bülbül

bül_bül

Üye
Katılım
29 Ocak 2007
Mesajlar
17
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Bir bahçe,
gül’ün bahçesi,
kapısında gül’ün nöbetçisi,
adı nergis..

Kapının önünde çeşitli kuşlar,
çoğu riyakar,
çoğu sahtekar,
çoğu ben aşığım diyen biçare..

ama bir kuş var ki,
gönülden samimi,
gül’ün kölesi,
amadesi,
gül onun her şeyi,
canını gül çalmış onun,
adı bülbül..

bülbül içindeki alevle erimekte, tükenmekte,
gökteki kızgın güneş ona serin görünmekte,
öyle ki yanmakta kavrulmakta,
nergis’e yım yım yalvarmakta,
nergis bülbül’le alay ederken samimi kim,
bilememekte..

ve bir nida;
gül’e talipli çok,
kapıda bekle ey bülbül..

güneş kızgın,
gül susuz,
bülbül derdiyle takatsiz..
gül yağmur’a, bülbül gül’e hasret,
kapının önü bülbül’e gurbet..
ümidini yitiren tüm kuşlar bir bir uçup gitmekte,
ama bülbül dal’larla büyümekte,
bülbülün bu haline beyitler dizilmekte;

………………………………

Rehavet kavuruyor kızıl gülleri,
Bahçelerde güneşin kızgın izleri,
Çekmiş bulutları Canan illeri,
Binlerce dua ile niyazda nergis..

Yağmur’a hasret, gül ile nergis,
Üveyik kuşlarıyla ahenkte keklik,
Bülbül dallarda beklerken mahzun,
Buyur etmez ki kapıda nergis..

Bahçesinde gül, kendi halinde,
Huşu ile Canan’ı zikreylemekte,
Canı gülde saklı mahzun bülbül’e,
Alaylı alaylı bakmakta nergis..

Gül’ün kokusuyla eriyen bülbül,
Beni de erittin n’olur biraz gül,
Can yakan nağmenle alevlendi kül,
Kendinden geçti dinleyen nergis..

Bahçenin kapısı yangın, geçilmez,
Kapının ardında ne var sezilmez,
Dışarıda aşık çoktur seçilmez,
Kim güle hayran, şaşırdı nergis..
 

bül_bül

Üye
Katılım
29 Ocak 2007
Mesajlar
17
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
BÜLBÜL

Bir gamlı hazânın seherinde,
Isrâra ne hâcet yine bülbül?

Bil, kalbimizin bahçelerinde,
Cân verdi senin söylediğin gül.

Savrulmada gül şimdi havada,
Gün doğmada bir başka ziyâda.
ahmet haşim
 

bül_bül

Üye
Katılım
29 Ocak 2007
Mesajlar
17
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Bülbül

Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım:
Nihayet bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.

Şehirden çıkmak isterken sular zaten kararmıştı;
Pek ıssız bir karanlık sonradan vadiyi sarmıştı.

Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lâl...
Bu istiğrakı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl.

Muhitin hali "insaniyet"in timsalidir sandım;
Dönüp maziye tırmandım, ne hicranlar, neler andım!

Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryad.

O müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu:
Ki vadiden bütün, yer yer, eninler çağlayıp durdu.

Ne muhrik nağmeler, ya Rab, ne mevcamevc demlerdi:
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, güya Sur-ı mahşerdi!

-Eşin var âşiyanın var, baharın var ki beklerdin.
Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin?

O zümrüt tahta kondun, bir semavi saltanat kurdun,
Cihanın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun!

Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin hânumânın şen, için şen, kâinatın şen!

Hazansız bir zemin isterse, şayet ruh-ı serbâzın,
Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-ı pervâzın.

Değil bir kayda, sığmazsın kanatlandın mı eb'ada
Hayatın en muhayyel gayedir âhrara dünyada.

Neden öyleyse matemlerle eyyâmın perişandır,
Niçin bir katrecik göğsünde bir umman huruşandır?

Hayır matem senin hakkın değil, matem benim hakkım;
Asırlar var ki aydınlık nedir hiç bilmez afakım.

Teselliden nasibim yok, hazan ağlar baharımda
Bugün bir hanumansız serseriyim öz diyarımda.

Ne hüsrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serapa Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!

Hayalimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
Salahaddin-i Eyyubi'lerin, Fatih'lerin yurdu.

Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde Osman'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!

Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!

Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden Yıldırım Hân'ın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri Orhan'ın!

Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!

Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!

Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!

Mehmet Akif Ersoy |
 
Üst