eylül
Veled-i kalbî
Mustafa Itrî Efendi, İstanbul'un Mevlânâkapısı civarında, o zamanki adı ile "Yapılan", bugün Yayla ya da Yaylak denen semtte doğdu.
Ailesi ve hayatı hakkında elimizde sınırlı bilgi var. Bu bilgiler, Şeyhülislâm Esad Efendi'nin Atrabü'l-Âsar'ı ile bazı şairler tezkerelerinde bulunan bilgilere ve kulaktan ku¬lağa gelen bir takım söylentilere dayanır. Elde bulunan bütün kaynaklar, doğum tarihinin 1630 ile 1640 yılları arasında olabileceği noktasında birleşir. Buhûrî-zâde'nin asıl adı Mustafa, Itrî ise mahlasıdır. "Buhûri"nin güzel kokularla münasebetinden dolayı, yine güzel koku ile nisbeti olan Itrî mahlasını almıştır. Buhûrî-zâde'liğinin nereden geldiği kesin olarak bilinmemekle birlikte, babasının veya dedelerinden birinin İstanbul'un büyük camilerinden birinde "Buhurca" olduğu düşünülebilir; çünkü, bu camilerdeki imam, müezzin, kayyum gibi vazifelilerin yanı sıra bir de buhurculuk işleriyle uğraşanlar bulunurdu.
Mûsikî sanatında dehâ mertebesindeki ustalığı, hat sanatı ile Divan şiirine, Arapça ve Farsça'ya derin vukufundan dolayı çok iyi bir öğrenim gördüğü anlaşılıyor.
Zamanına göre iyi bir öğrenim görmüştür. Ustalarından birinin Hâfız Post olduğuna kesin gözüyle bakılır. Nasrullah Vâkıf Halhalî, Kasımpaşalı Koca Osman Efendi, Derviş Ömer Efendi gibi 17 yy. bestecilerinden de yararlandığı sanılmaktadır. Çağının kaynakları, onun Mevlevi olduğunda birleşirler. Mevlevi tekkelerinde okunmak üzere bir ayin ile bir naat bestelemiş olması da, bunun bir kanıtıdır. Söylentilere göre, Yenikapı Mevlevihanesi'nin o zamanki şeyhi Câmî Ahmed Dede'ye (?-1671) kapılanmış, müzik sevgisiyle Mevlevi olmuştur.
Ünü Sultan IV. Mehmed (Avcı Mehmed) döneminde parlamağa başladı. O çağ Türk Mûsikîsi'nin ünlü ustalarının yetişmiş olduğu ve mûsikîmizin zirveye tırmandığı yıllardı.
Itrî'ye çok değer veren bu padişah kendisini sık sık saraya davet eder, bestelerini bizzat kendi sesinden dinler ve takdir ederdi. En yakın dostu ise Kırım Hanlarından Selim Giray Han idi. Selim Giray Han boş zamanlarını Çatalca civarındaki Kadı Çiftliğinde geçirir, burada Itrî, Hafız Post, Yahya Nazîm Çelebi, Seyyid Nuh, Tanburî Mehmed, Santurî Ali (Ali Ufkî Bey), Kemanî Hüseyin gibi ünlü sazende ve hanendeleri ve o zamanın ünlü şair ve edebiyatçıları ile sohbet eder, mûsikî dinlerdi. Bunun için Itrî, bu sanatsever devlet adamından her zaman yardım ve ilgi gördü. Bu büyük sanatkâr IV. Mehmed, III. Süleyman, II. Ahmed, II. Mustafa, III. Ahmed olmak üzere beş padişah dönemini yaşadı; yaşadığı sürece saygı gördü. Sultan IV. Mehmed döneminde geçimini sağlamak üzere, 1694 yılında "Esirciler Kedhüdası" oldu. Şeyhi bu olayı şu satırlarla anlatıyor:
"... Ilm-i Edvâr'da mahir ve fenn-i mûsikîde akranı nadir olmağın merhum Han-ı Gazi Hazretlerinin meclis-i hümâyûnlarına dahil ve bînihaye-i ihsan ü âtuya nail olduğundan maada kendi arz-ı hâli mucibince bâhatt-ı humayûn-i saadet akrûn ber vech-i teyid esirciler kedhüdası unvanına ifâ buyurmuşlardır.."
Itrî uzun yıllar Enderun'da müzik öğretmenliği ve hanendelik ettikten sonra, elli yaşına doğru emekli olarak saraydan ayrıldı. Ancak, müzikteki ünü Lale Devri'nde daha da artarak sürdü. Meyvecilikle çiçekçiliğe meraklı olduğu, kendi adıyla anılan İstanbul'un ünlü Mustabey armudunu ilk kez onun yetiştirdiği de söylenir. Itırdan gelen Itrî mahlası da, çiçek merakına bağlanır.
Itrî dinsel müziğe yepyeni bir hava getirmiştir. Dinsel yapıtları, cami ve tekke müziği örnekleri olarak ikiye ayrılır. Teravih namazı sırasında makam değiştirme kuralı ile, camilerde müezzinlerin uyguladıkları çeşitli kuralların Itrî tarafından konulduğu söylenir. Bayram namazlarında okunan Segâh Kurban Bayramı Tekbiri, kutsal emanetlerin ziyareti sırasında okunan Segâh Sal-ât-ı Ümmiye, Mâye Cuma Salâtı, Dilkeşhâveran Gece Salâtı, üç yüz yıldır etkilerinden bir şey yitirmemiş yapıtlardır. Özellikle ilk ikisi çok kısa birer cümle içinde yarattıkları etkinin yoğunluğu bakımından Türk müziğinde benzersiz bir sanat gücü taşırlar.
Mevlevihanelerde, sema törenlerinde, ayinden önce okunan, Rast Naat-ı Peygamber, Itrî'nin Mevlevi müziğine en kalıcı katkısıdır. Güftesi Mevlânâ'nın bir şiirinden alınan yapıtta, güfte ile beste yetkin bir biçimde bütünleştirilmiştir. Bu naatın, bestelenmesinden sonra Mevlevihanelerdeki her sema töreninde okunması bir gelenek haline gelmiştir. Segâh Ayin'i ise, bu türün ilk güçlü örneklerinden biridir.
Günümüze ulaşan yapıtlarının çoğunda mistik bir hava vardır. Bu yönü bir ölçüde, Mevlevi olmasına bağlanabilir. Seçtiği formlar için en uygun anlatımı bulan Itrî, cami müziği olarak bestelediklerinde, derin bir dindarlık duygusunu, Mevlevi müziği yapıtlarında, tasavuffi bir içe dönüş heyecanını dile getirmiş, din dışı yapıtlarında ise, yoğun müzik cümleleri arasında beliren düşünceli ve düşündürücü bir tavrı benimsemiştir.
Sanatı değerlendirilirken, üslubunun niteliği ile yapıtlarındaki teknik özellikler birbirine bağlı iki düzey olarak ortaya çıkar. Itrî'nin müziği 17. yy'da henüz oluşum aşamaları içindeki bir müzik üslubunda "klasik" diye nitelendirilebilecek özellikler taşır. Kişisel duygu ve düşüncelerini dile getirmediği, bütünüyle kendine özgü, kişilikli bir anlatım yaratabilmiştir. Müziğinin dengeli, oturmuş bir yapısı vardır; yapıtlarının en dokunaklı bölümlerinde bile, duygusallıktan, abartamadan, gereksiz süslemelerden kaçınmıştır, cümleleri açık seçik ve berraktır.
Yapıtlarının ezgi yapısındaki özellikler ise, sanatının ancak teknik bir inceleme çerçevesinde değerlendirilebilecek başka bir yönüdür. Hiçbir bestesinde alışılmış ezgi örneklerine rastlanmaz. Belli bir makamdaki yapıtı, başka bir bestecinin aynı makamdan bir yapıtıyla karşılaştırıldığında, o makamı çok farklı buluşlar, taklit edilmeyen, benzersiz deyişlerle işlediği görülür. Bir makama bağlı müzik cümlelerini sadece komşu perdelerden yararlanarak geliştirme kolaycılığından kaçınmış, en uzak perdelere dek uzanarak, zor olanı gerçekleştirmeyi yeğlemiştir.
Böylece ezgilerini dar bir ses alanı içinde kalmaktan kurtarmıştır. Onun müziği bu bakımdan makam ve geçki zenginliği taşır. Bu zenginlik, kullandığı usuller için de geçerlidir. Notasıyla günümüze ulaşamamış parçalarının güfteleri ile usullerini veren eski kaynaklarda, çok ender kullanılmış usullerde bile yapıt bestelediği görülmüştür.
Itrî, Şeyhülislam Esad Efendi'nin belirttiğine göre, bini aşkın beste yapmış olan çok verimli bir bestecidir. Bunların büyük bir çoğunluğu unutulmuş ya da kaybolmuştur; bugün ancak kırk dolayında yapıtı bilinmektedir. Günümüze kalan pek az yapıtıyla bile bugün de Klasik Türk müziğinin en başta gelen birkaç ustasından biri kabul edilmesi, sanatında ki olağanüstü özelliklerin bir sonucudur.
Mustafa Itrî Efendi’nin ölüm tarihî Şeyhülislâm Esad Efendi ve Mustakîm-zâde Sadeddin Efendi'ye göre 1712, Şeyhî ve Salim'e göre 1711 dir. Mûsikî tarihi araştırmacılarına göre 1711 yılı daha uygun sayılıyor. Yenikapı Mevlevihânesi dışına defnedilmişse de, daha sonra yapı¬lan araştırmalara rağmen mezartaşı bulunamamıştır.
"... Seksen yıla yaklaşan bir hayatın son senesi üzerine kapanan sahife şu mısralarla biter:
Buhûrî-zâde-yi bûyâ-i bezm-i adn ide Allah"
(H. 1124)
Ailesi ve hayatı hakkında elimizde sınırlı bilgi var. Bu bilgiler, Şeyhülislâm Esad Efendi'nin Atrabü'l-Âsar'ı ile bazı şairler tezkerelerinde bulunan bilgilere ve kulaktan ku¬lağa gelen bir takım söylentilere dayanır. Elde bulunan bütün kaynaklar, doğum tarihinin 1630 ile 1640 yılları arasında olabileceği noktasında birleşir. Buhûrî-zâde'nin asıl adı Mustafa, Itrî ise mahlasıdır. "Buhûri"nin güzel kokularla münasebetinden dolayı, yine güzel koku ile nisbeti olan Itrî mahlasını almıştır. Buhûrî-zâde'liğinin nereden geldiği kesin olarak bilinmemekle birlikte, babasının veya dedelerinden birinin İstanbul'un büyük camilerinden birinde "Buhurca" olduğu düşünülebilir; çünkü, bu camilerdeki imam, müezzin, kayyum gibi vazifelilerin yanı sıra bir de buhurculuk işleriyle uğraşanlar bulunurdu.
Mûsikî sanatında dehâ mertebesindeki ustalığı, hat sanatı ile Divan şiirine, Arapça ve Farsça'ya derin vukufundan dolayı çok iyi bir öğrenim gördüğü anlaşılıyor.
Zamanına göre iyi bir öğrenim görmüştür. Ustalarından birinin Hâfız Post olduğuna kesin gözüyle bakılır. Nasrullah Vâkıf Halhalî, Kasımpaşalı Koca Osman Efendi, Derviş Ömer Efendi gibi 17 yy. bestecilerinden de yararlandığı sanılmaktadır. Çağının kaynakları, onun Mevlevi olduğunda birleşirler. Mevlevi tekkelerinde okunmak üzere bir ayin ile bir naat bestelemiş olması da, bunun bir kanıtıdır. Söylentilere göre, Yenikapı Mevlevihanesi'nin o zamanki şeyhi Câmî Ahmed Dede'ye (?-1671) kapılanmış, müzik sevgisiyle Mevlevi olmuştur.
Ünü Sultan IV. Mehmed (Avcı Mehmed) döneminde parlamağa başladı. O çağ Türk Mûsikîsi'nin ünlü ustalarının yetişmiş olduğu ve mûsikîmizin zirveye tırmandığı yıllardı.
Itrî'ye çok değer veren bu padişah kendisini sık sık saraya davet eder, bestelerini bizzat kendi sesinden dinler ve takdir ederdi. En yakın dostu ise Kırım Hanlarından Selim Giray Han idi. Selim Giray Han boş zamanlarını Çatalca civarındaki Kadı Çiftliğinde geçirir, burada Itrî, Hafız Post, Yahya Nazîm Çelebi, Seyyid Nuh, Tanburî Mehmed, Santurî Ali (Ali Ufkî Bey), Kemanî Hüseyin gibi ünlü sazende ve hanendeleri ve o zamanın ünlü şair ve edebiyatçıları ile sohbet eder, mûsikî dinlerdi. Bunun için Itrî, bu sanatsever devlet adamından her zaman yardım ve ilgi gördü. Bu büyük sanatkâr IV. Mehmed, III. Süleyman, II. Ahmed, II. Mustafa, III. Ahmed olmak üzere beş padişah dönemini yaşadı; yaşadığı sürece saygı gördü. Sultan IV. Mehmed döneminde geçimini sağlamak üzere, 1694 yılında "Esirciler Kedhüdası" oldu. Şeyhi bu olayı şu satırlarla anlatıyor:
"... Ilm-i Edvâr'da mahir ve fenn-i mûsikîde akranı nadir olmağın merhum Han-ı Gazi Hazretlerinin meclis-i hümâyûnlarına dahil ve bînihaye-i ihsan ü âtuya nail olduğundan maada kendi arz-ı hâli mucibince bâhatt-ı humayûn-i saadet akrûn ber vech-i teyid esirciler kedhüdası unvanına ifâ buyurmuşlardır.."
Itrî uzun yıllar Enderun'da müzik öğretmenliği ve hanendelik ettikten sonra, elli yaşına doğru emekli olarak saraydan ayrıldı. Ancak, müzikteki ünü Lale Devri'nde daha da artarak sürdü. Meyvecilikle çiçekçiliğe meraklı olduğu, kendi adıyla anılan İstanbul'un ünlü Mustabey armudunu ilk kez onun yetiştirdiği de söylenir. Itırdan gelen Itrî mahlası da, çiçek merakına bağlanır.
Itrî dinsel müziğe yepyeni bir hava getirmiştir. Dinsel yapıtları, cami ve tekke müziği örnekleri olarak ikiye ayrılır. Teravih namazı sırasında makam değiştirme kuralı ile, camilerde müezzinlerin uyguladıkları çeşitli kuralların Itrî tarafından konulduğu söylenir. Bayram namazlarında okunan Segâh Kurban Bayramı Tekbiri, kutsal emanetlerin ziyareti sırasında okunan Segâh Sal-ât-ı Ümmiye, Mâye Cuma Salâtı, Dilkeşhâveran Gece Salâtı, üç yüz yıldır etkilerinden bir şey yitirmemiş yapıtlardır. Özellikle ilk ikisi çok kısa birer cümle içinde yarattıkları etkinin yoğunluğu bakımından Türk müziğinde benzersiz bir sanat gücü taşırlar.
Mevlevihanelerde, sema törenlerinde, ayinden önce okunan, Rast Naat-ı Peygamber, Itrî'nin Mevlevi müziğine en kalıcı katkısıdır. Güftesi Mevlânâ'nın bir şiirinden alınan yapıtta, güfte ile beste yetkin bir biçimde bütünleştirilmiştir. Bu naatın, bestelenmesinden sonra Mevlevihanelerdeki her sema töreninde okunması bir gelenek haline gelmiştir. Segâh Ayin'i ise, bu türün ilk güçlü örneklerinden biridir.
Günümüze ulaşan yapıtlarının çoğunda mistik bir hava vardır. Bu yönü bir ölçüde, Mevlevi olmasına bağlanabilir. Seçtiği formlar için en uygun anlatımı bulan Itrî, cami müziği olarak bestelediklerinde, derin bir dindarlık duygusunu, Mevlevi müziği yapıtlarında, tasavuffi bir içe dönüş heyecanını dile getirmiş, din dışı yapıtlarında ise, yoğun müzik cümleleri arasında beliren düşünceli ve düşündürücü bir tavrı benimsemiştir.
Sanatı değerlendirilirken, üslubunun niteliği ile yapıtlarındaki teknik özellikler birbirine bağlı iki düzey olarak ortaya çıkar. Itrî'nin müziği 17. yy'da henüz oluşum aşamaları içindeki bir müzik üslubunda "klasik" diye nitelendirilebilecek özellikler taşır. Kişisel duygu ve düşüncelerini dile getirmediği, bütünüyle kendine özgü, kişilikli bir anlatım yaratabilmiştir. Müziğinin dengeli, oturmuş bir yapısı vardır; yapıtlarının en dokunaklı bölümlerinde bile, duygusallıktan, abartamadan, gereksiz süslemelerden kaçınmıştır, cümleleri açık seçik ve berraktır.
Yapıtlarının ezgi yapısındaki özellikler ise, sanatının ancak teknik bir inceleme çerçevesinde değerlendirilebilecek başka bir yönüdür. Hiçbir bestesinde alışılmış ezgi örneklerine rastlanmaz. Belli bir makamdaki yapıtı, başka bir bestecinin aynı makamdan bir yapıtıyla karşılaştırıldığında, o makamı çok farklı buluşlar, taklit edilmeyen, benzersiz deyişlerle işlediği görülür. Bir makama bağlı müzik cümlelerini sadece komşu perdelerden yararlanarak geliştirme kolaycılığından kaçınmış, en uzak perdelere dek uzanarak, zor olanı gerçekleştirmeyi yeğlemiştir.
Böylece ezgilerini dar bir ses alanı içinde kalmaktan kurtarmıştır. Onun müziği bu bakımdan makam ve geçki zenginliği taşır. Bu zenginlik, kullandığı usuller için de geçerlidir. Notasıyla günümüze ulaşamamış parçalarının güfteleri ile usullerini veren eski kaynaklarda, çok ender kullanılmış usullerde bile yapıt bestelediği görülmüştür.
Itrî, Şeyhülislam Esad Efendi'nin belirttiğine göre, bini aşkın beste yapmış olan çok verimli bir bestecidir. Bunların büyük bir çoğunluğu unutulmuş ya da kaybolmuştur; bugün ancak kırk dolayında yapıtı bilinmektedir. Günümüze kalan pek az yapıtıyla bile bugün de Klasik Türk müziğinin en başta gelen birkaç ustasından biri kabul edilmesi, sanatında ki olağanüstü özelliklerin bir sonucudur.
Mustafa Itrî Efendi’nin ölüm tarihî Şeyhülislâm Esad Efendi ve Mustakîm-zâde Sadeddin Efendi'ye göre 1712, Şeyhî ve Salim'e göre 1711 dir. Mûsikî tarihi araştırmacılarına göre 1711 yılı daha uygun sayılıyor. Yenikapı Mevlevihânesi dışına defnedilmişse de, daha sonra yapı¬lan araştırmalara rağmen mezartaşı bulunamamıştır.
"... Seksen yıla yaklaşan bir hayatın son senesi üzerine kapanan sahife şu mısralarla biter:
Buhûrî-zâde-yi bûyâ-i bezm-i adn ide Allah"
(H. 1124)