Bühtan ve iftiraya kalkışmayalım.

durmuş göktekin

Paylaşımcı
Katılım
16 Ağu 2009
Mesajlar
185
Tepkime puanı
7
Puanları
0
Yaş
88
Bühtan ve iftiraya kalkışmayalım.

Dünya, ektiğini biçme dünyasıdır. Ne ekersen onu biçersin. İrademizle eker irademizle biçeriz. Erik diken erik, elma diken elma alır. Çalı diken, meyve alamaz. Bir istisna var! Gül diken, hem gül alır, hem de diken! İnsanın da hem gülü var hem dikeni. Gülü; iyi halleridir. Dikeni kötü halleridir. İnsan iradesiyle bu ikisini de kullanır. Sorumluluğu iradesinden kaynaklanır. Yaratılanlar arasında yalnız insana verilen bu özellik kulluğu gerektirir. Allah’ın emrettiği istikamette yaşayan insan; sonuna kadar sebeplere başvurduktan sonra tevekkül eder, kadere teslim olur. Aksi halde başını taşa vurur kendine zulmeder. Dünyasını cehenneme çevirir. Bu mevzuda daha veciz ifadelerle, meseleyi, Mehmet Akif Ersoy’un Safahat kitabında yazdıklarına bırakalım:


(“Çalış!” dedikçe Şeriat, çalışmadın, durdun, Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun! Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya, Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya! Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden, Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâsın iken!(…hizmetçin iken) Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini, Birer birer oku tekmîl edince defterini; Bütün o işleri Rabbim görür: Vazîfesidir… Yükün hafifledi… Sen şimdi doğru kahveye gir! Çoluk, çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak… Hudâ vekîl-i umûrun değil mi? Keyfine bak! (Senin işlerini yapan Allah değil mi…) Onun hazîne-i in’âmı kendi veznendir!(Onun nimetler hazinesi senin veznendir) Havâle et ne kadar masrafın olursa… Verir! Silâhı kullanan Allah, hudûdu bekleyen O; Levâzımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen O! Çekip kumandası altında ordu ordu melek; Senin hesâbına küffârı hâk-sâr edecek! (… kâfirleri yerle bir edecek) Başın sıkıldı mı, kâfi senin o nazlı sesin: ” Yetiş!” de kendisi gelsin, ya Hızır’ı göndersin! Evinde hastalanan varsa, borcudur: Bakacak; Şifâ hazînesi derhal oluk oluk akacak. Demek ki: Her şeyin Allah… Yanaşman, ırgadın O; Çoluk çocuk O’na âid: Lalan, bacın, dadın O; Vekîl-i harcın O; kâhyan, müdir-i veznen O; (….. veznedarın O) Alış seninse de, mes’ûl olan verişten O; Denizde cenk olacakmış… Gemin O, kaptanın O; Ya ordu lâzım imiş… Askerin, kumandanın O; Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı O; Tabîb-i âile, eczâcı… Hepsi hâsılı O. (Aile doktoru, …) Ya sen nesin? Mütevekkîl! Yutulmaz artık bu! Biraz da saygı gerektir… Ne saygısızlık bu? Hudâ’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hudâ; Utanmadan da tevekkül diyor bu cürete… Ha? /Yehûd Üzeyr´e, Nasârâ Mesîh’e ibnu’llâh(Yahudiler Üzeyr’e, Hıristiyanlar İsa’ya Allah’ın oğlu) Demekle unsur-i tevhîd olur giderse tebâh, (Deyince, Allah’ın birliği ilkesi bozulup yok oldu; ) Senin bu kopkoyu, şirkin sığar mı îmâna? Tevekkül öyle tahakküm demek mi Yezdân´a? (Tevekkül, böyle hükmetmek midir Yaradan’a? ) Kimin hesâbına inmiş, düşünmüyor, Kur´ân…Cenâb-ı Hak çıkacak, sorsalar, muhâtab olan! Bütün evâmire ilân-ı harb eden şu sefih, (Bütün yüce buyruklara savaş açan şu serseri, ) Mükellefıyyeti Allah’a eyliyor tevcîh! (Allah’a havale ediyor yükümlülükleri!) Görür de hâlini insan, fakat bu derbederin, Nasıl günâhına girmez tevekkülün, kaderin? Sarılmadan en ufak bir işinde esbâba, (…sebeplere) Muvaffakiyyete imkân bulur musun acaba? (başarıya…) Hamâkatin aşıyor hadd-i i´tidâli, yeter! (Ahmaklığın normal sınırlarını aştı, yeter!) Ekilmeden biçilen tarla nerde var? Göster! “Kader” senin dediğin yolda Şer’a bühtandır. (Senin anladığın “kader” şeriata iftiradır; ) Tevekkülün, hele, hüsrân içinde hüsrândır. Kader ferâiz-i îmâna dahil… Âmenna… (Kader, imanın farzlarından biridir… tamam…) Fakat yok onda senin sapmış olduğun manâ. Kader: Şerâiti mevcûd olup da meydanda, (Kader: gerekli şartlar oluştuktan sonra, )Zuhûra gelmesidir mümkinâtın a’yânda. (Mümkün olanın gerçekleşip çıkmasıdır ortaya. ) Niçin, nasıl geliyormuş… O büsbütün meçhûl; (… onu bilen yok) Biz ihtiyârımızın sûretindeniz mesûl. (Biz seçimlerimizden sorumluyuz ancak) Kader nedir, sana düşmez o sırrı istiknâh; (…. o sırrı araştırmak) Senin vazîfen itâ’at ne emrederse İlâh. (Senin görevin, Allah’ın buyruklarına uymak) O, sokmak istediğin şekle girmesiyle kader; Bütün evâmiri Şer’in olur bir anda heder! (Şeraitin tüm emirleri bir anda yok olup gider) Neden ya, Hazret-i Hakk´ın Resûl-i Muhterem´i, (Yoksa neden Yüce Allah’ın sevgili Peygamber’i, ) Bu bahsi men’ ediyor müminlere, boş yere mi? (Bu konuyu yasaklıyor müminlere, boş yere mi? )

Kader deyince ne anlardı dinle bak Ashâb: (…sahabe) Ebû Ubeyde’ye imdâda eylemişti şitâb, (Bir zamanlar Ebu Ubeyde’nin yardımına koşmak) Maiyyetindeki askerle bir zaman Fârûk. (İçin, emrindeki askerle yola çıkmıştı Halife Ömer. ) - Tereddüt etme sakın, çünkü vaka pek mevsûk – (…, çünkü olayı doğruluyor belgeler-) Tarîk-i Şam´ı tutup doğru “Surg”a indi Ömer. (Şam yolunu tutup doğru “Surg”a indi Ömer) Ebû Ubeyde hemen koştu almasıyle haber. Halife, Hazret-i Serdâr´a “Nerdedir ordu? (Halife, başkomutanına: Nerdedir ordu? )Ne yaptınız? Yapacak şey nedir? ” deyip sordu. Ebû Ubeyde; “Vebâ var!” deyince askerde; Tevâbi´iyle Ömer durdu kalkacak yerde. (Ömer emrindekilerle birlikte durdu, kalkacak yerde. ) ” Vebâya karşı gidilmek mi, gitmemek mi iyi? “ Muhâcirîn-i kirâmın soruldu hep reyi. (Muhacirlerin soruldu düşüncesi bir bir)* Bu zümreden kimi; “Maksad mühim, gidilmeli” der; “Hayır, bu tehlikedir” der, kalan Muhâcirler. Halife böyle muhâlif görünce efkârı; (Halife böyle birbirine aykırı görünce fikirleri) Çağırdı: Aynı tereddüdde buldu Ensâr´ı. Dağıttı hepsini, lâkin sıkıldı… Artık ona, Muhacirîn-i Kureyş´in müsinn olanlarına (Kureyş muhacirlerinin yaşlı olanlarına) Mürâcaat yolu kalmıştı; sordu onlara da. (Danışma yolu kalmıştı; sordu onlara da. ) Bu fırka işte bilâ-kaydı-ı ihtilâf arada: (İşte bunlar, bir fikir ayrılığı olmadan arada: ) ” Vebâya karşı gidilmek hatâ olur” dediler: ” (“Vebaya karşı gitmek yanlış olur” dediler; ) Yarın dönün!” diye Ashâb´a emri verdi Ömer. Ales-seher düzülürken cemâatiyle yola, (Seher vakti düzülürken askerleriyle yola) Ebû Ubeyde çıkıp: “Yâ Ömer, uğurlar ola! Firârınız kaderullâhtan mıdır şimdi? ” (Kaçışınız Allah’ın kaderinden midir şimdi? ) Demez mi, Hazret-i Fâruk döndü: “Doğru, dedi, Şu var ki bir kaderullâhtan kaçarken biz, Koşup öbür kaderullâha doğru gitmedeyiz. Zemîni otlu da, etrâfı taşlı bir derenin İçinde olsa deven yâ Ebâ Ubeyde, senin; Tutup da onları yalçın bayırda sektirsen, Ya öyle yapmıyarak otlu semte çektirsen, Düşün; Kaderle değildir şu yaptığın da nedir? “ Ömer bu sözde iken İbn-i Avf olur zâhir, (Ömer bunları söylerken İbni Avf oraya gelir, ) Hemen rivâyete başlar hadîs-i tâûnu (Hemen rivayete başlar veba hadisini) Ebû Ubeyde tabî´i susar duyunca bunu. Muhâcirîn-i Kureyş´in, kibâr-ı Ashâb´ın, (Kureyş muhacirlerinin, büyük sahabilerin, ) Şerîat’ın koca bir rüknü: İbn-i Hattâb´ın: (Şeriatın koca bir direği olan Hazret-i Ömer’in; ) Kader denince ne anlardı hepsi, anladın a!…Utanmadan yine kalkışma Hakk´a bühtâna. (iftiraya))

08. 03. 2015
Durmuş Göktekin
 
Üst