbesinde Halit Paşa komutasında Kop Dağı´nda savaşa katılıyor. Daha sonra da Zile´ye muhacir olarak gidiyor. Yani Babam, sürekli Zile´den Kırşehir´e giderek, şeyhinden feyz almaya devam ediyor. (O sıra Beşir Efendi, Kırşehir'de Cacabey Medrese Camiinde İmamlık yapmaktadır.. hirahos)

Erzincan´ın düşman işgalinden kurtuluşunun ardından, Babam Zile´den şeyhi Kırşehir´den Erzincan´a dönüyorlar. Şeyh Beşir Efendi Erzincan´da bulunan Mecidiye Kebir Mahalesinde bir tekke inşa ediyor. Ancak Cumhuriyetin ilanından sonra tekkeler yasaklanıyor."

1932 yıllında Şeyh Beşir Efendi ötelere sefer etti. Vasiyeti üzerine Terzibaba Mezarlığı´nda toprağa verildi. Şeyh Beşir Efendi hazretleri, yerine Dede Paşa hazretlerini halife olarak bırakdı. Paşa hazretleri, Bayburt´un Aşağı Lori Köyü´ne dönerek burada irşat görevine başladı. Emir var Altın Silsile devam edecek. Nurettin Efendi´yle sohbetimize devam edelim:

"Köyde 50 kişinin kalacağı büyüklükte bir konağımız vardı. Bu konağın yanında bir konak daha yaptırdı. Gelen giden çoktu. Tarikat ile ilgili ibadetler gizli yapılırdı. Bu dönemde 1939 yılında Erzincan´a beraber gittik. Beşir Efendi hazretlerinin iki oğlu da bu depremde rahmetli olmuşlardı. Babam Erzincan´ın bu durumuna çok üzüldü, günlerce ağladı."

Şeyh Beşir Efendi hazretlerinin bağlıları Dede Paşa hazretlerine intisap etmişlerdir. Paşa hazretleri, bazen Erzincan´a geliyor, bazen Ankara, İstanbul´a gidiyordu. Köyü ise binlerce bağlısının toplandığı bir mekan haline gelmişti.

Paşa hazretlerinin oğlu Nurettin Efendi o dönemin çok sıkıntılar içerisinde geçtiğinden bahsediyor, ama bu sıkıntılı günlere rağmen Dede Paşa´nın hizmetlerini hiç aksatmadığını söylüyor ve devam ediyor:

"Babamı her gün yüzlerce insan ziyaret ederdi. Ben on beş yaşındaydım. Said Nursi hazretleri babamı ziyarete geldi. İlk defa da biz kendisini Ankara´da ziyarete gittik. Türkiye´nin her yerinde bağlıları vardı.

Benim şahit olduğum önemli konulardan biri de şudur. Babam bir sohbetinde 'Yakında tek partiden kurtulacağız. Yeni bir parti var. Bu parti iktidar olacak ve İslam adına da çok büyük faydaları olacak. Ama ömrü de kısa olacak.' dedi."

Dede Paşa hazretleri´nin ilk hanımı Şefike Hatun 1957 yılında vefat etmiş, ikinci izdivacını 1962 yılında Havva Hatun´la yapmıştır. Doksan yılı aşan bir ömrünü ALLAH yolunda hizmete adayan Paşa hazretleri 4 Eylül 1973 tarihinde Hak´ka vasıl oldu. Son anında dudakları durmadan kıpırdıyor, Rabbı´nin ismini anıyordu. Aile efradını yanına çağırdı ve dedi ki:

“Çağırdılar gidiyorum. Beni Erzincan Terzi Baba Mezarlığı´nda Şeyhimin yanında bir yerde toprağa veriniz.”

Dede Paşa hazretleri vasiyeti üzerine şeyhinin yanına götürüldü.

“Bizi bizim vefatımızdan sonra anlarsınız. Kılıç kınında iken kesmez ama o kından sıyrılınca turnalar hangi göle konar görürsünüz.”

Dede Paşa hazretleri, yerine Muhammed Beşir Efendinin torunu Abdurrahim Reyhan Erzincani hazretlerini halife olarak bıraktı. Silsilesi Reyhan Hazretleriyle dünyaya yayıldı.

Kaynak: "Abdurrahim Reyhan Erzincani" Kitabı, yazarı Ünal TUYGUN
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Geçmişteki ve zamanımızdaki Evliyaullahın kendilerinin tanıtıldığı ve şiirlerinin toplandığı "Evliyanın Dilinden" isimli büyük bir kitap hazırlayarak yayın dünyasına kazandırmış bulunan rahmetli Fehmi Kuyumcu, intisaplı bulunduğu Şeyh Efendisi Dede Paşa Hazretleri için kendi yazdığı "Tasavvuf Sohbetleri" kitabında şunları söylüyor:

"Nüfusa kayıt tarihi 1300 ise de, 1294 veya 1295 Bayburt dogumlu (milâdi 1878 veya 1879). Bayburt ve Asagi Lori (simdiki yazibasi) köyünde Izni Agalar diye anilan misafirperver, fukara ve zayiflar dostu, yerlesmis tabiriyle “hanedan” bir soydan Haci Hüseyin Efendi ile kendilerine Seyyidler denilen bir aileye mensup Gülhanim’in kutlu izdivacindan dogmus.

Iptidai ve rüsdiyeyi bitirdikten sonra, 18-19 yaslarindayken Besir Efendi Hazretlerine baglanarak bütün ömrü boyunca her zevki, her isi birakip seyhine ve tarikatina hizmetten baska her gayeden yönünü ve gönlünü çevirmis, yaz ve kis, gece ve gündüz seyhi ile tebligde gezmis, genis arazi ve emlâk sahibi oldugu halde dünya mali ve alayisine meyletmeyerek mevcut serveti ile mükemmel sihhatini ve çok güzel oldugu bilinen sesi ile sair bedeni kabiliyetlerini münhasiran rabitasinin emrine ve hizmetine feda etmis..

Mali, bedeni ve ameli bütün varlik ve kuvvasini, ibadet huzur ve üstün gayreti içinde eritip, essiz tevazu ve erisilmez mahviyet örtüsü ile gizlemek suretiyle 80 yila yakin bir altin çag boyunca dergahin hizmetinde canini vakfetmis, kendine has benzersiz hizmet ve fedakarliklarin numunesi olmus..

Yaptigi hizmeti baskalari görüp duymussa anlatmis; degilse kademi iktizasi kimseye pek bahsetmediginden, ekseriyeti bilinmeyen gayretler olarak kalmis..

Misaller vererek, izahlar yaparak anlatilmasi mümkün degil.. Yalniz söyle bir benzetme ile vakianin özüne yaklasilabilir: Kainati aydinlatacak bir ihlas, bütün alemleri isitacak bir ask ve yaratiklarin tamamini rikkat ve muhabbete gark edecek bir teslimiyet! Öyle bir yokluk sahasina ulasmis ki Miraçta peygamberimizin Cenab-i Hakk’a takdim ettigi makbul hediyesi olan bir mahviyetin kemaline, hakikatine kavusmus. Ahir kelam ve kelamin ahiri budur..

Mahviyetin sonu, velayetin de sonudur.

Ilim, keramet, nazar, feyiz ve himmet, üstün ve mükemmel nisbet zatinda tekmil oldugu halde bunlarin alet oldugunu ima ve isaret ederek:

- Gaye ALLAH’dır.

buyurmustur."
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Dede Paşa Hazretlerinin Kasetlere alınmış ve sonra kitaba yazılmış Sohbetlerinden:

“Tekkelerde olan alemi dil söylemekten acizdir. Emin olun cennetin alemi tekkelerde mevcut idi. Kapıdan içeri girerdin, bir misk rayihası kendini istiab ederdi (kaplardı). Su içerdin kevser, yemek yerdin cennet taamı, yedikçe dimağına bir hayat gelirdi benim sultanım. Biz sözünü söylesek de özünden haberimiz yok. O tekkede meşayihin sohbeti de acaip garaip bir hal ile olurdu. Çünkü o zamanda meşayih ne söylerse o ihvanın kalbinde olan halini kendisine söyler ki, işte halin budur, dermanı da budur.. Biraz gönlüne şek (şüphe) gelen bir ihvanı da hemen ikaz eder gözünü açar, halinin hakikati ne ise o halin hakikatini gösterirdi. Mürid o anda ikaz olup anlardı ki, haa evet bu yaylanın yolu böyle gidermiş. Elhamdülillah şimdi zaman tebdil oldu sultanım.”

-------------------------

“Şimdi, mürşid-i kamiller müridini halinden haberdar etmiyorlar. Niye? Senin benim selamet saadetim için. Yaramazlar şerrinden, yaramazlığın künhünden (tamamından) muhafaza için. Şimdi şu zamanda zahir adabı kaldırılmıştır. Zahir adabının takat tahammülü çok zordur beylerim. Şimdi şu zamanda hal yoktur amma meşakkat mihneti de yoktur. Şimdi – seyri ilallah makamına kadar- seyr i süluku sokakta ikmal ettiriyorlar. Hal idaresi çetündür.

Onun için bu bir ALLAH’ın fazl u keremidir. Şimdi, insanların muhalifi olan nefs u şeytandır. Rabıta nuru olan yere şeytan yaklaşamaz. Mürşid i kamil, müridin iki küreği arasındaki şeytanın hulül yeri, üfürme yerini kapatır. Senin nefsin de yarıya kadar su dolu tenekeye düşen bir fareye benzer. Ne kadar iktidarı olsa da, mürşidini tanıyan mürid için hükmü tesirsiz kalır. Sıfatı hayvaniye de yine aynı fareye benzermiş. Issız kalıp karanlığın olmasını bekler ki, çıkıp da nimetlerden yesin (harama düşsün, çalıp çırpsın). Seni göreyim; eyvahını unutma, rabıtanı unutma. Ten mezbeleliği battallıktır. Hizmetini ihmal etmezsen bir tesiri yoktur. Anasır zıddiyet ise mürşidin emrindedir.”

------------------------

“Şimdi mürşidler, yemeği pişirmiş, kaşık elinde:

- Gel yavrum, nimetini ye

diye nezaketle, ikramla ve lütufla müridine her halinde şefkat ve merhamet göstermektedir.”
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Dede Paşa Hz.lerinden Tecdid ve Mücedditlik

Paşa Hazretleri şöyle buyurur:

"Kutbu'l İrşad, Gavs-ı Azam ve Kutbu'l Aktab makamlarının üçü de Hazreti Pir'in (Muhammed Beşir Erzincani Hz.lerinin v. 1932) zatında toplanmıştı. Bu sebeple de, bu en büyük üç makamı uhdesinde bulundurduğundan “müceddid” gelecek idi, ama hikmetullah, müceddid zahirden zuhur etti.

Hazreti Pir’in saye ve kemali öyle bir hadde ulaşmıştı ki ... Süleyman aleyhisselamın tasarruf ve saltanatına batında ulaşmış bir ALLAH eri idi"

(Dede Paşa Hazretlerinin bir kısım sohbetlerinin kaydedildiği "Tasavvuf Sohbetleri" Kitabından.. Derleyen Fehmi Kuyumcu, sf. 13)

***

"Müceddid batından gelirse dini tecdid eder, kuvvetlendirir. Şimdi ise Müceddid zahirden gelmiş. Zahirden gelen Müceddid şeriatı ortadan kaldırmaya çalışırmış. Daha demeye hacet yok. Hükümetlerin hali, fiilini.. Mekteplerde ne okutulur? Şeriata dair bir kelam var mı?

Veliler kendi reyiyle iş görmezler. Cenabı Hakk’a tevekkül olurlar. Huzur-u Peygamber Efendimize gider rica ederler. “Ya Resulullah, filan işi işleyelim mi?” Ne emir buyurulursa o işi öyle yaparlardı.

...

Adil Sultan hazretlerinin (Mehdi AS.'ın) teşrifine kadar velilerin selahiyeti şimdi kendilerinde değil. Peygamber Efendimiz günlük emrini Kutbül Aktab’a emir buyurur.. O da emrindeki velilere tebliğ eder.

Nefsim duymuşumdur, Hazreti Pir (Muhammed Beşir Erzincani) buyurdu ki;

'İhvanlar, bir bela Müslümanların üzerine geliyor. Bu belanın def’i için gelin ALLAH’a sığınıp reca edelim. Kırk kişi itikafa girelim, ALLAH bu belayı başımızdan kaldırsın.'

Üç- beş mürid bu emre icabet etti. Vakti saati tamam olduktan sonra, geldiler, 'Efendim emrinize uyalım' dedilerse de , buyurdu ki:

'O bela artık makamına dahil oldu..'

Herkes başının çaresine baksın benim sultanım.

İşte böyle, Müceddid zahiren zuhur etti. Halbuki Hazreti Pir’in Mücedditlik emri çıkmıştı. İfadem neyin üzerine? Müslümanların ittihat, ittifakı olmazsa, revhaniyet yardımı olmaz. Müslümanlar küfre galip gelemez. Böyle böyle herkes bir baş çeker. Şeriatı istemeyen Müslüman Şeriatın feyzinden istifade edebilir mi? ALLAH’ın emrine kail olmayan ALLAH’ın yardımına nail olabilir mi? Ala meratibin.."

(Aynı eser, sf. 19-20)

***

Fehmi Kuyumcu devam ediyor:

Müceddidin zahirden gelmesi ile Mehdi hazretlerinin teşrifi arasındaki zamana ait olan keyfiyetler hakkında hiçbir büyüğün bahsini bile etmediği öyle haller vardır ki, içinde bulunduğumuz bu zamanda, o hallerin bilinmesi ile pek çok müşkül hallolmuş ve pek çok lüzumsuz çekişmelere hacet kalmamıştır. Sadece Paşa hazretlerinden duyulan bu hükümlerden bazıları kısaca şunlardır:

- Müceddid zahirden gelince, uygulanan dini hükümleri yıkar. Onun için maneviyat idaresi de bazı yeni tedbirlerle bazı tasarruflarda bulunmuştur.

- Her şey zamana göredir.

- Evliyaullahın, müridlerinin idaresi haricindeki selahiyeti alınmış ve bu selahiyetin tamamı Resulullah Efendimizin zatında toplanmıştır.

- Seyri süluk kaldırılmış, esasında, ayrı ve özel bir usule tabi tutularak zahir gözünden gizlenmiştir.

- Bu zamanda hal gizlenmiştir. Hal idaresi pek çetin olduğundan, pek müstesna bazı ahvalin dışında kaldırılmıştır.

- Bu devirde İslam için yapılan en küçük hizmet, İslam hükümlerine muhabbet hududundaki birleştirici her gayret, "ALLAH ile olun" emrinin sırrına mazhar kılınmış, bu irade, hizmet ve gayretler, Resulullah Efendimizin saadetli zamanındaki tebligatına yapılmış yardımdan sayılmıştır.

- Mehdi hazretlerine asker yetiştirenler bu devrin cihadını yapıyorlar.

- Bugünkü Müslümana kalsan olmaz, amma, ALLAH’ın izniyle olacak

- Evliyaullahın büyük çoğunluğu Türkiye’dedir.

- İslam aleminin reisi Türkiye’dir ve Türkiye olacaktır.

(Aynı eser sf. 14)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Dede Paşa Hz.lerinin "Kemalat" ile ilgili Sohbetlerinden:

"Ne mal ile, ne cah ile; beyim ululuk kemal iledir.."

"Bize Allah’ın lutfu mürşid-i kâmildir. Mürşide teslim olan bu lutfa erer. Dervişliğin yani müridliğin en büyük kârı bu ki, Allah kapusunda her bir derdinin dermanı mürşid-i kâmile teslim olmuştur. Çünkü mürşid-i kâmil, bizim yaratılışımızın icabı, bize alettir.

Halbuki hakikati Cenabı Allah’ın azameti kudretidir. Aletsiz kemalat olmaz. Kemalatın aleti de mahviyettir. (Yani bütün varını; ilmini, amelini, hizmetini, varlığını, benliğini, ulaştığı keramet makamları şunları bunları tamamen yok etmektir) Bir mürşid-i kâmilin evladı, bendesinin karşısında bir hâkikat aynası olursa, o aynaya baka baka noksanını görüp ikmal etmesi gibi, röntgen çekince nasıl doktor derdin arazını görüp anlarsa, hâkikat aynasının karşısına durup orda kendine bakan mürid de illetini, derdini tanır."

"Ruh gayri mahluktur. Amma Evliyaullahın hizmetine geçip terbiyesine girmedikten sonra kemaline, iktidarına malik olmaz. Ruh, evliyaullahın sohbetini dinlemedikten sonra halinden haberdar olamaz. Ruhun hakikatına malik olunca, beşeriyet, noksan sıfat, ten mezbeleliği ve anasır zıddiyeti zail olur. Akıl mecazdan külle geçer. Yine kuldur amma, Allah’tan iktidar alan bir kul olur.."

" İnsanlarda aklı cüz var, aklı kül var, aklı nur var. İnsanlarda iradeyi cüz var, iradeyi kül var var, iradeyi nur var. İnsanlarda ruhu revani var, ruhu sultani var, ruhu nurani var. Bunların hepsi insanlarda mevcut. Bunların hepsinin zahirde bir ismi var. Maneviyatta da o isme göre o vücutta bir hali mevcut. İnsanlar ismini tebdil ettikçe, bu sefer hali de tebdil olur. İradeyi cüz bizim elimizdeki aletimiz. İradeyi cüz üç yaşındaki bir çocuk gibidir. Hükmü iradeyi kül’e geçince olur otuz üç yaşında bir genç, benim sultanım. Bu kemal ne ile olur? Buyururlar :

“Kulluğa bel bağlarısan
Şâm ü seher ağlarısan
Sular gibi çağlırsan
Tez bulunur umman sana”

Küçük su kendi hali ile akıp da denize karışamaz. Bir büyük suya karıştığı gibi, şüphesiz denize ulaşır. Çünkü küçük suyu kum çeker, güneş hararetinden kurur, bir işe çevirirler, alâ meratibin. (Yani Mürşid-i Kamil'e ulaşmayınca Hakikat bahrine yol bulamazsınız diyor.. Küçük sudan mana, Mürşid olmayanlar ve kemale muhtaç olanlar)

Bunlar birer teşbihtir, kıyastır benim sultanım. Ya Rabbi! Ceddimizi nura garkettiğin gibi bizi de nimetine, nuruna ulaştır!. Amin…”
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Dede Paşa Hazretlerinin halifesi olan Muhterem Abdurrahim Reyhan Hazretlerinden işitmiştim:

"Cenab-ı Hak, ruhları ilm-i ezelisinde, alem-i ervahta halk etmiştir.. Ama ilm-i ezelinin evvelisi ne, nedenisi ne, kimseye bildirmemiştir.. Sordular Ruh'tan Resulullah'a, ruhun esrarını bilmesine rağmen Peygamber Efendimiz de ruhun esrarını kimseye bildirmemiştir.. Yoksa bilmediğinden değildir.. Peygamber Efendimiz ruhları da ruhun sırrı esrarını da bilirdi.."
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Eskimeyen eski konudan nakiller burada bitmiştir...
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Eski konuyu güncelledim ama içim rahat etmedi, eski konu gereksiz, uzun, ilme mani tartışmalara boğulmuş. Ordaki faydalı yazıları buraya aktaralım, sade ve kolay okunur olsun.

4-5 sene sonra foruma yeniden girdim. Eski konulardan okudum. 13-14 sene önceki konulara kadar bazı konulara baktım.

Bugünkü aklım tecrübem olsa, o zamanlar hiç kimseyle uzun uzun münakaşa etmez, bildiğimi görüşlerimi tartışmadan kaçarak, kısa kısa yazar geçerdim. :)
 
Üst