H@TİCE
Üye
- Katılım
- 31 Eki 2006
- Mesajlar
- 82
- Tepkime puanı
- 1
- Puanları
- 0
>Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta
>okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir
>kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı
>duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç...
>Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama
>sonunda başrdılar. Ikisi de her sabah otobüse bindikleri semtte
>oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o
>duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini
>görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür
>ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf
>ettiler bir süre sonra...
>
>Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok
>mutlu... Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı
>kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın
>sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir
>mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan,
>alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için ya
>da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna
>bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki... Günler günleri,
>yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek
>eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağman
>çocuk sahibi olmayınca, bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek,
>bencillik olur diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine,
>sevgilerini büyüttüler... Senin için ölürüm derdi kadın, sımsıkı
>sarılıp adama ve adma Hayır, ben senin için ölürüm diye yanıt
>verirdi hep...
>
>Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, Bir
>tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak.... Kütüphanenin ikinci
>rafında başka bir not olurdu, Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni
>çok sevdiğimi sakın unutma Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba
>sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman
>bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da
>pahalı armağanlarla karşılaşırdı... Aldığı hediyenin ne olduğu
>önemli değildi zaten....
>
>Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa
>olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama
>kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar
>verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul
>etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel
>projelerde görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir
>gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde
>satılık levhası asılı olan. Ne dersin, bu evi alalım mı? dedi adama.
>Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim
>bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir
>deniz evi yapalım burayı... Sen istersin de ben hiç hayır
>diyebilirmiyim? diye yanıt verdi adam. Amerika’daki tıp kongresinden
>döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa olsun, burası
>bizimdir artık....
>
>Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları
>zor oldu adam Amerika’ya giderken. Her gün, her saat konuştular
>telefonla. Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat
>birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın.
>Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu
>neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi
>verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: Canım, o ev bizim
>bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut...
>
>Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da
>çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini
>söylemesi için yalvardı adama, Senin için ölürüm, biliyorsun, ne
>olur anlat diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam,
>duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya
>çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha
>fazla kanıyordu yüreği...
>
>Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte
>geçtiği arkadaşına dert yanarken, Artık dayanamıyorum, sana söylemek
>zorundayım diye sözünü kesti arkadaşı. O, seni aldatıyor. Iş yerimin
>tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor her
>öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya....
>
>Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları diye bağırdı kadın.
>Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı.... Ertesi
>gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi
>sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı...
>Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu
>tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını
>gördü adamın...
>
>Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen
>ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her
>şeyi. Inkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği,
>insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler
>geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken, son
>bir kez kucaklamak isterim seni diyecek oldu ama kadın, defol dedi
>nefretle...
>
>Ilk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son
>bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya
>çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika’ya yerleştiğini
>öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince,
>ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir
>duygu olan nefretin alması için dua ediyordu.
>
>Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile,
>kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin
>sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. Sen,
>buraya ne yüzle geliyorsun diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı.
>Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor. dedi
>genç kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya
>başladı: Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o
>bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerika’daki kongre sırasında öğrendi
>hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldğını. Buna
>dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek
>isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden
>sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi.
>Birlikte Amerika’ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk
>karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi
>görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış,
>bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi
>istedi... Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu
>kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu
>açmayı neden sonra akıl edebildi. Itinayla katlanmış bir sürü kağıt
>duruyordu kutuda. Ilk kağıtta, Lütfen bütün notları sırayla oku bir
>tanem diyordu... Sırayla okudu; Seni çok sevdim, Seni sevmekten hiç
>vazgeçmedim, Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini
>bilirdim. Fakat benim için ölmeni istemedim Şimdi bana söz vermeni
>istiyorum. Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı? son kağıdı eline
>alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta
>şunlar yazılıydı:
>
>Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman
>terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor
>olacağım....
>