Caglarin Imamı Azamı Ebu Hanife...
Milli Gazete Yazarı Nurettin Yıldız`dan İmamı Azam`ın hayatına ilişkin
nefis bir yazı...
"Allah kimin hakkında hayır dilerse onu dinde fakih yapar.
" Hadis-i Şerif
--Adı, Numan bin Sabit.
--Künyesi, Ebu Hanife...
--Şöhretli adı, İmam-ı A`zam`dır.
--Hicretin 80. yılında Kûfe`de doğdu.
--Hicretin 150. senesinde Bağdat`ta vefat etti...
Arap olmayan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.
Arapça`nın önemli isimlerinden biri oldu.
Müslümanların imamlarındandır.
İmamlığını da a`zamlıkla perçinledi.
Onu şu veya bu nedenle sevmeyenler bile ilmi önünde diz çöktü.
İlerleyen asırlar onu hep yüceltti...
Yeryüzünün mamur olan her yerinde müminler varsa,
onun adı da muhakkak orada oldu.
İlim denince o anlaşıldı.
Hele "fıkıh" demek Ebu Hanife demek oldu.
Kitaplara girdi, gönüllere girdi. Kalplerde taht kurdu.
Çağdaşları arasında ve ardından gelenlerden onun gibi ilmi şöhreti
olan adı unutulmuş yüzlerce âlim varken o,
milyarlara varan mümine ışık tuttu.
İbadet ve hayat rehberi oldu. Sevildi, sayıldı...
Önce ticaretle ilgileniyordu.
Muttaki bir ailenin çocuğu olarak sadece Kur`an`ı ezber bilen ve
herkes kadar bilgisi olan bir gençti.
Zamanın büyük âlimi Şa`bi`nin bir ikazı üzerine 22 yaşında iken ilim
yoluna girdi. Hocası Hammad bin Ebi Süleyman`ın derslerine on sekiz
yıl devam etti. O ölünce onun kürsüsüne oturdu.
Okudu, okuttu. Üst el olabilmek için de ticareti bırakmadı.
Ölünceye kadar Kûfe`deki kumaş dükkânını işletti.
Kimsenin himmetine muhtaç olmadan hatta başkalarına himmet
ederek ilim yolunda ilerlemeyi,
zirvelere tırmanmayı gösterdi.
Talebelerinin hem hocası hem babası oldu...
Ticaret yaptı; ama yetmiş yaşında vefat ettiğinde;
"İmam-ı A`zam"dı.
Talebelerinden İmam Züfer diyor ki:
Ebu Hanife`nin yanında yirmi yıldan fazla kaldım.
İnsanlara ondan daha merhametli ve iyiliksever kimse görmedim.
Kendisini Allah`a adamıştı.
Gündüzleri ilim öğrenme ve öğretmeyle,
insanların meselelerine cevap vermeyle geçerdi...
Oturduğu yerden kalktıysa bir hasta ziyareti, cenazeye iştirak,
bir fakire yardım, bir arkadaşını ziyaret için kalkmış olurdu.
Gece olunca da namaz ve Kur`an okumayla geçerdi vakti.
Öldüğü zamana kadar onu böyle gördüm.
Bir "Âlim" tavrı
Halife Mansûr, Ebu Hanife`ye hürmet eder, ilgi gösterirdi.
Bir defasında yüklü bir hediye gönderip duasını almak istedi.
Ebu Hanife hediyeyi kabul etmeyip geri gönderdi.
Hâlbuki değil hediyesini almak, terliklerine el sürmek için yarışanlar vardı.
Mansûr, hediyesini neden kabul etmediğini sorunca şu cevabı verdi:
Müminlerin emiri olarak bana verdiğiniz hediye,
sizin kendi malınızdan olsa onu geri çevirmezdim.
Verdiğiniz Müslümanların malındandı.
Benim o malda hakkım yok ki, nasıl alayım!
Vakarlı idi ...
Vakarlı ve şıktı. İlmin heybetini hiç sarsmadı.
Yediren, ikram eden o olurdu. Fakirlerin umudu,
hastaların müşfik eli oldu. Veren el oldu, alan el olmadı.
Ders okuttuğu talebelerinin ihtiyaçlarını da giderdi.
Onları başkalarının sadakasına muhtaç etmedi.
En büyük üç talebesinden birisi olan Ebu Yusuf diyor ki:
"Beni ve ailemi tam yirmi yıl o baktı."
Ufku açık göğsü genişti. Bildiği meseleleri bile istişare ederdi.
Dün ders halkasına katılıp talebesi olmakla şereflenen bir talebesine
bile "Sen ne diyorsun?" demekten çekinmezdi.
Sinirlenmezdi. Sonuna kadar dinler,
kısa bir cevapla karşısındakini sustururdu.
İkna kabiliyeti dillere destandı.
"Şu direk altındır derse, itiraz etme.
Ona seni muhakkak ikna eder." sözü onun için denmiştir.
Milli Gazete Yazarı Nurettin Yıldız`dan İmamı Azam`ın hayatına ilişkin
nefis bir yazı...
"Allah kimin hakkında hayır dilerse onu dinde fakih yapar.
" Hadis-i Şerif
--Adı, Numan bin Sabit.
--Künyesi, Ebu Hanife...
--Şöhretli adı, İmam-ı A`zam`dır.
--Hicretin 80. yılında Kûfe`de doğdu.
--Hicretin 150. senesinde Bağdat`ta vefat etti...
Arap olmayan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.
Arapça`nın önemli isimlerinden biri oldu.
Müslümanların imamlarındandır.
İmamlığını da a`zamlıkla perçinledi.
Onu şu veya bu nedenle sevmeyenler bile ilmi önünde diz çöktü.
İlerleyen asırlar onu hep yüceltti...
Yeryüzünün mamur olan her yerinde müminler varsa,
onun adı da muhakkak orada oldu.
İlim denince o anlaşıldı.
Hele "fıkıh" demek Ebu Hanife demek oldu.
Kitaplara girdi, gönüllere girdi. Kalplerde taht kurdu.
Çağdaşları arasında ve ardından gelenlerden onun gibi ilmi şöhreti
olan adı unutulmuş yüzlerce âlim varken o,
milyarlara varan mümine ışık tuttu.
İbadet ve hayat rehberi oldu. Sevildi, sayıldı...
Önce ticaretle ilgileniyordu.
Muttaki bir ailenin çocuğu olarak sadece Kur`an`ı ezber bilen ve
herkes kadar bilgisi olan bir gençti.
Zamanın büyük âlimi Şa`bi`nin bir ikazı üzerine 22 yaşında iken ilim
yoluna girdi. Hocası Hammad bin Ebi Süleyman`ın derslerine on sekiz
yıl devam etti. O ölünce onun kürsüsüne oturdu.
Okudu, okuttu. Üst el olabilmek için de ticareti bırakmadı.
Ölünceye kadar Kûfe`deki kumaş dükkânını işletti.
Kimsenin himmetine muhtaç olmadan hatta başkalarına himmet
ederek ilim yolunda ilerlemeyi,
zirvelere tırmanmayı gösterdi.
Talebelerinin hem hocası hem babası oldu...
Ticaret yaptı; ama yetmiş yaşında vefat ettiğinde;
"İmam-ı A`zam"dı.
Talebelerinden İmam Züfer diyor ki:
Ebu Hanife`nin yanında yirmi yıldan fazla kaldım.
İnsanlara ondan daha merhametli ve iyiliksever kimse görmedim.
Kendisini Allah`a adamıştı.
Gündüzleri ilim öğrenme ve öğretmeyle,
insanların meselelerine cevap vermeyle geçerdi...
Oturduğu yerden kalktıysa bir hasta ziyareti, cenazeye iştirak,
bir fakire yardım, bir arkadaşını ziyaret için kalkmış olurdu.
Gece olunca da namaz ve Kur`an okumayla geçerdi vakti.
Öldüğü zamana kadar onu böyle gördüm.
Bir "Âlim" tavrı
Halife Mansûr, Ebu Hanife`ye hürmet eder, ilgi gösterirdi.
Bir defasında yüklü bir hediye gönderip duasını almak istedi.
Ebu Hanife hediyeyi kabul etmeyip geri gönderdi.
Hâlbuki değil hediyesini almak, terliklerine el sürmek için yarışanlar vardı.
Mansûr, hediyesini neden kabul etmediğini sorunca şu cevabı verdi:
Müminlerin emiri olarak bana verdiğiniz hediye,
sizin kendi malınızdan olsa onu geri çevirmezdim.
Verdiğiniz Müslümanların malındandı.
Benim o malda hakkım yok ki, nasıl alayım!
Vakarlı idi ...
Vakarlı ve şıktı. İlmin heybetini hiç sarsmadı.
Yediren, ikram eden o olurdu. Fakirlerin umudu,
hastaların müşfik eli oldu. Veren el oldu, alan el olmadı.
Ders okuttuğu talebelerinin ihtiyaçlarını da giderdi.
Onları başkalarının sadakasına muhtaç etmedi.
En büyük üç talebesinden birisi olan Ebu Yusuf diyor ki:
"Beni ve ailemi tam yirmi yıl o baktı."
Ufku açık göğsü genişti. Bildiği meseleleri bile istişare ederdi.
Dün ders halkasına katılıp talebesi olmakla şereflenen bir talebesine
bile "Sen ne diyorsun?" demekten çekinmezdi.
Sinirlenmezdi. Sonuna kadar dinler,
kısa bir cevapla karşısındakini sustururdu.
İkna kabiliyeti dillere destandı.
"Şu direk altındır derse, itiraz etme.
Ona seni muhakkak ikna eder." sözü onun için denmiştir.