Hikem
Kıdemli Üye
- Katılım
- 31 Ağu 2009
- Mesajlar
- 6,073
- Tepkime puanı
- 702
- Puanları
- 0
Bu 'Bit beyinli'nin Türkiye'de işi ne?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi bütçesinden beslenen İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı, "Müslümanlar parazittir" diyen bir "bit beyinli"yi Türkiye'ye davet etti. Milli Gazete, "parazit" için "Gelmesin bu gavur" dedi.
Müslümanlara 'bilimden uzak yaratıklar' ve 'parazitler' diyerek hakaret eden İngiliz edebiyatçı Sir Vidiadhar Surajprasad Naipaul'un, İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı'nın desteği ile düzenlenen Avrupa Yazarlar Parlamentosu'na onur konuğu olarak davet edilmesine yönelik tepkiler büyüyor. İlk olarak Zaman yazarı Hilmi Yavuz'un dikkat çektiği davet kısa sürede Hindu yazara karşı büyük bir tepkiye dönüştü. Yeni Şafak gazetesi manşetine Hindu yazarı, 'Nobelli Parazit'e Aydın tepkisi' manşeti ile taşırken Milli Gazete, 'Gelmesin bu Gavur!' başlığını kullandı. İşte medyadan Naipaul'e yönelik tepkiler:
İLK ELEŞTİRİ HİLMİ YAVUZ'DAN
Hilmi Yavuz 17 Kasım günü "Müslümanlar, 'geri zekalı', 'yaratıcı olamayan', 'hiçbir şeyi başaramayan' bir güruh, Naipaul'a göre! Kabbani, devam ediyor, Trinidad'lı 'sömürge asilzadesi' Sir Vidiadhar'ı anlatmaya: 'Naipaul, İslamiyet'te yalnızca olumsuzluk görür: Bu din, bütünüyle yararsız bir coşku uyandıran bağnazlık dini'dir." diyerek Naipaul'ün sözlerini kamuoyuna yansıtmış, ardından da 21 Kasım günü Müslüman entelijensiya'yı hareketsiz kalmak ile itham ederek oryantalistleştiğini ileri sürmüştü. EN AĞIR BAŞLIK MİLLİ GAZETE'DEN: "GELMESİN BU GAVUR"
Milli Gazete'nin olayla ilgili haberinin başlığı ise oldukça sert. İslama hakeret ettiğinin altı çizilen Naipaul için gazete, logo yanında kullandığı haberine "Gelmesin bu gâvur" başlığını koydu. AHMET HAKAN DA TEPKİLİ
Tepkiler bu kadarla da kalmadı. Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan'ın da köşesinde Hindu yazar vardı. Ahmet Hakan da "Naipaul'dan nefret etmek hakkımızdır" diye yazdı. KİMDİR BU NAİPAUL? Ahmet Hakan, Hindu yazara tepkilerini sıraladığı köşe yazısına kısa bir özgeçmişle başlamış. V. S. Naipaul'u şu sözlerle anlatmış: "V. S. Naipaul, korsanlarıyla meşhur Karayipler’de Trinidad diye küçük bir adada doğmuştur.
“Küçük Naipaul”, ölesiye nefret ettiği ülkesinden 18 yaşında elde ettiği bir bursla Londra’ya kapağı atarak kurtulmuştur. Londra’da kendisini bir yazar olarak geliştiren Naipaul, hiç de fena sayılmayacak edebiyat ürünleri ortaya koymuştur. Fakat bir kusurcuğu vardır Naipaul’un. Doğduğu adadan, o “güzel ve yoksul” Trinidad’dan nefret etmektedir. Sadece Trinidad’dan mı? Ne gezer... Bizim Naipul, topyekûn Doğu’dan nefret etmektedir. Buna mukabil ise topyekûn Batı’yı yüceltmektedir.
Mesela Batılı edebiyat eleştirmenleri Naipaul’a, “Senin yazarlığının zenginliğinde Trinidad doğumlu olmanın payı büyüktür” diyorlar. Naipaul da buna yanıt olarak, “Saçmalamayın kardeşim... Trinidad’ın bir numarası yok. Orası bir tarladan başka bir şey değil. Ancak vahşiler hakkında araştırma yapmaya meraklı akademisyenlerin ilgisini çeker” diyor, diyebiliyor. “Doğduğu yerden nefret etmek” ile yetinse, yine idare edeceğiz. Ama Naipaul rahat durmuyor. Bu sefer tutuyor, kendini İngiliz sanmaya başlıyor, hem de en “asil bir İngiliz” sanmaya... Mesela şöyle diyor: “İngiliz İşçi Partisi iktidarı, İngiliz yüksek kültürü ve medeniyetini bayağılığa teslim edip mahvetti”. “Tarihte hiçbir emperyalizm, İslam emperyalizmi ile kıyaslanamaz” diyor.
Bunu derken tarihin en büyük sömürge imparatorluğunun kucağında oturduğunu unutuyor. Yani o derece zavallı bir “koloni çocuğu” Naipaul. “Eşitlik” diyorsun alay ediyor, “adalet” diyorsun kafa buluyor, “toplumsal özgürlükler” diyorsun burun kıvırıyor. Yani o derece faşizan, o derece sıkı bir sağcı. “İslam” dendiğinde neler dediği konusuna girmeye bile gerek yok. Sadece “Zırcahil bir pozitivistin vereceği hükümleri veriyor” demekle yetiniyorum. Bu “muazzam” ve “işe yarar” görüşleri nedeniyle yazarımızın, 11 Eylül’den hemen sonra “Nobel Edebiyat Ödülü” ile taltif edilmesi meselesine de sanırım girmeye gerek yok." TEK DESTEKÇİ GÜLAY GÖKTÜRK
Hint asıllı yazar hakkında Türk medyasında tek olumlu yazıyı yazan ise Bugün yazarı Gülay Göktürk oldu. Göktürk köşesinde "Bugünlerde, yazılı olmayan nefret yasalarının bir kez daha işletilmeye çalışıldığına tanık oluyoruz. Bu kez sanık sandalyesine çıkarılan kişi, Hint asıllı yazar Naipaul." dedi.
"Allah'ın belası"
Bu nasıl bir aşağılık kompleksidir yahu! Müslümanlara "geri zekâlı", "hiçbir şeyi başaramayan bir güruh" diye hakaret eden, İslam'a "bağnazlık dini" diye saldıran Hint asıllı İngiliz yazar Naipaul, sırf Nobel Edebiyat Ödülü sahibi diye, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın 'onur listesi'ne alınabiliyor.
İnanılır gibi değil; mezkûr ajansın gayretleriyle İstanbul'da toplanacak olan "Avrupa Yazarlar Parlamentosu"nun açılış konuşmasını bu azılı İslam düşmanı yapacakmış.
Cemil Meriç ona "Allah'ın belası" demişti... Şimdi Cemil Meriç'in talebeleri sayabileceğimiz kimseler onu el üstünde tutuyorlar.
"Biz 2010 Avrupa Kültür Başkenti olarak çok kültürlü, çok sesli bir kontekste oturttuk İstanbul'u. Farklı görüşlerde olanlar ancak zenginlik katarlar İstanbul kültürüne. Kaldı ki AB'ye giriş sürecinde çok sesli ve farklı görüşleri bir arada yaşatmayı ve bunun içinde yaşamayı hedefliyoruz. Şu adam şu görüştedir onunla aynı masaya oturmayız söylemine katılmıyorum. Farklı görüşlerde insanlar olarak bir arada yaşamaya alışmaları gerekiyor... Ben hâlâ doğru düşündüğümüze inanıyorum ve bizim gibi düşünen yazarlarımızın da bize destek olacağına inanıyorum. Özetle, çok kültürlü düşünmeye alışacak bu insanlar da."
Yapmayın Ahmet Ağabey!
Naipaul'un bu şekilde taltif edilmesine tepki göstermek, farklı görüşlerde insanların bir arada yaşamasına karşı çıkmak mıdır? "Avrupa Yazarlar Parlamentosu" organizatörlerini eleştirenler, görüşlerini beğenmedikleri komşularının boğazlarına mı yapışıyorlar?
Çokkültürlülüğe ne kadar saygılı olduğumuzu göstermek için İslam'a ve Müslümanlara söven bir adamı baş tacı etmemiz şart mı yani? Birilerine tavır koymak, birilerini protesto etmek yok mudur çokkültürlü demokratik toplumlarda?
"Şu adam şu görüştedir, onunla aynı masada oturmayız söylemine katılmıyorum" diyorsunuz; hakkımızda tahkir ve tezyiften başka "görüş" serdetmeyen bu "Allah'ın belası"yla karşılıklı dostluk ve anlayış havası içinde oturup sohbet etmemiz ne mümkün?
Naipaul'un hezeyanlarının tartışılacağı / yargılanacağı bir masa kursaydınız, o gündemle toplantı düzenleseydiniz, bunu makul karşılayabilirdik. Ama siz Naipaul'a iltifat ediyorsunuz ve herkesten de aynı şeyi yapmasını bekliyorsunuz. Naipaul'a biçtiğiniz 'seçkin' konumu içimize sindirmemizi bekliyorsunuz. Aziz İstanbul'un şerefine düzenlenen önemli bir toplantıda açılış konuşmasını başka Nobel Edebiyat Ödülü sahibi kalmamış gibi Naipaul'a yaptırmaya kalkıyor ve bizden alkış bekliyorsunuz.
Yapmayın!
"Toplantıda konuşma için tercih edilen kişinin seçiminde dikkatli olunması gerekir, ama Naipaul çağrılmış. Şimdi yazar ne söyleyecek diye dinlemek gerekir kanısındayım. Tartışılan konu 30 yıl önce Naipaul'un yazdığı bir kitaptaki görüşleri. Belki de aradan geçen sürede düşünceleri değişti, belki artık farklı düşünüyor."
Naipaul'u davet etmeden evvel bugün hâlâ o noktada olup olmadığını öğrenmek gerekmez miydi? Kaldı ki Ahmet Kot'un söylediklerinden 'hiç fark etmez' sonucu çıkıyor.
Öyleyse Salman Rushdie'yi de bekleriz!
Hakan Albayrak
İstanbul Büyükşehir Belediyesi bütçesinden beslenen İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı, "Müslümanlar parazittir" diyen bir "bit beyinli"yi Türkiye'ye davet etti. Milli Gazete, "parazit" için "Gelmesin bu gavur" dedi.
Müslümanlara 'bilimden uzak yaratıklar' ve 'parazitler' diyerek hakaret eden İngiliz edebiyatçı Sir Vidiadhar Surajprasad Naipaul'un, İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı'nın desteği ile düzenlenen Avrupa Yazarlar Parlamentosu'na onur konuğu olarak davet edilmesine yönelik tepkiler büyüyor. İlk olarak Zaman yazarı Hilmi Yavuz'un dikkat çektiği davet kısa sürede Hindu yazara karşı büyük bir tepkiye dönüştü. Yeni Şafak gazetesi manşetine Hindu yazarı, 'Nobelli Parazit'e Aydın tepkisi' manşeti ile taşırken Milli Gazete, 'Gelmesin bu Gavur!' başlığını kullandı. İşte medyadan Naipaul'e yönelik tepkiler:
İLK ELEŞTİRİ HİLMİ YAVUZ'DAN
Hilmi Yavuz 17 Kasım günü "Müslümanlar, 'geri zekalı', 'yaratıcı olamayan', 'hiçbir şeyi başaramayan' bir güruh, Naipaul'a göre! Kabbani, devam ediyor, Trinidad'lı 'sömürge asilzadesi' Sir Vidiadhar'ı anlatmaya: 'Naipaul, İslamiyet'te yalnızca olumsuzluk görür: Bu din, bütünüyle yararsız bir coşku uyandıran bağnazlık dini'dir." diyerek Naipaul'ün sözlerini kamuoyuna yansıtmış, ardından da 21 Kasım günü Müslüman entelijensiya'yı hareketsiz kalmak ile itham ederek oryantalistleştiğini ileri sürmüştü. EN AĞIR BAŞLIK MİLLİ GAZETE'DEN: "GELMESİN BU GAVUR"
Milli Gazete'nin olayla ilgili haberinin başlığı ise oldukça sert. İslama hakeret ettiğinin altı çizilen Naipaul için gazete, logo yanında kullandığı haberine "Gelmesin bu gâvur" başlığını koydu. AHMET HAKAN DA TEPKİLİ
Tepkiler bu kadarla da kalmadı. Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan'ın da köşesinde Hindu yazar vardı. Ahmet Hakan da "Naipaul'dan nefret etmek hakkımızdır" diye yazdı. KİMDİR BU NAİPAUL? Ahmet Hakan, Hindu yazara tepkilerini sıraladığı köşe yazısına kısa bir özgeçmişle başlamış. V. S. Naipaul'u şu sözlerle anlatmış: "V. S. Naipaul, korsanlarıyla meşhur Karayipler’de Trinidad diye küçük bir adada doğmuştur.
“Küçük Naipaul”, ölesiye nefret ettiği ülkesinden 18 yaşında elde ettiği bir bursla Londra’ya kapağı atarak kurtulmuştur. Londra’da kendisini bir yazar olarak geliştiren Naipaul, hiç de fena sayılmayacak edebiyat ürünleri ortaya koymuştur. Fakat bir kusurcuğu vardır Naipaul’un. Doğduğu adadan, o “güzel ve yoksul” Trinidad’dan nefret etmektedir. Sadece Trinidad’dan mı? Ne gezer... Bizim Naipul, topyekûn Doğu’dan nefret etmektedir. Buna mukabil ise topyekûn Batı’yı yüceltmektedir.
Mesela Batılı edebiyat eleştirmenleri Naipaul’a, “Senin yazarlığının zenginliğinde Trinidad doğumlu olmanın payı büyüktür” diyorlar. Naipaul da buna yanıt olarak, “Saçmalamayın kardeşim... Trinidad’ın bir numarası yok. Orası bir tarladan başka bir şey değil. Ancak vahşiler hakkında araştırma yapmaya meraklı akademisyenlerin ilgisini çeker” diyor, diyebiliyor. “Doğduğu yerden nefret etmek” ile yetinse, yine idare edeceğiz. Ama Naipaul rahat durmuyor. Bu sefer tutuyor, kendini İngiliz sanmaya başlıyor, hem de en “asil bir İngiliz” sanmaya... Mesela şöyle diyor: “İngiliz İşçi Partisi iktidarı, İngiliz yüksek kültürü ve medeniyetini bayağılığa teslim edip mahvetti”. “Tarihte hiçbir emperyalizm, İslam emperyalizmi ile kıyaslanamaz” diyor.
Bunu derken tarihin en büyük sömürge imparatorluğunun kucağında oturduğunu unutuyor. Yani o derece zavallı bir “koloni çocuğu” Naipaul. “Eşitlik” diyorsun alay ediyor, “adalet” diyorsun kafa buluyor, “toplumsal özgürlükler” diyorsun burun kıvırıyor. Yani o derece faşizan, o derece sıkı bir sağcı. “İslam” dendiğinde neler dediği konusuna girmeye bile gerek yok. Sadece “Zırcahil bir pozitivistin vereceği hükümleri veriyor” demekle yetiniyorum. Bu “muazzam” ve “işe yarar” görüşleri nedeniyle yazarımızın, 11 Eylül’den hemen sonra “Nobel Edebiyat Ödülü” ile taltif edilmesi meselesine de sanırım girmeye gerek yok." TEK DESTEKÇİ GÜLAY GÖKTÜRK
Hint asıllı yazar hakkında Türk medyasında tek olumlu yazıyı yazan ise Bugün yazarı Gülay Göktürk oldu. Göktürk köşesinde "Bugünlerde, yazılı olmayan nefret yasalarının bir kez daha işletilmeye çalışıldığına tanık oluyoruz. Bu kez sanık sandalyesine çıkarılan kişi, Hint asıllı yazar Naipaul." dedi.
"Allah'ın belası"
Bu nasıl bir aşağılık kompleksidir yahu! Müslümanlara "geri zekâlı", "hiçbir şeyi başaramayan bir güruh" diye hakaret eden, İslam'a "bağnazlık dini" diye saldıran Hint asıllı İngiliz yazar Naipaul, sırf Nobel Edebiyat Ödülü sahibi diye, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın 'onur listesi'ne alınabiliyor.
İnanılır gibi değil; mezkûr ajansın gayretleriyle İstanbul'da toplanacak olan "Avrupa Yazarlar Parlamentosu"nun açılış konuşmasını bu azılı İslam düşmanı yapacakmış.
Cemil Meriç ona "Allah'ın belası" demişti... Şimdi Cemil Meriç'in talebeleri sayabileceğimiz kimseler onu el üstünde tutuyorlar.
* * *
Ajansın edebiyat yönetmeni, sevgili ağabeyim Ahmet Kot diyor ki: "Biz 2010 Avrupa Kültür Başkenti olarak çok kültürlü, çok sesli bir kontekste oturttuk İstanbul'u. Farklı görüşlerde olanlar ancak zenginlik katarlar İstanbul kültürüne. Kaldı ki AB'ye giriş sürecinde çok sesli ve farklı görüşleri bir arada yaşatmayı ve bunun içinde yaşamayı hedefliyoruz. Şu adam şu görüştedir onunla aynı masaya oturmayız söylemine katılmıyorum. Farklı görüşlerde insanlar olarak bir arada yaşamaya alışmaları gerekiyor... Ben hâlâ doğru düşündüğümüze inanıyorum ve bizim gibi düşünen yazarlarımızın da bize destek olacağına inanıyorum. Özetle, çok kültürlü düşünmeye alışacak bu insanlar da."
Yapmayın Ahmet Ağabey!
Naipaul'un bu şekilde taltif edilmesine tepki göstermek, farklı görüşlerde insanların bir arada yaşamasına karşı çıkmak mıdır? "Avrupa Yazarlar Parlamentosu" organizatörlerini eleştirenler, görüşlerini beğenmedikleri komşularının boğazlarına mı yapışıyorlar?
Çokkültürlülüğe ne kadar saygılı olduğumuzu göstermek için İslam'a ve Müslümanlara söven bir adamı baş tacı etmemiz şart mı yani? Birilerine tavır koymak, birilerini protesto etmek yok mudur çokkültürlü demokratik toplumlarda?
"Şu adam şu görüştedir, onunla aynı masada oturmayız söylemine katılmıyorum" diyorsunuz; hakkımızda tahkir ve tezyiften başka "görüş" serdetmeyen bu "Allah'ın belası"yla karşılıklı dostluk ve anlayış havası içinde oturup sohbet etmemiz ne mümkün?
Naipaul'un hezeyanlarının tartışılacağı / yargılanacağı bir masa kursaydınız, o gündemle toplantı düzenleseydiniz, bunu makul karşılayabilirdik. Ama siz Naipaul'a iltifat ediyorsunuz ve herkesten de aynı şeyi yapmasını bekliyorsunuz. Naipaul'a biçtiğiniz 'seçkin' konumu içimize sindirmemizi bekliyorsunuz. Aziz İstanbul'un şerefine düzenlenen önemli bir toplantıda açılış konuşmasını başka Nobel Edebiyat Ödülü sahibi kalmamış gibi Naipaul'a yaptırmaya kalkıyor ve bizden alkış bekliyorsunuz.
Yapmayın!
* * *
İskender Pala da yanlış konuşuyor. Diyor ki: "Toplantıda konuşma için tercih edilen kişinin seçiminde dikkatli olunması gerekir, ama Naipaul çağrılmış. Şimdi yazar ne söyleyecek diye dinlemek gerekir kanısındayım. Tartışılan konu 30 yıl önce Naipaul'un yazdığı bir kitaptaki görüşleri. Belki de aradan geçen sürede düşünceleri değişti, belki artık farklı düşünüyor."
Naipaul'u davet etmeden evvel bugün hâlâ o noktada olup olmadığını öğrenmek gerekmez miydi? Kaldı ki Ahmet Kot'un söylediklerinden 'hiç fark etmez' sonucu çıkıyor.
Öyleyse Salman Rushdie'yi de bekleriz!
Hakan Albayrak