Bu da geçer Ya Hu!

durmuş göktekin

Paylaşımcı
Katılım
16 Ağu 2009
Mesajlar
185
Tepkime puanı
7
Puanları
0
Yaş
88
Bu da geçer “Ya hu!”
Kaybetmeyince elindeki nimeti, anlaşılmaz yokluğunun mihneti. Devam edip giden sağlığımız, hiç bozulmayacakmış gibi gelir çoğumuza. Aklımıza bile gelmez, yediklerimizin çıkışı olmasa veya ağzımızla yiyemesek, diye. Allah, kâinatın idaresini kanunlara bağlamış. Kâinatın sahibi; bizim düşünmemiz için; yağmuru rahmet olarak gökyüzünden yere indiriyor. Bizi düşündürüyor, verdiği nimetlere şükretmemizi hatırlatıyor. Gökten inen yağmur sularını yer altında ve denizlerde O tutuyor. Buharlaştırıp, bulutlar halinde havaya O çıkartıyor. Tekrar rahmet olarak yeryüzüne su olarak O indiriyor. Bu ve buna benzer tekrarlarla hayatı tamamlıyor. Ağzımızı sağlıklı bir şekilde üzerimizde O tutuyor. Verdiği gıdaları ağzımız vasıtasıyla yememizi, dişlerimizle çiğnememizi, ağzımıza koyduğu tad alma duygusu ile değişik tad ve lezzetleri almamızı, midemiz ve bağırsaklarımızdan geçen gıdanın bizi beslemesini, sonra yediklerimizin posasını, normal yollardan dışarı atmayı O temin ediyor. Biz de böylece mutlu bir hayat yaşayabiliyoruz. Bazen de bilinen veya bilinmeyen sebeplerle bu nimetler elimizden alınıyor. Arkasından büyük sarsıntılara kapılabiliyoruz. O zaman Rabbimize sığınmak geliyor aklımıza. O’nun kucağına kendimizi atıyor, teslim oluyoruz. O’nun teskin ve tesellisiyle derdimiz derman buluyor. Dert dermanıyla gelir, demiş büyükler. Derdin içinden dermanı bulamayınca, anasını arayan kuzular gibi melememiz bitmiyor.
Ayağı var, parası yok. Parası var, ayağı yok. Bir de hem ayağı hem de parası olmayanı düşünün. Bunları karşılaştırıp bir sonuç çıkarmaya çalışalım: Ayakkabıcı bir türkü tutturmuş, yeni gelen malları vitrine diziyordu. Evden ekmek almaya çıkan çocuğun gözleri takıldı vitrindeki spor ayakkabılara. Uzun, uzun baktı. Derin hülyalara daldı. Bir elinde koltuk değneği vardı. Pantolonun bir paçası boştu, rüzgârdan sallanıyordu. Çocuk son kez baktı vitrine. İç gerip uzaklaştı. Ayakkabıcı çocuğun halini fark etti, çağırdı yanına. Gel bakalım evladım. Var mı seni ilgilendiren bir şey? Çocuk döndü: İşte şunlar, ama alamam diye cevap verdi. Ayakkabıcı sordu: Neden? Çocuk: O kadar parayı nereden bulurum? Dedi. Üstelik ayağımın teki doğuştan yok. Ayakkabıcı: Boş ver dedi. Bu dünyada kim sağlam ki zaten? Kiminin eli, kiminin bacağı, kiminin de ya aklı noksan ya da vicdanı. Vicdanımız noksan olacağına ayaklarımız olmasaydı daha iyi olurdu, deyince çocuğun aklı karıştı. Tatlı, tatlı gülümsedi. Olmayan bacağı yüzünden çektiği acılar biraz hafifler gibi oldu. Vitrindeki ayakkabıları giyip, top oynamayı bile hayal etti. Adam vitrini gösterdi: Haydi vereyim onu, çok yakışacak dedi. Çocuk başını salladı: Otuz lirayı nasıl bulacağım? Senin için indirimi erken başlattım. Bugün ayakkabı yirmi lira. Sen zaten tekini alacaksın. Sana düşer on lira. Çocuk düşündü: Ama öteki teki işe yaramaz. Onu kim alacak? Ayakkabıcı güldü: Düşündüğün şeye bak! Elbette bir gün sağ ayağı olmayan bir çocuk gelir, onu da ona veririz. Sana, beş lira öğrenci indirimi yaparız. Kalan beş lira da pazarlık payı olur, onu da atarız, iş biter. Vitrinden ayakkabıyı aldı, çocuğa verdi. Çocuk giydi, tam geldi. Sevinçten değneksiz bile yürüyecek kadar mutlu olmuştu. Alış veriş devam etti. Ayakkabıcı sordu: Bana ayağından çıkanı satar mısın? Çocuk kekeledi: Şaka mı yapıyorsun amca? O hiç para eder mi? Altı delik deşik olmuş. Sen anlamazsın evladım, eşya eskidikçe antika değeri artar. Veririm onu antikacıya, eder kırk lira. Sıkıştırdı çocuğun avucuna bir yığın para. Çocuk hayır diyerek itiraz etti: Bu kadarı da fazla, diyerek paranın birazını geri verdi. Bir de öpücük kondurdu ihtiyar ayakkabıcının buruşmuş yanaklarına. Oradan ayrıldı, tek ayakkabısına bakarak.
Günlük hayatımızda bizi üzen o kadar çok şey var ki, gidermeyi başaramadığımız için ömrümüzü sıkıntı ve acılar içinde geçiririz. Hâlbuki dertte derman var. İnsanın düştüğü yerden kalkacağını, dikenin battığı yerden çıkarılacağını hatırlayınca, ne kendimizi yeriz, ne başkalarını suçlarız. Sinirlenmeden, bunalım geçirmeden hayatımız devam eder. Üzüntülerimizi büyüttükçe derdimiz artar. Olumsuzlukları üfledikçe sıkıntılarımız bitmez. Zarar üstüne zarar görürüz. Gücü bitmiş, içi geçmiş bir insan haline döneriz. Önemsemez, unutur, tevekküle bağlanır, rıza gösterir, sabır ve şükre devam edersek derdi küçültür, dermanı büyütmüş oluruz.
Beteri olmayan dert yoktur. Her şeyde bir hayır vardır. İnanan için, bu hayır ya dünyaya veya ahrete bakar. Her şey geçiyor. Bu da geçer “Ya Hu” deyip, şükret haline kardeşim.
18. 06. 2014
Durmuş Göktekin
 
Üst