Çayın tadını bozan 'kuvai hareketler' bunlar

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Bu suikast bir deliye ihale edilse de gerçekten de bir meczubun cinneti de olsa, birilerince muhtemelen ‘kızım sana vuruyorum adamım sen anla’ mesajı olarak istismar edilebilecektir.

ABD’de daha uzun süre konuşacağı bir suikast girişiminin şokunu yaşıyor. Bundan 3 yıl önce Virginia Üniversitesinde Koreli bir öğrenci 32 öğrenci ve öğretim görevlisini katledip intihar ettikten sonra, solcu İtalyan gazetesi ‘’il Manifesto’’ katliamı, ‘’As American as apple pie (elma turtası kadar Amerikan işi)’’ diye nitelemişti. ‘’Apple pie (elma turtası)’’ en az bayrak kadar Amerikan sembolüdür Amerikalılar için.
Politik muhafazakarlığın 3 temel sacayağı
ABD’nin çoğu eyaletinde silah taşımak serbesttir. Birçok eyalette çarşı pazarda satılır ve isteyen gider, tam otomatik, yarı otomatik tabancalar hatta uzun namlulu otomatik silahlardan edinebilir. Sonra da, kafasının ayarı atınca silahını çekip okulunu işyerini kana bulamış manyakların haberlerini sık sık okuruz. Bütün bu serbestliğin hukuksal temelini ise, Amerikan Anayasasının, ’İyi örgütlenmiş milisler, özgürlüğün güvenliği için gereklidir. Halkın silah taşıma ve bulundurma hakkı ihlal edilemez’’ şeklindeki ikinci tashih maddesi (Second Amendment) oluşturur.
ABD’de bugün politik muhafazakarlığın 3 temel sacayağı vardır. Bunlar, silah taşıma hakkını düzenleyen ‘ikinci madde’nin ne pahasına olursa olsun korunması, Anayasa Mahkemesinin, kürtajı ‘doktorla- kadın arasındaki mahrem bir konu’ olarak niteleyen 1973 tarihli ‘’Roe v. Wade’’ içtihadının ne pahasına olursa olsun değiştirilmesi ile federal vergi ve kamu harcamalarının kesilmesidir. Ancak bu 3 sacayağını tutkulu şekilde savunan politik muhafazakarlık, her sacayakta kendi içinde birçok çelişkili pozisyona da utanmaz sıkılmaz bir cüretkarlıkla girmekten çekinmez.
Mevzu silah olunca...
Mevzu silah hakkı olduğunda, ‘’Anayasa’mızı Kurucu Babalarımız yaptı, kılına dokundurtmayız’’ diye yeri göğü yıkan bu çakma vatanseverlik, Anayasa’nın Amerikan ülkesinde doğan her bebeği otomatik olarak Amerikan vatandaşı kabul eden 14’ncü maddesini, ‘’kurucu babalarımız da insan. Nihayetinde kendi dönemlerine göre birşeyler yazdılar’’ diyerek değiştirmek için yoğun kampanya yaparlar. Aynı şekilde, ‘değiştirilemez’ dedikleri Anayasa’ya kürtaj yasağı sokmak, İngilizce’yi anayasal olarak ülkenin resmi dili yapma çabaları da hakeza… Dün dündür bugün bugüncü ‘hukukçu’ akıl hocaları da var.
ABD'de kürtajı savunan tek kişi yok
Zannedildiğinin aksine ABD’de aslında kürtajı savunan tek bir kimse yok. Ancak bazı liberal kesimler, kürtaj konusunun kadın ile doktoru arasında mahrem bir konu olduğunu söyler ve devletin bu işe karışamayacağını savunur. Bu kesim kendilerine, kürtaj yanlısı demez, ‘pro-choice (tercih yanlısı)’’ der. Şimdi mevzum kürtaj tartışması olmadığı için uzatmayayım ve diğer kesime geleyim. Kürtaj yasağı yanlısı bu kesim ise kendisini ‘pro-life’ olarak tanımlar. Yani ‘hayat yanlısı’… Kulağa hoş geliyor. Ancak, daha doğmamış çocuğun hayat hakkını savunmak için yoğun kampanya yapan çevrelerin, ülkenin en savaşçı kesimi olması bana tuhaf gelir. Başkanın yalanlarıyla ufacık bir ülkeyi işgal edeceğim diye binlerce kendi gencecik askerinin ve yüzbinlerce masumum hayatına kastetmesinde gözler ‘hayat yanlısı’ kesimi boşa arar. ‘’Nuke them (nükleer atıp hepsinin kökünü kazıyalım)’’ sloganını en çok bunlardan duyarız. Elbette ki, politik muhafazakarlıktan bahsediyorum. Politik tutuculuğa mesafeli dindar Hıristiyan ve Musevilerden de epey savaş karşıtı çevre var yoksa...
’İbn-i Haldun’un Beyaz Saray’da işi ne?’’ demiştim
Yine kamu harcamalarının azaltılması ve vergi kesintisi de siyasi kamplaşmanın ana fay hatlarından biridir. Son yıllarda tansiyonu en çok yükselten de bunlar oldu. Amerikan iç politikasında vergi tartışmasının hararetini, iki yıl kadar önce ‘’İbn-i Haldun’un Beyaz Saray’da işi ne?’’ başlıklı mektubumda paylaşmıştım. Obama yönetiminin ve Demokratların Mart ayında Sağlık Sigortası Reformunu geçirmeleri bardağı taşıran damla oldu. Ben açıkçası, politik tutucu 'halk kesimlerinin' bu sağlık sigortasında yeri göğü niye bu kadar yıktıklarını anlamakta hala güçlük çekiyorum. Mevzu, fakirin fukaranın sağlığına ilacına devletin yardım etmesi olunca bu çevreler bir anda ‘kapitazlizm elden gidiyor’ diye ayaklanıyor. Daha 1 yıl önce Amerikan hükümeti, ülkeyi uçurumun kenarına getiren Wall Street kurumlarına trilyon dolara yakın para yardımı yaptı. Tutucu çevreler, neden devletin parasını harcıyorsun diye ortaya çıkmadı.
Dahası, Amerikan devletinin devasa boyuta ulaşmış savunma ve savaş bütçesi de nedense ‘kamusal harcama’ kisvesinde görünmez tutucu kesime. Halen ABD Kongresi üyesi olan Cumhuriyetçi Partili Iowa Senatörü Chuck Grassley, bundan yıllar önce, federal hükümetin harcamalarını kesen ve ‘’refah lordlarının saltanatını yıkıyorum’’ diye övünen Ronald Reagan’a, ‘’Pentagon’daki lordların saltanatını ne zaman yıkacaksın?’’ diye sormuş, bu soru, Süleyman Demirel’in, ‘’Bütün Türkiye’de sıkıyönetim olduğu ve bütün kontrolun zaten askerde olduğu 11 Eylül’de akan kan, ne oldu da 13 Eylül’de bıçakla kesilmiş gibi durdu?’’ sorusu gibi hala havada kalmıştır. Merak etmeyin soruyu havadan indirip tartışmayacağım. Yukarıda politik çerçvesini kabaca çizmeye çalıştığım ve önceki gün Arizona suikastiyle bütün gözlerin bir kez daha çevrildiği Çay Partisi Hareketini anlatacağım.
"İsyan bahane çay şahane"
‘’Tamam anladık onu da yazdın’’ demeyecekseniz, 14 Nisan 2009 günü ‘’İsyan bahane çay şahane’’ başlıklı mektubumla Çay Partisi hareketini, birgün sonra ülke çapında yapacağı hareketle gündeme oturmasından 1 gün önce sizlere Haber7’den duyurmuş ancak sonraki günlerde çayın büyüsüne kapılarak mevzuyu kahveye kırmıştım. O zamandan beri soran dostlarım oluyor, nedir bu Çay Partisi diye. Aslında bu hareketin ne çayla alakası var ne de partiyle. Önce adını aldığı tarihi olayı hatırlatmam lazım. Ukelalık saymayacaksanız kendimden alıntı yapayım:
16 Aralık 1773 günü, Boston sokaklarında binlerce kişi Doğu Hindistan Şirketine ait 3 gemi dolusu çayın İngiltere’ye geri gönderilmesi için protesto yaptı. Gösterilere aslında, rekabetten korkan kaçakçılarla, vergilere tepkili tüccarlar öncülük ediyordu. Aynı akşam, 100 kadar koloni üyesi, Mohawk kızılderililerinin kılığında limandaki gemilere girerek, üç gemi dolusu çayı Boston limanının sularına boşalttı. Ne olduysa bundan sonra oldu. Ekonomik çıkarların çatışmasından başlayan eylem bir anda kraliyet karşıtı Amerikan bağımsızlık isyanının kıvılcımlarından birine dönüştü. Massachusetts kolonisinin bu isyanı tarihe “Boston Çay Partisi (Boston Tea Party)” adıyla geçti. İngilizler, Hindistan’ın güneyini sırf çay için kolonileştirmişlerdi. Kuzey Amerika’yı aynı çay yüzünden kaybettiler. Bir kahvehane bilgesinin dediği gibi, çaydan gelen çaya gider!
İşte Obama’nın başkanlık yemini etmesinden bir ay sonra ortaya çıkan bu fevkalede popülist hareket, bir kuvai milliye olduğu iddiasıyla kendisine Çay Partisi hareketi adı veriyor. Bu ‘halk hareketinin’, adının bir borsa salonunda doğması ise bana çok eğlenceli geliyor. CNBC Televizyonunun ünlü finans haberleri editörü Rick Santelli, 19 Şubat 2009 sabahı Chicago Borsasından yaptığı canlı yayın sırasında Obama'nın "mortgage mağduru ev sahiplerinin evlerini kurtarmalarına yardım planına" ağır eleştiriler yöneltti. Hükümeti, insanların yatırımlarındaki kötü kararları ödüllendirmekle suçlayan Santelli'nin canlı yayında, 'kendi beceriksizliğiyle kaybeden insanların zararını ödemek istemeyen kapitalistler olarak, Chicago Çay Partisi eylemi yapma" çağrısı, etrafındaki borsa simsarlarından da alkışlı ve ıslıklı destek almıştı. Santelli'nin Chicago Borsası salonunda başlattığı isyanın video klibi internette de hızla yayıldı. Ancak Santelli, daha sonra eylemlere sahip çıkmadı ve hiçbir aşamasında yer almadı. Santelli ve kendisini alkışlayan borsacı bankacı takımı, evini kaybetmekte olan ev sahiplerine devletin yardım etmesini sert şekilde eleştirirken, birkaç ay önce hükümetin batık bankalara yardım kararını ayakta alkışlamışlardı. Daha önce de demiştim, Wall Street kendine komünist ahaliye kapitalisttir diye...
Vatanseverlik iddiasındaki tutucu ve başıbozuk bir koalisyon
Çay Partisi hareketi böylece kıvılcımlandı ancak bu hareket adındaki parti ifadesine rağmen bir parti değil. Bu hareketin bir merkezi yönetimi, bir lideri bir tüzüğü, bir programı ve ortak bir ideolojisi bulunmuyor. Neden yana oldukları konusunda hiçbir mutabakat bulunmayan, sadece neye karşı olduklarını konuşan, vatanseverlik iddiasındaki tutucu ve başıbozuk bir koalisyon anlayacağınız.
Çay Partisi hareketi mensuplarının önemli bir kısmı, ABD’nin küresel güçler ve ‘’yerli işbirlikçilerince’’ ele geçirildiğine kuvvetle iman ediyorlar. Ülkenin ‘ideolojik temellerinin’’ alttan alta oyulduğu ya da sosyalizme kayıldığı korkusu çok canlı. Bazılarında ulusalcılık hakimken bazısında pür ırkçılık hakim. Hispanik göç dalgasının meydana getirdiği sosyal gerilimden çok besleniyor Çay Partisi Hareketi. Bu sebeple de en fazla Hispanik göçü alan eyaletlerde en güçlü desteğe ulaşıyorlar.
Obama’nın Amerikan olmadığını, ‘gizli Müslüman’ olduğunu ‘ispat eden’ kitaplar, yayınlar pek revaçta bu kesimde. Barack Obama’nın başkanlığını meşru görmüyorlar, gasp olarak görüyorlar. Ülkelerini, ‘geri kurtarma’ mücadelesi veriyorlar.
‘’Yok artık Lebron James’’ diye tepki verenleriniz olacak ama George Soros’tan da fena nefret ediyorlar. Bugünlerde Çay Partisi hareketinin önüne gelene ‘Soroşçu’ damgası vurmasına acayip gülüyorum kendi adıma… Hangi aşırı sağcı Amerikan yayın organını elinize alsanız üç beş Soros küfürnamesi bulursunuz. Bu hareketin ‘gazeteci’ kılıklı sözcüleri kahramanları var. Mesela Glenn Beck. Bu arkadaş mesleğini sorduğunuzda gazeteciyim der, ancak bir siyasetçi gibi miting meydanlarında, kapalı halk toplantılarında ateşli konuşmalarla ülkeyi karış karış dolaşır. Geçenlerde İngiliz The Guardian gazetesi Beck’in Fox News’deki programlarında ve radyo konuşmalarındaki Soros takıntısı ile ilgili ilginç bir analiz yayınlamıştı. Soros’u akladığımı pakladığımı düşünmenizi istemem vakayı naklediyorum. Bu mevzuyu önümüzdeki günlerde detaylarıyla konuşacağız inşallah.
Ne arasan var bu Çay Partisinde
Toplumsal gücünün zirvesine mitinglerle ulaştı Çay Partisi. Silah endüstrisinin korkunç desteğine sahip silah hakkı savunucusu sözde ‘halk dernekleri’, ilaç endüstrisinin korkunç desteğine sahip ‘sağlık sigortası reformu muhalifleri’, petrolcülerin korkunç desteğine sahip ‘alternatif enerji düşmanları’ ve ‘küresel ısınma inkarcıları’, savaş partisinin korkunç desteğine sahip ‘vatanseverler’, Meksikalılardan nefret eden beyaz ırkçılar, kıyametin kopmak üzere olduğuna ve ‘’Deccalin ordusu Müslümanların’’ kendilerine saldırıya geçtiğine inanan fanatikler, fırsattan istifade Müslüman ve Arap korkusunu derinleştirmek için Amerika’ya şeriat getirileceği ve Obama’nın öncülüğündeki takiyecilerin ülkeyi bir şeriat devletine dönüştürdüğü yaygarası yapan aşırı siyonistler, ‘’dünyada 1.5 milyar Müslüman var, onlarla bir arada yaşamayı öğrenmemiz gerek, diyalog kurmamız gerek’’ diyen Hıristiyanları Musevileri, kendi dinlerine ihanet içinde olmakla itham eden aşırı dinciler hep bir araya gelip miting meydanlarında nefretlerini kustu, kusuyor… Ne arasan var bu Çay Partisinde. Bu hareket içinde ciddiye aldığım ve başı sonu belli bir ideolojiyle bu dalgaya enerji veren tek unsur Libertaryanlar. Bir de içtenliklerinden şüphe etmediğim ev kadınları var… Geri kalanı kabaca bir nefret hareketi…
Ev kadınları dedim ama bu hareketin politik uzantılarının en fanatik ve nefret söylemine kadın politikacılarının sahip olmasını da ilginç buluyorum. ‘’Politika çok sert, kadınların politikaya girmesi politik ortamı yumuşatacak’’ türünden bir geyik pek revaçtaydı bir zamanlar. Özellikle de Tansu hanımın başbakanlığa yürüyeceği günlerde... Sarah Palin, Christine O’Donnell, Michele Bachmann, Sharron Angle, Jan Brewer, Virginia Foxx, Marsha Blackburn… Bunlar kim diyeceksiniz. ABD’de son aylarda en nefret içerikli politik konuşmaları yapan politikacılar. Hepsi kadın. Hepsi Çay Partisi Hareketinin yıldızları. Kendilerine bugünlerde ‘Mama Grizzlies (Anne Bozayılar)’’ diyorlar. Boz ayı (grizzly), Amerikan milliyetçiliğinin simgelerinden biri. Kadından politikacı olmaz iddiasında değilim. Nefretin kadını erkeği olmaz diyorum. Bu zehir bulaştığı bünyeyi aynı iticiliğe dönüştürüyor.
İş, silahlı milis örgütleri kurmaya kadar vardı
Bu hareketin bazı unsurları işi daha ileri götürerek, silahlı milis örgütleri kurmaya kadar vardırdı işi. Ezoterik söylemleri olan, garip Şamanist/pagan ritüelleri olan tuhaf ırkçı silahlı milis çeteleri pıtırak gibi türedi. Geçenlerde Mother Jones dergisinin geçtiğimiz yıl Mart/Nisan sayısının kapağını süsleyen Oath Keepers milis örgütü mesela. Eski askerleri ve savaş gazilerini bünyesine toplayan bu örgüt, Obama yönetimine karşı direniş mücadelesine hazırlanıyor. ABD en hızlı büyüyen ‘vatansever’ hareket olan bu grubun sözcülerinden Lee Pray, dergiye, ‘’Eğer ABD hükümeti bizimle silahlı temasa girerse ölünceye kadar savaşırım’’ meydan okumasında bile bulundu.
‘’Çay Partisi Hareketinin finans merkezi neresi olabilir’’ diye sorsam hemen Kansas, Oklahoma, Georgia, Arizona diyeceksiniz. ‘Diloloji’ açısından mantıken böyle olması gerekiyor değil mi? Hayır bu ‘halk’ hareketinin finans merkezi halkın bağrı değil. Çay Partisi Hareketinin en güçlü sponsoru, nefret ettiklerini söyledikleri ‘liberal’ ve ‘kozmopolit’ New York şehri ve bu şehrin en zengini kudretli Koch ailesi. . Petrol ve enerji alanlarında yatırımları olan Koch Industries şirketinin sahibi olan David Koch ve ağabeyi Charles Koch 21,5 milyar dolarlık ortak kişisel servetleriyle zenginler şehrinin en zenginleri. Koch kardeşler servetleriyle ABD’nin de en zenginler arasında 5’nci sırada. New York’un birçok önde gelen müzesini, hastaneleri, bağışlarıyla ayakta tutan, medyada çok görünmek istemeyen ama perde arkasında oldukça güçlü ve etkili bir aile. Geçen yaz New Yorker ve New York Magazine dergileri ayrı ayrı hazırladıkları dosyalarla Çay Partisi Hareketinin arkasındaki bir numaralı sponsorun David Koch olduğunu yazdılar. MSNBC’de Rachel Maddow defalarca, Koch’u ‘’Çay Partisinin kuklacısı (Tea Party’s puppet master)’’ olarak andı.
Babaları Fred Koch, petrol saltanatını 1920’lerden itibaren Sovyetler Birliğine kurduğu petrol kuyularıyla oluşturdu. Sadece 1929 – 1931 arası Sovyet topraklarında 15 petrol kuyusu inşa etti. Bu güçlü imparatorluğu şimdi Fred’in 4 oğlundan David ve Charles Koch yönetiyor. Her iki kardeş de Cumhuriyetçi politikaların aktif savunucusu. David Koch, New York Magazine’e yaptığı açıklamada, Çay Partisini övmüş, ancak şiddeti savunan unsurlarına mesafeli olduğunu söylemişti. ‘’Irkçı bir insan değilim’’ diye de eklemişti. Ancak, bir Çay Partisi toplantısında, raporlarını sunan heyetlerden New Hampshire heyetinin, ‘’Obama’nın New Hampshire ziyareti sırasında konvoyunun yolunu öfkeli bir kalabalıkla değiştirttiklerini’’, övünerek faaliyet olarak sunmasını hararetle alkışlayanlardan biri de Koch’tu.
Hayati bir destek de Rupert Murdoch'tan
Bu harekete bir diğer hayati destek ise, ABD’nin en güçlü medya patronu olan Rupert Murdoch’tan ve onu yayın organlarından geliyor. Rupert Murdoch da ısrarla medya grubunun tarafsız olduğunu savunmaya devam ediyor. Esaslı komedyen Jon Stewart, bu iddianın milyonlarca kişinin aklına hakaret olduğu gerekçesiyle dava konusu yapılabileceği görüşünde. Başta Fox News, New York Post olmak üzere hatta bazen Wall Street Journal bile bu hareketin kitleselleşmesinde çok önemli bir rol oynadılar.
İşte, ABD’yi sarsan suikastten sonra en çok konuşulan hareket kaba hatlarıyla bu. Başı sonu belli olmayan, her türlü art niyetli kullanıma açık psikolojik vakaları bünyesinde toplayan, sisteme, yönetime yönelik çok ciddi eleştirileri, bu şiddet unsurları nedeniyle itibarsızlaştıran bu garip hareketlerden neyseki bizim ülkemizde yok.
Bu suikast bir deliye ihale edilse de gerçekten de bir meczubun cinneti de olsa, birilerince muhtemelen ‘kızım sana vuruyorum adamım sen anla’ mesajı olarak istismar edilebilecektir. Burdaki adam kim olabilir bilmek istemiyorum.
Çay deyip geçmeyin. Daha politik bir içecek bilmiyoum. Her çay bardağı, sisteme, uyutulmaya bir başkaldırıdır. Kahvehanelerimiz bunun için çok sayıda keşfedilmemiş politik lider barındırır. Şimdi düşündüm de bizde şöyle oturaklı bir Çay Partisi hareketinin bugüne kadar oluşmamış olması ‘ilgincime’ gitti. Herşeyin hayırlısı…


Cemal Demir - Haber 7
 
Üst