BİR BAŞKASI YAZAMAZ!
Cafer Turaç ya da "Kırgın Süvari"
Şahin Torun Cafer Turaç şiirini yazdı. Bu şiiri fark etmeyenlerin, bilmeyenlerin fark etmesini dilereyek yazdı, ne iyi etti.
Sülüngillerden Turaç Beyazlığında bir şiir
Her bir dizesinden bir renk alan ve her ne hikmetse ne alacalaşan ne de katışan, Alaim-i Sema gibi bir şiiri var Cafer Turaç’ın. Kimi zaman deniz mavili, kimi zaman leylek sarısı, kimi zaman da kıyı yeşili, alaim-i sema gibi bir şiirdir bu… Bir bakarsınız tarçın, bir bakarsınız tütün kokuyor; ana rengin adı yok ya da öyle kolayından seçip işaret de edemiyorsunuz. Olsa olsa sülüngillerden, soyu tükenmeye yüz tutmuş bir ‘turaç’ beyazı…
Bir de şu: bu turaç beyazı alaim-i sema öyle altından geçilemeyecek kadar uzak değil, yanın(ız)da, yanıbaşın(ız)da…
Öyle ki; altından geçtiğiniz her seferinde meşrebinize göre ya değişerek ya da değişmeden kendiniz oluveriyor, kendinizi buluyorsunuz… Cafer Turaç şiirinin en yalın hali durumundaki bu kendi oluş ya da kendini buluş vurgusu bir başka anlamda da onun şiirinin kendiliğini açık ediyor.
Bu yönüyle de hem iddialı hem de ispatlı şahitli bir şiir olarak yer ediyor hafızamızda.
Bir Körfez Şair ki; adı Aşk…
Cafer Turaç şiirindeki bu ispatlı şahitli gerçeklik ve kendiliğindenlik onun şiirinde tıpkı bir Turgut Uyar, bir Edip Cansever, bir Ece Ayhan, bir Cahit Zarifoğlu şiirinde olduğu gibi sanki de onlar olmazsa olmayacak, bir başkası tarafından ve başka türlü yazılamayacak nevinden kendine özgü bir şiiri çıkarır ortaya.
Öyle ki, bu özgünlüğün bir başka boyutunda Cafer Turaç şiirinin kendine has yanlarını da ele verecek kadar ‘benzersiz’ bir şiirdir bu. Der ki, Cafer Turaç; “ …Ben aşkım / şair körfezime tabiat imge taşır ben ceylan adım…”
Bir körfez şair, hele hele tabiat diye adlandırmayı yeğlediği ‘hayat’tan, ‘kır’dan, ‘bayır’dan, ‘su’dan ya da bütün halleriyle ‘dünya’dan, ‘insan’dan imge devşirmek bir yana bütün bunlardan taşıp, taşınıp gelen imgelerden örülmüş bir şiire yazılmışsa ve hele bir de bütün bu taşıp taşınıp gelen imgeler toplamına kayıtsız, duyarsız kalamamış, kabuğunca soyunan bir yılan gibi kendinden ötesini hayat suyuna nakşetmeyi göze almışsa elbette kâlübelâdan beri yastığına işlenmiş bir gül cenginin çaprazladığı aşkını kaleminin ucuna sürecektir…
Şu ıslak ellerimizle mühürlediğimiz enselerimiz…
Başlarken söylediğimiz kendine özgülük boyutuna sırasıyla eklene eklene şekillenen ispatlı şahitli duruş ile; dünyadan ve insandan taşıp taşınıp gelen imgeler toplamını da katacak olursak bu ‘kâlübelâ’ dan beri yastığına yazılmış gül cengini okuyan ve bir adı da ‘Aşk’ olan şairin ‘benzersizliği derken de bırakın daha net biçimde cepheden bakarak anlamayı; ‘İşte!’ diyerek nişanlayıp gösterdiği ve göstermeden evvel de elleri(nin) tersiyle ıslatarak mühürlediği, ‘Şu!...’ ensesinden bile görüp anlayabileceğimiz bir ‘Sahihlik’ ve ‘Serahat’in altını özellikle çizmek gerekir…
Bu noktada ise Cafer Turaç şiirindeki bütün bu kendi olma ve ayan beyan ortada durma sürecinin bizi götürdüğü ve sıfatı dile gelmiş / söylenmiş olan bir ‘Sahihlik’ çeker dikkatimizi…
Sahih olmayanın söylenemeyeceği, şairin dünyasına ulaşamayacağı bu yer ise salt görünen bir eylem olarak şiiri işaret etmek bir yana şairinin de bir nişan-ı zişan gibi boynuna asmayı yeğlediği kendi yazgısı gibidir zaten.
Şahin Torun, bir gece vakti ‘Sessiz Redifler’i bir daha okudu