Celaleddin’den Mevlânâ Çıkaran Adam; ŞEMS-İ TEBRİZİ...

MüGe

Ben, Keyfim ve Kâhyam
Katılım
22 Ağu 2009
Mesajlar
2,423
Tepkime puanı
583
Puanları
0
Konum
İZMİR / K.YAKA
İlk Tanışma:

Ne zaman Konya'ya yolum düşse, çok kimsenin bilmediği, tenhaca, ufak bir parkın içinde bulunan Şems'i ziyarete giderim. Şems-i Tebrizi Hazretlerini bir ramazan ayında, televizyonda Evliyaları anlatan kısa metrajlı bir filmden tanımıştım. Daha sonraki yıllarda, hayatını elimden geldiğince öğrenmeye çalıştım. Her bilgiyi aldığımda, hayranlığım biraz daha arttı. O'nu herkes gibi anlatmak istemiyorum. Bir sürü bilgi ile O'nu anlatmaktan ziyade, işin içine gönlü koymak ve Allah'tan kalbimi açmasını beklemekten başka bir ümidim yok.
O kadar farklı ki Şems; hiç alışık olduğumuz evliya tiplemesine benzemiyor. Türbesi de öyle uzak ve sessiz!.. Sadece birkaç metre ilerisindeki Mevlana Türbesi insan kaynarken o hep yalnız ve suskun.
Şems; bence bir heykeltıraş!.. Vazifesi ise mermer bloğundan heykel yontarcasına insanlara Allah İçin Sevmeyi anlatmak. Tıpkı diğerleri gibi...


Baruta Düşen Ateş:


Mükemmel bir insanla karşılaşınca ruhunda ve düşüncelerinde köklü değişimler yaşayan nice büyükler vardır. Ünlü Mevlana da bu büyük insanlardan biri. Şems'teki Allah aşkı, Mevlana'yı beslemiş, coşturmuş, çağlara hitap eden eserler çıkmasına sebep olmuştur.
Bilindiği gibi Mevlana, önceleri sevgi ve aşkla dolu birisi değildi. Bilge ve âlim bir zattı, ama yaşadığı şehrin medresesinde kendi dünyasına çekilmişti, ders vermekten başka bir şey yaptığı yoktu, soğuktu, ruhsuzdu, heyecansızdı. Dengini, gönüldeşini bulamamıştı. Herkes O'ndan yararlanıyordu, ama onca kalabalığın içinde Allah sevdasını paylaşacağı kapasitede bir dostu bulamamıştı. Şems-i Tebrizi ile tanışınca O'nun sevgisi bütün varlığını sarıp kuşatınca dünyası değişti, iç dünyasında büyük inkılaplar oldu. Şems hazretlerinin sevgisi barut dolu fıçıya düşen bir kıvılcım gibiydi, Mevlana tutuşmuştu artık, yıldızlar misali ışık saçmadaydı. Muhtemelen Eş'ari olduğu halde, O'nun Mesnevi'si dünyanın en seçkin eserleri arasındadır bugün. Mevlana'nın bütün şiirleri heyecan, hareket ve aksiyondur. Şems'i çok sevdiği ve onu kutup kabul ederek kendisine bağlandığı için kitabına "Divan-ı Şems" adı vermiştir. Mesnevi'sinde de Şems'ten sık sık söz eder.

Bülbül gülden öğrendi tatlı konuşmasını
Yoksa gagasında ne gezerdi bunca söz, bunca gazel?



Kapasite ve Sevgi:


Burada çok ilginç bir nokta var: Hareket yoksa, bereket de yoktur. Sevenin gayret ve fedakârlığı olmadıkça, sevilenin cazibesi hiçbir işe yaramayacağı gibi; sevilenin cazibesi olmadıkça sevenin bütün telaşı da boşuna gidecektir. Sevgiyle kapasite orantılıdır, kapasite arttıkça sevgi artar, sevilenin cazibesi arttıkça sevenin de sevgisi artar.



Kim Bu Şems?


Bir deli mi..? Bir aşık mı..? Kendini anlatamamış bir garip mi..? Ya da bugün bile bazı kendini bilmezlerin pervasızca iddia ettiği gibi Moğol Ajanı mı..?
O'nu anlatan tarihi kaynaklar, en başından beri farklı olduğunu yazar. Gençliği de alıştığımız genç tiplemesinden uzaktır. Hep kaynayan,hep coşan bir şeyler vardır O'nda. Tahammül edemez patlar bazen, kendini evliya sanan, etrafında mürid toplayan bir sürü kişiyi kendine mürid eder. Cevaplayamayacağı hiçbir soru yoktur. O'nu bazen bir çocukla taş oynarken, bazen inşaatta kum taşırken, bazen de Yahudi mahallesinden şarap getirtirken görürüz. Tanıştığı insanları imtihana tabii tutar. "Evliyayım" diyenlere "bana biraz şarap getir" der. O kişi bundan çekinince de "tüm evliyalığını bir kadeh şaraba satmalısın" der. "Kim ne derse desin mantığını anlamadıkça, o mahalleye gidip şarap almaktan acaba ne derler korkusuyla çekindikçe, sen bana şeyh olmazsın" der. Bu imtihanlar Mevlana ile tanıştığında da sürer. Zaten Şems'i tek başına anlatmak mümkün değil. Her cümlemin sonunda ya da bir yerlerinde Mevlana olacaktır mutlaka. O kadar girmişler ki birbirlerine ağaç ile meyve, gökyüzü ile bulut gibiler sanki. Birbirlerine anlam ve değer katıyorlar.İşte gerçek sevgi ve dostluk da bu değil midir? Size anlam katan, değer katan sevgileri kazanmak değil midir amaç?




Teşbihler:


Daha çocukluğunda farklıydı O. Babası da âlim bir zattı ama. Zikir halinde kalıp günlerce yemeden içemeden kesilen oğluna korkarak bakardı ve sorardı O'na "Oğlum ne olacak senin bu halin?" dediğinde cevabı; "Babacığım seninle benim halim neye benzer biliyor musun? Ben tıpkı bir tavuğun altına konulmuş ördek yumurtası gibiyim. Gün gelip de tüm yavrular yumurtadan çıktıklarında, tavuk civcivlerini peşine takar ve kırlara çıkar ilk su birikintisinde ise ördek yavrusu kendini suya atar. O zaman anne tavuk telaşa düşer "yavrum boğulacak diye"oysa ördeğin tüm arzusu yüzmektir." der.
Bir keresinde bu gençlik çağındaki hallerini anlatırken şöyle demiştir. " Henüz ergenlik çağına girmemiştim. Aşk deryasına daldım mı otuz kırk gün hiçbir şey yiyemezdim; istekten kesilirdim. Günlerce açlığa susuzluğa katlanırdım".
Diğer gençlerden o kadar farklıdır ki, kendi yaşıtları henüz ergenlik çağındayken O yaşının çok üzerinde davranışlar sergiler. O'nun her sözü ve davranışı insanın beynini alt üst eden, kişinin kendini tartmasına sebep olan fiillerdir.
O kadar gelişmişti ki ilimde O'nu kimse tatmin edemez. Arayışı başlar. Kendini anlayabilecek birbirlerini şarj edecekleri bir arkadaş arar. Bu halini anlayan babası ona bir dua eder der ki "Allah ü Teala, sana günlük bir arkadaş versin ki, evvellerin ahirlerin bilgilerini hakikâtlerini senin adına izhar etsin. Hikmet, ırmakları O'nun kalbinden diline aksın, harf ve ses kıyafetine girsin, o kıyafetin rütbesi de senin adına olsun" der.Zamanı gelmedi mi bir yaprak dahi dalından düşmez. Hükümler sebepleri doğurur.Ve zamanı gelince Şems ve Mevlana bir sahnede karşılaşırlar. Şems O'na meşhur sorusunu sorar. "Muhammed (s.a.v) mi büyük, Bayezid-i Bestami mi?.."
Her zamanki gibidir soruları. Dar kafaları parçalamaya müsait. O'nu hemen damgalamaya, itmeye, "işte kâfir" deyip uzaklaştırmaya hazır sorular. Ancak muhatabını bulduğunda içindeki şevk ve aşkı anlar. Başkası ne bilsin. "Deli bu adam" der geçer, "saçmalama" der,işte Şems'i Şems yapan, O'na bizi bu kadar hayran bırakan da bu zekâsı ve kişiliğidir. Hiç sıradan değil. Hiç donmayan, hiç lafını esirgemeyen ve karşısındakine de sorgulamayı öğreten.



Doğru Adres:


Ama Mevlana anlamıştır soruyu... Şimdi asırlar öncesine gidelim ve iki âşığın konuşmalarına kulak verelim:.
"Ey Müslümanların imamı! Bir müşkülüm var. Hz.Muhammed (s.a.v) mi büyük, Bayezid-i Bistami mi?
Sorunun heybetinden kendinden geçen Mevlana, kendini toplayınca;
"Bu nasıl sual böyle? Tabi ki, Allah'ın elçisi Hz.Muhammed (s.a.v) bütün yaratıkların en büyüğüdür."
O zaman Şems:
"O halde neden Peygamber (s.a.v) bu kadar büyüklüğü ile Ya Rabbi seni tenzih ederim, biz seni layık olduğun vechile bilemedik" buyururken, Bayezid, "Ben kendimi tenzih ederim! Benim şanım çok yücedir. Zira cesedimin her zerresinde Allah'tan başka varlık yok!.." demekte?
Mevlana:
"Hz. Muhammed (s.a.v), müthiş bir manevi susuzluk hastalığına tutulmuştu,"biz senin göğsünü açmadık mı?" şerhiyle kalbi genişledi. Bunun için de susuzluktan dem vurdu. O Her gün sayısız makamlar geçiyor, her makamı geçtikçe evvelki bilgi ve makamına istiğfar ediyor, daha çok yakınlık istiyordu. Bayezid ise, bir yudum suyla susuzluğu dindi ve suya kandığından dem vurdu. Vardığı ilk makamın sarhoşluğuna kapılarak kendinden geçti ve o makamda kalarak bu sözü söyledi." deyince doğru adreste olduğunu anlar Şems.
O adresi bulmak için başını vermeyi göze almıştır O...



Dosta Kavuşmanın Bedeli:


Bu tanışmanın öncesinde çok fazla ilahi tecelliler gelir başına, bunları anlayacak arkadaş arayışı o kadar fazlalaşır ki bir işaret almak ister. O sırada rüyasında, aradığı velinin Rum Ülkesinde (Anadolu'da) olduğunu görür; ama henüz tanışmaya vakit vardır..
Bir gün beklediği işaret ilham şeklinde kendine verilir. "Madem ki bu kadar ısrarla istiyorsun bu dostu o halde şükür olarak ne vereceksin" diye sorulduğunda cevabı net ve kesindir: "BAŞIMI!..."Müthiş bir cevap bu. Nasıl bir manevi hal yaşıyordur ki o dost için teşekkürü başı olsun.


Yoktur Şems'e benzer bir eş
Şems'i gördü kaçtı gökten güneş

Der Mevlana... Buluşurlar iki dost. Günlerce süren vecd hali sırasında Mevlana öğrencilerinden ve halktan uzaklaşır. Bunu halk, Şems'ten bilir. Hepimizin bildiği ve burada ayrıntısına girmek istemediğim olaylar yaşanır. Ve Şems gider. Ama ayrılık sonrasında Mevlana daha da kötüleşir. O ayrılığı sırasında Zerkubi'nin demirci dükkanının önünden geçerken semaya başlar, o ayrılık sırasında Divan-ı Şems'i yazar. Haberler yollar dostuna geri dönmesi için, aylar sürer ayrılık.
Mevlana'nın Şems'e aşkını anlatan, bugün bestelenmiş haliyle dinlediğimiz dizeleri yinelemeden geçemeyeceğim:



O Geliyor O!
Yollara sular dökün,
bahçelere müjdeler edin, bahar kokuları geliyor
O geliyor O!
Ay parçamız, sevgilimiz, yârimiz geliyor.
Yol verin, açılın, savulun beri durun beri,
yüzü apaydınlık ak pak, bastığı yeri ardında gündüzler gibi bırakarak
O geliyor O!
Ay parçamız, sevgilimiz, yârimiz geliyor.
Gökler yeryüzünü kapladı örttü bir anda
Bir anda dört yanım misk gibi bir koku sardı
Bir anda bir velvele bir kıyamet koptu cihanda
O geliyor O!
Ay parçamız, sevgilimiz, yârimiz geliyor.
Bir anda can geldi bağlara , bağlar ışıdı
Bir anda açıldı baktı bağlarda gözler
Bir anda bizde ne dert kaldı ne gam ne keder
O geliyor O!
Ay parçamız, sevgilimiz , yârimiz geliyor.
Yayından fırladı ok, hedefe ha vardı ha varacak
Bahçeler selama durdu, selviler ayağa kalktı
Çayır çimen yollara düştü.
İşte gonca ata binmiş geliyor, biz ne duruyoruz.
O geliyor O!
Ay parçamız, sevgilimiz , yârimiz geliyor.
Sen bizim çevremize gelirsen göreceksin ey Şems!
Huyumuz sadece susmak olmuş bizim, susmak,
Senin güzel gözlerin için işte canım pusuda
Rahatım kaçtı benim, geceleri uykum kalmadı gitti ama
Bak işte o güzel gözler yola çıkmış geliyor...

 

Ecele Dönüş:


Şems ikinci defa döner Konya'ya. Bu dönüş sonrasında başına daha büyük sıkıntılar gelir. Bu dönüşü O'nun aynı zamanda eceline de dönüşüdür.
Mevlana hazretleri evlatlık olarak yetiştirdiği Kimya Hatun'u Şems'e eş olarak teklif eder. Kimya Hatun hem manevi hem de maddi güzelliklerle donatılmış bir hanımdır. Hz. Mevlana ise Şems'ten başkasına layık görmez bu tertemiz goncayı.

Evlenirler. Kimya hatun ve Şems'in evlilik törenlerinde Mevlana ikisine yaklaşır, ellerinden tutar şöyle der: "ikiniz de birbirinize o kadar layıksınız ki. Sizi sizden başkası için düşünemem. Siz öyle bir bütün olun ki, gül ile gül kokusu gibi, süt ile şeker gibi olun. Birbirinize anlam ve değer katın.O kadar içi içe ve uyumlu olsun ki bu evlilik, sizi birbiriniz olmadan düşünemesin hiç kimse" der. Bu muhteşem sözler aslında bizlere arkadaşlıklarımızı, evliliklerimizi, ya da toplumda bulunduğumuz statüyü değerlendirme imkânı da verir. Dahil olduğunuz topluluk, bu iş yeriniz de olabilir, aileniz, öğrencileriniz, ya da arkadaşlığınız, eşiniz sizinle anlam kazanıyorsa, siz oraya bir şeyler katıyorsanız, o kişiyi tamamlıyorsanız ya da o sizi tamamlıyorsa güzeldir. Birilerine tâbi olup ezberci zihniyetle ne verirse alan, o şeye değer katmayan, hiçbir birlikteliğe, adı ne olursa olsun izin vermek, kendini törpülemek demektir.



Sessiz Veda:


Şems ve Kimya mutludur. Fakat Mevlana'nın oğlu Alaaddin'in de Kimya'da gözü vardır. O'nunla evlenme hayalleri kurmuştur bir zamanlar. Kimya'yı kendine değil de Şems'e layık gören babasına ve Şems'e kin güder. Eğer Şems ortadan kalkarsa Kimya da O'na kalacaktır. Şems sıra dışı biridir. Ne evliyaya benzer, ne Allah dostuna. Zaten halk da O'nu pek sevmemektedir. Mevlana eskisi gibi ders vermiyor diye. Eğer O ortadan kalkarsa, Konya halkı da Mevlana'sına kavuşacak bu ne idüğü belirsiz adamdan kurtulacaktır. Alaaddin, işi o kadar abartmıştır ki, babasını ziyarete geldiği zamanlar, özellikle Kimya Hatun'un ikamet ettiği sofanın önünden geçip içeri bakardı. Bu durumu birkaç kez gören Şems, O'nu uyarmıştır. Bu uyarma, fesatçılar tarafından Alaaddin'i çileden çıkarmak için kullanılmıştı. Öyle ya Şems, hem sevdiği kızı elinden almış hem de O'nu kendi evine sığdırmamıştır. Sanki o ev, kendi babasının malıymış gibi davranmıştır. Bu ne cüretsizliktir. Kısa bir süre sonra Kimya Hatun rahatsızlanır ve vefat eder. Bu, kini iyice arttırır. Bazı kişilerin kışkırtmaları da dahil olunca, Şems bir gece hazırlanan komplo ile öldürülür. Ortada sadece bir damla kan ve gece duyulan "ALLAH" sesi vardır. Mevlana O'nun yine Şam'a döndüğünü düşünür. İnanmak istemez öldüğüne Şam'da aratır O'nu. Ama halk arasında komplo ile öldürüldüğü söylentileri yaygınlaşıp da Mevlana'nın kulağına kadar gelince, anlar artık dostundan ayrı düştüğünü. "Ey Şems Yusuf gibi kuyuya gittin. Ey Ab-u hayat! İpten bile gizli kaldın"şeklinde sözler söyler.
Şems'in öldürülüşünde bir numaralı rolü oynadığından emin olduğu kişi içindir ki, oğlu Alaaddin öldüğünde onun cenaze namazını kılmaz Mevlana!...



Kişilik Okyanusu:


Hiç anlaşılamadı Şems. Bugün bile pek çok iftiraya düçar oldu. Çünkü insanlar bir şeyi anlamadıkları, ya da alışmadıkları fikirlerle karşılaştıkları zaman, yargılamayı ve kaçmayı daha kolay sayarlar. Sorun belki de kapasite sorunuydu. Körler içinde görmek gibi olsa gerek. Eğilmeyen, bükülmeyen, bildiği doğruları söylemekten çekinmeyen biriydi O. "Şeyhim" deyip de elini ayağını öptüren çok şeyhi kendine mürid yapmış, onlara gerekli cevabı vermekten hiç çekinmemiştir. Beyinleri donduran sorular sorar imtihan eder karşısındakini. Alıştığımız veli tiplemesiyle hiç örtüşmez. Biz sessiz, sakin, elinde tesbih, postlara oturmuş hep Allah diyen kişilere dedik veli diye. Ama O hangi işi yaparsak yapalım, hep aksiyon halinde olmayı, donmamayı öğretti bize. "Böyle de Allah dostu olabilirsiniz" dedi. Hayatın içinde, sıkıntı ve güçlüklere rağmen hem de. Bazen inşaatta kum taşıyan, bir çocukla oturup taş oynayan, şarap içen Yahudilere gülümseyerek yanlarından gecen, bambaşka bir Allah dostuydu O. Böyle bir madeni ancak bir sarraf anlardı. Öyle bir sarraf ki, uğruna şükrane olarak baş verilecek Mevlana idi.
Karakter zafiyeti içinde, aktıkları dereyi her şey zannedenlerin; kişiliği okyanus kadar derin ve engin birini kavramaları zaten düşünülemezdi.



Allah Aşkının Güneşi:


Bazı insanların isimleri Onların kaderleri olur sanki. Şems, güneş demek. Mevlana'nın güneşi, gönüllerin güneşi O...İsmi kaderine yansımış bir güneş. Güneşi kimse söndüremez, saklayamaz, ne kadar kuytu köşelerde de olsa kabri, ne kadar gölgede kalsa da yaşamı… O bir ışık. Perdeyi araladığınızda içeri giren ve tüm yüreğinizi aydınlatan... İsmi kaderi oldu O'nun. Şu an belki bunları yazarken bir sürü hata yapıyorum. Eleştirecek arkadaşlar olacaktır; "Keşke şunu demeseydin pek uygun değil" filan gibi, ama çekinmiyorum bunlardan. Çünkü birini anlatırken, kelimeler tükenirse, siz tüm perdeleri kaldırır, tüm camları açar ve O'nu çağırırsınız... Sizde yansıması nasılsa öyle anlatırsınız. Umarsınız ki, anlattığınız kimseler de kendilerinden bir şeyler katar ve Şems çoğalarak akar tüm gönüllere.
Tevhit Pınarının billur çeşmesi Şems'ten işte birkaç dize:



Bu tevhitten murat ancak
Cemali zat'a ermektir.
Görünen kendi zatıdır
Değil sanma ki gayrullah.
Şems-i Tebriz bunu bilir
Ahad kalmaz fena bulur
Bu alem külli mahvolur
Hem baki kalır Allah


Konya'ya gittiğinizde Şems'i garip koymayın. Eğer aklınıza gelirsem, bu Şems âşığına da bir Fatihayı esirgemeyin olur mu...?



Arzum Gürel






İlk Tanışma:

Ne zaman Konya'ya yolum düşse, çok kimsenin bilmediği, tenhaca, ufak bir parkın içinde bulunan Şems'i ziyarete giderim. Şems-i Tebrizi Hazretlerini bir ramazan ayında, televizyonda Evliyaları anlatan kısa metrajlı bir filmden tanımıştım. Daha sonraki yıllarda, hayatını elimden geldiğince öğrenmeye çalıştım. Her bilgiyi aldığımda, hayranlığım biraz daha arttı. O'nu herkes gibi anlatmak istemiyorum. Bir sürü bilgi ile O'nu anlatmaktan ziyade, işin içine gönlü koymak ve Allah'tan kalbimi açmasını beklemekten başka bir ümidim yok.
O kadar farklı ki Şems; hiç alışık olduğumuz evliya tiplemesine benzemiyor. Türbesi de öyle uzak ve sessiz!.. Sadece birkaç metre ilerisindeki Mevlana Türbesi insan kaynarken o hep yalnız ve suskun.
Şems; bence bir heykeltıraş!.. Vazifesi ise mermer bloğundan heykel yontarcasına insanlara Allah İçin Sevmeyi anlatmak. Tıpkı diğerleri gibi...


Baruta Düşen Ateş:


Mükemmel bir insanla karşılaşınca ruhunda ve düşüncelerinde köklü değişimler yaşayan nice büyükler vardır. Ünlü Mevlana da bu büyük insanlardan biri. Şems'teki Allah aşkı, Mevlana'yı beslemiş, coşturmuş, çağlara hitap eden eserler çıkmasına sebep olmuştur.
Bilindiği gibi Mevlana, önceleri sevgi ve aşkla dolu birisi değildi. Bilge ve âlim bir zattı, ama yaşadığı şehrin medresesinde kendi dünyasına çekilmişti, ders vermekten başka bir şey yaptığı yoktu, soğuktu, ruhsuzdu, heyecansızdı. Dengini, gönüldeşini bulamamıştı. Herkes O'ndan yararlanıyordu, ama onca kalabalığın içinde Allah sevdasını paylaşacağı kapasitede bir dostu bulamamıştı. Şems-i Tebrizi ile tanışınca O'nun sevgisi bütün varlığını sarıp kuşatınca dünyası değişti, iç dünyasında büyük inkılaplar oldu. Şems hazretlerinin sevgisi barut dolu fıçıya düşen bir kıvılcım gibiydi, Mevlana tutuşmuştu artık, yıldızlar misali ışık saçmadaydı. Muhtemelen Eş'ari olduğu halde, O'nun Mesnevi'si dünyanın en seçkin eserleri arasındadır bugün. Mevlana'nın bütün şiirleri heyecan, hareket ve aksiyondur. Şems'i çok sevdiği ve onu kutup kabul ederek kendisine bağlandığı için kitabına "Divan-ı Şems" adı vermiştir. Mesnevi'sinde de Şems'ten sık sık söz eder.

Bülbül gülden öğrendi tatlı konuşmasını
Yoksa gagasında ne gezerdi bunca söz, bunca gazel?



Kapasite ve Sevgi:


Burada çok ilginç bir nokta var: Hareket yoksa, bereket de yoktur. Sevenin gayret ve fedakârlığı olmadıkça, sevilenin cazibesi hiçbir işe yaramayacağı gibi; sevilenin cazibesi olmadıkça sevenin bütün telaşı da boşuna gidecektir. Sevgiyle kapasite orantılıdır, kapasite arttıkça sevgi artar, sevilenin cazibesi arttıkça sevenin de sevgisi artar.



Kim Bu Şems?


Bir deli mi..? Bir aşık mı..? Kendini anlatamamış bir garip mi..? Ya da bugün bile bazı kendini bilmezlerin pervasızca iddia ettiği gibi Moğol Ajanı mı..?
O'nu anlatan tarihi kaynaklar, en başından beri farklı olduğunu yazar. Gençliği de alıştığımız genç tiplemesinden uzaktır. Hep kaynayan,hep coşan bir şeyler vardır O'nda. Tahammül edemez patlar bazen, kendini evliya sanan, etrafında mürid toplayan bir sürü kişiyi kendine mürid eder. Cevaplayamayacağı hiçbir soru yoktur. O'nu bazen bir çocukla taş oynarken, bazen inşaatta kum taşırken, bazen de Yahudi mahallesinden şarap getirtirken görürüz. Tanıştığı insanları imtihana tabii tutar. "Evliyayım" diyenlere "bana biraz şarap getir" der. O kişi bundan çekinince de "tüm evliyalığını bir kadeh şaraba satmalısın" der. "Kim ne derse desin mantığını anlamadıkça, o mahalleye gidip şarap almaktan acaba ne derler korkusuyla çekindikçe, sen bana şeyh olmazsın" der. Bu imtihanlar Mevlana ile tanıştığında da sürer. Zaten Şems'i tek başına anlatmak mümkün değil. Her cümlemin sonunda ya da bir yerlerinde Mevlana olacaktır mutlaka. O kadar girmişler ki birbirlerine ağaç ile meyve, gökyüzü ile bulut gibiler sanki. Birbirlerine anlam ve değer katıyorlar.İşte gerçek sevgi ve dostluk da bu değil midir? Size anlam katan, değer katan sevgileri kazanmak değil midir amaç?




Teşbihler:


Daha çocukluğunda farklıydı O. Babası da âlim bir zattı ama. Zikir halinde kalıp günlerce yemeden içemeden kesilen oğluna korkarak bakardı ve sorardı O'na "Oğlum ne olacak senin bu halin?" dediğinde cevabı; "Babacığım seninle benim halim neye benzer biliyor musun? Ben tıpkı bir tavuğun altına konulmuş ördek yumurtası gibiyim. Gün gelip de tüm yavrular yumurtadan çıktıklarında, tavuk civcivlerini peşine takar ve kırlara çıkar ilk su birikintisinde ise ördek yavrusu kendini suya atar. O zaman anne tavuk telaşa düşer "yavrum boğulacak diye"oysa ördeğin tüm arzusu yüzmektir." der.
Bir keresinde bu gençlik çağındaki hallerini anlatırken şöyle demiştir. " Henüz ergenlik çağına girmemiştim. Aşk deryasına daldım mı otuz kırk gün hiçbir şey yiyemezdim; istekten kesilirdim. Günlerce açlığa susuzluğa katlanırdım".
Diğer gençlerden o kadar farklıdır ki, kendi yaşıtları henüz ergenlik çağındayken O yaşının çok üzerinde davranışlar sergiler. O'nun her sözü ve davranışı insanın beynini alt üst eden, kişinin kendini tartmasına sebep olan fiillerdir.
O kadar gelişmişti ki ilimde O'nu kimse tatmin edemez. Arayışı başlar. Kendini anlayabilecek birbirlerini şarj edecekleri bir arkadaş arar. Bu halini anlayan babası ona bir dua eder der ki "Allah ü Teala, sana günlük bir arkadaş versin ki, evvellerin ahirlerin bilgilerini hakikâtlerini senin adına izhar etsin. Hikmet, ırmakları O'nun kalbinden diline aksın, harf ve ses kıyafetine girsin, o kıyafetin rütbesi de senin adına olsun" der.Zamanı gelmedi mi bir yaprak dahi dalından düşmez. Hükümler sebepleri doğurur.Ve zamanı gelince Şems ve Mevlana bir sahnede karşılaşırlar. Şems O'na meşhur sorusunu sorar. "Muhammed (s.a.v) mi büyük, Bayezid-i Bestami mi?.."
Her zamanki gibidir soruları. Dar kafaları parçalamaya müsait. O'nu hemen damgalamaya, itmeye, "işte kâfir" deyip uzaklaştırmaya hazır sorular. Ancak muhatabını bulduğunda içindeki şevk ve aşkı anlar. Başkası ne bilsin. "Deli bu adam" der geçer, "saçmalama" der,işte Şems'i Şems yapan, O'na bizi bu kadar hayran bırakan da bu zekâsı ve kişiliğidir. Hiç sıradan değil. Hiç donmayan, hiç lafını esirgemeyen ve karşısındakine de sorgulamayı öğreten.



Doğru Adres:


Ama Mevlana anlamıştır soruyu... Şimdi asırlar öncesine gidelim ve iki âşığın konuşmalarına kulak verelim:.
"Ey Müslümanların imamı! Bir müşkülüm var. Hz.Muhammed (s.a.v) mi büyük, Bayezid-i Bistami mi?
Sorunun heybetinden kendinden geçen Mevlana, kendini toplayınca;
"Bu nasıl sual böyle? Tabi ki, Allah'ın elçisi Hz.Muhammed (s.a.v) bütün yaratıkların en büyüğüdür."
O zaman Şems:
"O halde neden Peygamber (s.a.v) bu kadar büyüklüğü ile Ya Rabbi seni tenzih ederim, biz seni layık olduğun vechile bilemedik" buyururken, Bayezid, "Ben kendimi tenzih ederim! Benim şanım çok yücedir. Zira cesedimin her zerresinde Allah'tan başka varlık yok!.." demekte?
Mevlana:
"Hz. Muhammed (s.a.v), müthiş bir manevi susuzluk hastalığına tutulmuştu,"biz senin göğsünü açmadık mı?" şerhiyle kalbi genişledi. Bunun için de susuzluktan dem vurdu. O Her gün sayısız makamlar geçiyor, her makamı geçtikçe evvelki bilgi ve makamına istiğfar ediyor, daha çok yakınlık istiyordu. Bayezid ise, bir yudum suyla susuzluğu dindi ve suya kandığından dem vurdu. Vardığı ilk makamın sarhoşluğuna kapılarak kendinden geçti ve o makamda kalarak bu sözü söyledi." deyince doğru adreste olduğunu anlar Şems.
O adresi bulmak için başını vermeyi göze almıştır O...



Dosta Kavuşmanın Bedeli:


Bu tanışmanın öncesinde çok fazla ilahi tecelliler gelir başına, bunları anlayacak arkadaş arayışı o kadar fazlalaşır ki bir işaret almak ister. O sırada rüyasında, aradığı velinin Rum Ülkesinde (Anadolu'da) olduğunu görür; ama henüz tanışmaya vakit vardır..
Bir gün beklediği işaret ilham şeklinde kendine verilir. "Madem ki bu kadar ısrarla istiyorsun bu dostu o halde şükür olarak ne vereceksin" diye sorulduğunda cevabı net ve kesindir: "BAŞIMI!..."Müthiş bir cevap bu. Nasıl bir manevi hal yaşıyordur ki o dost için teşekkürü başı olsun.


Yoktur Şems'e benzer bir eş
Şems'i gördü kaçtı gökten güneş

Der Mevlana... Buluşurlar iki dost. Günlerce süren vecd hali sırasında Mevlana öğrencilerinden ve halktan uzaklaşır. Bunu halk, Şems'ten bilir. Hepimizin bildiği ve burada ayrıntısına girmek istemediğim olaylar yaşanır. Ve Şems gider. Ama ayrılık sonrasında Mevlana daha da kötüleşir. O ayrılığı sırasında Zerkubi'nin demirci dükkanının önünden geçerken semaya başlar, o ayrılık sırasında Divan-ı Şems'i yazar. Haberler yollar dostuna geri dönmesi için, aylar sürer ayrılık.
Mevlana'nın Şems'e aşkını anlatan, bugün bestelenmiş haliyle dinlediğimiz dizeleri yinelemeden geçemeyeceğim:



O Geliyor O!
Yollara sular dökün,
bahçelere müjdeler edin, bahar kokuları geliyor
O geliyor O!
Ay parçamız, sevgilimiz, yârimiz geliyor.
Yol verin, açılın, savulun beri durun beri,
yüzü apaydınlık ak pak, bastığı yeri ardında gündüzler gibi bırakarak
O geliyor O!
Ay parçamız, sevgilimiz, yârimiz geliyor.
Gökler yeryüzünü kapladı örttü bir anda
Bir anda dört yanım misk gibi bir koku sardı
Bir anda bir velvele bir kıyamet koptu cihanda
O geliyor O!
Ay parçamız, sevgilimiz, yârimiz geliyor.
Bir anda can geldi bağlara , bağlar ışıdı
Bir anda açıldı baktı bağlarda gözler
Bir anda bizde ne dert kaldı ne gam ne keder
O geliyor O!
Ay parçamız, sevgilimiz , yârimiz geliyor.
Yayından fırladı ok, hedefe ha vardı ha varacak
Bahçeler selama durdu, selviler ayağa kalktı
Çayır çimen yollara düştü.
İşte gonca ata binmiş geliyor, biz ne duruyoruz.
O geliyor O!
Ay parçamız, sevgilimiz , yârimiz geliyor.
Sen bizim çevremize gelirsen göreceksin ey Şems!
Huyumuz sadece susmak olmuş bizim, susmak,
Senin güzel gözlerin için işte canım pusuda
Rahatım kaçtı benim, geceleri uykum kalmadı gitti ama
Bak işte o güzel gözler yola çıkmış geliyor...

 

Ecele Dönüş:


Şems ikinci defa döner Konya'ya. Bu dönüş sonrasında başına daha büyük sıkıntılar gelir. Bu dönüşü O'nun aynı zamanda eceline de dönüşüdür.
Mevlana hazretleri evlatlık olarak yetiştirdiği Kimya Hatun'u Şems'e eş olarak teklif eder. Kimya Hatun hem manevi hem de maddi güzelliklerle donatılmış bir hanımdır. Hz. Mevlana ise Şems'ten başkasına layık görmez bu tertemiz goncayı.

Evlenirler. Kimya hatun ve Şems'in evlilik törenlerinde Mevlana ikisine yaklaşır, ellerinden tutar şöyle der: "ikiniz de birbirinize o kadar layıksınız ki. Sizi sizden başkası için düşünemem. Siz öyle bir bütün olun ki, gül ile gül kokusu gibi, süt ile şeker gibi olun. Birbirinize anlam ve değer katın.O kadar içi içe ve uyumlu olsun ki bu evlilik, sizi birbiriniz olmadan düşünemesin hiç kimse" der. Bu muhteşem sözler aslında bizlere arkadaşlıklarımızı, evliliklerimizi, ya da toplumda bulunduğumuz statüyü değerlendirme imkânı da verir. Dahil olduğunuz topluluk, bu iş yeriniz de olabilir, aileniz, öğrencileriniz, ya da arkadaşlığınız, eşiniz sizinle anlam kazanıyorsa, siz oraya bir şeyler katıyorsanız, o kişiyi tamamlıyorsanız ya da o sizi tamamlıyorsa güzeldir. Birilerine tâbi olup ezberci zihniyetle ne verirse alan, o şeye değer katmayan, hiçbir birlikteliğe, adı ne olursa olsun izin vermek, kendini törpülemek demektir.



Sessiz Veda:


Şems ve Kimya mutludur. Fakat Mevlana'nın oğlu Alaaddin'in de Kimya'da gözü vardır. O'nunla evlenme hayalleri kurmuştur bir zamanlar. Kimya'yı kendine değil de Şems'e layık gören babasına ve Şems'e kin güder. Eğer Şems ortadan kalkarsa Kimya da O'na kalacaktır. Şems sıra dışı biridir. Ne evliyaya benzer, ne Allah dostuna. Zaten halk da O'nu pek sevmemektedir. Mevlana eskisi gibi ders vermiyor diye. Eğer O ortadan kalkarsa, Konya halkı da Mevlana'sına kavuşacak bu ne idüğü belirsiz adamdan kurtulacaktır. Alaaddin, işi o kadar abartmıştır ki, babasını ziyarete geldiği zamanlar, özellikle Kimya Hatun'un ikamet ettiği sofanın önünden geçip içeri bakardı. Bu durumu birkaç kez gören Şems, O'nu uyarmıştır. Bu uyarma, fesatçılar tarafından Alaaddin'i çileden çıkarmak için kullanılmıştı. Öyle ya Şems, hem sevdiği kızı elinden almış hem de O'nu kendi evine sığdırmamıştır. Sanki o ev, kendi babasının malıymış gibi davranmıştır. Bu ne cüretsizliktir. Kısa bir süre sonra Kimya Hatun rahatsızlanır ve vefat eder. Bu, kini iyice arttırır. Bazı kişilerin kışkırtmaları da dahil olunca, Şems bir gece hazırlanan komplo ile öldürülür. Ortada sadece bir damla kan ve gece duyulan "ALLAH" sesi vardır. Mevlana O'nun yine Şam'a döndüğünü düşünür. İnanmak istemez öldüğüne Şam'da aratır O'nu. Ama halk arasında komplo ile öldürüldüğü söylentileri yaygınlaşıp da Mevlana'nın kulağına kadar gelince, anlar artık dostundan ayrı düştüğünü. "Ey Şems Yusuf gibi kuyuya gittin. Ey Ab-u hayat! İpten bile gizli kaldın"şeklinde sözler söyler.
Şems'in öldürülüşünde bir numaralı rolü oynadığından emin olduğu kişi içindir ki, oğlu Alaaddin öldüğünde onun cenaze namazını kılmaz Mevlana!...



Kişilik Okyanusu:


Hiç anlaşılamadı Şems. Bugün bile pek çok iftiraya düçar oldu. Çünkü insanlar bir şeyi anlamadıkları, ya da alışmadıkları fikirlerle karşılaştıkları zaman, yargılamayı ve kaçmayı daha kolay sayarlar. Sorun belki de kapasite sorunuydu. Körler içinde görmek gibi olsa gerek. Eğilmeyen, bükülmeyen, bildiği doğruları söylemekten çekinmeyen biriydi O. "Şeyhim" deyip de elini ayağını öptüren çok şeyhi kendine mürid yapmış, onlara gerekli cevabı vermekten hiç çekinmemiştir. Beyinleri donduran sorular sorar imtihan eder karşısındakini. Alıştığımız veli tiplemesiyle hiç örtüşmez. Biz sessiz, sakin, elinde tesbih, postlara oturmuş hep Allah diyen kişilere dedik veli diye. Ama O hangi işi yaparsak yapalım, hep aksiyon halinde olmayı, donmamayı öğretti bize. "Böyle de Allah dostu olabilirsiniz" dedi. Hayatın içinde, sıkıntı ve güçlüklere rağmen hem de. Bazen inşaatta kum taşıyan, bir çocukla oturup taş oynayan, şarap içen Yahudilere gülümseyerek yanlarından gecen, bambaşka bir Allah dostuydu O. Böyle bir madeni ancak bir sarraf anlardı. Öyle bir sarraf ki, uğruna şükrane olarak baş verilecek Mevlana idi.
Karakter zafiyeti içinde, aktıkları dereyi her şey zannedenlerin; kişiliği okyanus kadar derin ve engin birini kavramaları zaten düşünülemezdi.



Allah Aşkının Güneşi:


Bazı insanların isimleri Onların kaderleri olur sanki. Şems, güneş demek. Mevlana'nın güneşi, gönüllerin güneşi O...İsmi kaderine yansımış bir güneş. Güneşi kimse söndüremez, saklayamaz, ne kadar kuytu köşelerde de olsa kabri, ne kadar gölgede kalsa da yaşamı… O bir ışık. Perdeyi araladığınızda içeri giren ve tüm yüreğinizi aydınlatan... İsmi kaderi oldu O'nun. Şu an belki bunları yazarken bir sürü hata yapıyorum. Eleştirecek arkadaşlar olacaktır; "Keşke şunu demeseydin pek uygun değil" filan gibi, ama çekinmiyorum bunlardan. Çünkü birini anlatırken, kelimeler tükenirse, siz tüm perdeleri kaldırır, tüm camları açar ve O'nu çağırırsınız... Sizde yansıması nasılsa öyle anlatırsınız. Umarsınız ki, anlattığınız kimseler de kendilerinden bir şeyler katar ve Şems çoğalarak akar tüm gönüllere.
Tevhit Pınarının billur çeşmesi Şems'ten işte birkaç dize:



Bu tevhitten murat ancak
Cemali zat'a ermektir.
Görünen kendi zatıdır
Değil sanma ki gayrullah.
Şems-i Tebriz bunu bilir
Ahad kalmaz fena bulur
Bu alem külli mahvolur
Hem baki kalır Allah


Konya'ya gittiğinizde Şems'i garip koymayın. Eğer aklınıza gelirsem, bu Şems âşığına da bir Fatihayı esirgemeyin olur mu...?



Arzum Gürel












 
Üst